Lübnan'da kimlikçi ittifakların gariplikleri

Yarısı terör listelerinde, çeyreği yaptırım listelerinde yer alan, bir diğer çeyreği Araplar tarafından terk edilen ve uluslararası kuşatma altında olan bu otorite, ülkenin krizlerinden çıkması için uluslararası toplumla nasıl müzakerede bulunabilir?

Hasan Nasrallah / Fotoğraf: Twitter

Sünni Müstakbel Hareketi'nin lideri Saad Hariri ile Cumhurbaşkanı'nın damadı ve Özgür Yurtsever Hareketi'nin (ÖYH) lideri Cibran Basil'in temsil ettikleri Sünni ve Maruni liderliklerinin, Şii İkilisini zorlu hükümet krizini çözmekle yetkilendirmeleri gerçekten sertçe eleştirilecek bir şey.

Basil, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'a yönelttiği çağrıda, bu soruna "Hristiyanların haklarını koruyan" bir çözüm bulunmasında hakem rolü oynamaya davet etti.

Hizbullah'a cebren veya menfaat gereği bağlı olan Hristiyanların bir tür "ruhani lideri" olarak takdis etme ve boyun eğme kararına benzeyen şu çağrıyı yaptı;

Seyyid Hasan, hakkı yüzüstü bırakmayacağınızı biliyorum. Ben Cibran Basil, size hiçbir yük yüklemeden kendiniz için kabul ettiğinizi kendim için kabul ettiğimi söylüyorum.


Sünni tarafta, Refik Hariri'nin oğlu, "Saad Hariri Nebih Berri ve Nebih Berri de Saad Hariri demektir.  Sorun, hükümetin kuruluşunun önüne kimlerin engel koyduğudur" açıklamasını yaptı.

Temsilciler Meclisi Başkanı ve Şii Emel Hareketi'nin lideri Berri'yi "Hükümeti kurmakla görevlendirildiğimden beri yanımda olan ve beni hiç bırakmayan tek kişi" olarak niteledi.

Hariri ve Basil'in Marunileri ve Sünnileri ne kadar temsil ettikleri bir kenara bırakılırsa, Şii İkilisini bu pervasız ve düşüncesiz bir biçimde yetkilendirmeleri, Hizbullah'ın Lübnan'daki siyasi zorluğu Sünni-Maruni mezhep kutuplaşmasına çekme ve Sünni-Şii ihtilafından kaçınmadaki başarısını gösteriyor.

Muazzam bir ekonomik, mali ve sosyal çöküşü, benzeri görülmemiş Arap ve uluslararası izolasyonun ortasında ülkeyi istediği gibi siyasi sistem düzeyinde radikal yapısal değişikliklere sürüklemekteki başarısını kanıtlıyor.

İkincisi, tüm mezheplerden Lübnanlılara karşı uygulanan "temsilci" ikiyüzlülüğünün boyutunu gösteriyor.

İşte Refik Hariri'nin oğlu, bir yandan Sünni grubun itibarını, başbakanlık makamı ve yetkileri aracılığıyla siyasi sistemdeki temsil hakkını savunma adına Sünni duyguları kışkırtıyor, diğer yandan da oyunun tüm iplerini Şii İkilisi taraflarından birine teslim ediyor.

Temsil etmesi gereken Sünni sokağının ruh halinin aksine hareket ediyor ve 2016'da Mişel Avn'ı Hizbullah'ın atının sırtında cumhurbaşkanlığına taşıyan birinci uzlaşı hatasını tekrarlıyor.

Bunun, Lübnan'da Sünnilerin durumunun, hem hedef alınan hem de kendi ulusal ülkelerinde rolleri küçültülen bazı bölge devletlerindeki Sünnilerin durumları ile uyumlu hale gelmesi anlamına geldiğinden bahsetmiyoruz bile.

Öte yandan, meclisteki en büyük Hristiyan grubunun lideri, bir yandan krizi istediği gibi çözecek bir çıkış yolu bulması için Nasrallah'a yetki verip Hristiyanların geleceğini ona teslim ediyor.

Diğer yandan Hristiyanlara haklarını, yönetimde gerçek ortaklık ve gerçek temsili geri kazandırma bayrağını taşıdığını söylüyor.

Cumhurbaşkanının yetkilerini ve onun arkasındaki Maruni toplumun siyasi sistemdeki konumunu savunan kişi, Lübnanlılar arasında bir arabulucu olarak ana rolü Nasrallah'a veriyor.

Bölgede azınlıkların haklarının ve vatandaşlıklarının savunucusu, onları zımmi konumuna geri getiriyor.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Birbirine düşman Sünni ve Maruni liderler, krizin çözümünü dini gruplarının etkisini genişletmek isteyen Şii mezhebinin liderlerine bıraktılar.

Yıpranmış bir sistemi onaramayan, aralarından birinin yöneliminin ülkenin altında ezildiği krizin büyümesinde kilit bir faktör teşkil ettiği iki lideri, Lübnanlı gruplar arasında en büyük iki dini grubun çıkarlarına ve haklarına yetkili kılıyorlar.

Şii toplumu içinde ağırlık sahibi ama bastırılmış pek çok tarafın, Şiileri temsil hakkının sadece Şii İkilisine ait olmadığını, bu yetkilendirmenin Şiilerden ziyade Hizbullah ve Emel Hareketi'ne verildiğini düşündüklerinin altını çizmeden geçmeyelim.


Sünni ve Maruni tarafların Şii İkilisini yetkilendirmeleri üçüncü olarak, bu ikilinin garip bir karmaşık kombinasyonda rol dağıtma oyununda ustalaştıklarını gösteriyor.

Bu oyundaki en büyük uyumsuzluk, ÖYH'nin aynı zamanda hem Emel hareketinin ana düşmanı hem de Hizbullah'ın ana müttefiki olması.

İkili, özellikle de Hizbullah, sadece Sünnilerin başta gelen temsilcisi olduğu için değil, daha ziyade genel olarak Arap ve bir dereceye kadar uluslararası kalkanını kaybettiğinden bugün boyun eğdirilmesi daha kolay olduğu için Hariri'nin başbakanlığında diretiyor.

Fakat Hizbullah, Hariri'ye karşı çıkan ve "üçte bir engeli"ne sahip olmadan Şii-Hristiyan ittifakı döneminin son hükümetlerinden birinin başbakanı olmasını istemeyen Hristiyan kalkanı, yani ÖYH ile ittifakına da sıkı sıkıya bağlı.

ÖYH, üçte bir engeli ile işlerin 2016'da varılan uzlaşıdaki haline dönmesini ve gelecek parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde konumunu garanti altına almak istiyor.

Öte yandan, o da Hizbullah'ın ona sağladığı kalkanı kaybetmek istemiyor. Hariri'ye gelince, karşılaşacağı tüm tehlikelere ve zorluklara rağmen gelecek hükümetin başında olmak için diretiyor, çünkü siyasi ölümden kaçınmak için geriye kalan tek can simidinin bu olduğunu biliyor.

Körfez ülkeleriyle zamanın bozduğu ilişkileri düzeltme umuduyla bunun 2016 uzlaşısı dışında gerçekleşmesini istiyor.

Ama aynı zamanda Şii İkilisiyle yüzleşmek istemiyor çünkü onların kendisine başbakanlığı kazandıracak at olduklarını biliyor. İşte çelişkisi de bu.

Sona erdirmeye çalıştığı Körfez'in kendisine yönelik soğukluğunun en önemli nedenlerinden birinin bu olduğunu bilmesine rağmen, Hizbullah otoritesine Sünni bir kalkan sağlamaya devam ediyor.


Bu kombinasyon kafa karıştırıcı, ancak hükümetin kurulmasını engelleyenin müttefiki Hizbullah'ın örtülü desteğini almadan tek başına Cibran Basil ve akımı olduğuna inanmanın zorluğunu anlayanlar için bu anlaşılabilir.

Bugün olanlar Hizbullah'ın eski - yeni hedefine göre şekilleniyor; onun ölçüleri dışında bir hükümetin kurulmasını engellemek, nüfuzunu güvence altına alan, silahına ve politikalarına meşruiyet kazandıran yeni bir sisteme göre sıfırdan yeniden kurmak için ülkeyi toptan çöküşe zorlamak.

Bu kombinasyon yine bu siyasi sınıfın, tüm aleni anlaşmazlılarına rağmen, örtük olarak bir nokta üzerinde mutabık olduklarını anlayanlar için anlaşılır.

Bahsedilen ortak nokta; hayatta kalmak ve iktidarı elinde tutmaya devam etmek.

Bu, 2005 yılında başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesi ve sonrasındaki olaylarla fiilen hayata geçirilen siyasi sisteme yönelik darbenin sonuçlarının kabul edilmesi, sonra da Şii İkilisinin egemenliğine teslim olmak anlamına gelse bile.

Şii İkilisinin tek başlı iki beden, başın da Nasrallah ve arkasındaki İran rejim lideri Hamaney olduğu biliniyor.


Uluslararası toplum Hizbullah'ın siyasi kanadı ile askeri kanadı arasında bir fark olmadığı gerçeğinin farkına varırken, Hizbullah'ın Emel Hareketini siyasi kanadı olarak kullanmaya başladığını söylediğimizde abartmış olmayız.

Yukarıda bahsettiğimiz kombinasyon, temelleri sarsılmış ve tamamen çökmüş devletiyle Lübnan'ın bugünkü trajik tablosunun, Hizbullah'ın 40 yıl boyunca sabır ve sebatla çizmeye çalıştığı tablo olduğunu anlayanlar için anlaşılır.

Hizbullah bu süre içinde, siyasi koşulların kaygı ve tehlikelerinin farkında olsalar da, uyum sağladıkları yaşam koşullarıyla ilgili krizler nedeniyle insanların günlük yaşamın zorluk ve sıkıntılarında boğulduğu "direnişçi bir toplum" yaratmayı başardı.

Bu sahne karşısında, kalan tüm taraflar ya unutulmuş ya da yoklar. Bu grubun yetkiler, seçimler, iktidarı değiştirme ve yenisinin ortaya çıkmasını sağlamadaki rolü, reform ve yolsuzluk meselelerini çözme hakkındaki sonuçları ve kombinasyonlarıyla oyalanıyorlar.


Bu arada Lübnan'daki siyasi oyunun gerçek yöneticileri ya da asıl maestrosu, farklılıkları ile müzisyenleri yönetip, onları istemedikleri yerlere götürüyor.

Öte yandan, bu tarihi anlarda sivil toplumun rolünün ve dinamizminin öneminin farkında olmamıza rağmen, üzülerek söylemek isteriz ki, tanık olduğu patlama ve kurumların, organların ve derneklerin mantar gibi yerden bitmesi, parçalanmanın, kamuoyunun yönelimlerindeki kaosun bir aynası haline geldi.

Siyasi yapıların ve özellikle de siyasi katılımın kaldıracı olan parti ve sendikaların çöküşünün kanıtına dönüştü.

Daha büyük soru ise şu; yarısı terör listelerinde, çeyreği yaptırım listelerinde yer alan, bir diğer çeyreği Araplar tarafından terk edilen ve uluslararası kuşatma altında olan bu otorite, ülkenin krizlerinden çıkması için uluslararası toplumla nasıl müzakerede bulunabilir?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU