Modern Afrika dramasını anlamak

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Amos Tutuola'nın Palmiye Şarabı Ayyaşı romanının Yoruba Opera dramatizasyonu, 1963

Şüphesiz Afrika dramasının Avrupa-merkezci yaklaşımlarınca kabul görmesi uzun sürmüştür. Afrika'yı edebiyatın bir öznesi olarak görmeyi kanıksamayan akademisyenler, kıta içindeki teatral performansları dram türü içinde görmektense daha geleneksel ve antropolojik bağlamda okumayı tercih ettiler. 

Daha ilginç olanı da belki şudur: Afrika'daki temsilleri, mizansenleri birer taklit olarak görüp dramanın unsurlarını taşımadığının iddia edilmesidir.

Sözgelimi, Ruth Finnegan, Afrika'daki performanslarda dramanın tüm unsurlarını bir arada görmenin imkânı yoktur, derken kafası çok karışıktır.

Anthony Graham-White The Drama of Black Africa [Siyah Afrika Draması] adlı çalışmasında, "Afrika'da trajedilerin olduğuna dair bir şey görünmüyor", derken saçmaladığını bile düşünebiliriz.

İlginç olan şudur: Graham-White Afrika'ya ayak basmadan Afrika performanslarının drama formatında belirmediğini iddia etmesidir.

Çünkü baskın antropolojik bakışa göre, nasıl olur da primitif kültürlerde trajik duygusu ortaya çıkar, ancak mitlerin yüceltilmesi, ataların egemenliği ve geçmişin onarılmasıdır oyunlardaki ritüeller.  


Ancak modern zamanlarda en güçlü trajediler Afrika'da üretildi, bunu görmek için Afrika kültürünü biraz anlamaya çalışmak yeter kanımca.

Bu isimlerden bazılarını anabilirim. Wole Soyinka, J. P. Clark, Ama Ata Aidoo, Tsegaye Gabre-Medhin, Femi Osofisan, Ngugi Wa Thong'o ve Ngugi Wa Mirri, Athol Fugard, John Kani, Winston Ntshona, Kateb Yacine ve Tevfik el Hâkim.  


Şunu kolaylıkla iddia edebilirim: Avrupa edebiyatı trajik olandan, dolayısıyla aslında trajediyi bir tür olarak üretmekten çok uzaklaşmıştır. Avromerkezci edebiyat, trajedilerden beri durdukça Afrika edebiyatı trajik ve trajedileri üretilen bir platform olarak dünya edebiyatında öne çıkmaktadır.

Zira Batının araçsallaşan akıl mekanizmasının içinde trajedilerden çok krizlerin ortaya çıkması daha olası bir durum. Trajik durumlar inanç perspektifleriyle doğrudan ilintilidir, rasyonelleşen mantıksal dünyada trajedilerden kaçış edebiyatın ana yönelimini göstermektedir. 

Ancak Afrika söz konusu olduğunda bu durumun tersini tecrübe edebiliriz. Afrika dramasına bakarken dünya görüşlerinin öneminden bahsetmek istiyorum. 
Şüphesiz Batının ürettiği Avrupa-merkezci söyleme karşı bir söylem olarak Afrosentrik, yani Afrika-merkezci bir söylemden bahsedebiliriz.  Bu söylemin çok da başarılı olduğunu söyleyemem. 

Afro-Amerikan draması uzmanlarından Nilgün Anadolu Okur, "Afrocentricity as a Generative Idea in the Study of African American Drama" [Afro-Amerikan Drama Çalışmalarında Üretken bir Fikir olarak Afromerkezcilik] adlı yazısında, özellikle Afro-Amerikan oyunları bağlamında, "Afro-merkezci" bakışın yapısal ve üretken işlevine vurgu yapar.

Okur, Afrikalının dünya görüşünün, hayata bakışının kartezyen algının karşısında ya da ötesinde konumladığını şöyle açıklar:

Gerçekten, bir Afrikalıya göre, ruh insanoğlunun özünü temsil eder; bu bakış, Afrika draması, edebiyatı, sanatı, estetiği, müziği ve bireyin yakın çevresiyle, daha geniş anlamda kainatla kurduğu uyumlu varlığının ifadesi olan dansta belirleyici özellik olarak algılanır.


Okur, Afro-merkezci dünya görüşünde, "kâinatın bütünsel bir maneviyat biçimi" olarak algılandığını, tüm varlıkların organik olarak birbirlerine bağımlı olduklarını söyler.

Tam bu Afrika dünya görüşünü belirleyen bu harmoninin Afro-Amerikan deneyiminde her zaman karşımıza çıktığını savlar Okur. 


Bu bakış açısını şu şekilde detaylandırmaya çalışayım. Descartes'in zihin ve beden ikiliğine karşı Yoruba dünya görüşünde Afrika algısını açıklayacak şu veciz ifade vardır: "Ben varım zira sen varsın."

Bu ifade Afrika geleneksel algısında kıta boyunca farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Animist dünya görüşünün temelinde de doğa-insan birlikteliğinin yer aldığını vurgulamam gerekir. 

Postkolonyal ve Afrika edebiyatının önemli kritiklerinden Biodun Jeyifo, Afrika tiyatrosu etrafında gelişen üç önemli görüşten bahseder:

- Birincisi: Afrika'da "yerli" bir tiyatro ya da dramanın var olmadığını iddia eden tez, ki bu da sonrasında eğer Afrika'da teatral gelenek varsa o da "yarı teatral" ya da "dramatik öncesi" olarak değişir.

- İkincisi, özellikle teknik, tarz ve estetik ilkeler açısından Afrika, Avrupa ve Asya ile karşılaştırıldığında sağlam bir tiyatro geleneğine sahip değildir. 

- Üçüncüsü ise, Afrika bugün var olan dramatik biçimler tamamıyla Batı geleneği, biçimleri ve kaynaklarından türetilmiştir. 

Jeyifo Afromerkezci söylemin de açık biçimde paradigmatik bir yanılgıya düştüğüne işaret eder aynı zamanda. Bu söylemin konumlanma biçimiyle de alakalı bir durumdur.

Karşı söylemler çoğu zaman ana söylemin tekrarından ibarettir. Yani söylemin ürettiği paradoksal dili aşmanın yolunun karşı söylem olmadığını söyleyebilirim.

Çünkü Afrika söylemi bütünüyle bugün tüm disiplinleri kuşatmıştır, Afrika Çalışmaları ya da Bölge Çalışmaları disiplinlerin kurulmasındaki pragmatik amacı görmek için tarihsel gerçekliklere bakmakta yarar vardır. 


Ato Quayson, Oresteia, Oedipus Rex, Philoctetes, Hamlet ve Othello gibi oyunlarda gördüğümüz "determinizm" ve "olumsallık" arasındaki diyalektik ilişkinin Wole Soyinka'nın oyunlarda belirgin biçimde trajedi geleneğinin izlerini gösterdiğini iddia eder. 

Afrika dramasını anlamak için Grek trajedi geleneğinin yanı sıra animist dünya görüşünün işlevselliğinin de doğru algılanması gerekir.

Afrika dramasının öncüllerini doğru okumazsak eğer, tıpkı evrensel dünya görüşü felsefesinde olduğu gibi ikiliklerin tuzağına düşersek, dramatik biçimlerin metaforik, içkin ve ulusötesi yankısını göremeyebiliriz. 


Soyinka'nın yanında anabileceğimiz önemli bir oyun yazarı da Etiyopyalı Tsegaye Gabre-Medhin'dir.

Gabre-Medhin'in 1977 yılında yayımlanan oyunu Collision of Alters [Mihrabların İtilafı] Etiyopya'nın İslam'la karşılaşma hikâyesine odaklanır. 

Gabre-Medhin'in tarihsel kaygısı ve yansıtma biçimi onu Afrika edebiyatının öncü kuşağından Chinua Achebe, Soyinka, Ayi Kwei Armah, Camara Laye gibi yazarlara yakınlaştırır. 

Gabre-Medhin'in 1965 yılında yayımlanan Oda Oak Oracle adlı oyunu Afrika'nın sömürge öncesi dönemini yansıtmayı hedefler. Şüphesiz animist kültürü yüceltmez ancak dinin ürettiği sistemi de sorgular Gabre-Medhin. 

Mihrabların İtilafı oyununda Kutsal Yılanın dininden olan Kraliçe Noba'nın oğluna şu öğüdü biraz önce bahsettiğim animist dünya görüşüne dipnot düşer:

Ben Ra diyarından, Kuş Krallığına aitim
Köklerinde güneşin yükseldiği
Bedenim sağ
Aklım salim. 
Benim aklım senin melez
Şeytani, küçük Saba aklına benzemez
Senin Gez dilinin gevezeliğinin 
Diri bedeni fersah fersah aştığı yerde 
Bedenin dilidir bizimle olan
Akıl konuşamaz.
İkisi de yaşar. Biri olmaksızın
Diğeri ölüdür: ve 
Biri yaşayamaz
Diğerinin bütün hayatını.


Bu pasajda görüldüğü gibi, iki dünya algısının çatışması beden ve zihin çarpışmasında ortaya çıkar. 

Modern Afrika draması, Afrika animist kültürünün moderniteyle çatışmasını yeniden gündeme getirir. Afrika oyunlarına baktığımızda hem Grek hem modern edebi biçimlerin yerli animistik unsurların potasında eritildiğini fark ederiz.   

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU