Dördüncü Murad, Evliya Çelebi'nin ablasını kaçıran paşaya ne ceza verdi?

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Evliya Çelebi, kendi iddialarına göre soyu Hoca Ahmet Yesevi'ye kadar dayanır. Babası Kütahyalı Demirci-zâde Derviş Mehmed Zıllî Ağa'dır ki bu zat Sultan I. Ahmed'in kuyumcubaşısı olurdu.

Mehmed Zıllî Ağa'nın Evliya Çelebi'den büyük iki kızı ve ondan küçük Mahmut isminde bir oğlu vardı. Mehmed Zıllî Ağa'nın kızlarından İnal Hatun'un başına gelenler son derece ilginçtir.

İnal Hatun'un öyküsünü Evliya Çelebi'nin kendi ağzından dinlemeden evvel; okuyucularımız arasında illaki Evliya Çelebi'yi iyi bilmeyenler vardır, onlar için bu sınırsız hazineden biraz söz etmek gerekir.

Seyyahımız Evliya Çelebi'nin anlatımına göre her şey bir rüya ile başlar. 

Bir gece Hazreti Muhammed'i rüyasında görmesiyle gelişen süreci Çelebi, şöyle anlatır (günümüz Türkçesiyle):

İstanbul'da hanemde bir gece uykuya dalmıştım. Birden bire kendimi Yemiş iskelesi yanında bulunan Ahi Çelebi Camii'nde gördüm. Camiinin içi nur yüzlü bir cemaatle dolup taşmıştı. Ben de bu camiinin içine girerek minberin dibine diz çöküp oturdum. Bu nur yüzlü pirleri hayranlıkla temaşaya daldım. Fakat bunların kim olduklarını anlayamamıştım.

Nihayet yanımda bulunan bir zata sordum: 'Benim sultanım, ism-i şerifinizi ihsan buyurur musunuz?' dedim. O zat, Kemankeşlerin Piri 'Sa'd ibni Ebi Vakkas' olduğunu söyledi. Derhal elini öptüm. Yine: 'Sizin yanınızdaki zatlar kimlerdir?' diye sual ettiğimde: 'Sahabe-i Kiram ve Ensar Hazretleridir dedi.

O tarafa baktım. Bu zatlar sıra ile Hazret-i Ebu Bekir (ra), Hazret-i Ömer (ra), Hazret-i Osman (ra), Hazret-i Ali (ra) idiler. Bunları doya doya seyredip taze can buldum. Mihrapta ise Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü vesselam oturmakta idi. Biraz sonra yanımda oturmakta bulunan Sa'd İbni Ebi Vakkas Hazretleri elimden tutup beni Peygamber Efendimizin huzuruna götürdü ve dedi ki: 'Âşık'ı sâdıkın ve ümmet-i müştakın Evliya kulun şefaatin rica eder.'

Ben de derhal Hazret-i Peygamberin dest-i mübareklerini bûs ettim. Fakat heybetlerinden çok korkarak titredim. Kendilerine: 'Şefaat ya Resulallah!' diyeceğim yerde: Seyahat ve Resulullah! Deyiverdim. Cenab-ı Peygamber derhal tebessüm ettiler. Seyahatlerimin hayırlı olması için 'Fatiha' dediler.

Bundan sonra sıra ile Eshab-ı Kiram'in ellerini birer birer öptüm. Cümlesi: 'Seyyâh-ı âlem ve ferîd-i beni âdem ol!' diye dua ettiler. Ben de Ahi Çelebi Camiinden dışarı çıktım. Sabah olup uyanınca bir abdest alıp bu rüyamı tabir ettirmek üzere Kasımpaşa'da İbrahim Efendi Hazretlerine gittim. Bu zat bana: 'Sen büyük bir seyyah olacaksın!' buyurdu. Ben de bundan sonra seyahate çıkıp gördüklerimi yazmaya başladım.


Seyyahımız, kendisini "Seyyah-ı âlem ve nedim-i beni âdem Evliya-yı bî-riyâ" yani dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyasız Evliya tanıtır.

Gezdiği gördüğü yerleri büyük bir dikkatle not alan Çelebi'nin seyyahlık hayatı yaklaşık 51 sene sürer. Gittiği yerler Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını aşmış; Avrupa ve Asya'nın birçok ülkesine de uğrayarak gözlemlerini kaydeder.
 

 

Evliya Çelebi'nin "Seyahatname" eseri basit bir gezi kitabı değildir, Osmanlı toplumunun zengin hayal gücünün yansımasıdır. Kişi, bu eseri bilimsel değerlerle değil, yalnızca inanmak ve hissetmek için okumalıdır.

Bu şekilde ele alındığında bazen Tolkien'in "Lord of the Rings"i, kıvamında efsaneler ve acayiplikler, A.C Doyle'nin "Sherlock Holmes" maceraları tadında gizemler ve Heredot'un bile aklına gelmeyecek tarihi saptamalarla dolu bir külliyat bulur. 


Namus meselesini Dördüncü Murad çözüyor

Gelelim meselemize, İlyas Paşa kudretli bir devlet adamıdır ve Evliya Çelebi'nin ablası İnal Hatun ile nişanlıdır. Amma velakin, devletin gücü bu paşaya ağır gelmiş olacak ki halka eziyet etmeye başlar.

Sarayda uzun yıllar hizmeti bulunmuş Mehmed Zilli Ağa, devlet terbiyesinin ve devletin ne olduğunu iyi bilir. Böyle bir Celâlîye kız vermem diyerek nişanı bozar. Evliya Çelebi olayı şöyle nakleder:

Ablam İnal Hâtun, Balıkesirli Solakoğlu İlyas Paşa ile nişanlı idi ki vezir (mareşal) pâyesi aldığı halde hükûmete kafa tutup Celâlî oldu. Babam bir âsîye kız veremeyeceği için nişanı bozduğunu bildirdi. Ablam, Kütahya'da atalarımızdan kalma evimizde oturuyordu. Manisa (Saruhan) sancak beyi olan İlyas Paşa gelip Kütahya'daki evimizi bastı. Bir imam bulup cebren (zorla) ablamı nikâhladı. Sonra Sandıklı'daki çiftliğimize gitti. 7 bin baş koyun ve 300 atımızı 'zevcem hâtunun çeyizidir' diyerek gasbetti. Ablamın mücevherlerine de el koydu.


Bu hadise kısa sürede duyulunca, İlyas Paşa görevinden azledilir; ama ortada hem namus davası vardır artık hem de yağma. Üstelik İlyas Paşa sadece azledilmiştir, gücü ve azameti ile eşkıyalığa devam eder.

Mehmed Zilli Ağa, bunun üzerine iki küçük oğlu Mahmut ve Evliya'yı alarak İstanbul yollarına düşer.

Sultan Dördün Murad, Mehmed Zilli Ağa'yı huzura kabul eder ve öyküsünü dinler. 

Sultan Murad Han'ın hayatta iken nefret ettiği iki insan tipi vardır. Bunlardan ilki sarhoşlar ve diğeri de celalilerdir. Hele bir kişi devlet adamı iken celali olmaya kalktı mı, Sultanın hışmından kaçıp sığınacağı yer yoktur. 

Evliya Çelebi, Sultan Murad ile görüşmeyi ve sonrasında yaşananları nakleder:

Sultan Murad, bir gazaplı hükümdardı. Celâlîlere zerre kadar muhabbeti (sevgisi) yoktu. Zorbalığın adını silmeye yeminli idi. Emretti.
İlyas Paşa tutuklanıp yaka paça Bergama'da çiftliğinde çubuk içerken İstanbul'a getirildi. Üsküdar'da İstavroz has bahçesinde bulunan padişah hazretlerinin huzuruna çıkartıldı. Sultan Murad, Paşa'nın işini bitirmeye kesin azimli idi. Babamı da çağırıp İlyas Paşa'ya: 
Bre mel'ûn, dedi; bu koca (ihtiyar) ağanın kızın zor ile nîçün aldın?

İlyas Paşa'nın ödü koptu, eli ayağına dolaştı. 

Hâşâ pâdişâhım, dedi; nâmzedim (nişanlım) idi aldım, işte hüccet-i şer'iyyem (nikâh kâğıdım) deyü senet ibrâz etti.
 Yiğit cihan pehlivanı olan Cennet-mekân Sultan Murad, (annesi Kösem Sultan'dan aldığı) iri kara şahin gözlerini, verdiği kâğıda bakmaya tenezzül etmeksizin, Paşa'dan babama çevirdi. 'Nedir?' diye sorunca ihtiyar babam Paşa'nın Devlet'e yaramaz iş ettiğini öğrenince nişanı bozduğunu, Paşa'nın zorla kızını nikâhlayıp mallarına el koyduğunu, fakat affettiğini, padişahın afvedip Revân seferine götürerek hizmetinden faydalanmasını arz edip söyledi.

 

 

Oysa Sultan Dördüncü Murad affetmesi ile değil, cezalandırması ile nam salmıştır. Muhtemelen İlyas Paşa huzura çıkmadan hemen evvel, Mehmet Ağa'dan af dileyip canının bağışlanmasını istemiştir.

Revan Seferine katılması fikri de muhtemelen İlyas Paşa'nın önerisi olmalıdır. Gelgelelim çok daha küçük cürümler işleyenler dahi Sultan Murad'ın gazabından kurtulamamıştır. İlyas Paşa'nın hiç şansı yoktur:

"Sultan Murad, 'Ya böyle âsînin devlete hizmeti ne olsa gerek? Kaht-ı ricâl (devlet adamı kıtlığı) değildir' deyü Paşa'yı kapıcılar kethudâsına verdi. İlyas Paşa'nın kellesi, İstavroz Köşkü önünde, Üsküdar sahilinde mavi bir taş vardır, orada kesildi. Malı Hazîneye alındı. Cennet-mekân Sultan Murad Hazretleri, el konulan malından 10 bin altının babama verilmesini irâde buyurdu. Öyle yapıldı. Paşa'nın ablamın tasarrufundaki servetine ise dokunulmadı.


İnal Hatuna gelecek olursak, ilginçtir İlyas Paşa'ya tabir-i caiz ise kör kütük âşıktır. Aslında onların gözünden bakınca ortada büyük bir aşk hikâyesi de vardır; ama sonu iyi bitmemiştir.

Nitekim İnal Hatun, kocası öldükten sonra baba evine dönmemiş ve kahrından bir sene sonra o da Bursa'da hayatını kaybetmiştir. 

Belki de Evliya Çelebi'nin 51 sene yollara revan olması evinde huzur olmamasındandı…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU