Türk sağında "dava" meselesi

Ahmet Tarık Çelenk Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Geçenlerde bir YouTube kanalı için yaptığım Abdülhamid söyleşisi oldukça ilgi ve tepki çekti. Ağır ağabeyler nezaket ve sevgi içinde bu konuda sitemlerini bana ilettiler.

Abdülhamid'in birtakım politik zaaflarının mahalle içinde konuşulmasının faydadan çok davaya zarar vereceğini hatırlatan epey telefon aldım.

Tabii ki Abdülhamid'in bu zaaflarını yakalamaktan memnun olup, bunu tarihsel bir hesaplaşma aracı olarak sosyal medyada kullanmaya çalışan ayrı bir fanatik kesimin tutumu da işin cabası oldu.

Anladığım kadarıyla biz tarihte kahramanları ve hainleri istiyoruz, bizlerden farkı olmayan sadece insan olmuş insanları pek tercih etmiyoruz. Bu da ayrı bir yazının konusu tabii ki.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dava konusu olunca, hep aklıma Robert Koleji'nin müdürü köktenci protestan/püriten George Washburn'un hikayesi gelir.

Bilindiği gibi püritenler, papalık ve anlaşamadıkları Krallardan kaçarak Tanrı'nın krallığını kurmak için yeni topraklar arayışı içindeydiler.

Amerika kıtasının kuzeyi ve doğusu onlar için paha biçilmez nitelikteydi. Yerleştikleri topraklara eski yerlerinin isimlerinin başına sadece 'new' (yeni) ifadesini koymakla yetiniyorlardı. New England, New Jersey gibi.

Çok katı Eski Ahit kurallarını birey, aile ve cemaat bazında yaşayan bu topluluklar ticari ve eğitim girişimciliklerinde örnek oluyorlardı.

"Misyon-dava"yı gerçekleştirmek için fedakârlık yapıyorlardı. Amerika'da yerleşen püritenler davalarının peşinde Tanrı'nın krallığı misyonunu kıtalar arasına da yayılıyorlardı. 

George Washburn, bu anlamda "Robert Kolej başlangıçtan bir iman eseridir böyle de olacaktır. Kolej mühründeki slogan ise 'Herşey Tanrı'dandır'" diyerek misyonun tamamlandığını, davanın ise sürdüğünü de belirtiyordu.

Burada dava, İbrahimi geleneğin bir bakıma semitik bir versiyonuydu.


Püritenler, misyon anlamında Eski Ahit bakışıyla kendilerini seçilmiş kavim "chosen nation" kabul ediyorlardı. Bir bakıma Türk sağı da Osmanlı torunu olan Türkiye Türklerinin, Tanrı tarafından özel bir misyon ile seçilmiş olduğu inancındadır.

Bizdeki bu tarihsel sürece en uygun düşen "Gaza ideolojisi" veya "İlayi kelimetullah" kavramları bunun göstergesidir.

Pürütenlerin "Tanrı krallığı" misyonuna uygun tabirleri, bizdeki "Allah'ın kelimesinin yüceltilmesi" tabirine karşılık düşebilir.

Aynı şekilde bu durum Eski Ahitçilerin "yeni dünya düzeni"ne karşı "nizamı alem" ülküsünün karşılığıdır da. İki yaklaşımın da her ne kadar hegemonik yanları varsa da evrensel-kapsayıcı yönleri de mevcuttur.

Özellikle Wittek ve Köprülü gibi tarihçi düşünürler tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun heteredoks kökenli aşiret yapısından bir Cihan devletine dönüşümünde bu izah, tez olarak ifade edilir. 


Rivayet odur ki Balkanlar'daki Slav ve Yunan serf köylüler, Osmanlı ile birlikte özgürlüklerine kavuştular. Osmanlı, Balkan halklarına, öncelikle heteredoks Türk dervişleriyle güven verdi. Bunların gönüllerini kazandı.

Bu bir bakıma Orta Asya'dan Balkanlara ve Ortadoğu'ya akan temiz bir gönül pınarıydı. Evrensel nitelikli insani bir mesajdı.

Bu, bugün bazı tarihçiler tarafından savunulan Osmanlı barışı (pax Ottomana) ütopyasıydı. Nizamı alem ülküsü veya İlayı Kelimetullah, mefkure ve dava da aslında buydu. 

Mahallede ise kendimi bildim bileli adeta bu hususlardan habersizce hep ayrı bir "dava" meselesidir kendi başını almış gider. Pek de durmaz.

Dava adamı olmak, dava için adam yetiştirmek, dava için siyaset yapmak, dava için fedakârlık yapmak belki daha ötesi gibi.

Bu dava konusunun hepimiz çok önemli mübarek bir şey olduğunu addederiz; ama ne olduğunu da sormak aklımızdan pek geçmez. 


İşin biraz düşünsel ve inanç planına girdiğinizde Millî Görüş'ün, Ülkücü hareketin, Mücadele grubunun malum diğer grupların dava anlayışları detayda farklılık arz eder.

İslam ülkeleri birliği, yeniden Turan ülküsünün tesisi veya gerçek milli devletin tekrar kurulması gibi. Bu anlamda bu davalar kendi çapında bir "ütopya" tanımının da karşılığıdır aslında. 

Ancak ortak zihinsel arka planda 5 kıtada "adalet" ile hüküm süren şanlı geçmişimizi tekrar geri getirebilmek vardır.

Osman Turan "Türk Cihan Mefkuresi Tarihi" kitabında bu geçmişi geleceğe yönelik hedef koyarak özetlemiştir. Dava adamlarımızdan Necip Fazıl davayı "sonsuzluğu fetih etmek" veya Nurettin Topçu ise "Ahlak davası" diye tanımlamışlar.

Mahalledeki 70'li yıllar gençliğimizdeki Akıncı, Ülkücü, Mücadeleci gibi adlandırmalar birer dava adamı karşılıklarıydı.

Türk solunda devrimci tanımı sıkça kullanılırdı; ancak dava adamı tabirine pek şahit olmadım. Bir bakıma bu dava tartışmaları bizler için pratikte 'nasıl bir iktidar' tartışmalarıydı da.


Belki de bu fark Türk sağının cemaat anlayışı/yapısının farklılığından kaynaklanmaktaydı. Bu, sosyolog Ferdinant Tönnies'in cemaat ve cemiyet farkı tanımına da çok uymaktadır.

Türk sağında bu iş bir bakıma bir cemaat meselesine dayanıyormuş gibi gözükmekte. Genelde mahallede "Ağabeylik" bu anlamda önemlidir.

Onlar, ne kadar yaşlansanız dahi hep üstte kalırlar, hep bilirler onları eleştirmek de pek mümkün değildir. 

Mahallede genel bir eğilim de davanın makul bir romantizm-idealizm karışımıyla değil "kahtı-rical"  kavramıyla pratikte özdeştirilmesidir.

Kahtı rical bir bakıma başta Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren millet-Anadolu evlatlarının, bürokrasi, siyaset ve iş hayatında bu kadroları dolduran yerli-milli zihniyette olmayan elitlerin işgallerinden dolayı hak ettikleri yerlere gelememesi durumudur.

Bu açıdan Türk sağında kadrolaşmak, başarmaya çalıştıkları bir hedef olarak hep kalmıştır.


Püritenler eğitim, ticaret ve düşünce hayatında davaları doğrultusunda insanlığa katkı yaptılar. Bizim muhafazakâr emlak ve ticaret zengini burjuvazimiz davaları konusunda insanlığa neler kazandırdılar ayrı bir tartışma konusu.

Artık bugünün Türkiye'sinde, Osmanlı'dan bu yana şans verilmeyen Anadolu gençlerinin çevreden-taşradan merkeze yürüyüşleri tamamlanmış durumda.

Bugün baktığımızda artık "Kahtı rical"den bahsetmek mümkün gözükmemekte. Türk sağı 150 yıl öncesinin son hızla mutasyona uğramış Türkçülük, İslamcılık ve ulusalcılık versiyonlarının koalisyonuyla işin -kültürel kısmı- hariç mutlak iktidar.

Anlaşıldığı kadarıyla bizde "dava" da mutasyona uğramış durumda. "Dava" meselemiz iç-dış kaygılar ve komplo teorileri ile artarak hiç gündemden düşmüyor.

Görünen o ki bu mahallenin dava ütopyası ayrı mahallelerin ve dış dünyanın distopyası olduğu sürece bu dava hiç bitmeyecek.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU