Türkiye'nin taraf olmadığı Aarhus Sözleşmesi'ne farklı bir bakış: "'Maden, enerji ve nükleer söz konusu olduğunda çevreye bakmam' dersen sana Kovid ve kanser bakar"

Dünya Çevre Günü'nde gezegenin önemli gündemlerinden biri yine çevre krizleri. Birçok sözleşme çevreyi korumayı taahhüt ediyor ve insanların bilgilenmesini güvence altına alıyor. Prof. İlhan Talınlı, erimeye başlayan buzdağının diğer yüzünü anlatıyor

Fotoğraf: Reuters

Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu'na üye devletlerle bu komisyon ile istişarede bulunan ülkeler tarafından bir uluslararası sözleşme açıldığında takvimler 1998'i gösteriyordu.

Bu sözleşme, ilk olarak Danimarka'nın Aarhus kentinde imzaya açıldığı için Aarhus Sözleşmesi olarak anılmaya başlansa da metnin tam adı "Çevre Konularında Bilgiye Erişim, Karar Vermeye Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Hakkı Sözleşmesi". 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Peki, bu sözleşme dünyaya ne anlatıyor? 

İnsanların çevreyle ilgili bilgiye erişimi konusunda temel bir uluslararası sözleşme olan Aarhus aynı zamanda çevreyle ilgili karar alınırken kamu haklarını da güvence altına alan önemli bir metin olarak kabul ediliyor. 

Bu sözleşmenin ardından kurulan bilgi merkezi, küresel bir veritabanı olarak da işlev görüyor.

2001'de yürürlüğe giren bu sözleşme, çevreyle ilgili herhangi bir karar alınırken halkın karar alma sürecine katılmasını da garanti altına alıyor ve sürece halkın etkin bir biçimde katılabilmesini öngörüyor. 

 

Ekran Resmi 2022-06-04 15.54.15.png
Fotoğraf: AFP

 

Sözleşmeye taraf olan ülkelerin uyması gereken sıkı kurallar var:

  • Sözleşme hedeflerinin gerçekleşebilmesi için tedbirler almak.
  • Çevresel eğitim düzeyi ve çevre bilincini geliştirmek.
  • Çevreci kuruluşları tanımak ve desteklemek.
  • Bu yükümlülükleri yerine getirebilmek için hukuk sistemi içinde değişiklikler yapmak.
  • Sözleşmeden doğan haklarını kullanan kişilerin cezalandırılmasının ya da rahatsız edilmelerinin önüne geçmek.

Aarhus Sözleşmesi'nin önemli hükümlerinden biri, taraf olan ülkelerin talebi halinde çevreyle ilgili bilgi ve gerçek belgeleri menfaat şartı da aramadan halkın kullanımına sunması ve koşulsuz olarak kamuoyuna çevreyle ilgili bilgilere erişim hakkı tanıması.

Aarhus'a göre "çevresel bilgi"

Aarhus Sözleşmesi, "çevresel bilgi" kavramını şu ifadelerle tanımlıyor: 

  • Hava ve atmosfer, su, toprak, yer, peyzaj, doğal alanlar, GDO'lu organizmalar da dâhil olmak üzere biyolojik çeşitlilik, biyolojik çeşitliliğin öğeleri ve bütün bunların arasındaki etkileşimler.
  • Maddeler, enerji, ses ve radyasyon gibi faktörler, çevresel öğeleri etkileyen/etkileyebilecek faaliyetler ve bunlarla ilgili idari önlemler, anlaşmalar, politikalar, kanunlar, planlar, çevreyle ilgili karar alma süreçlerinde yararlanılan fayda-maliyet analizleri, iktisadi analizler ve varsayımlar. 
  • Faaliyet veya tedbirlerden etkilendiği oranda, insan sağlığının ve güvenliğinin durumu, hayat şartları ve kültürel öğelerle ilişkin, her türlü yazılı, görsel, işitsel veya diğer bir herhangi bir somut formdaki bilgiler.

Çevresel bilgi kavramını bu ölçüde geniş tutan Aarhus Sözleşmesi, bu bilgilere erişim hakkını da sözleşmeye taraf olan ülkelerin vatandaşlarına tanıyor. 

AB ve 48 ülke sözleşmenin tarafı oldu

Sözleşmeye, Avrupa Birliği'ne üye ülkeler dışında 48 ülke taraf oldu. 

En geç 2010 yılında Karadağ'ın taraf olduğu bu sözleşmeye Danimarka Faroe Adaları ve Grönland'ın bu sözleşmeden muaf tutulması şartıyla imza attı. Danimarka'nın bu konudaki çekincesi ise sözleşmenin az nüfuslu ve çok daha az çeşitliliğe sahip toplumlar için uygun olmadığı, Faroe Adaları ve Grönland'da bu tam anlamıyla uygulanmasının gereksiz bürokrasi anlamına geleceğiydi. 

Fransa ise sözleşmeye imzayla birlikte ülkelerindeki yerleşik hukuk sisteminin endüstriyel ve ticari sırların da koruyacağı açıklamasına yer verdi. 

Almanya, sözleşmenin idari düzenlemeler yoluyla uygulanacağını, kuralsızlaştırma ya da prosedürleri hızlandırma çabalarını engelleyen gelişmelere yol açmayacağını varsaydığını belirterek sözleşmeyi imzaladı. 

Norveç ise, sözleşmeden doğan herhangi bir anlaşmazlığı Uluslararası Adalet Divanı'na sunacağını beyan ederken İsveç, resmi belgelerin kamuya açılması konusunda mahkemeye taşınmasıyla ilgili çekincelerine yer verdi. 

 

VIMI75WENJK2JP5H6IYGFLEJDA.jpeg
Fotoğraf: Reuters

 

Türkiye, ABD ve Rusya taraf değil

Büyük bir çevre krizinin eşiğinde olduğu söylenen Dünya üzerinde hala bu sözleşmeye taraf olmayan ülkeler bulunuyor. 

Türkiye, ABD, Rusya, Kanada ve İsrail çeşitli çekincelerle sözleşmeye imza atmadı. BM'nin kurucu ülkelerinden biri olan Türkiye, bu sözleşmeyle ilgili müzakerelere katılmıştı ancak anlaşmaya taraf olmadı. 

"Aarhus Sözleşmesi, Rio Konferansı'nın bir yansımasıdır, Rio Konferansı ise bir aldatmaca"

BM'nin 1992'de Brezilya'nın başkenti Rio'da düzenlediği konferansın odak cümlesinin "Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre" olmasına değinen Prof. Dr. İlhan Talınlı, "Çevre kaynakları azalan sömürgeci ülkeler, kaynakları bakir ülkelere doğru bir istila başlattı. O günlerde Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı ise '900 milyon dolar verene Çankaya'nın bahçesini açarım' demişti. Çünkü o sırada Türkiye'de Bergama, Artvin, Eşme, Uşak, İliç ve Gaziantep de dahil 200'den fazla bölgede altın arama çalışmaları başlatılmıştı. TBMM buna 450 milletvekili ile olur vermişti. Hemen ardından HES'ler başladı, Çevre Kanunu çıkartıldı, 2010'da BM'de suyun doğal insan hakkı olduğuna dair verilen bir önergeye 124 ülke evet demesine rağmen aralarında ABD ve Rusya'nın da olduğu emperyalist ülkeler hayır oyu verdi. Türkiye çekimser kalarak suyunu da sattı ve Akkuyu'da nükleer projesi başlatıldı" diyerek süreci özetledi.

 

4222e686-5df1-4230-8121-4f9b9fe64075.jpeg
Prof. Dr. İlhan Talınlı / Görsel: TV100

 

"Sürdürülebilirlik, çevre için bir sıfat olamaz"

Aarhus Sözleşmesi'nin Rio Konferansı'nın bir yansıması olduğunu belirten Talınlı, "bir aldatmaca" olarak nitelendirdiği konferansla ilgili şunları söyledi:

"Gayrisafi milli hasılalarla çevre kalkınmaz. Çevrenin ya da herhangi başka bir şeyin sürdürülebilirliği, onun bir gün öncesi ile bir gün sonrasında kararlı bir dengede durmasına bağlıdır. Ekolojik denge buradan çıkmaktadır. Dolayısıyla 'sürdürülebilirlik' çevre için bir sıfat olamaz. O, tamamen sömürgeci, emperyalist ya da kapitalist düşüncenin kendisi için bir koruma kalkanıdır. Bugün ne yazık ki her şeyin başına bir sürdürülebilirlik şartı getiriliyor. Bu, yasalarımızda da şart olarak konuluyor. Herhangi bir yasanın yürürlükte olması, olmamasından daha büyük zararlar getiriyorsa o yasa değildir. Bu yasalara "sürdürülebilirlik kalkınma" gibi bir şartlarlar koşmak doğru değil. Madenlerin, petrolün, enerjinin ve nükleerin ÇED kapsamından çıkartılmasına ilişkin kanun maddemiz var bizim."

"Çevre kavramını insan yarattı ve sağını, solunu 'çevre' olarak tanımladı"

Aarhus Sözleşmesi'nin çevresel konularda bilgiye erişim, çevresel konularda karar verme sürecine halkın katılımı ve yargıya başvurabilme üç temeli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Talınlı, sözleşmede "çevresel konular" tanımının açıklanmadığını dile getirerek, "'Sular, nehirler, göller…' denilince bunun adı çevre olmuyor. Çevre, ekosistemin tanımından başlar. Bu sistem nehriyle, kaplumbağasıyla, virüsüyle, hayvanıyla, insanıyla birlikte çalışır. İnsan bu sistemin akıllı geçinen bir türüdür. Oysa çevre kavramını biz yaratmışız ve önümüzü, arkamızı, sağımızı, solumuzu çevre olarak tanımlıyoruz" diye konuştu.

Çevre konularında bilgiye erişimin ise güzel bir hak olduğuna değinen Talınlı, "Karar verme sürecinde halkla birlikte karar almayla ilgili çok güzel bir madde var ama burada da halkın tanımı yok" dedi.

 

İlhan Tanılı HT
Prof. Dr. Talınlı / Görsel: Habertürk

 

Nükleerin ve madenciliğin ÇED kapsamından çıkartılmasının sonuçları olacak

Enerjinin ya da madenciliğin ÇED kapsamından çıkartılmış olmasının hem bilgiye erişim hem de halkın karar sürecine katılımın önüne geçtiğini vurgulayan Talınlı, "ÇED raporunda örneğin 'Balıkesir'in Manyas ilçesinde falan bir tür var ve bu tür bunu yaparsan şöyle zarar görecek' denilmeli, ya da HES'leri yaparken 'su, tüp tipi barajlara alınacak ve durgun su bütün ekosistemi çökertecek' uyarısında bulunulmalı. Ama ÇED raporları bunların hiçbirini içermiyor. O zaman halk nasıl karar verecek? Karar veremeyecek olan halkın bir kısmı da 'Benim de bir nükleer santralim olsun' demeye başlıyor. Çünkü onu karar verme sürecinden çıkarmışsın. Aarhus'da halkın ne kadar etkin olacağını gösteren maddeleri saygıyı hak ediyor. Siyanür atıkları veya termik santrallerden çıkan uçucu küller, çamurlar formunda denizlere konuluyor ve buradan çökmelerle birlikte dağılıp gidiyorlar. Çevrenin geri dönülmez hasarları burada gizli kalıyor. Bunlara karar verilmeden halkın katılı çok önemli. Bizdeki en önemli ayağı ÇED'dir. Ama ÇED dünyada kapitalist sömürme kaynaklarının bir oyunu haline geldi" değerlendirmesinde bulundu. 

Uluslararası sistemin yatırımları güvence altına aldığını ve ideal bir çevre politikası yerine çıkarları öncelediğini vurgulayan Talınlı, herhangi bir yargı sürecinde oluşturulacak tahkimlerin yine kapitalizmden yana olacağını savundu. 

"'Enerji ve madende çevreye bakmam' diyorsanız size Kovid ve kanser, göl, nehir, hava, çiçek böcek insanoğluna hesap sorar"

"Nükleer santralin yapımına kararı halk mı karar verdi? Sinop'a ya da Akkuyu'ya yapılmasına oralarda yaşayanlar mı karar verdi" diye soran Talınlı, şunları kaydetti:

"450 bin yıl yaşayacak olan nükleer atıklar ne yapılacak? 1990'larda bir Alman firması bu işe talip olmuştu. 'Atıkları ne yapacaksınız' diye sorduğumuzda 'Torosların altına gömeceğiz' ve yollarda asfalta emdireceğiz demişlerdi. Nasıl arıtılacağı bilinmeyen tek atıklar radyoaktif atıklardır. ABD'de Yuka Dağı'nın altına gömülmüştür. O dağ ölü bir dağdır. Rusya bu atıkların bir kısmını Sibirya'ya bir kısmını Karadeniz'e gönderdi. Enerji olunca maden olunca çevreye bakmam diyorsanız size Kovid, zehir, radyoaktivite ve kanserler bakar. Göl, nehir, hava, çiçek böcek insanoğluna 'Hani siz en akıllımızdın' diye sorar. Bunlar ÇED kapsamından çıkartılınca yargıya yansıması da mümkün olmuyor. Akkuyu'da nükleer santral yaparsanız denizden çekilecek 10 milyon metreküp su, reaktörü soğuttuktan sonra tekrar denize verildiğinde 3 derece daha fazla ısınmış olarak doğaya karışacak. Stratejik ÇED gerektiren bir konuyu halkın bilgisine sunmadan, halkın katılımını engelleyerek hayata geçiriyorlar. Benzer bir durum Kanal İstanbul'da da yaşanıyor. Orada ÇED hazırladığı söyleniyor ama o ÇED de sözde bir ÇED." 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU