Mankurtlaşmaya kalemiyle direnen yazar: Cengiz Aytmatov

Aytmatov, İnsanı bir mankurta dönüştüren Sovyet Rejiminin çarklarını fikirleri ve kalemi ile kırmayı başarmıştı

Cengiz Aytmatov

Cengiz Aytmatov hiç beklemediği bir günde telefonun ucundan gelen sesle sarsılmıştı.

Tarihin gördüğü en acımasız diktatörlerden birisi Stalin’in 1937’de katlettiği Kırgız aydınlarının toplu mezarı nihayet bulunmuştu.

Aytmatov, aldığı bu haberin gerçek olup olmadığına önceleri emin olamadı.

Haber doğru olsa bile katledilenler arasında olan babasının kemiklerini bu toplu mezarda bulabilecek miydi, tüm bu sorular kısa sürede cevabını bulacaktı.

Aytmatov, İnsanı bir mankurta dönüştüren Sovyet rejiminin çarklarını fikirleri ve kalemi ile kırmayı başarmıştı. Ona göre rejim bireylerin hafızasını yok ediyordu. Hafızası olmayan bireyler ise yönlendirilebilir, yönetilebilir ve ruhsuz kişilerdi.

Aytmatov, ‘mankurtlaşmayı’ şöyle tanımlayacaktı;

“Sarı Özbek’i işgal eden düşmanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir ‘mankurt’, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bundan sonra deri geçirilen tutsağın boynuna başını yere sürtmesin diye bir kütük ya da tahta bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç susuz güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış. Sarı-Özek’in kızgın güneşine ‘mankurt’ olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür, ya da aklını hafızasını yitirirmiş. Bir ‘mankurt’ kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını babasını bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş.” Cengiz Aytmatov - ‘Gün Olur Asra Bedel’(Gün Uzar Yüzyıl Olur)

Cengiz Aytmatov ve  Maria Aytmatova.jpg
Cengiz Aytmatov ve Maria Aytmatova

 

Ona göre rejim bir sobaydı ve yakıtı yalnızca insanlardı. 1937’de önce babası sonrasında da amcası bu çarkın dişlileri arasında yok edilmişti. Sistemin ondan aldıkları yalnızca aile bireyleri değildi. Bu durum karşısındaki duygularını eserlerine yansıtan Aytmatov, şu ifadeleri kullanacaktı;

"Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur..." Cengiz Aytmatov - ‘Gün Olur Asra Bedel’(Gün Uzar Yüzyıl Olur)

İçindeki yangını bir gün olsun söndürmeyen Aytmatov, rejimi fikirleriyle içerden yıkacaktı. 1991’deki dağılmaya politik olarak Gorbaçov öncülük etmişse de Sovyetleri dağıtan entelektüel arka planı hazırlayan kişi Cengiz Aytmatov olacaktı.

Aytmatov, Türkan Şoray ve Kadir İnanır.jpg
Aytmatov, Türkan Şoray ve Kadir İnanır

 

Sovyetlerin dağılmasına rağmen Türklerin Sovyet rejiminden miras aldığı ‘mankurtlaşmayı’ içlerinden atamamasını ise Aytmatov şu sözlerle eleştirmekten geri durmayacaktı;

“Bildiğiniz gibi bu ‘mankurt’ efsanesini bir romanımda anlattım; ama laf olsun diye değil, bugünkü siyasi hayatla bağdaştırarak… Eskiden aslını unutmuş, robotlaştırılmış insanlara ‘mankurt’ denirdi. Bugün de aynı şekilde duygusuzlaştırılmış kökünden koparılmış, neyi niçin yaptığını bilmeyen ve kendisine verilen emirleri hiç düşünmeden uygulayan insanlar da bir çeşit ‘mankurt’tur. Türk Cumhuriyetlerinde hâlâ “’mankurtların’ bulunup bulunmadığına gelince: vardır şüphesiz. Ama ne kadar olduklarını kestirmek pek kolay değil.”

Sovyet rejimi gölgesinde Kırgız milli kimliğinin inşası

Aytmatov, 12 Aralık 1928 tarihinde dünyaya geldi.

Sovyet Rejimi, 1937’de Aytmatov’un babasını elinden aldıktan sonra İkinci Dünya Savaşıyla da birçok akrabasının cephelerde ölümüne neden oldu.

Genç Aytmatov, okuma yazması olması nedeniyle Şeker kasabasına gelen tüm mektup ve haberleri hemşerilerine okuyan kişiydi.  

Mektupların çoğunun cephedeki ölümlerle alakalı olması nedeniyle, Aytmatov felaketin mücessem imgesine dönüşmüştü.

Aytmatov ve Yaşar Kemal.jpg
Aytmatov ve Yaşar Kemal

 

Henüz küçük bir çocuk iken Kırgız topraklarının özgür ruhunu Manas Destanı ile büyükannesinin dilinden duydu.

Kolhozlarda başlayan iş hayatı üniversite yıllarında farklı bir boyut kazanacaktı; çünkü Aytmatov, ‘Gazeteci Cyudo’ öyküsünü bu süreçte yazdı.

Veteriner fakültesinde okuyan genç Kırgız bir yazarın hikâyesi Rus yazarları kendisine hayran bıraktı. Aytmatov, bu ilgi üzerine edebiyat fakültesine kaydoldu ve kendisini daha fazla yetiştirmeye karar verdi.

Aytmatov’un ünü kısa bir süre içerisinde tüm Sovyetlere yayıldı. Hatta dünyaca ünlü Fransız şair Luis Aragon, Aytmatov’un Cemile eserini bizzat Fransızcaya çevirecek ve onu Batı dünyasına da tanıtacaktı.

Cengiz Aytmatov’un içinde yaşadığı Sovyet rejimi milli duygulara müsaade etmeyen bir politik düşünce sistemi üzerine inşa edilmişti. Buna rağmen Aytmatov yalnızca Kırgızca değil, Rusça yazdığı eserlerle de Kırgızların milli kimliğini inşa etmeyi başarmıştı.

‘Cengizhan’ gibi tarihi figürlerin yanı sıra ‘Cemile’ gibi İslami özellikler gösterebilen isim ve imgeler bazen eserlerinin içerisinde karakter olarak bulunabildiği gibi doğrudan eserin merkezinde dahi olabiliyordu.

Üstelik Aytmatov, Kırgız milli duyarlılığını eserlerinde öylesine ustalıkla inşa ediyordu ki Sovyet edebi ve politik çevrelerinin dahi hayranlığını kazanmayı başarıyordu.

1937 yılında Stalin, Cengiz Aytmatov’un babasını Kırgız milliyetçiliği yaptığı gerekçesiyle öldürtmüştü.

Oysa yıllar sonra oğul Aytmatov, bir yandan Kırgız kimliğini inşa ederken öbür yandan en çok alkışı Moskova’daki Sovyet aydın ve politikacılarından alacaktı.

Aytmatov ve Kırgızlar.jpg
Aytmatov ve Kırgızlar

 

Aytmatov, Moskova’da alkışlansa da rejim, onun son derece tehlikeli bir karakter olduğunun farkındaydı. Zaten Aytmatov da rejimin kendisini kara listede tuttuğunu biliyordu. Bunun en önemli sebebi, Aytmatov’un babasının akıbetini öğrenmek konusundaki arzusuydu.

Aytmatov bu süreci şu sözlerle sorgulayacaktı;

"Yirmi yıldan beri babamızdan haber alamıyoruz. Yaşıyor mu, öldü mü, ne zaman hapse atıldı, vatana karşı bir suçu sabit oldu mu, olmadı mı bilmiyoruz. Bu soruları sormamızın sebebi şudur: Biz uzun yıllardır babamız ile ilgili olayları üzüntüyle hatırlıyoruz. Benim bildiğim kadarıyla babam vatanı, milleti için çalışan biriydi. Biz gerçekleri bilmek istiyoruz. Bu durum sadece babamın hayatı için değil, bizim aile şerefimiz için de önemlidir. Ben evin en büyüğüyüm ve Kırgızistan’daki genç yazarlardan biriyim. Bütün şartlarım uymasına rağmen beni doktoraya kabul etmediler. Moskova’da mühendislik enstitüsünü bitiren erkek kardeşime de aynı muameleyi yaptılar. 1954 yılında liseyi bitiren kız kardeşim sınavlarında büyük başarılar göstermesine rağmen Moskova’daki hiçbir yüksekokul tarafından kabul edilmedi. Biz gerçekleri öğrenmek istiyoruz."

Aytmatov’un babası 1937 tarihinde katledilen sayısız Kırgız aydınından sadece birisiydi.

1993 yılında Cengiz Aytmatov’u dehşete düşüren telefon Kırgız Cumhurbaşkanlığından gelmişti. Telefonun ucundaki ses, yeni bulunan toplu mezarda babasının da kemiklerinin olabileceğini söylüyordu.

Yapılan bilimsel araştırmaların sonucunda Stalin’in katlettiği 137 Kırgız Türk’ünün içerisinde Cengiz Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov da vardı.

137 kişi gömüldükleri yerden çıkarıldı ve İslami usullere uygun bir şekilde namazları kılındıktan sonra ‘Ata Beyit’ ismi verilen kabristana defin işlemleri gerçekleşti. Bugün Ata Beyit Kabristanında 138 kişinin mezarı bulunuyor.

138. mezar ise 10 Haziran 2008 yılında kaybettiğimiz Cengiz Aytmatov’a ait.

Ata Beyit’.jpg
Ata Beyit

 

Ondan geriye yaklaşık 128 eser kaldı. Türk halkı onu çoğunlukla ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filmi ile tanıdı. Oysa bu film yalnızca kısa bir eserinden uyarlanmıştı.

Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel, Cemile, Beyaz Gemi ve Toprak Ana” gibi eserleri dünyada 200’e yakın dile çevrildi ve bugün bu eserler dünya edebiyatının kült eserleri arasında sayılmaktadır.

‘Cengiz Han’a Küsen Bulut’ eserinde kullandığı şu ifadeler aslında bütün bir mücadelesinin nedeni ve özeti gibidir;

“Kuvvet kuvveti kırınca, olağanüstü olan değersiz kalır, görkemli olan acınacak hale düşerdi. İşte bundan bir sonuç çıkarıyordu: Bükebildiğin, ezip yok edebildiğin şeyin hiç bir önemi yoktur. Baş eğip diz çökenler, galibin insafına kalmışlardır. Ancak budur hak ettikleri. Dünyanın temel düzeni, asıl kuralı da buna dayanıyordu...”

*Daha ayrıntılı bir okuma için Prof. Dr. Ramazan Korkmaz’ın “Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzleri” isimli eseri incelenebilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU