Bodrum'da bir gece yarısı 'Sessiz Müzik' oynamak

Derin Koçer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Böylesi bir cumaya, hiç denk gelmemiştim Bodrum'da. 

Normalde kalabalığından nefes alınmayan şehir merkezinin yerini, can sıkıcı bir sessizlik almış. 

Gece kulüplerini dolduran çok parfümlü kadınlarla, ağzı vodka kokan adamlar da gitmiş; yerlerine kafaları telefonlara gömülü çocuklar geçmiş. 

Sokaklara taşan köpüklü partiler biteli zaten yıllar oluyor; koyun biraz dışında canlı müzikle eğlenen yatları da aramadı gözüm; ama ya barlar sokağı? Nasıl olmuşsa, onun bile kaldırımlarında tekilacılar değil; geçip gidenler vardı geçen hafta. 

Dört yıldır gelmiyordum Bodrum'a. Hoş, bir senedir Türkiye'ye de uğrayamadım ama bu kadar da değişmemiştir herhalde koskoca şehir? 

"Pandemi" desem; burada eğlenmesi gereken insanları İstanbul'da gördüm. Aşısını olan, ya "son kale" Kadıköy'e koşmuş, sahilde 'şarapçılık' peşindeydi ya da Bomonti'de soğuk bira sipariş ediyordu. Pek kimse kalabalığı sorun etmiyordu. 

Hadi "Burası Bodrum" olsa da gündüz plajlarda, akşam lokantalardaydı bütün kent. Virüsten herhalde bir tek gece hayatı korkuyordu. 

"Ekonomi" desem; burada zaten her şey ateşi yakacak kadar pahalanmış.

Gerçekten de bir "Bodrum Dinarı" çıkmış; avroyla aynı kulvarda gidiyor. Ama ülkenin krizi bile adil olmadığı için, geceliğine 10 binlerce TL para isteyen otellerin en lüks odaları dolmuş, taşıyor.

Asgari ücretle çalışan Bodrumlu gençler, o odaları tutan futbolcularla fotoğraf çektirip, bahşiş peşinde koşuyor. 

Yok; sebep bunların hiçbiri değil. 

Yıllar sonra burada denk gelip, Bodrum merkezde bir şeyler içmek için buluştuğum arkadaşım, şehre aniden çöken karanlığın sebebini hatırlatıyor:

Gece yarısından sonra müzik çalmak yasak!


Saate bakıyorum; gerçekten de 12'yi biraz geçmiş. Demin sokaklara taşan müziğin sesi, meğer devlet eliyle kesilmiş. 

Bir başka akşam, liseden arkadaşlarla Gümüşlük'te oturmuşuz; millet dakika başı birbirine evlilik teklif ederken (amma müstakbel eş biriktirmiş pandemi) hasret gidermeye çalışıyoruz.

Arkada, kısık bir sesle, geceye, mehtaba, rakıya ve mezeye yaraşır şarkılar çalıyor.

Ama daha mekan hınca hınç doluyken jandarmalar beliriyor kapıda; kesiliyor müziğin sesi. Saat: 11.57. 

Bizimkisi sona kalan masa olunca "Bilgili bir ağabey" (başı belaya girmesin diye adını vermiyorum) de katılıyor bize; "12'de dağılan Bodrum mu olur Allah aşkına" diyor;

20 yıldır buradayım, bu kadar tatsız yaz yaşamadım.


Tabii ki mesele, sadece şehrin 12'de müziksiz kalması değil. Mesele, Türkiye'nin bir kesiminin dilediği gibi yaşama hakkının zapturapt altında tutulması.

Mesele, özgürce yaşamak yerine; anlamsız yasaklara "he" deyip, ses yükseltememek aslında: Ne müziğin sesini ne de Türkiye'nin. 

Bugün başlamadı elbette bu. Ansızın da bitmeyecek. Zira yaşamın her alanını siyasileştirip; gece eğlenmeyi bile bir kutuplaşma vesilesi olarak gören aklın, gece 12'de müziğin sesini kısmaya ya da içkiye gelişigüzel vergi koyup, milleti evde rakı yapmak zorunda bırakmaya ihtiyacı var. 

Daha birkaç ay önce, HDP'nin kapatılması gündemdeyken konuşan MHP Lideri Devlet Bahçeli, Türkiye'nin en çok oy alan üçüncü partisini varlığını savunanları "Boğaz'a nazır şatafatlı mekanlarda, sıcak kumların üzerinde magazinleşmiş hayatlarının derinlerine sinmiş aşağılık kompleksleri eşliğinde, demlene demlene demokrasi edebiyatı" yapmakla suçluyordu.

O insanlar ki "keyfini sürdükleri vatanın külfetine" katlanmıyor; "İzmir, Alaçatı'da; Bodrum, Yalıkavak'ta; İstanbul, Nişantaşı'nda" caka satıyordu. 

Hayatın her alanı; oturduğunuz semt, yazın yaptığınız tatil, hatta nerede caka satmayı tercih ettiğiniz bile siyasileşecek ki iktidar koalisyonu Türkiye'yi bir kültürel ve siyasi bölünme üzerinden yönetmeye devam etsin.

Onlar için başka bir ümit yok, demek ki. 

Endişelerini anlamak mümkün: Zira memleketin külfeti, aslında "sıcak kumlarda keyif çatanlar"ın değil; parasını taştan çıkartıp çocuklarını iyi okullara göndermenin hayalini kuran ebeveynlerin sırtında şimdi.

Kalkacak gibi de değil üstelik. Bir felaketten diğerine koşan ülkede; yarın büyük bir muamma.

Ondan sonrasını düşünmek, lüks bile değil artık. Milletin hakikati belli: Serin suların yerinde kızgın kumlar var şimdi. Yanıyoruz. 

Yangına su taşıyamayan iktidarın elindeki tek güç; nefreti, öfkeyi, ötekileştirmeyi körüklemek; Türkiye'nin ortak yaşam iradesini dinamitlemek.

Siyasette en etkili duygu umuttur; onu takip edenin korku olması, Türkiye'nin felaketi şimdi. 

Doğrusu; toplum da yangını söndürmek için bir sonraki seçimi bekliyor sanki. Zira Karadenizli, muhafazakar bir meyhaneci Bitez'de son şarkıyı müzisyenlere bırakmayıp, mikrofonu eline aldı ve "Memleket yandı; bunlar geçti karşısına bir de sigara yaktı. Millet gitti söndürdü; bir de yağmur duasına çıktı. Abarttılar duayı, memleketin yarısını sel bastı. Bizim güzel insanlar zaten ya toprağın ya da suyun altında şimdi" dedi geçen gece.

Ama bu topraklardan ümit kesilmez. Ne zaman sırtımız yere yaklaştıysa; şükür, doğrulduk bir şekilde.


Bodrum'un o eğlencesini sessizliğe gömmüş sokaklarından, gece yarısı evlerine dağılan gençleri de; kazandığı parayla evini geçindiremeyen emeklisi de; önünü göremeyen, elleri nasır dolu gündelikçisi de doğrulacağımız zamanı bekliyor.

Sabırla. Temkinle. Aynı Bitez'in meyhanecisi gibi.  

Zira saat 12'yi vuracaktı az sonra. Kazım Koyuncu'dan bir türkü söyledi ve "iyi geceler" ile hesapları istetti. 

Müziksiz dağıldık. 

Evlere yürürken de birkaç arkadaş, el hareketleriyle birbirimize şarkılar anlattık. 

Sessiz Sinema oynamışlığımız boldu ama Sessiz Müzik'in mucidi Türkiye oldu.

Fakat uzun yaşamaz bu oyun. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU