Ürdün'ü tanıyan herkes, kaderinin hem Ürdünlü hem de Filistinli olduğunu bilir. Filistin yarasını öylece bırakamaz ve bırakmak da istemiyor.
İki devletli çözümün uygulanması Ürdün'ün en yüksek çıkarıdır. Bu yaranın kanamaya devam etmesi, kaygıyı, Ürdün’ün hayatının bir parçası haline getiriyor.
Ürdün ve Filistin'in kaderleri arasında ayrılmaz bir örtüşme var. Kral İkinci Abdullah'ı tanıyanlar bilir ki, iki devletli çözüm hem ziyaretçileriyle yaptığı görüşmelerde hem de kapsamlı uluslararası ilişkilerinde sürekli gündem maddesidir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ürdün, yüzyıllardır devam eden adaletsizliğin ardından Filistin halkı için adaletin sağlanmasında iki devletli çözümü vazgeçilmez bir anahtar olarak görüyor.
Çözümü, Ürdün'ün istikrarı ve aşırılık rüzgarlarının esmesini engelleme açısından gerekli sayıyor.
İki devletli çözümü Filistinliler, Ürdünlüler, Araplar ve uluslararası toplum için bir ihtiyaç olarak görüyor.
Çatışmanın devam etmesi istikrarsızlık riskini hazır tutuyor. İlgili ülkeleri endişelerini hafifletmek veya azaltmak için kaynaklarını tüketmeye zorluyor.
Ürdün, İbrani devletinin kuruluşundan beri sıcak bir tabakanın üzerindeymiş gibi yaşayan bölgede, istikrarın sağlanması için iki devletli çözümün şart olduğuna inanıyor.
Filistin devleti, bölgeyi, nüfuz genişletme veya rol pekiştirme ile ilgili ajandaları gerçekleştirmek için Filistin adaletsizliğine dayanan projelerden koruyor.
Gerçek şu ki, dünya Gazze'deki savaş ateşini bir an önce söndürmemekle büyük hata yaptı.
Dünya dediğimizde nüfuz sahibi büyük güçleri ve savaşa katılan tarafları kastediyoruz.
Gazze savaşının Gazze'den daha büyük olduğu, savaşın ilk mumunu söndürmeye yaklaşmasına izin vermenin, çatışma sahası ve çevresindeki tehlikeleri iki katına çıkaracağı bir sır değildi.
İsrail ordusunun Batı Şeria'daki direniş odaklarını ortadan kaldırmaya karar vermesiyle savaş daha da korkunç bir aşamaya girdi.
Gazze'deki açık katliam sahnelerinin yaralayıcı ve acı verici olduğunu, bölgenin damarlarına bir öfke fırtınası pompaladığını söylemek abartı olmaz.
Daha önceki İsrail-Filistin çatışmalarını takip edenler, programlı öldürme ve sistematik yıkım sezonunun çatışma kıvılcımlarının asıl sahnenin dışına sıçramasına neden olmasına şaşırmayacaktır.
Kral Hüseyin Köprüsü'nde dün meydana gelen ve üç İsraillinin ölümüyle sonuçlanan olayın en tehlikeli yanı, sanki mevcut çatışmanın öldürücü bir darbe ile bitmesi gerekiyormuş gibi davranan radikal ve pervasız bir İsrail yönetimi altında yaşanmasıdır.
Bu eğilimin destekçileri, İsrail'in yakın gelecekte yeni bir savaş çıkma ihtimalini ortadan kaldırmayan bir çözümü kabul edemeyeceğini söylüyorlar.
Buradan yola çıkarak Gazze haritadan silinmeye çalışılıyor. Yaşama elverişli olmayan bir enkaz yığınına dönüştürülüyor.
Batı Şeria istikrarsızlaştırılıyor ve bölge sakinleri arasında Gazze'deki sahnelerin evlerine ve köylerine taşınması ve sahada yeni oldu bittilerin empoze edilmesi ihtimali korkusunu yayıyor.
En az bunun kadar tehlikeli olan husus, İsrail içindeki muhalefetin savaşı uzatmakla suçladığı Binyamin Netanyahu'yu devirememesidir.
Bu iç başarısızlığa dış başarısızlık da eşlik etti. Joe Biden yönetimi Netanyahu'yu dizginleyemedi ve ona karşı darbe düzenleyemedi.
O ise daha da sertleşiyor ve ABD'yi, Washington'un şu ana kadar içine kaymayı önlemeyi başardığı bölgesel bir savaşın eşiğine getiriyor.
Netanyahu hükümeti, mevcut savaşın, kazanılmasının insani ve ekonomik kayıplara, uluslararası ve bölgesel ilişkilerde kayıplara katlanmaya değer varoluşsal bir savaş olduğu temelinde hareket ediyor.
Netanyahu, İsrail'in alışık olduğu kısa savaşların aksine uzun bir savaş yürütmesini sağlamayı başardı.
Onu alevleri Yemen ve İran topraklarına ulaşan çok cepheli bir savaşa sokmayı pratik olarak başardı.
Beyrut ve Tahran'da ses getiren suikastları da içeren açık ve sınırları olmayan bir savaşa girmesini sağlamayı başardı.
Bu İsrail ikliminde, Kral Hüseyin Köprüsü hadisesi son derece tehlikeli sayılıyor.
İsrail tanklar, İHA’lar ve buldozerlerle yürütülen saldırılarla yaşayan Batı Şeria çevresine uyguladığı izolasyonu sıkılaştırmak için bunu kullanabilir.
Netanyahu hükümetinin Aksa Tufanı'nı sadece rehineleri mahkumlarla takas etme operasyonu değil, bir savaş olarak değerlendirdiği söylenebilir.
O tarihten bu yana, çatışmanın Filistinli özüyle uğraşmaktan kaçınmak için mevcut çatışmanın İran boyutunu vurgulamaya özen gösteriyor.
Durumu, Filistinlilerin İran, Hizbullah ve diğer "direniş ekseni" tarafları yanında rol aldıkları bir İsrail Devleti'nin kökünü kazıma girişimi olarak lanse ediyor.
İsrail bu nedenle Filistinlilere sadece bir yanıt vermeye veya onları cezalandırmaya değil, onlara karşı bir savaş başlatmaya karar verdi.
Gazze'deki yıkıcı savaşın başlangıcından itibaren Ürdün, geniş çaplı tehlikelere karşı uyaran sesini yükseltti.
Yardım operasyonları alanında devam eden girişimlerine paralel olarak İsrail'in buldozer politikasına yönelik kınamalarını da artırdı.
İsrail'in Gazze'deki savaşını Batı Şeria'daki kamplara ve şehirlere taşımasıyla Ürdün'ün tehlikeyle ilgili endişeleri de arttı.
Endişesi yalnızca Batı Şeria'da yaşanacak zorla göç ettirme eylemlerinden duyduğu korkuyla sınırlı değil, aynı zamanda iki devletli çözümü imkânsız hale getiren bir gerçekliğin sahaya dayatılmasından duyulan korkuyu da içeriyor.
Zira bu, Filistin davasının eritilmesi ve tüm pencerelerin kapatılması anlamına gelir ki, bu da geriye tek seçenek olarak açık çatışmaları bırakır.
Ürdün hedef tahtasında olduğunu, İsrail'in Filistin sorununu kendi aleyhine çözme çağrılarına uzun süredir direndiğini, İsrail ile en uzun sınıra sahip olması nedeniyle hedef alındığını biliyor.
Bölgesel ve uluslararası ilişkilerinde ılımlılığı seçmesi, kendi kararlarını alma bağımsızlığına sıkı sıkıya tutunması, coğrafyanın baskılarını, İran baskısı da dahil olmak üzere bölgesel baskıları reddetmesi nedeniyle hedefte olduğunu biliyor.
Ürdün'ün istikrarının Ürdün'ün ihtiyacı olduğu kadar Filistin'in de ihtiyacı olduğunu söylemek abartı olmaz.
İstikrarlı bir Ürdün, Filistinlilere uygulanan adaletsizliğe son verilmesi arayışında yararlı bir unsurdur.
Ürdün'ün istikrarı Araplar için zorunlu bir ihtiyaçtır, çünkü bu istikrarın yokluğu bölgesel güç dengesinde büyük ve tehlikeli bir bozulmaya neden olacaktır.
Ürdün tehlikelerin ortasında yaşama konusunda uzun bir deneyime sahip.
Gerçekçi politikalar ve uluslararası ilişkilerinin sürekli korunması, aynı zamanda bölgedeki yangınların ortasında yaşamak üzere eğitilmiş sağlam bir güvenlik kurumunun varlığı, onun korunmasına katkıda bulundu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.