Hindistan ve demokrasinin ölümü

Hindistan'ın bağımsızlığının 75'inci yıldönümünde, onlarca yıllık kurumsal suistimalden sonra, Yeni Delhi'deki demokrasi, güçlü bir adamın zayıf temellerine indirdiği balyoz darbelerine dayanamayacak kadar zayıf

Fotoğraf: PTI

Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Yeni Delhi'de ülkenin bağımsızlığının 75'inci yıldönümü münasebetiyle inşa edilen ve neredeyse tamamlanan yeni parlamento binasının tepesinde geçen ay durdu ve bir vinç ile kırmızı perdeyi indirdi.

Perdenin altındaki dev heykel ortaya çıktığında onu gören pek çok Yeni Delhi sakini şaşırdı.

21 fit yüksekliğindeki bronz heykel, Hindistan'da ulusal bir sembol olan yüzleri dışa dönük oturan dört aslandan oluşuyor.

Ama bu heykel, Hindistan'daki benzerlerinin olağan forumundan farklı göründü, çünkü aslanların dişleri belirgindi ve aynı zamanda öfkeli ve agresif görünüyorlardı.

Modi'yi eleştirenler için parlamentonun tepesine yerleştirilen bu yeniden şekillendirilmiş forum -ki kendisi hiçbir şekilde kamuoyunun görüşü alınmadan ve tartışılmadan inşa edilen bir proje- başbakanın yaratmak istediği öfkeli "yeni Hindistan"ı temsil ediyor.


Modi'nin Bharatiya Janata Partisi hükümeti, sekiz yıllık iktidarı boyunca Hindistan demokrasisini deforme etti.

Ülkenin 15 Ağustos 1947'de bağımsızlığını kazanmasından sonra üzerine kurulduğu sekülerizm, çoğulculuk, dini hoşgörü ve eşit vatandaşlık ilkeleri pahasına hoşgörüsüz Hindu çoğunluk sistemini benimsedi.

Hindistan rejimi, karma bir hükümet mekanizması ve dezenformasyonu kullanıyor, eleştirenleri susturmak için hizipçi çeteler aracılığıyla onlara gözdağı veriyor.

Ülkenin büyük Müslüman azınlığı taciz ediliyor. Sosyal bölünme ve şiddet körükleniyor, sivil özgürlükler sistematik olarak ihlal ediliyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dünyanın en büyük demokrasisi olan Hindistan, liberalizm ile otoriterlik arasındaki küresel savaşın kaybedildiği yer.

Ancak ABD gibi Batılı demokrasiler Modi ile bu konu hakkında konuşmayı reddediyorlar.

Bunun yerine, ABD, Hindistan'ın devasa pazarına erişimini sürdürmek ve Yeni Delhi'yi Çin'e karşı stratejik bir siper olarak kullanmak için ona kur yapıyor.

Geçen yıl İsveçli V-Dem Enstitüsü Hindistan'ın notunu düşürerek "otoriter ülke" olarak sınıflandırdı.

Washington merkezli Freedom House da notunu düşürerek Hindistan'ı "kısmen özgür" bir ülke diye sınıflandırdı.

Freedom House, 1,3 milyar nüfusuyla Hindistan'ın notunun düşürülmesinin, küresel özgürlük dengesini güçlü bir şekilde otoriterlik lehine çevirdiğini söyledi.

Dünya nüfusunun artık yüzde 20'sinden daha azı "özgür" ülkelerde yaşıyor.

Hindistan'ın otoriterliğe kayışı hızlanmış olsa da tüm suçu hükümete yüklemek haksızlık olur, çünkü Hindistan'ın ilk yıllarından beri büyüyen sorunlar olan zayıf devlet kurumları ve sosyal eşitsizlik, demokrasisini tüketti ve Hindu üstünlüğü politikasının güçlenmesi için verimli bir zemin sağladı.

Yaygın yoksulluk ve bilgisizlik, aşırı etnik, dini ve sosyal çeşitliliğe rağmen Hindistan, bağımsızlıktan bu yana farklı bir yol izledi. İlerici bir anayasayı kabul etmesine rağmen, kendisine dayanılamaz demokrasi dendi.

Bunun nedeni son derece merkezi olan, seçilmiş hükümete ve yöneticilere polis ve diğer kolluk kuvvetleri gibi kurumlar üzerinde neredeyse tam kontrol sağlayan İngiliz sömürge idari yapılarını korumasıydı.

Bu kurumlara bir de sıkı güvenlik ve ayaklanma yasaları eşlik ettiğinde, devlet liderlerinin ve seçilmiş yetkililerin muhalefeti cezalandırılmadan dizginlemelerine imkân tanır.


Modi'nin partisi bu baskı araçlarını seferber etti, ancak onları bir silah olarak kullanan ilk parti değildi.

Bu araçlar ilk olarak bağımsızlıktan sonra devleti yöneten Ulusal Kongre Partisi döneminde Batı Bengal eyaletinde kullanıldılar.

Parti, bu eyalette muhalifleri bastırmak için akılsızları ve polisleri kullandı. Ulusal Kongre Partisi'ni 34 yıl iktidarda kalan ve devlet kurumlarını tamamen zayıflatan Komünist Parti izledi.

Şimdi Batı Bengal, lideri, kendisini Modi'nin despotluğuna vatansever bir alternatif olarak gösteren, ancak benzer şekilde kaba kuvveti benimsemekle suçlanan bir parti tarafından yönetiliyor.

Bu tür otoriter eğilimler uzun süredir ülke çapında yaygın ve Modi'nin kendisi yaklaşık 13 yıl batıdaki Gujarat eyaletini demirden bir yumrukla yönetmiş ve 2002 yılında Müslüman karşıtı ayaklanmaları teşvik etmekle suçlanmıştı.


Bu keyfi otoritelerin kökleri, çoğu siyasi partinin, yetkililerinin kişilikleri ve aileleri etrafında toplanması gerçeğinde yatıyor. Hindistan, siyasi partilerin demokratik olmadığı ve parti içi seçimin yapılmadığı nadir bir demokrasidir.

Hindistan siyasetinde para ve genellikle suç ilişkileri o kadar kritik hale geldi ki, yasa koyucular parayla satın alınır oldu.

Birçoğu yasa yapmak için yeterli donanıma sahip değil. Bunun yerine, üst düzey yöneticilerin genellikle halkın çıkarlarından çok uzak olan özel çıkarlarını amaçlayan politikalarını onaylıyorlar.

Geçen yıl yürürlükten kaldırılana kadar çiftçiler tarafından protesto edilen tarım yasaları buna bir örnektir.

Ancak sağlıklı ve dirençli bir demokrasinin gelişmesinin önündeki daha derin ve çok daha eski engel, Hindistan'ın en yoksul vatandaşlarının refahını sağlamadaki tarihi başarısızlığıdır.

Hint milyarderleri küresel zenginler listesinde yarışırken her yıl yüz binlerce çocuk açlıktan ölüyor ve çocukların üçte birinden fazlası bodurluk (boy kısalığından) muzdarip.

Neo-liberal politikalar Yeni Delhi'deki eşitsizliği daha da kötüleştirdi. Devlet sağlık, eğitim gibi temel sorumluluklarını yerine getirmekten geri çekildi ve bu da milyonlarca insanın kendini aşağılanmış ve zayıf hissetmesine neden oldu.

Onların kolektif kimliklerine sığınmalarına ve kendilerini diğer gruplara karşı savunma sözü veren güçlü liderlerin çekimine kapılmalarına yol açtı.

Aynı zamanda, laik Hindistan'ı bir Hindu devleti olarak yeniden tanımlamak için kullanılan dini nefret döngüsüne dahil olmalarını kolaylaştırdı.
 


Hindistan Parlamentosu'nun bileşimi zaten bu çoğunluğu yansıtıyor. Hindistan'daki Müslümanların sayısı 200 milyon olup, Endonezya ve Pakistan'dan sonra dünyadaki en büyük üçüncü Müslüman nüfusu oluşturuyorlar.

Hindular nüfusun yaklaşık yüzde 80'ini oluştururken, Müslümanlar nüfusun yaklaşık yüzde 15'ini temsil ediyorlar. Ancak buna rağmen Müslümanlar parlamentodaki sandalyelerin sadece yüzde 5'ini dolduruyorlar.

Bharatiya Janata Partisi, Hindistan'ın 75 yıllık tarihinde tek bir Müslüman milletvekili olmayan ilk iktidar partisi.


Hindistan'da yasalar ve haklar eşitsiz bir şekilde uygulanıyor. Hindu hacılar devlet yetkilileri tarafından tebrik edilirken, Müslümanlar artık halka açık yerlerde namaz kıldığı için tutuklanabiliyor.

Devlet, Hindu dinini ve geleneklerini kutlarken, Müslümanların başörtüsü takmak veya ezan okumak gibi geleneklerine karşı protestolar düzenleniyor. Hindu gruplar Müslümanlara ve işyerlerine saldırıyorlar.

İktidardaki Bharatiya Janata Partisi'nden üst düzey bir yetkili, Bangladeş'ten gelen Müslüman mültecileri ülkenin kaynaklarını tüketen "termitler" olarak nitelendirdi.

Devlet desteğiyle cesaretlendirilen Hindu radikaller şimdi Müslümanları açıkça soykırımla tehdit ediyorlar.

Hükümet, nefret eylemlerinden bahseden gazetecileri tutuklarken, 15 Ağustos'ta (Bağımsızlık Günü) Müslüman bir kadına toplu tecavüzden müebbet hapis cezasına çarptırılan 11 hükümlüyü serbest bıraktı.

Modi yönetiminde meydana gelen 2002 Gujarat katliamı sırasında bu Müslüman kadının ailesinin 14 üyesi de öldürülmüştü.


Zayıflamış kurumların bu tür politikalardan geri adım atmak konusunda elinden çok şey gelmiyor.

Ülkenin etkisiz yargı sistemi (beklemede olan 40 milyon dava var) hukukun üstünlüğüne karşı halk arasında bir hor görme ve küçümseme hissi yaratıyor.

Yüksek Mahkeme daha önce aktivizmi ve bağımsızlığıyla biliniyordu, ancak şimdi genellikle hükümetle yakın iş birliği içinde çalışıyor.

Mahkeme yargıçları, Modi'nin eylemlerine göz yumarken, bir zamanlar demokrasinin korunmasında önemli bir rol oynayan Hint basını, rejimine hizmet etmesi için baskıya uğruyor.

Hindistan'ın bağımsızlığının 75'inci yıldönümünde, onlarca yıllık kurumsal suistimalden sonra, Yeni Delhi'deki demokrasi, güçlü bir adamın zayıf temellerine indirdiği balyoz darbelerine dayanamayacak kadar zayıf.

Modi, parlamentoyu "Demokrasinin Tapınağı" olarak adlandırsa da kurumun Yeni Delhi'deki yeni binası, inşa ettiği ve sadece otoriter yönetimini meşrulaştırmak için var olan ve içi boş bir cepheye benzeyen yarı-demokrasinin bir anıtı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU