Avn'ın mı yoksa Lübnan'ın mı sonbaharı?

Sonbahar sanki 100'üncü yılını kutlayan bir hastanın (Büyük Lübnan Cumhuriyeti) canını almaya gelmiş bir katildi

Fotoğraf: AA

Uyku aldatıcıdır. Uyumaman gerektiğinde arkadaşın olur.

Ona ihtiyacın olduğunda ise oralıkta yoktur.

Şafaktan önce uyandı. Bir şey onu ofisine yönlendirdi. Sarayda tek bir hareket bile yoktu.

Çünkü gece her şeyin hakimidir ve yalnızca kaderin başkalarının rahatça uyuması için seçtikleri uyanıktır.

Sarayın yeniden canlanmasına daha saatler var.

Çalışanların, danışmanların ve randevusu olan ziyaretçilerin gelişine daha var. Ama onun için oyun eski eğlencesini ve tadını kaybetmişti. Tekrarlana tekrarlana parlaklığını yitirmişti.

Hem yetkileri hem de şansı azalmıştı. Ziyafetlerin anası olan iktidara zehir işte böyle yavaş yavaş sızardı.

Ofis dünden farklı değildi. Duvara asılı takvimi görünce bir an durdu.

Ne yeri ne de pozisyonu değişmişti.

Takvim, yandaşlardan, muhaliflerden, çalışanlardan ve danışmanlardan daha doğru ve güvenilirdir.

Zaman, bıktırıcı bir kutsallık ve öldürücü bir monotonluk ile görevini yerine getirir.

Her gün bir gününü yitirir.

Zaman, insanların ömür yapraklarını saçarak eğlenir.

Görev dönemlerinin yapraklarını dağıtarak eğlenir.

Sarayda her şey sürekli değişir.

Efendisinin ve maiyetinin adı, konular, yaklaşımlar ve yönelimler değişir.

Halkın sarayda ikamet eden kişiye göre duyguları değişir.

Keza büyükelçilerin pozisyonları ve ciddi gülümsemeleri de...

Tek başına takvim, günleri unutkanlık nehrinin sularına bırakıp işine devam eder.

Takvimin sesi gariptir. Zamana ve sesine kulak verene göre değişir. Her yeni dönemin başlangıcında, kutlamaya susamış şehirlerde patlayan havai fişeklere benzer.

Zaman geçtikçe zaman parlaklığını yitirir. Tik takları, gitme vakti yaklaştıkça gittikçe daha şiddetli çalan çanlara dönüşür.

Anavatan, vatandaşlarının parmaklarının arasından kayıp gittiğinde ve elden bir şey gelmediğinde dökülen yaşlar mühürlerin mürekkebine karıştığında, zamanın tik takları ile gözyaşlarının tadı birbirine karışır.

Takvim yalan söylemez. Danışmanlar onu ne yanıltabilmiş ne de rüşvetle kandırabilmişlerdir. Çünkü o, onlar gibi sözlükteki kelime dağarcıklarını ve anayasanın bölümlerini manipüle etmek için eğitilmemiştir.

Takvim masumca ve acımasızca, sonbaharın yarın sabah başlayacağını söylüyordu. Onun hesapları doğrudur. O alışkanlıklarını değiştirmeme hakkı vardır.

Hem sonbahar da diğerleri gibi bir mevsimdir. Doğanın tekrarlanan döngüsünün çocuklarından biridir.

Dolayısıyla sonbaharın gelmesi çok doğal. Ama acı olan kokusunun daha o gelmeden önce etrafı sarmasıdır. İntikamla görevlendirilmiş gibi gelmesidir.

Bu sonbahar, dökülen yapraklardan, kırılan gövdelerden ve sağanak yağmurlardan daha tehlikelidir. Bu sonbahar herhangi bir sonbahardan daha da tehlikelidir.

Ve zamanı geldi; Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, ofisinin içinde volta atmaya başladı.


Avn, bir zamanlar kendisini şanslı görüyordu.

Cumhurbaşkanlığı sarayına, salt çoğunlukla seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak yerleşmişti.

Cumhurbaşkanlığı başlangıçta uzun süre kavgalı olduğu, Saad Hariri ve Velid Canbolat'ın imzalarını taşıyordu.

Keza amansız düşmanı olan Lübnan Kuvvetleri Partisi ve lideri Samir Caca'nın imzasını da.

Emel Hareketi lideri Nebih Berri ile hikayesi ise farklıydı. Berri, müttefikinin müttefikiydi ama kimyaları ne geçmişte ne de şimdi uyuşmamıştı.

Her biri diğerini, acı bir ilaç içmek zorunda olan biri gibi kabullenmek zorundaydı.


Cumhurbaşkanı seçilmesinde şansın da bir rol oynadığını kendi kendine itiraf etmek istemese de Refik Hariri'nin kanı olmasaydı, sürgünden ülkesine geri dönüş kapıları kendisine kayıtsız şartsız açılmayacaktı.

Avn, Cumhurbaşkanlığı makamına ulaşmak için Şam ve Anjar sınavlarını birlikte geçmek zorunda kalmıştı.

Bu, kendisini neredeyse "tam uyum döneminin" Cumhurbaşkanı Emil Lahud'un gözden geçirilmiş bir versiyonuna dönüştürecekti.

Ayrıca Hariri'nin kanı olmasaydı Samir Caca da hücresinden çıkamayacaktı.


Bugün ise Avn, şansız olduğunu düşünüyordu. Beyrut Limanı üzerinde ölümcül mantar bulutu göründüğünde Hariri, Canbolat ve Caca da onunla aynı gemide yolcu olsalardı ne iyi olurdu!

Olmayan samimiyet ve muhabbet ışığında birlikte yaşamak yerine onlardan ayrılmayı seçerek hata mı yapmıştı?

Acaba, damadı Cibran Basil'in çetrefilli de olsa dostlukları, maliyetli de olsa ittifakları sürdürme yeteneğindeki yapısal zayıflığın bedelini mi ödüyordu?

Aklına gelen yeni bir düşünceyi hemen kovdu. Görevde olduğu sürece kendisine yapılan saldırıları hatırlamıştı.

Acaba onlarca yıl aradan sonra saraya dönmeseydi daha mı iyi olurdu?

Raymond Eddé'yi örnek alıp özgürlüğünü, imajını, muhalefet etme ve eleştirme hakkını korusaydı daha mı iyiydi?

Eddé, düşüncelerinin derinliklerinde, başkanlığın ona sunduğu aşağı acizlikten kaçarak, muhalefetin politikacıya sağladığı parlaklığı korumaya mı çalışıyordu?

Takvim acımasızdır.

Günlerle oynadığı kumarı durdurmak için güvenlik organları onu tutuklayamazlar. Arabulucular onu bundan vazgeçmesi için ikna edemezler.

Görev süresinden geriye iki yıldan biraz fazla zaman kalmıştı. İlk kez tarihin hakkında söyleyebileceklerinden korkuyordu.


Geçmişte güçlüydü.

Bizzat tarihin, ülkeyi kurtarması için kendisini görevlendirdiğine inanıyordu.

Kahraman Emir Fahreddin gibi ülkesine geri dönmesi için onu sürgüne gönderdiğini düşünüyordu.

Ne tarihten ne de hesap vermek için karşısında duracağı günden korkuyordu. Ama artık içi müsterih değildi. Kendinden emin değildi.


Şansızlıklar, kendi döneminde bir araya geldiği için neredeyse takvimi paylayacaktı.

Lübnanlılar bir sabah uyanmışlar ve siyasi elitlerin bankalardaki varlıklarını yağmaladığını, hayatlarının birikimlerini bir bilinmeze attıklarını keşfettiler.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na yürüdüler.

Gözler güçlü olması gereken ya da öyle olduğunu söyleyen kişiye çevrildi.


Ardından büyük bir patlama gerçekleşti. Bu kez Lübnanlılar, Beyrut'un yarısının yerle bir olduğunu keşfettiler.

Enkaz, ölü ve yaralılar birbirine karıştı.

Akdeniz kıyısında en geniş çaplı suikast eylemi gerçekleşti.

Acı ve utanç verici ve küçük düşürücü amonyum nitrat katliamı yaşandı.


Amonyum nitrat arkadaşları tarafından geride bırakıldığı için patlamak üzere olan bir çocuk gibi yıllardır limanda kalmıştı.

Hiç kimse bu konuyu açmaya cüret edememişti. "Küstahlık" suçlama ve yanılsama sınırlarının ötesine geçmişti.

Cumhurbaşkanı, yarı başkanlık ve yarı parlamenter sistemi kabul etmenin bedelini kendi birikiminden ödemişti.

Ayrıca, hükümet kurma ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri dönemlerinde Cumhuriyet'e yönelik baskılara katılmasının, Hizbullah ile ittifakına güvenmesinin ve kitlesi önünde kendisini zor durumda bırakmaması konusunda müttefikini ikna edememesinin bedelini de ödemişti.


Bu, herhangi bir sonbahardan daha sert bir sonbahardı.

Lübnanlılar daha önce hiç "ölüm botları" ile denize açılmamış ve bu nedenle denizde boğulmamışlardı.

Ama şimdi kapılarını çalan açlıktan kaçmak için Kıbrıs adasına gitmek üzere bu botlarla denize açılıyorlardı.   

Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Hariri suikastını takip eden günler dışında daha önce hiç protestocuların korkusuyla kum torbalarının arkasına saklanmamıştı.

Hiçbir Maruni Patriği, Patrik er-Rai'nin mevcut duruma ilişkin sözlerinde ima ettiği şekilde hiçbir zaman Maruni bir Cumhurbaşkanını kınamamıştı.

Birlikte yaşamanın zorlukları asla şimdi olduğu kadar ortaya çıkmamıştı. Ülke iflas etmemiş, izolasyon ve yaptırımlara maruz kalmamıştı.


Sonbahar sanki 100'üncü yılını kutlayan bir hastanın (Büyük Lübnan Cumhuriyeti) canını almaya gelmiş bir katildi.

Acaba tarih onun hakkında ne yazacaktı? Bu soru aklını kurcalayıp duruyordu.

Lübnan, bölgenin çehresinin değiştiği ve yeni dengelerin ortaya çıktığı bir zamanda limanını kaybetti.

Lirasını, üniversitesini ve hastanesini kaybetti.

Sarayın kendinden önceki sakinleri olan başkanların fotoğraflarının önünden geçerken yüzü bembeyaz oldu.

Kamil Şamun'a ne diyecekti? Oysa kendisi bu yetenekli avcıya hayrandı.

Beşir Cemayel'in fotoğrafına bakmak bile istemiyordu. Çünkü gözlerinde şiddetli bir azar ile ona bakabilirdi!

Elias Hrawi, Emil Lahud, Mişel Süleyman'ın fotoğrafları önünde durmak istemiyordu. İçini başkanlığı ondan çaldıkları duygusu sarmıştı.

Kendisine takvim ile birlikte tek başına yaşayacağı (ki bu takvimde yılın tamamı adı sonbahar olan bir mevsimden ibaretti) bir Cumhurbaşkanlığı Sarayı bıraktıkları duygusuna kapılmıştı...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU