Derler ki; dağ keçilerinin itikadı o kadar derindir ki, güneş dağların ardına çekildiği andan itibaren ayağını dervişlerin toprağından çekerlermiş. Kayalık alanlara gidip, orada uzanıp yatarlarmış. Çünkü onlar da biliyor ki, Hz. Muhammed’in nuru dağların ardına çekildiğinde, dervişlerin toprağı kendini mühürler.
Dersim Alevilerine göre, can, ruh ve beden birbirinden tamamen razı olduğunda, insan ölümsüz olabilir ve zamanın ötesine geçer. Dersim’deki ziyaretlerin tümü, bu ölümsüz varlıkların mekânlarıdır. Ve inanışa göre ölümün ötesine geçen insanların, evliyaların, ermişlerin, Ocak atalarının; at, kartal, dağ keçisi gibi hayvanları, ağaçları olabilir. Bu ağaçlar ve hayvanlar evliyanın koruması altındadır, onun sürüsüdür. Dersimliler, her evliya sürüsünün kendisine has özellikleri olduğuna inanır.
Derviş Cemal Ocağı’ndan Kedekli Zeynel Dede (Zeynel Batar) ve aynı ocaktan Ali Ekber Firik Dede, ikisi de Dersim’de yaşayan Alevi inanç önderleri. Independent Türkçe’ye her biri bir pire, bir dervişe ait olduğuna inanılan dağ keçilerinin kutsallığına dair rivayetleri şu sözlerle anlatıyorlar:
“Dersimlilerin dualarından eksik etmedikleri bu evliyaların ilki Sarık Sıvan’dır. ‘Sıvan’ çoban demektir ve sarık da sarık takmasından gelir. Dersim’e Şıx Ahmet Dede tarafından gönderilmiştir ve Dersim evliyalarının başıdır. Sarık Sıvan’ın Kırklar Dağı’nda bir mağarası vardır ve bu mağarada keçileriyle yatar. Sarık Sıvan keçileri; Hozat’ta Yılan Dağı ve Ali Boğazı tarafında yaşarlar. Kulaklarının bir tarafı bıçakla kesilmiş gibidir ve bu onların tılsımıdır.”
Bir diğer evliya ise Alaaddin Keykubat zamanında Malatya civarında yaşayan Şıx Ahmet Dede.
“Onun dağ keçileri ise sağ arka ayaklarından hafif topallar. Rivayete göre kendisine misafir olan Alaaddin Keykubat ve askerlerine bir keçi ikram eder, ancak askerlerden keçinin kemiklerini kırmadan yemelerini ister. Ancak bir asker eti yerken kemiği kırar. Ertesi gün Şıx Ahmet Dede, bu askere kemikleri yerli yerince dizmesini söyler ve çubuğunu üç kere vurunca keçi ayaklanır. Ancak kemiği kırıldığı için topaldır, ondan doğan bütün keçiler hep topal kalır.”
Dersim’in kutsal evliyalarından biri de, Hıristiyanlığa ilk inanan kişilerden olduğuna inanılan Gergis Aleyhisselam.
Zeynel Batar Dede, ona dair rivayetleri de şöyle dile getiriyor:
“Derler ki, Hıristiyan inancı nedeniyle Kemah zindanına atılan Gergis, krala ettiği beddua ile onu domuza çevirir. Daha sonra ancak Munzur Dağı’nın taşlarıyla örülen bir kilise yapması karşılığında bedduasını geri alır. Serbest kalınca da Munzur’da yaşar, bazen dağ keçileriyle görünür, bazen kurtlarla, bazen meleklerle, bazen insanlarla. Dara düşenin darına yetişir. Bağır Gölü çevresindeki keçilerin Gergis Aleyhisselam’ın keçileri olduğuna inanılır.”
Dersim’in bütün dağlarını gören bir zirve olan Düzgün Baba Tepesi’nde ise, ‘Male Düzgün’ olarak bilinen Düzgün Baba’nın keçilerinin yaşadığını söylüyor Ali Ekber Dede:
“Anlatılan odur ki, Düzgün Baba elindeki asayla karın içinden bile meşeler çıkararak hayvanlarını besleyen bir çobandır. Hayvanları o kadar akıllıdır ki, içlerinden biri gözcülük yapar ve tehlike anında öksürür. Babasının bunu fark etmesiyle utanan Düzgün, üç adımda zirveye çıkar ve babasının seslenmesine cevaben asasını toprağa vurur. Keçilerin yarısı babasıyla gider evcilleşir, yarısı da dağlarda onunla yaşar sır olur.”
Dersim’in en bilinen evliyalarından biri de adı dağlara ve ırmakla konan Munzur Baba:
“Elindeki süt dolu bakracı şimdiki Munzur Irmağı’nın ilk çıktığı yere döken, Munzur Baba’nın da dağ keçileri vardır. Bakraç dökülür ve döküldüğü yerde süt gibi bembeyaz su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar, bastığı her yerden su çıkar. Fışkıran bu sulardan ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar, bu ırmaktan öteye geçemezler ve Munzur suyun çıktığı bu gözelerden birinin içine girerek suyun ve dağın kendisi olur. Munzur Baba’nın keçileri, Munzur Dağı’nda bulunur.”
Horasan’dan gelen ve Mazgirt yöresine yerleşen Şıx Çoban’a dair anlatı ise şöyle:
“Mazgirt yöresindeki keçiler ise Şıx Çoban adlı evliyanındır. Horasan’dan gelen bu evliya, insanların içinde gezmektense dağlarda, doğada üç-dört keçisiyle gezermiş. Şıx Çoban’ın türbesi, Mazgirt Köprüsü’nün yanındadır.”
“Ve Dersim’in en kutsal hayvanları ise Ana Fatma keçileridir” diyor Zeynel Dede: “Ama keçileri Ana Fatma’yla hiç görünmedi, çünkü o mübarek bir sırdı. Görünmediler ama hep onun yanında, yöresinde yaşadılar. Ana Fatma keçilerinin ortasına beyaz bir pul vardır, beyaz pulun etrafında da kırmızı siyah çizgilerle bir taç.”
Bu kutsal hayvanların başında da son zamanlarda yasak avlanmaya konu olan dağ keçileri ya da yöre halkının deyimiyle Bezuvarlar ve Şamua olarak adlandırılan çift boynuzlu geyikler geliyor. Zeynel Dede’ye göre bu tılsımlı, kutsal hayvanları öldürmek Kerbela’daki Hasan ile Hüseyin’i öldürmekle aynı derecede zalimlik. “Onları öldürmek Kerbela’da yapılan katliamın aynısıdır” diyor ve kendilerinin hayvanlarla ilişkisini şöyle anlatıyor:
“Biz onları gördüğümüz zaman dua ediyoruz ve diyoruz ki ‘yarabbi bu dağlarda sen bunlara nasıl sahip çıkıyorsan, bizi de koru, bizi de kaza belalardan sakla’. Çünkü onlar ilahi nurun mahlukatlarıdır, onlar aynı zamanda İmam Hüseyin’in kendisidir, onlar bu yolda baş veren veli ve enbiyalardır.”
Sözünün burasında Dersim’in en büyük evliyalarından Şıx Ahmet Dede’ye dair bir rivayeti naklediyor:
“Bir Hıristiyan kadını eş olarak Şıx Ahmet Dede’ye veriyorlar. Dede, kadına ‘üstündeki cevheri, kispetini söküp atacaksın, gönlünü bana bağlayacaksın, Ehlibeyt’e iman edeceksin, ondan sonra benim eşim olabilirsin. Bunları yapıp benim hırkamı üstüne atarsan, bu geyikler ve keçiler senden kaçmaz’ diyor. Kadın üzerindeki parıltılı giysileri soyunup, Dede’nin hırkasını gidiyor. Eski giysilerini, altını, zümrüdünü de bir taşın altına koyuyor. Sonra bütün dağ keçileri etrafına doluşuyor. Kadın anlıyor ki, bunların inancı sağlam bir inançtır, doğru bir inançtır, ulu bir inançtır. Alevi oluyor ve adını Gevher koyuyor. Eski elbiselerinin olduğu taşın altına bakınca da, hepsinin yılan çıyan olduğunu görüyor. Şu anda o taş hala vardır ve altında yılan çıyan kaynar. O yılan çıyanlar, Gevher Ana’nın babasından gelen ziynetlerdir. İşte bu geyikler, bu keçiler o kadar kutsaldır, dünyevi her şeyin tam karşısındaki maneviyatın tılsımıdırlar.”
Aleviliğin bütün canlıları kutsal saydığını da dile getiriyor Zeynel Dede ve “Çünkü bize göre bütün mahlukat Allah’ın varlığını tanır, dünyada yaratılan bütün canlı varlıklar hepsi Allah’a ibadet eder. O yüzden hiçbir canlıya zarar vermek doğru değildir. Her mahlukatın bir vadesi vardır, ona göre yaşar. Bunun aksini yapmak zalimliktir, Yezidliktir, Muaviyeliktir” diyor.
Zeynel Dede, eskiden dağ keçilerini ve geyikleri öldürenlerin cemlere alınmadığını, cezalandırıldığını, düşkün ilan edilerek Alevi toplumundan çıkarıldığını da anlatarak bunu şu sözlerle savunuyor: “Ehlibeyte ikrar veren, pirini tanıyan ve o yolun içinde olan bir talibin yanlış yapması mümkün değildir. Alevi demek, dünyadaki 18 bin alemde yaratılanı sevmiş olmak, onlara saygılı olmak demektir. Alevilik her şeyden önce temiz kalplilik gerektirir.”
Dersim’in dağ keçilerine dair, önemli çalışmalara da imza atan Dersimli sanatçı Metin Kahraman ise sorularımıza yanıt vermeden önce, Alevi deyişlerinin en önemlilerinden biri olan ve aşık Zeynel Kahraman tarafından söylenen bir deyişiyle söze başlıyor:
“Geyik ne melersin/ Dağı taşı delersin/Bir yavrunun yolu / Geyik ne çok melersin / Adayıp atandadır / Geyik ne arasın dağı taşı / Okuyup yazandadır/ Yavrun bu kazandadır /Adayıp atan'dolsun /Okuyup yazand'olsun / Benim yavrumu alanın İki gözü kör olsun.”
Bu deyiş, yavrusu avcılar tarafından öldürülen bir geyiğin, avcı ve dervişle sohbetini anlatıyor. Deyişin sonunda, derviş yavruyu avcılardan kurtarıyor.
Sanatçı Kahraman, Dersim’deki dağ keçileri ve geyiklerin bölgenin kültürüne de büyük etki yaptığını söylüyor. Ve hayvanların ve bitkilerin kutsal sayılmasının en önemli nedeni olarak Dersim’den öte, Alevi inancını gösteriyor. “Mesela” diyor, “Sabah ve akşam güneşe dua edilir ve bütün dualar börtü böcek içindir, hastalar içindir, yoksullar içindir, yoldaki içindir. Onlar için rızk istenir, en son o rızktan kendi çocukları için de bir parça dilenir. Çünkü Alevilere göre güneş Muhammed’dir, ay Ana Fatma’nın suretidir, ayın karanlık yüzü Ali’dir. Ve kal û beladan beri gelen bir inanç ve 124 bin peygamber bir sayılır.”
Alevi toplumunda dağ keçilerine dönük yasağın izlerinin 1200’lü yıllara kadar sürüldüğünü söyleyen Metin Kahraman, “1200’lü yıllarda Dersim’den Toroslar’a kadar Aleviler arasında dağ keçilerinin avlanması yasaklanmıştı” diyor. Hacı Bektaş Veli’nin bir kucağında geyik, bir kucağında aslan olan siluetinin bu yasağa dayandığını söyleyen Kahraman, Alevi ulularından Abdal Musa’nın bir Türkmen dervişi olduğunu ve avcıya geyik olarak göründüğünü şu sözlerle dile getiriyor:
“Abdal Musa geyik donundadır, avcı onu yaralar ve bir mağaraya sığınır. Mağaradan çıktığında bir yaşlı adamdır. O günden sonra Anadolu’nun her yerinde dağ keçilerini ve geyikleri avlayan herkesin Abdal Musa’nın hışmına uğrayacağı anlatılır.”
Metin Kahraman da Dersim’de sadece geyikler ve dağ keçilerinin değil, turnaların, alabalığın ve su samurlarının kutsal sayıldığını ve yakın geçmişe kadar avlanmadığını anlatıyor, bunu da yine inanca dayandırıyor:
“Su samurlarının ikrarlı olduğuna inanılır. Perşembeyi cumaya bağlayan akşam, haftada bir kere suyun kıyısına çıkarlar ve cem yaparlar. Semahlarımızda turnadan öykünürüz, turnalar semah döner çünkü. Ortada bir çift olur ve diğer turnalar onun etrafında daire şeklinde dönerler. Alabalık da ikrarlıdır. Bundan 50 yıl öncesine kadar Dersim’de kimse Munzur’un alabalığını yemezdi. Bunun nedeni de şu inanıştır: Kırmızı pullu alabalık, Kerbela çölünde kumların arasında bir su kaynağından çıkar. Ve Hz. Hüseyin’e ‘senin cemalini son kez görmek istedim’ der. Hz. Hüseyin neden kırmızı olduğunu sorunca da, ‘sana atılan oklar beni de yaraladı’ diye cevap verir, İmam Hüseyin de alabalığa ‘Sen benim ümmetimin dertlerine derman olasın’ der. Alabalığın günümüzde bel ağrısından baş ağrısına, kırık çıkıkların kaynamasından kalbe derman olmasına kadar pek çok derde iyi gelmesinin nedeni Alevilere göre İmam Hüseyin’in duasıdır.”
Metin Kahraman, Alevilerin alabalığın İmam Hüseyin’le ikrarlaşıp onun duasını aldıktan sonra halen Kerbela’nın yasını tuttuğuna inandığını söylüyor. Buna delil olarak da, alabalığın akarsuda yaşadığı halde içinde yaşadığı sudan bir damla içmemesi gösteriliyor: “Alabalık sadece yağmur yağdığında ırmağın içinden kendini havaya atıp ağzını açarak yağmur olarak düşen damlayı içer, susuzluğunu bu şekilde giderir. Ayrıca perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde, alabalıkların şahı ‘piremose’ ortaya geçer, diğer balıklar onun etrafında halka olur ve dönerler.”
Dersim’in kutsal varlıklarının ciddi bir kırımla karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor Metin Kahraman, “Ama tek sorunumuz bu değil” diyor: “Dağlar da işgal altında. Onlarca şirket madenleri çıkarmak için sırasını bekliyor. Bu dağların da, suların da, ırmakların kutsiyeti var. Munzur’un hikayesi İbrahim Peygamber’e kadar giden ve tam 99 dörtlüğü olan bir hikayedir. Hangi birine yetişeceğimizi şaşırıyoruz. Dağ keçileri katlediliyor onlar için mi uğraşsak, kutsal mekanlarımız madenciler ve HES’ler tarafından talan ediliyor ona mı koştursak, bombalanan köyler ve dağlara mı yetişsek?”
Peki, talepleri ne, Dersimliler ne istiyor? “Biz tabii ki kutsal varlıklarımızın tescillenmesini istiyoruz. Alevi inancında bu hayvanların, doğanın, bütün canlıların kutsiyeti olduğunu herkesin anlamasını ve dolayısıyla Dersim’in tamamen ava kapalı bir alan olmasını talep ediyoruz. Bu yapılırsa Dersimliler rahatlar.”
Mevzu Dersim’in dağ keçileri olduğunda son yıllarda öne çıkan iki aktivist ve doğa gönüllüsü var. Haydar Çetinkaya ve İsmail Ateş. Bu uğurda avcıların tehditlerine de maruz kaldılar, gözaltına da alındılar ama yılmadılar ve yaptıkları kampanyayla resmi de olsa bazı türlerle ilgili av yasağının konulmasına önayak oldular.
Haydar Çetinkaya Independent Türkçe’yle önce dağ keçilerinin kutsallığına dair bir başka rivayeti paylaşıyor:
“Dağ keçisinin dayandığı temel mitolojik figür, Ana Fatma efsanesidir. Ana Fatma, Hasan ve Hüseyin’i dağ keçilerinin sütüyle besler. Bir gün dağ keçisini sağarken, hayvan huysuzlanır ve sitile vurur, sütü döker. O gün Hasan ve Hüseyin aç kalır. Ana Fatma da dağ keçisine beddua eder. Der ki, ‘sen bir avcıya hedef olasın’. Dağ keçisi küser, gider, uzunca bir süre gelmez. Ana Fatma pişman olur, dönmesini bekler ama dağ keçisinin bir avcı tarafından öldürüldüğünü öğrenir. Çok üzülür, der ki kimse bunda sonra Hızır’ın diyarında bu dağ keçilerine hiç karışmasın.”
Bu rivayet aktarımından sonra, bugünlerde yaşanan ve kendilerinin çaba gösterdiği güncel durumu anlatıyor Çetinkaya.
“Hem kutsal gördüğümüz için hem de doğal yaşamın en güzel varlıklarından biri olduğu için, bu canlıların katledilmemesi için mücadele ediyoruz. Uzun bir dönem, yani köyler boşaltıldıktan sonra insanlar erişemediği için sayıları epey artmıştı. Ama son 10 yılda, av turizmi adı altında yeniden bir kırım yaşanmaya başlandı.”
foto - dersimdağ-haydar cetinkaya
Çetinkaya, dağ keçileri ve domuzların avlanması için yasal bir ihale sürecinin işletildiğini söyleyerek, prosedürün nasıl gerçekleştiğine dair şu bilgileri veriyor:
“Her yıl mart-nisan ayında illerde, Vali Yardımcısı’nın başkanlığında av komisyonları toplanıyor, o ildeki hayvan popülasyonu üzerinden, hangi türden kaç hayvanın avlanabileceğine dair rakamlar belirlenerek, Ankara’daki Merkezi Av Komisyonu’na gönderiliyor. Ankara’nın onayı doğrultusunda da Orman Bakanlığı ihaleler açıyor ve turizm şirketleri bu ihalelere katılıyor.”
Resmi olarak her hayvan için 12 bin lira ihale bedelinin belirlendiğini ama kendi duyumlarının bu rakamların çok ötesinde olduğunu vurguluyor Çetinkaya: “2015-2016’da yedi ila 10 arasında tuttular avlanacak keçi sayısını. Ancak biz bu rakamın 60-70 bin liraya dayandığını duyduk. Üstelik resmi-yasal avcılığın dışında, yasadışı-kaçak avcılığın rakamlarını hiç bilmiyoruz. Mesela bu sene dağ keçisi ihalesinin Malatya’da yapıldığını öğrendik ama sonra ihale iptal edildi yani yasal avcılık dahi yasaktı. Bu yıl öldürülen dağ keçilerinin tamamı yasadışı bir şekilde öldürüldü.”
“Biz bunların hepsine karşı çıkıyoruz ve yedi-sekiz yıldır sadece kaçak avcılığın değil, yasal avcılığın da sonlandırılmasını istiyoruz” diyen Çetinkaya, av turizmini ise şöyle tarif ediyor:
“Yurtiçi kadar yurtdışından da gelenler var. Geçenlerde 14’ü İspanyol, 5’i de Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen 19 kişilik bir grup geldi. Dört beş günlük bir av gerçekleştirdiler. Çevre illerden de gelenler oluyor. İki gün önce Çemişgezek’te iki tane dağ keçisi katledildi, avcılar Elazığ’dan gelmişti. Pülümür tarafında dağ keçileri katledildi, Erzincan’dan gelmişlerdi. Hayvanları tamamen zevk için avlıyorlar, derisi ya da eti için değil. Bazılarının boynuzlarını bazılarının da kafalarını aldığını biliyoruz. Zevk için, spor olsun diye kutsallarımızı öldürüyorlar.”
Kaçak avcıların bir kısmının yakalandığını ve para cezalarına tabi tutulup silahlarına el konulduğunu söyleyen Çetinkaya, şu ana kadar 60 kişi hakkında cezai işlem yapıldığını bildiklerini söylüyor. Change.org’da başlattıkları ve kısa sürede 11 bin 500 imzaya ulaşan kampanyaları sonucu Tunceli Valiliği’nin aldığı av yasağı kararını ise ‘olumlu ama yetersiz’ olarak nitelendiriyor:
“Tunceli Valiliği de bazı türleri sayarak, yaban hayatında avcılığın yasaklandığını söyledi. Bu türler vaşak, dağ keçisi, ur kekliği, ayı, su samuru, kurt gibi türlerdi. Zaten bunlar hem Bern Sözleşmesi’ne göre hem de Türkiye’deki yasalara göre avlanması yasak olan türler. Ama tek başına Valilik kararıyla bitmiyor. Bize göre bütün yaban hayatında avlanmanın engellenmesi ve yasaklanması gerekiyor. Devletin yeteri kadar personel alması şart. Şu anda bütün Dersim’e bakan 4-5 kişilik bir ekip var sadece. Devletin dışında elbette muhtarlara ve köylülere da, avcılığı engelleme konusunda görev düşüyor.”
İsmail Ateş bir doğa fotoğrafçısı ve Dersim gönüllüsü. Dersim coğrafyasının dünyada az görülen bir yer olduğunu anlatarak başlıyor söze ve birçok yaban hayatını bir arada barındırdığını söylüyor:
“Maalesef bu kadar zengin bir coğrafya olunca, insanlar ticari zevklerini bu canlıları öldürmekle kullanıyor. Dışarıdan gelen avcılar 5 bin Euro karşılığında bu güzelim hayvanları katlediyorlar.”
Ateş, kaçak yerli avcıların da yaygın olduğunu söylüyor ama tek başına yetemediklerini vurgulayarak şöyle sürdürüyor: “Dağ keçileri Türkiye’nin her yerinde vardı ama şu anda başka birkaç ilde kaldı. Mesela Dersim’de Peri Vadisi’nde 120 kilometre boyunca dağ keçisi, çengel boynuz (şamua) yaşıyordu. Buraya sıralı yedi tane baraj yaptılar. Şimdi hayvanlar karşıdan karşıya geçemiyor ve soyları tükenmek üzere.”
İsmail Ateş çok iyi tanıdığı hayvanlar hakkında şu bilgileri veriyor: “Dağ keçisi yerleşim yerlerinin yakınlarında da görülebiliyor. Ama çengel boynuz yani şamua, 2 bin 500 rakımlarında görülüyor. İnanılmaz derecede yağlı bir hayvan, o yüzden soğuğa çok dayanıklı.”
Ateş, Dersim coğrafyasına endemik olan ‘kırmızı pullu alabalık’ cinsinin de soyunun tükenmek üzere olduğuna dikkat çekiyor. 20 yıl önce sadece bir bekçinin vadiyi koruduğunu söyleyen Ateş, “Yavrulama zamanında bir tek balık yaklaşık 2 milyon civarında yumurta bırakıyor. Ama maalesef bu anaç balıklar durgun yerlere ve gözelere doğru çekiliyor. Ve gece projektör ve tor atarak anaç balıkları avlıyorlar. Onları yok ettin mi zaten, balığın da sonu geliyor. Buna neden engel olunmadığını bilmiyoruz.”
Bu yıl kabaca 60-70 dağ keçisinin yerli avcılar tarafından öldürüldüğünü tespit ettiklerini, yabancı avcıların öldürdüğü rakamlara ise ulaşamadıklarını anlatan İsmail Ateş, “Devlet daha etkin koruma yapmalı. Biz yetersiz kalıyoruz, müdahale ettiğimizde adam bize silah bile çekebiliyor. Düşünün bir basın açıklaması yaptık, gözaltına alındık. Başka bir ülkede olsa belki bize madalya takarlardı, ama burada böyle oluyor. Orman yangınını söndürmeye giderken dahi bize ceza yazdılar” diye konuşuyor.
Yaptıkları kampanyanın korku ikliminden etkilendiğini ve Dersim’in kendi kutsallarına sahip çıkmasının bile önüne geçtiğini söyleyen Ateş, “Bir basın açıklaması yaptık, yanımıza askeri araç geldi ve kimse korkudan katılamadı. Halkta bir tepki var ama gösteremiyor. Buna rağmen imza kampanyamıza çok yoğun ilgi oldu” diyor.
Taleplerinin dikkate alınmasını çok olumlu bulduğunu belirten Ateş, “Bu doğa bana dedelerimden kalan kutsal bir mirastır, benim için bir sevdadır. Başka bir yerde asla yaşayamam” diyerek dağ keçilerine ve doğaya karşı yapılan müdahalelere kişisel olarak göz yummayacağını dile getiriyor.
Dersim tarihine dair yazdığı kitaplarla tanınan yazar Cemal Taş’a göre ise, Dersim’de avcılığın izleri, 1960’lı yıllara kadar gidiyor. Taş, ABD’den Dersim coğrafyasına avlanmak için gelen insanlar olduğunu yaşlıların anlattığını söylüyor. 80’li yıllarda askeri operasyonlar, 90’larda ise çatışmalı ortamdan dolayı avcılık imkanlarının ortadan kalktığını hatırlatan Taş sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Son yıllarda dağdaki muhaliflere yönelik operasyonlardan sonra insanlar daha rahat gezmeye başladı ve yeniden avcılık başladı. Hem dışarıdan gelenler hem de yerli halk tarafından yapılan bu avlara vaşaklar bile kurban edildi.”
Yerli halkın avcılık yapmasını ‘ortak belleğin kaybolmasının sonucu’ diye yorumlayan Taş, “Biz inançlarımızı unuttuk, yaşlılarımız eskiden dağdaki hayvanların bile yemini hazırlardı, kurdun kuşun hakkını ayırarak yaşarlardı. Senenin belli zamanlarında hayvanlara sunaklar yapılırdı, kış aylarında hayvanların suyunu, yemlerini doğaya bırakırlardı. Ama insanlar unutabiliyor” diyor.
Ve Cemal Taş da, siyasi sürecin etkisine dikkat çekiyor:
“Yerel halk buna tepki gösterse bile, bunu kamuoyuna açıklayacak güce sahip değiller, en fazla beddua edebiliyorlar. Ayrıca insanlar yasaklar nedeniyle topraklarına ulaşamazken, hayvanlar için bir şeyler yapmak tali geliyor olabilir” diyor. Koşullar nedeniyle protestoların cılız kaldığına da vurgu yapan Taş, buna rağmen Dersimlilerin kendi coğrafyalarına yine de sahip çıktığını pek çok HES’in engellendiğini, hatta av yasağının da bu mücadelenin sonucu olduğunu belirtiyor:
“Yine de Türkiye’nin çok az yerinde görülen örnekler sergilendi, kendi güçleri doğrultusunda seslerini çıkarıyorlar. Çünkü Dersim Aleviliği için hayat kutsaldır, o yüzden her sabah kalktıklarında güneşe dönüp önce cümle aleme, ondan sonra kendilerine iyilik sağlık dilerler. Oruç tuttuklarında kapıdaki hayvanlara lokma vermeden oruçlarını açmazlar.”
Dosyamızı Ali Ekber (Firik) Dede’nin bir çağrısıyla sonlandıralım:
“Nefsine kul olanlar, bu varlıkları öldürüyor. Mesele nefsi kendine kul yapmaktır. Eğer sen nefsini kendine kul yapmaz nefis atına binersen, bulutların da üstünde gezersin, dağların da zirvesine çıkarsın, ama düştüğünde acısı çok ağır olur. Bunu yapanlara diyorum ki, eğer canları et istiyorsa gelsin benim davarımı çalsınlar, helal hoş ederim. Ama bunları vururlarsa, onların eti zehir zıkkım olsun.”
© The Independentturkish