HDP'nin tutum belgesi ve siyasete etkileri

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

HDP,  27 Eylül 2021 Pazartesi günü, bundan sonraki yol haritasını içeren tutum belgesini açıkladı / Fotoğraf: Twitter @HDPgenelmerkezi

HDP 27 Eylül 2021 tarihinde bir tutum belgesi açıklayarak epeydir üstünde tartışılan birçok hususu netleştirdi.

Bu samimi ve özgüvenli tutumu ile bir örnek gösterdi, ilkeli siyaset hatırlatması yaptı, Millet İttifakı'nın elini de (kısmen) rahatlattı.

Katı, merkeziyetçi, tekçi yönetim yerine çoğulcu ve katılımcı demokrasinin altını çizdi. 

Sadece bunu yapmakla kalmadı tarihi bir çağrı yaptı. 


Çağrı kimedir? 

Bir kere bu tutum belgesi ile HDP birkaç şey göstermiş ve söylemiş oldu.

  1. Bu belge bütün Türkiye toplumuna, sivil toplum örgütlerine ve kamuoyuna yazılmış açık bir mektuptur.
     
  2. Bu mektup aynı zamanda mecliste grubu olan veya olmayan irili ufaklı bütün siyasi partilere yazılmış bir mektuptur; bizim konumumuz, durumumuz, tutumumuz budur diyen bir mektup.
     
  3. Ama asıl önemlisi, bu mektup genelde Millet İttifakı'na; özelde ise ana muhalefet partisi CHP'ye yazılmış olan belgesidir. Bizim tutumuz budur, önümüzdeki seçimde ilkelerimiz ve beklentilerimiz bunlardır; bu ilklerde buluşacağımız herkesle birlikte oturup konuşur, müzakere ederiz, konusunda açık ve net mesajıdır. 
     
  4. Ayrıca HDP bu davranışı ile, aslında siyasetin kapalı kapılar ardında değil açık bir biçimde, toplum önünde yapılması gereken bir etkinlik olduğunu hatırlattı bize.

Dolayısıyla şeffaflık, "denetlenebilirliği" sağlayacağı için kıymetli bir şeydir.

Daha da önemlisi eğer gizli kapaklı bir şeyiniz yoksa, siyaseti toplumun yararı için yapıyorsanız böyle yapmanız gerekir, mesajıdır. 


Tutum belgesinin içeriği

Bir kere bu tutum belgesi HDP'nin bir Türkiye partisi olduğunu gösteriyor. Çünkü sıraladığı sorunlar ve çözmesini beklediği sorunlar Türkiye'nin sorunlarıdır.

Bu anlamda iyi çalışılmış, dönemin ruhuna uygun yazılmış, geçilmekte olan kritik sürecin hassasiyetleri büyük bir sorumlulukla göz önünde bulundurularak yazılmış bir metin. 

Kendisi açıkça 'Ben bir Kürt partisi değil, Türkiye partisiyim, Türkiye'nin tüm sorunlarının çözümüne talibim, o arada Türkiye'nin en önemli sorunu olan ve benim de hassas olduğum Kürt sorunun da çözülmesini istiyorum' diyor bu bölgede.

(Bu kısmı daha sonra açacağım. Bu nokta aslında Türkiye kamuoyunun onaylayacağı bir durum olmakla beraber bazı Kürtlerin eleştirdiği bir tutum olduğunun da altını çizmemiz gerekiyor. Bilinmesi gerekir ki bazı kesimler HDP'yi Kürtçülükle suçlarken bazıları da yeterince Kürt olmamakla eleştiriyor!)


Tehlike ve fırsat bir arada

Bu tutum belgesinde verilen önemli bir mesaj da şudur:

Bizim için kimin gidip kimin gelmesi değil önemli olan, önemli olan mesele, kimler hangi sorunları nasıl, hangi ilkesel temelde çözecekleri meselesidir. 

Bu bakımdan bu seçim bir tehlike taşıyor:

Tehlike AKP'nin seçimi kazmaması halidir.

Çünkü eğer AKP seçimi (muhalefetin bir takım yanlış hesaplar ve kısır çekişmeler neticesinde) kazanırsa sistem değişikliğini rejim değişikliğine doğru evirebilir ve bunu da toplumun verdiği desteğin meşruiyetinin üstüne daha açıkça ve cesaretle bina edebilir.

O taktirde "geçmiş olsun" demekten başka bir şey kalmaz. Çünkü ondan sonrası geri dönüşü zor olan bir yoldur.

Herkesin bu noktayı aklının bir kenarında tutmasında yarar vardır. O yüzden bu seçim bir "kariyer" seçimi değil bir "kader" seçimidir. 


Bu seçim aynı zamanda bir fırsat taşıyor içinde.

Fırsat demokratik muhalefetin seçimi kazanarak bu gidişatı durdurmaktır.

Ancak seçim kazanılarak kaybedilebilir de. Ne demek bu, biraz açalım:

Şöyle ki, bu seçimi sadece "Erdoğan gitsin de ne olursa olsun" mantığı üzerine bina ederseniz kazansanız da kaybetmiş olursunuz.

Bu duruma düşmemek için Türkiye'nin brikmiş sorunlarının nasıl çözüleceği konusunda bir program sumak gerekir.

Bu sadece seçim sonrası için lazım olacak bir yol haritası olmayacak aynı zamanda seçim sürecinde seçmene güven verecek ve seçimi kazanmanın manivelası olacak bir belge olacaktır. 


İşte HDP'nin tutum belgesi muhalefetin bu konuda yapması gerekenin bir numunesi gibidir.

Muhalefet de tıpkı HDP'nin yaptığı gibi, bir araya gelerek, seçim sonrası hangi konularda ne yapacağını bir deklarasyonla topluma ilan etmelidir.

Bu deklarasyonda, kuvvetler ayrılığı, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, hukukun üstünlüğü, güçlendirilmiş parlamenter sistem ve o arada Türeyenin bir süredir tartıştığı Kürt meselesi gibi konular yer almalıdır.


Belge Kürt meselesinde ne diyor?

HDP'nin tutum belgesi bu konuda net bir tutum alıyor, açık ve radikal olmayan hususlar ortaya koyuyor.

Özet olarak, Kürt sorununun genelde bir demokrasi sorunu, özelde ise bir dil ve idare siyaseti sorunu olduğunun altını çiziyor. 


Örneğin anadilde eğitim ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesine vurgu yapıyor. Muhalefetin en çok üstünde duracağı konu bu iki husus olacak.

Ancak burada muhalefetin elini kolaylaştıran dikkat çekici bir husus var. O da şudur:

HDP bu iki konun altını çizerken tutum belgesinin 4. maddesinde "başta anadili hakkı olmak üzere tüm evrensel kimlik haklarının tanınması"nı öneriyor.

Yani bunu sadece Kürtler için değil, herkes için öneriyor, o arada Kürt sorunun çözümü için de öneriyor. Bu önemli bir nokta. 


İdare siyasetine gelince; tutum belgesinin 1. maddesinde şöyle diyor:

Güçlü demokrasi, aynı zamanda yerinden ve yerelden yönetim anlayışını gerektirir. Bu nedenle kuvvetler ayrılığının yerele doğru genişletildiği, yerel yönetimlere yetki ve kaynak devrinin güvence altına alındığı, yerel katılım mekanizmalarının işlediği güçlü bir yerel demokrasi olmadan güçlü demokrasiyi inşa etmek mümkün değildir.


Görüldüğü gibi özel olarak Kürtler için bir talep yok burada da, bütün Türkiye için bir talep var ve bu talep Kürt meselesini de ilgilendirdiği için onu da içeriyor. 

Kaldı ki, anadili hakkı başta olmak üzere evrensel kimlik haklarının tanınması bir siyasi meselenin ötesinde insani ve vicdani bir meseledir ve özellikle anadil aynı zamanda bir pedagojik meseleyi içeriyor.

Kimliğe gelince, bir önceki CHP genel başkanı açıkça "Kimlik bir insanın şerefidir, inkâr edilemez, üstü örtülemez" demişti. 


Nasıl tartışılacak?

Bu iki nokta her ne kadar bütün Türkiye'yi ilgilendirir biçimde HDP tutum belgesinde dile getirilmişse de özünde bunlar Kürt meselesi bağlamında tartışılacaktır.  

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi öteden beri CHP'nin gündeminde ve programlarında yer alıyor. Bütün partiler iktidara geldiklerinde yerel yönetimleri ademi merkezi bir anlayışla güçlendireceklerini dile getiriyorlar; ama her ne hikmetse iktidara geldikten sonra (aslında hikmet üniter yapı zedelenir, yanlış kabulüne dayandırılıyor) vazgeçiyorlar. 

Buradaki Millet İttifakı açısından mesele İYİ Parti ne diyecek meselesidir. Ve fakat Türkiye zaten bu bağlamda (bir takım çekincelerle birlikte) "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını" imzalamış bir ülkedir ve İYİ Parti'nin buna diyecek bir şeyi olmasa gerek. 

O halde bütün mesele burada gelip dil ve kimlik meselesi bağlamında Kürt sorununun nasıl çözüleceği meselesine dayanıyor.

Birincisi yapılacak anayasa çalışmasında bu konudaki bütün ırkçı, ayrıştırıcı belirleme ve kavramaların çıkarılması, daha doğrusu yapılacak yeni anayasada yer alamamasıdır (buna 66 madde de dahil).

Bu noktaya da CHP'nin bir itirazı yok (Sadet, Gelecek ve Deva Partisinin de olacağını sanmıyorum). İYİ Parti ise bu konudaki tutumunu netleştirmelidir.  

Geriye anadil meselesi kalıyor. CHP anadilde eğitim ile anadil öğretimi farkını gözeterek talebin anadil öğretimi değil eğitimi olduğunu açıkça bilince çıkarmalıdır ki bu nokta belirttiğimiz gibi bir eşit yurttaşlık meselesidir, siyasi olmakla birlikte ve onun ötesinde insani, vicdanı ve pedagojik bir meseledir. 


Diğer başlıklar

Tutum belgesindeki diğer başlıklar gelince; diğer başlıklar olan "güçlü demokrasi, tarafsız ve bağımsız yargı, kayyım rejimi değil halk iradesi, barışçı dış politika, kadına özgürlük ve eşitlik, ekonomide adalet, kamu yönetiminde liyakat, doğaya saygı, gençler için özgür yaşam, demokratik anayasa" konularında herhalde kimsenin diyecek bir şeyi olmaz. 

Tabi bu noktada 'muhataplar cümlesindeki "lar" eki ile kim kastediliyor' diye sorulacak ve üstünde durulacaktır.

Bu öküz altında buzağı aramak olur. Çünkü HDP açıkça çözümün adresini meclis olarak gösterdiğine göre mesele kalmıyor.

Ancak ebetteki bu işin bir de "silah boyutu" var, o da HDP'den ziyade muhataplarıyla konuşulacak çözülecek bir meseledir. 

HDP de tutum belgesinde bunu da vurgulayarak "Kürt Sorunun savaş politikaları, silah ve çatışma yönetmeleri yerine diyalog ve müzakere ile çözüleceğinin" altını çiziyor. 


Kayyumlar ve Yeni Anayasa meselesi

Bu noktada iki önemli husus daha var. Kayyumlar meselesi ve de daha da önemlisi yapılacak anayasa meselesidir bunlar da.

Kayyumlar konusunda bir iki şeyin altını çizmekte yarar var. Bölünme paranoyasına kapılanlar sürekli "üniter devlet" diyorlar, Bahçeli gibi.  

Peki, o halde hemen şunu hatırlatalım. Madem üniter devlet diyorsunuz, üniter devlette tek hukuk olur, değil mi, zaten bir manası da budur.

Oysa şimdi ülkede iki hukuk işliyor. O halde üniter devlet, üniter devleti ileri süreneler tarafından ihlal edilmiş olmuyor mu bu durumda? 

Anlatayım. Anayasa ve yasalar yerel yönetimler kısmını düzenlerken, "herhangi bir nedenle (ölüm, istifa, tutuklama vb. durumlarda) boşalan belediye başkanlığının yerine belediye meclisi kendi içinden bir başkan seçer" diyor.

Bu hüküm batıda uygulanıyor, fakat Doğu ve Güneydoğuda uygulanmıyor. Nerde kaldı eşitlik, nerde kaldı üniterlik?

Örneğin Yalova'da belediye başkanı görevden alındığında meclis kendi içinden birini seçiyor, ama aynı hüküm Diyarbakır'da, Van'da, Mardin'de, Kızıltepe'de uygulanmıyor.

Buralara iç işleri bakanı ilde valiyi, ilçede ise kaymakamı kayyum (yani belediye başkanı) olarak) atıyor, hem de beş yıl boyunca. Kaybettiği seçimi bir nevi gasp ediyor. Şimdi onlarca belediyede durum bu.

Şimdi soruyoruz:

Üniter devleti savunanalar neden buna seslerini çıkarmıyorlar?

Hani üniter devleti savunuyorlardı? Bu üniter olmayan çifte standart neyin nesi?

Belediye başkanlarına oy veren vatandaş haklı olarak soruyor "nerde kaldı kardeşlik, nerde kaldı birlik?" diyerek.

Siz olsanız, devletiniz size böyle davransa ona nasıl bir aidiyet duyarsınız. Hiç empati yaptınız mı? Yapmadıysanız lütfen bir anlığına yapın.

Çünkü Kürt sorunu da dahil birçok sorunumuzun zihni çözüm altyapısı empatiden geçer. Yanı sıra iyi niyet, samimiyet, barış dili ve bölünme paranoyasından arınmadan geçer. 


Tutum belgesi Millet İttifakı'nı rahatlattı

Aslında HDP bu tutum belgesi ile muhalefetin ve o arada Kılıçdaroğlu'nun işini çok kolaylaştırdı.

Neden mi?

HDP bu tutum belgesi ile ittifak konusunda iki şey söylemiş oldu: 

  1. Bizim Millet ittifakında yer almak gibi bir niyetimiz ve amacımız yok. Milletvekili seçiminde kendimiz (belki de kuracağımız üçüncü bir ittifakla) gireceğiz diyor. Bu, özellikle, İYİ Parti ve HDP denklemimin dengesinde yürümek zorunda olan  Kılıçdaroğlu'nun elini rahatlatmış oldu. Bundan sonra İyi Parti bu konuda CHP'ye ikide bir ayar vermekten artık vazgeçecek ya da vazgeçmeli. 
     
  2. Daha da önemlisi HDP bu Tutum Belgesi ile asıl beklenen açıklamayı yaparak, dedi ki belerttiğimiz hususları kabul edecek bir cumhurbaşkanı adayını destekleriz. Yani aday ister Kılıçdaroğlu, ister bir başkası, İmamoğlu olsun fark etmez biz destekleriz. 


İşte bütün işin püf noktası burası. Neden mi?Çünkü Millet İttifakı ile Cumhur İttifakının halk desteği aşağı yukarı yüzde 40'lar civarında. Yani ortada bir pata durumu var. HDP hangi tarafa meylederse, Kürt seçmen kimi desteklerse, o kazanacak.

Bu açık ve net. Diğer bir deyişle bu seçimin anahtar partisi HDP'dir.  

HDP de siyasetindeki asgari müşterekleri açıklayarak, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı ile belerttikleri hususlarda antant kaldıktan sonra mesele kalamayacak.

Kanımca bu da çok zor olmayacaktır ve böylece Millet İttifakı'nın göstereceği aday kazanmış olacaktır, Türkiye de bu ucube sistemden, baskılardan ve anti demokratik tutumlardan kurtulmuş olacak. Fakat tabi bu söylemeler güzle de iş bununla bitmiyor.

Yukarıda belirttiğimiz üzere asıl mesele seçimi kazandıktan sonra kazanmaktır, bu da ister istemez bir anayasa değişikliğini gerektiriyor. 


Kazandıktan sonraki süreci kazanmak!

Bu ne demek? Şimdi diyelim ki Millet İttifakı'nın adayı kazandı, işler öyle bir günde düzelecek ve yoluna girecek değil. Tahrip olmuş kurumları düzeltmek, sistemi değiştirmek ve demokratik bir Türkiye yaratmak için anayasa değişikliği gerekecek.

Anayasayı mecliste değiştirmek 400 milletvekili gerektirir. Gerçekçi bir bakışla bu olası görünmüyor. Anayasayı referanduma götürmek ise 360 milletvekilinin onayını gerektiriyor.

İyi bir çalışma ile ve yaratılacak kazanma rüzgârı ile muhalefet bu sayıya ulaşabilir. 

Bu taktirde yeni anayasanın yapımı gündeme gelecek. 


Yeni Anayasa nasıl olmalı?

HDP, demokratik anayasa maddesinde, tutumunu şöyle açıklıyor:

Sivil, özgürlükçü, yeni bir anayasa, gerçek anlamda bir toplumsal sözleşme Türkiye'de yeni bir başlangıcın ve demokratikleşmenin tacı olacaktır. Bu anayasa; farklı kültürlere, kimliklere, inançlara, anadillerine ve yaşam tarzlarına saygıya dayalı eşit yurttaşlığı esas almalıdır. Anayasanın hazırlanma süreci, her kesimi kapsayan, demokratik katılım ve toplumsal müzakereye dayalı bir yöntemle yürütülmelidir.


Burada söylenenler, Tutum Belgesinin tümünde söylenenleri satırbaşları ile bir çeşit özetlenmiş. Zaten yukarıdaki metinde bir anlaşma sağlandığı taktirde gerisi gelecektir.

Bu kolay da asıl mesele anayasa nasıl yapılacak meselesidir?


Anayasanın yapım şekli?

Anayasa, toplumun oynaşmasının sağlandığı önemli bir metin, en üst değer yargılarının bileşkesi. Seçim kazanıldıktan sonra birikmiş devasa sorunlar hemen çözülemez zaten.

Bunun için anayasa ve yasaların değişmesi gerekecek. (Yasal değişiklikler için mecliste salt çoğunluk yeterli olacak) 

Anayasa toplumun talepleri, ülkenin sosyolojisi, vatandaşın hak ve özgürlükleri dikkate alınarak yapılacağı için halkı da işin içine katmak zorunda.

Yapılacak anayasa toplumun içine sinmeli toplum, bu anayasa benim anayasam, diyebilmeli. 

Bunun için mecliste, bir Anayasa Kurulu ve Komisyonu kurtulabilir, anacak bu yetemez. Bu sürece dışarda kalan partiler de dahil edilmelidir.

Bu da yetmez, sürece üniversiteler, sivil toplumun temsilcileri (STK'lar), anayasa uzmanları da dahil edilmelidir. Bu da zaman alacaktır. 


Sonuç

Bütün şartlar yerine geldiği taktirde ancak bir buçuk ya da iki sen içinde bu bahse konu değişiklikler beklenmeli. Yani bu süreç, bir geçiş, restorasyon, hazırlık ve düzenleme süreci olarak işleyecek.

Bu nedenle Millet ittifakı 100 ve 500 günlük olmak üzere (bu sürede yapacağı işleri programlayan) bir yol haritası hazırlamalıdır. 

Anayasa değişikliğinden sonra iki şey olacak; bir, güçlendirilmiş parlamenter siteme geçilecek; iki, bir erken seçim kararı alınarak seçime gidilecek.

İşte bu seçimde kim kazanırsa yani hangi parti kazanırsa artık kendi hudutlarına çekilmiş olan tarafsız cumhurbaşkanı o partinin genel başkanını hükümeti kurmakla görevlendirecek ve o kişi hükümeti kurmayı başardığı taktirde başbakan olabilecek.

(İyi parti birinci parti olursa o zaman Akşener başbakan olabilecek)

İşin özeti budur.

Herkese hayırlı uğurlu olsun. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU