Biden, Amerika'nın dünyaya liderlik etmesini istiyor ama etmemeli

ABD’nin “liderliği” dış siyasette müesses nizamın en sevilen eki. Bu artık çağdışı ve tehlikeli bir söylem

Biden, dış politika danışmanı Antony Blinken'ı dışişleri bakanlığına aday gösterdi (Reuters)

Başkan seçilen Joe Biden ve dış politika ekibinin dünyaya nasıl yaklaşacağı hakkında hâlâ bilmediğimiz çok şey var. Ancak net olan şu: Amerika’nın "liderliğine" inanıyorlar.

Biden'ın Dışişleri Bakanı tercihi Antony Blinken, 2015'te yaptığı bir konuşmada bu kelimenin versiyonlarını 21 defa kullanmıştı. Geçen ilkbaharda Biden, Foreign Affairs dergisinde "Amerika neden yeniden lider olmalı" başlıklı bir makale kaleme almıştı. Geçen hafta da ulusal güvenlik adaylarını tanıtırken “Amerika geri döndü, dünyaya liderlik etmeye hazır” dedi.

Umarım bu gerçekleşmez. Trump sonrası çağda "liderlik", Amerika'nın dünyanın geri kalanıyla sürdüreceği ilişkiler söz konusu olduğunda yanlış, hatta tehlikeli bir vizyondur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Son 4 yıldır dış politika elitleri, Trump yönetiminin kavgacı Önce Amerika milliyetçiliğine karşı güvenli, iki partili ve iyi niyetli bir alternatif olarak Amerikan "liderliğini" öne çıkarıyor. Fakat sözlükte "liderlik" kelimesini aradığınızda "ilk veya en önemli yer", "yönetiminde" olmak ve "bir grup insanı kontrol etmek" gibi tanımlar görürsünüz. Liderlik annelik ve elmalı turta demek değildir. Yönetimi üstlenmek demektir.

Biden, Amerika'nın neden bu ayrıcalıklı rolü hak ettiğine dair iki gerekçe sundu. Birincisi verasete dayalı: Foreign Affairs dergisindeki yazısında "Amerika Birleşik Devletleri'nin 70 yıl boyunca Demokrat ve Cumhuriyetçi başkanların yönetimi altında kolektif güvenliği ve refahı artıran kuralların yazılmasında öncü bir rol oynadığını" yazdı. Başka bir deyişle, Amerika geçmişte bunu çok etkili bir şekilde yaptığı için şimdi de dünyaya liderlik etmelidir.

Dov H. Levin'in "Meddling in the Ballot Box" (Seçim Sandığına Müdahale) adlı kitabına göre, 1945-1989 arasında ABD başka ülkelerdeki seçimlere 63 kez müdahale etti. Yani Biden'ın Amerika’nın Soğuk Savaş liderliğine dair neşeli tarihi pek çok şeyi dışarıda bırakıyor. Ama II. Dünya Savaşı sonrası dönemi romantikleştirseniz bile, bu çoktan unutulmuş bir şey.

James Goldgeier ve Bruce W. Jentleson'ın yakın zamanda belirttiği gibi, ABD 70 yıl önce dünyanın gayri safi hasılasının kabaca yarısını oluşturuyordu. Şimdi 7’de birinden biraz fazlasını oluşturuyor. Avrupa Birliği'nin satın alma gücü paritesine göre ayarlanan toplam GSYİH'si neredeyse ABD'ninki kadar büyük. Çin'inki şimdiden daha büyük ve koronavirüs salgını muhtemelen aradaki farkı daha da artıracak. "Liderlik" ifadesinin varsaydığı güç hiyerarşisi artık (en azından ekonomik olarak) yok.

Biden'ın ikinci gerekçesiyse ahlaki. 2017'de yazdığı gibi, "diğer ülkeler bizim izimizi takip ediyor çünkü Amerika'nın sadece kendi çıkarlarını korumakla kalmayıp herkesin özlemlerini ilerletmeye çalıştığını biliyorlar". Ne var ki Amerika'nın son onlarca yılki davranışını inceleyip küresel refaha yönelik özel taahhütler çıkarmak zor. Brown Üniversitesi bünyesindeki Watson Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Enstitüsü'nün yürüttüğü bir araştırmaya göre, Amerika'nın 11 Eylül sonrası savaşları 37 milyon insanı yerinden etti. Ve Donald Trump Beyaz Saray'a girmeden önce bile Amerika Birleşik Devletleri kara mayınlarını, misket bombalarını ve nükleer testleri yasaklayan, küresel silah satışını düzenleyen, okyanusları koruyan, soykırım ve savaş suçlarının kovuşturulmasının önünü açan, kadınların, çocukların ve engelli bireylerin haklarını koruyacak uluslararası anlaşmaları onaylamayı reddetmişti. Dünyadaki çoğu ülke bu anlaşmaların tamamını veya tamamına yakınını onaylamış durumda. Başka hiçbir ülke bunların tümünü reddetmiş değil.
 


Trump, ABD’yi Paris iklim anlaşmasından, İran nükleer anlaşmasından, Dünya Sağlık Örgütü'nden, Trans-Pasifik Ortaklığı müzakerelerinden, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nden, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nden, Açık Semalar Anlaşması'ndan ve Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan çekerek bu uyumsuzluğu daha da büyüttü. Bu küresel liderlik hakkını kazanmış bir ülkenin sicili olamaz. Bu önce küresel katılım üzerine çalışması gereken bir ülkenin sicili.

Ne yazık ki Biden'ın Amerikan standartlarına göre çok kutupluluk yanlısı olan danışmanları bile baskın güç olmaksızın işbirliği yürütmeyi hayal etmekte zorlanıyor. Blinken "Hoşumuza gitse de gitmese de, dünya kendi kendini organize etmiyor" dedi. Ne var ki, Birleşik Devletler’in "başka bir ülke bizim yerimizi almaya çalıştığında veya belki daha da kötüsü olduğunda, yani kimse bu yeri almadığı zaman, nihayetinde kötü olaylarla dolu bir boşlukla karşılaştığınızda" ne olduğunu keşfettiklerini söyledi.

Amerika'nın kararları vermediği koşullarda uluslararası işbirliğinin çöktüğü doğru değil. Amerika Birleşik Devletleri Paris iklim anlaşmasından çekildiğini duyurduktan sonra bile hiçbir imzacı onun peşinden gitmedi. Aksine Avrupa Birliği, Çin, Japonya ve Güney Kore kısa süre önce ekonomilerini en geç 2060 yılına kadar karbon nötr hale getirme sözü verdiler. Bu yaz Trump yönetiminin Dünya Sağlık Örgütü'nü terk etme tehdidinin ardından, Fransa ve Almanya verdikleri ödeneği artırma taahhüdünde bulundu.

Mesele Amerika'nın ortak küresel çabalara katılmasının gereksiz olması değil. Tam tersine, bu hayati önem taşıyor. Ama çoğu zaman Amerika'nın bu çabalara sunacağı en iyi katkı kuralları dikte etmek değil, onları kabul etmektir.

Liderlik yerine ortaklığı seçmek, bazılarına Amerikancılığa aykırı görünebilir. Ama çoğu Amerikalının istediği şey bu. Gallup 20 yıldır Amerikalılara soruyor: ABD dünya meselelerinde nasıl bir rol oynamalı? Seçenekler şöyle: "Başrol", "önemli bir rol", "küçük bir rol" veya "hiçbir rol". "Önemli bir rol" kayda değer bir fark atarak her seferinde birinci sırayı alıyor. Eylülde Şikago Küresel İlişkiler Konseyi Amerikalılara, Amerika Birleşik Devletleri'nin "egemen" bir liderlik rolü mü yoksa "ortak" bir liderlik rolü mü üstlenmesini tercih edeceklerini sorduğunda "ortak" liderlik neredeyse üçte bir oranında galip geldi.

Biden'ın geçen hafta dediği gibi, Birleşik Devletler'in "masanın başına oturması" gerektiğine inananlar sıradan Amerikalılar değil. Bunu savunanlar dış politika elitleri ve Amerika’nın üstünlüğüne karşı kamuoyunun gösterdiği muhalefeti de sıklıkla "izolasyonculuk" diye kötülüyorlar. Ne var ki, Amerika'nın iç adalet mücadelesinin ön saflarında yer alanların sıklıkla savunduğu muhalif bir dış politika geleneği de var. Dr. Martin Luther King Jr., Vietnam Savaşı'na karşı 1967'de yaptığı konuşmada Birleşik Devletler hükümetini “günümüz dünyasının en büyük şiddet sponsoru” olarak nitelendirmişti. Böyle bir hükümetin "başkalarına her şeyi öğretebileceğini ve onlardan öğrenecek hiçbir şeyin olmadığını" iddia etmemesi gerektiğinde ısrarcıydı. Dr. King, ABD’nin öncelikle küresel sefalet konusunda kendi yarattığı payı azaltarak ve ikinci olarak “yoksulluk, güvensizlik ve adaletsizlikle" savaşmak için başkalarıyla birleşerek dünyaya hükmetmek yerine onunla “dayanışma” göstermesi gerektiğini savunmuştu.

Biden ekibi, dünyaya yaklaşımlarının parolası olarak liderliği değil dayanışmayı seçmeli. Bunu yaparak Amerika Birleşik Devletleri diğer uluslara yardım etmek için çok şey yapabileceğini, ilk yükümlülüğününse özellikle Trump döneminin dehşetinden sonra zarar vermeyi bırakmak olduğunu doğrulamış olacak.

* Peter Beinart, City University of New York'ta Newmark Gazetecilik Yüksek Okulu'nda gazetecilik ve siyaset bilimi profesörü. Aynı zamanda Jewish Currents'ın editörü olan Beinart, haftalık haber bülteni The Beinart Notebook'u kaleme alıyor.



* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

nytimes.com/opinion

Independent Türkçe için çeviren: Noyan Öztürk

DAHA FAZLA HABER OKU