Yılmaz Güney tartışması... Fatoş Güney: İtibarsızlaştırma; Orhan Miroğlu: Helalleşmeliyiz

Yılmaz Güney'in ölüm yıldönümü vesilesiyle yaşanan tartışmaları eşi Fatoş Güney'e ve Güney'i mezarında ziyaret eden eski Milletvekili Orhan Miroğlu'na sorduk

Kolaj: Independent Türkçe

Bakın adam öldürmem demiyorum, öldürebilirim. Hayati bir tehlikeyle karşılaşsam, başka çarem kalmamışsa yapabilirim. Fakat bir yumrukta, bir tekmede yıkılan, üflesen devrilecek sarhoş bir adamı neden öldüreyim? Bütün hayatı kavgayla geçmiş, bir yığın silahlı-bıçaklı olayın içine girip çıkmış, vurmuş, vurulmuş deney sahibi bir adam, böylesine aciz bir adamı neden öldürsün?


Bu sözler, Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'nun ölümüne ilişkin yargılandığı davada savunmasını yapan Yılmaz Güney'e ait.

Tam 47 yıl önce söylenmiş bu sözlerin yeniden hatırlamamızın sebebi ise, Güney'in ölüm yıldönümü vesilesiyle ortaya çıkan tartışmalar.

Türk sinemasının tartışmasız en büyük yönetmenlerinden ve oyuncularından biri olan Yılmaz Güney, bundan 37 yıl önce 9 Eylül 1984'te Paris'te yaşamını yitirdi.

Uzun bir süre yasaklı olan Güney'in itibarı, geride bıraktığımız yıllarda iade edildi. Hatta bu 9 Eylül'de onu ananlardan biri de Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı oldu.

Bakanlık Twitter'da yaptığı paylaşımla "Sinemamızın Çirkin Kral lakaplı oyuncusu senarist, yönetmen, yazar Yılmaz Güney'i ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz" ifadelerini kullandı. 
 


Ancak bu paylaşım özelikle muhafazakâr cephelerden ve iktidara yakın isimlerden büyük tepki gördü.

AKP Afyonkarahisar Milletvekili Ali Özkaya'yı bakanlığın paylaşımını "yanlış" diye nitelerken, AKP kurucularından Bülent Arınç "fikirlere ve sanata duyulan saygının bir katile paravan yapılamayacağı" şeklinde bir ifade kullanarak bakanlığı eleştirdi.

Sabah yazarı ve TRT yöneticisi Hilal Kaplan ise Kültür Bakanlığı'na "Türkiye Cumhuriyeti hâkimi Sefa Mutlu'yu katleden, eşinin başına bardak koyup ateş eden, hatta arabasıyla ezip öldürmeye teşebbüs eden bir caniyi saygı ile anmıyorum" sözleriyle tepki gösterdi. 

Ancak arşivler bizzat hükümet partisi milletvekillerinin de Yılmaz Güney'in Paris'teki mezarını ziyaret ettiğini ortaya koyuyor.

Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi Sözcüsü olan dönemin Kültür Bakanı Ömer Çelik 2013'te EXPO 2020 oylaması için Paris'te bulunduğu sırada Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney'in mezarını ziyaret edenlerden.

Çelik, Güney'in mezarına da Türkiye'den getirilen topraktan serperek karanfil bırakmıştı.
 

omer celik.jpg
Ömer Çelik, Yılmaz Güney'in mezarı başında


Güney'in mezarına Türkiye'den getirdiği toprağı serperek çiçek de bırakan Ömer Çelik daha sonra mezar başında yaptığı açıklamada şunları söylemişti: 

Bu ziyaretler de hem kendi vazifemizi yerine getirmiş oluyoruz, hem de ülkemizden çeşitli baskılar, zulümler neticesinde ayrılmak zorunda kalmış, baskılardan kaçarak ülke dışında yaşamak zorunda kalmış, hayatının geri kalanını Türkiye dışına geçirmek zorunda kalmış ve hayatını kaybetmiş bütün insanlara buradan bir kere daha mesaj vermiş oluyoruz.

Bu mezarların burada bulunuyor olması bile Türkiye'nin geçmişte yaşadığı sıkıntılı zamanların bir örneği, bir sembolü. Türkiye'ye değer katmış sanatçılar, fikir adımları maalesef ülkelerini, ülkelerindeki baskı yüzünden terk etmek zorunda kaldılar.

Türkiye artık o dönemleri geride bıraktı. Türkiye, artık önüne özgüvenle bakıyor. Kimliklerin, düşüncelerin, fikirlerin, her türlü duruşun özgür olduğu bir ülke inşa ediyoruz. Umarım bundan sonra hiç kimse kendisini, kendi ülkesinde diaspora olarak hissetmez. Eşit ev sahibi, eşit yurttaşlar olarak hisseder.


Yılmaz Güney'in mezarını ziyaret edenlerden biri de eski Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu.

Miroğlu da mezar başında yaptığı konuşmada "Siverek'te başlayıp, Paris'te noktalanan bir hayat. Sürü, Yol ve Umutsuzlar'ın yönetmeni Yılmaz Güney burada yatıyor. Sinemamızın 'Çirkin Kralı'na Türkiye'den, Siverekli, Adanalı hemşehrilerinden selam götürdük" diye konuşmuştu.
 

orhan miroglu.jpg
Orhan Miroğlu, Yılmaz Güney'in mezarı başında


Miroğlu bu yılın 9 Eylül'ünde mezar başından bir fotoğraf paylaşıp şu cümleleri kurdu:

Yönetmen, yazar Yılmaz Güney'i rahmetle anıyorum. Birkaç yıl önce eşim Canan Hanım'la Paris'te onun ve Ahmet Kaya'nın mezarını ziyaret etmiş ve artık bu iki değerli sanatçımızın mezarlarının Türkiye'ye taşınma zamanı gelmedi mi diye içimden geçirmiştim. Ne dersiniz, gelmedi mi?
 


Kültür Bakanlığı'nın Yılmaz Güney'in anmasını çok anlamlı bulduğunu söyleyen Orhan Miroğlu, Independent Türkçe'ye verdiği demeçte şunları söyledi:

Bir sanatçıyı geçmişte hem Türkiye'yi üzmüş hem Yılmaz Güney'i sevenleri üzmüş bir hafızayla hatırlamak anlaşılabilir. Ama Yılmaz Güney'in bir sanatçı kimliği var, bu ülkenin sinemasına kazandırdıkları var. 30-40 yıl öncesine dönüp hesaba kitaba oturacak olursanız, elimizde kimsenin kalmayacağını düşünüyorum. Yani herkese fatura kesersek elimizde kimse kalmaz.


Geçmişte hem Yavuz Sultan Selim Köprüsü hem de Sabiha Gökçen Havalimanı için de böyle tartışmalar yapıldığını hatırlatan Miroğlu, bir yazar arkadaşının Sabiha Gökçen'in dış hatlar koridorunda Türkçede, İngilizcede olmayan ibareler olduğunu hatırlattığını, kendisinin de iki yıl bu havalimanını kullanmadığını, ancak bunun toplumda karşılığı olmadığını gördüğünü söyleyen Miroğlu, sözlerini şöyle sürdürüyor:

Demek istediğim şu: Tarihin ağır bir yükü var Türkiye'de. Osmanlı tarihinin çeşitli evreleri de böyledir. Yılmaz Güney'e bu yönüyle benzeyen tarihi şahsiyetler ve sanatçılar vardır.

Bana kalırsa bir helalleşme duygusu fena olmaz. Merhamet uyandıran ya da mağdurun yanında olmayı gerektiren hallerde bile, Türkiye'nin artık bir helalleşmeye kapıyı aralaması gerekiyor. Bir de olayın oluş biçimini herkes hatırlayacaktır. Allah hakimimize rahmet eylesin ama o olayda bir taammüt söz konusu değildi.

Yılmaz Güney profesyonelce, taammüden, planlayarak bu işi yapmadı, bir kazaydı. Keşke olmasaydı diyebileceğimiz bir kazaydı. Kaldı ki onun da bir ailesi var. O olay yaşanmasaydı, belki onun ve ailesinin hayat hikayesi de başka türlü gelişebilirdi. Ne Yılmaz Güney böyle bir yaşamak isterdi ne de o hâkim böyle bir sonu olsun isterdi.


Yılmaz Güney'e gösterilen bu tepkinin nedenini bilmediğini ve bu soruyu tepki gösterenlere sormak gerektiğini belirten Miroğlu, son olarak "Kaldı ki o olay yargılaması olmuş, hukuki olarak hesabı görülmüş bir konuydu. Hatta o dava nedeniyle Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. O trajediye de ne kadar saygı duyuyorsak Yılmaz Güney'in sanatına da öyle saygı duymalıyız" diyor.

Kültür Bakanlığı'nın Güney'i anma mesajına gösterilen tepkilerin gerekçesi, Yılmaz Güney'in Yumurtalık Hâkimi Sefa Mutlu'nun ölümüne neden olduğu olay. 13 Eylül 1974'te yaşanan olay sonrası, Güney 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Yedi yıl cezaevinde kalan Yılmaz Güney, 9 Ekim 1981 günü Isparta Yarı Açık Cezaevi'nden izinli olarak çıktı, kısa bir süre sonra Fransa'ya kaçtı. 

Independent Türkçe'ye konuşan Yılmaz Güney'in eşi Fatoş Güney ise, geride kalanları rencide etmek, üzmek, kırmak istemediğini ancak o gece Hâkim Sefa Mutlu'nun son derece içkili olduğunu belirtiyor ve şöyle konuşuyor:

Film çekimindeki sesleri denemek için bir silah getirilmişti. İyi kayıt yapılmadığı ortaya çıktı. Tekrar kayıt yapabilir miyiz dedi. Sonra iş çok başka yerlere girdi. Hayatını kaybeden kişi maalesef bir taraftı. Katil suçlamalarından hicap duyuyorum. Hâkim Bey sözle olsun, şiddetle olsun saldırılarda bulundu. Yılmaz asla kendisini tanımıyordu. Fakat inanın ki bir sanatçı için bu olay ölümden beterdi.
 

Yılmaz Güney-Fatoş Güney.jpg
Yılmaz Güney ile Fatoş Güney


Yılmaz Güney'in dünya çapında, sinemasını dünyaya taşımış ve yerini bulmuş bir sanatçı olduğunu, söylenenleri üzüntüyle karşıladığını söyleyen Fatoş Güney; şimdi yeniden alevlenen tepkilere dair ise şu yorumu yapıyor:

Bu tepkiler durup dururken verilen tepkiler değil. Ölüm yıldönümünü vesile ederek, Yılmaz Güney'i itibarsızlaştırmak bir fırsat olarak görüyorlar. Aslında bu tavır sınıfsaldır.

Onun fikirlerinin, görüşlerinin ve mücadelesinin karşısında olan kişiler tarafından, onu kötü göstermek için gösterilen bir tutumdur ve bizce değersizdir.

Çünkü Yılmaz Güney, ülke insanının yüreğindedir, bilincindedir. Sanatını bütün dünyaya ispatlamıştır. Dünyanın en önemli sinema ödüllerini kazanmış, ulusal ve uluslararası camiada aldığı 33 ödülle bunu herkese göstermiştir.


Yılmaz Güney'i 'bir efsane' olarak niteleyen Fatoş Güney; filmlerinde işlediği konuların hala güncel ve evrensel olduğunu da hatırlatarak "Yılmaz'ın uğruna yıllarca cezalar aldığı görüşleri, başta Kürt sorunu olmak üzere hala güncelliğini koruyor" diyor.

Fatoş Güney, ancak bütün eleştirilere rağmen Yılmaz Güney'in yarattığı ve halen yaşayan çizginin 'sarsılmaz' olduğunu da vurguluyor.


Peki, 13 Eylül 1974'te ne oldu? 

Mutlu'nun öldüğü gecenin yakın tanıklarından, Yılmaz Güney'in de asistanı olan yönetmen Ali Özgentürk yıllar sonra Sefa Mutlu'nun ölümüyle sonuçlanan geceyi şu sözlerle anlattı:

Olayın yaşandığı tarihte Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur, ekibin bulunduğu Yumurtalık'ta denizin kenarındaki otelin gazinosuna akşam yemeğine geldi.

Yılmaz Güney hepimizin bu yemekte olmasını istedi. Bir masaya Belediye Başkanı Ege Bagatur, Yılmaz Güney, eşi Jale Fatma Pütün, öğretmen Murteza Timur, Şerif Gören ve ben oturdu.

Gazino ağzına kadar doluydu. Bir süre sonra deniz kenarından karartı şeklinde bir adam gelerek gazinoya girdi. Sarhoş olduğu her halinden belliydi, ayakta bile doğru dürüst duramıyordu. Birdenbire 'Ulan sana Yılmaz Güney mi diyorlar. Yılmaz Güney kim?' diyerek küfretmeye başladı.

Herkes şaşırmıştı. Yılmaz adama hiç cevap vermedi. Birtakım kişiler araya girerek adamı gazinodan uzaklaştırdılar. Daha sonra ağır ceza hâkimi olduğunu öğrendiğimiz bu adam, yani Sefa Mutlu, ailesiyle birlikte gazinonun az ilerisinde bir kampta kalıyormuş.

Bir süre sonra yine geldi. Yine sarhoştu. Bu kez Yılmaz'ın eşiyle ilgili çok ağır bir söz söyledi. Ne olduysa işte o anda oldu. Gazino birdenbire karıştı.

 

Yılmaz Güney Yumurtalık'ta film çekimleri sırasında, dışarıda olduğu son gün.jpg
Yılmaz Güney Yumurtalık'ta film çekimleri sırasında, dışarıda olduğu son gün


Fatoş Güney de İthaki Yayınları'ndan çıkan "Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun" kitabında o geceyi bütün detaylarıyla anlatıyor. Güney'in o geceye dair ilk tanıklığı şöyle:

Silah sesi duyulduğunda adeta bir ağır çekim sahnesinin içindeymişiz gibi Yılmaz'a doğru koştum. Etrafta bir sürü insan vardı ama hiçbir yüzü seçemiyordum.

Yılmaz kanlar içinde yerde yatan adamı hastaneye götürmek için çabalıyordu. Elindeki silahı aldım, koşarak gazinonun mutfağına gittim. Herkes dışarıya çıkmıştı bile. Silahı sanayi tipi buzdolabının arkasına sakladım. Otele doğru koştum. Odaya çıkıp arabanın anahtarını kaptım.

Hızla geri dönüp Yılmaz'ın yanına koştum. 'Hadi gidelim buradan' dedim. Kabul etmedi Yılmaz. 'Hayır, olmaz' dedi. 'Yardım edin hastaneye götürelim.'

Jandarmalar girdi gazinoya. Yılmaz'ın etrafını sardılar. Bileklerine kelepçe taktıklarını gördüm. 'Bu bir kabus' diye geçirdim içimden. Gerçek olamazdı, gözlerimi yumdum ve yeniden açtım. Değişen bir şey yoktu. Askerler Yılmaz'ı götürüyordu.


Sabaha karşı komutandan beş dakikalık bir görüş izni koparabildiğini ve Yılmaz Güney'in ilk cümlelerinin şu olduğunu anlatıyor Fatoş Güney:

Neler oluyor Fatoş, ne oldu Allah aşkına? Nasıl oldu anlamıyorum? Hâkim yaşıyor değil mi?... Koluma sandalyeyi indirince silah ateş aldı. Yarası ağır mı peki, durumu nasıl?


Fatoş Güney daha sonra eşinin gömleğinin kolunu sıvayıp kolunu gösterdiğini söylüyor:

Ağır bir darbe aldığı belli oluyordu. Dirseğiyle omuzu arasında kocaman bir morluk vardı, kolunu hareket ettirirken zorlanıyordu. Acısı vardı besbelli.


Ve yine Yılmaz Güney'in şu cümlelerini aktarıyor:

Arkamızdan sana hatta bana hakaretler ve küfürler yağdırıyordu. Durum tahammül edilecek gibi değildi ama sen soğukkanlılığını koruyordun, ekipten bazı arkadaşlar çoktan ayaklanmıştı.

Gazinon ortasındaki setin üzerine çıkıp 'Herkes otursun' diye bağırdın… İşte tam o sırada onu uzaklaştırmak isteyen arkadaşlarının elinden kurtularak bir sandalye kapıp senin üzerine hücum etti. Ben sandalyeyi kafana vurdu sandım, o sırada da silah sesi duydum.


Fatoş Güney, Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'nun ölümüne ilişkin soruşturmaya dair de şunları anlatıyor:

Yumurtalık hâkimi Sefa Mutlu'nun vurulması olayının soruşturmasını Yumurtalık'ta polis teşkilatı olmadığından jandarma yapmaktaydı. Olayın hemen ardından tutanak tutan jandarma, hâkimi kendi aracıyla hastaneye nakletme çabasında olan Yılmaz'ın otomobilinde arama yapmış, araçta herhangi bir suç aletine rastlanmadığını belirterek zabıt varakasını düzenlemişti.

Savcı bölgeye intikal ederek hazırlık tahkikatını yürütmeye, ilk ifadeleri almaya başlamıştı. Ancak gece yarısı bizzat Adalet Bakanlığı tarafından verilen yıldırım emriyle görevli savcı değiştirilmiş, Adana Cumhuriyet Savcılığı'ndan başka bir savcı onun yerine atanmıştı.

Bu yeni savcı tanıklara baskı yaparak, kimilerine fiziksel saldırıda bulunup kimine hakaret ederek tahkikatı taraflı bir şekilde yürüteceğinin sinyallerini vermişti bile.

Anayasanın 'yurttaşların kanun önünde eşitliği ilkesi' resmen çiğnenirken, ilk tahkikatın gizliliği ilkesi de Adalet Bakanlığı tarafından apar topar görevlendirilen savcı tarafından ihlal edilmiş, yetmezmiş gibi basın-yayın organları da olayı hukukun işlerliğine imkân vermeyecek bir biçimde çarpıtarak yansıtmaktan geri durmamıştı…

Yılmaz henüz savunmasını dahi vermeden anonslarda 'eli kanlı katil' olarak tasvir ediliyordu.


Kovuşturma sonunda 16 Eylül 1974'te iddianamenin hazırlandığını ve Yılmaz Güney hakkında TCK 449. Maddesi gereğince "vazifesini yaptığı sırada veya vazifesini yapmasından dolayı devlet memurlarından birini öldürme" ve 6163 Sayılı Ateşli Silahlar Kanunu'na muhalefetten cezalar istendiğini anlatan Fatoş Güneş hiçbir hafifletici ve tahrik edici nedenin dikkate alınmadığını öne sürüyor:

Bir an için farz edelim ki, merhum yargıcı gerçekten Yılmaz Güney öldürmüş. O halde olayda açıkça görülen ağır tecavüz ve tahrik sonucu işlenmiş bir cinayette hafifletici bütün etkenleri unutup müebbet hapis istemek neden?... Kaldı ki savcı tarafından yapılan isteğin gerekçesinde, içkili bir lokantada demlenen yargıcı, görev başında ve görev içinde gösteren bir yargı yanlışlığı daha var.


Fatoş Güney, Yılmaz Güney'in Kürt sorunu konusundaki tavizsiz tutumu nedeniyle, o dönem kaldığı İzmit Cezaevi'nde öldürülmeye çalışıldığını da söylüyor:

Yılmaz'ın 'bardağı taşırması' Kürt meselesindeki fikirleri ve siyasi görüşlerindeki tavizsiz tutumu cezasız kalmayacaktı. Pusu kurulmuştu bile, bileti kesilecekti. Bu iş cezaevinde bitirilmeliydi artık. Kimse ne olduğunu bile anlamayacaktı.

Cahil, çulsuz, sahipsiz, dünyadan habersiz, zavallı birini bulup kanına girerek, para vaat ederek dayayacaklardı hapı, bıçağı vereceklerdi eline ve Yılmaz'ın üzerine salacaklardı.

El ayak çekildiğinde, Yılmaz'ın yalnız ve savunmasız olduğu bir anda gerçekleştirilecekti operasyon. Cinayet nedeni de kılıfına uydurulmuştu. Yeraltı dünyasında her zaman işleyen o bildik senaryo girecekti devreye. Ünlü olmak isteyen az ünlü bir kabadayı Yılmaz Güney'i vurarak namını yürütecekti.


Ve saldırı anını da şöyle anlatıyor Güney:

Koğuşları birbirine bağlayan koridora açılan küçük hole geldiğinde, arkasında belli belirsiz bir hareket hissetti. Bir kedi gibi yaklaşmakta olanı sezmiş, yine bir kedi çevikliğiyle kenara doğru atılarak üzerine geleni şaşırtmayı başarmıştı. Gözüne parlak bir cismin ışığı yansıdı. Yılmaz o parlak cismi kendine doğru savuran çelimsiz kolu bileğinden kavradı. Kısa bir süre direnmeye çalıştı saldırgan ama başarısız oldu.

 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU