30 yıl önce ABD, oy birliği ile kabul edilen 662 sayılı Güvenlik Konseyi kararı gereğince Kuveyt'i 2 Ağustos 1990’da gerçekleşen Saddam Hüseyin'in işgalinden kurtarmak için 39 ülkeden oluşan bir koalisyon oluşturmak amacıyla uluslararası hamlelere öncülük etmişti.
İşgali sona erdirmek için uluslararası diplomatik ve askeri çabalara öncülük etmiş ve bunu yaparken de Körfez ülkelerinin güvenliğini üstlendiğine, uluslararası destek yoluyla garanti altına alabileceğine dair güçlü ve etkili bir mesaj vermişti.
ABD o zamanlar tek uluslararası süper güçtü. Rusya, Sovyetler Birliği’nin enkazı altından yavaşça çıkıyordu.
Çin ekonomisi de küreselleşme çağında içe kapanmanın olumsuzluklarının ağırlığından henüz kurtulamamıştı.
Dünya son 30 yılda tüm alanlarda, özellikle de uluslararası düzeydeki diplomatik sahneyle ilgili olarak değişti. Birkaç gün önce ABD, İran’a silah ambargosu uygulayan Güvenlik Konseyi kararının süresi ekim ayında sona ereceğinden gelişmiş silahlar satın almasını engellemek amacıyla BM Güvenlik Konseyi’ne bir karar tasarısı sunarak uluslararası sahneyi yeniden etkisi altına almaya çalıştı.
ABD aylardır ambargoyu yenileyecek bir karar üzerinde kararlılıkla çalıştığını duyurarak bunun sonuçlarına karşı uyarıyordu.
Bununla birlikte ABD, Güvenlik Konseyi’nde utanç ve endişe verici bir kayba uğradı. Güvenlik Konseyi’nin diğer 14 üyesinden Dominik Cumhuriyeti dışında hiçbir ülke tasarı lehine oy kullanmadı. Dominik ise Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi değil ve üzerinde bir etkisi yok.
Rusya ve Çin’in karara karşı çıkmaları beklendik olsa da Washington’un geleneksel müttefikleri, Avrupa devletlerinin karar lehine oy vermemeleri ABD’nin konumunun zayıflığını ve Atlantik boyunca meydana gelen çatlağın boyutunu gösteriyordu.
Bu çatlağın büyük bir bölümü, Başkan Donald Trump yönetiminin Mayıs 2018’de çekildiği İran ile imzalanan nükleer anlaşmaya Avrupa’nın bağlı kalmasından kaynaklandı.
Nükleer anlaşma Avrupa diplomasisinin en önemli başarılarından biri sayılıyordu. Dönemin AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikasından Sorumlu Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Tahran ile müzakereleri ABD’nin katılabileceği bir aşamaya ulaştıran dinamo görevi görmüştü.
Avrupa nükleer anlaşmaya bağlı kalırken kendisiyle ilgili sorunları veya Irak ve Suriye’deki silahlı milis güçlerini desteklemek, Yemen ve Lübnan gibi bazı ülkelerde siyasi sürece ve siyasi kararlara el koymak başta olmak üzere İran’ın defalarca uluslararası hukuku ihlal ettiğini göremiyor.
Silah ambargosunun kaldırılması, doğrudan İran tehdidinin yanı sıra bölgedeki yardımcılarına daha fazla silahın ulaşmasına neden olacağından bölge için bir tehdit oluşturuyor.
Avrupalıların Washington ile silah ambargosu konusunda çalışmayı reddetmelerinin bir nedeni, ABD yönetiminin Avrupalı müttefiklerine karşı davranışlarıdır.
Başta Dışişleri Bakanı Mike Pompeo olmak üzere üst düzey ABD’li yetkililer Avrupa başkentlerini dolaşıp bu konunun öneminin altını çizen demeçler vermiş olsalar da ABD, ambargoyu uzatma çabalarında büyük Avrupa ülkeleri ile eşgüdüm içinde değildi.
Yoğun diplomatik çalışma ve ortak bir zemine ulaşmak için tavizler sunmak diplomatik çabalarda vazgeçilemez iki husustur.
Fakat mevcut ABD yönetimi artık bu diplomatik davranış ve normlara dikkat etmiyor ve bunun yerine, tweetler atmayı ve genellikle ateşli medya açıklamaları yapmayı tercih ediyor.
İran’a yönelik ambargonun kalkması ve kendisine silah satmak Rusya ve Çin’in yararınadır. Aynı zamanda her ikisi de Trump yönetiminin onlarla savaşmak için elinden gelen her şeyi yaptığı bir zamanda ABD’nin bir diplomatik kazanç elde etmesine yardımcı olmakta hiçbir fayda görmemektedir.
Ambargonun uzatılmasına yönelik karar tasarısını Güvenlik Konseyi’nden geçirmekte başarısız olsa da ABD Başkanı, silah ambargosunu bir şekilde uygulamayı taahhüt etti.
Nükleer anlaşmada yer alan ve anlaşmada öngörülen yükümlülükleri ihlal etmesi halinde İran'a tüm BM yaptırımlarını yeniden uygulamaya yönelik bir mekanizmayı içeren maddeyi devreye sokma niyetinde olduğunu belirtti.
Washington, Tahran’ın bunu zaten yaptığını söylüyor. Trump bu seçenek konusunda ciddiyse, Avrupalıları kendi tarafına çekmek için sessiz ve ciddi diplomatik çabalar göstermelidir.
Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi, ABD’nin bu diplomatik başarısızlığından günler sonra Washington'a gidiyor.
Bu, Kazimi’nin göreve gelmesinden bu yana ABD’ye düzenlediği ilk ziyaret ve 20 Ağustos Perşembe günü Trump ile görüşmesi bekleniyor.
Irak’ın bu ziyaretteki öncelikleri çok, en başında da karşı karşıya olduğu ekonomik, sağlık ve siyasi krizler için kendisine mali ve siyasi destek sağlanması geliyor.
Irak Başbakanı ile ABD Başkanı arasındaki görüşmeden istenen, Kazimi'nin görüşmeden sonra daha güçlü çıkması ve Washington'un hükümetinin başarısına olan bağlılığının boyutunu göstermesidir.
Kazimi, Tahran tarafından desteklenenler ve reform isteklerinin karşısında duranlar başta olmak üzere güçlü iç muhalefet güçleri ile yüzleşiyor.
Bu güçler, Kazimi, Irak ordusu ve güvenlik güçleri komutanlarının silah üzerinde devlet kontrolünü sağlamalarını önlemeye çalışıyorlar.
Aynı zamanda (kimi zaman parlamento içinde) İran’a uygulanan ABD yaptırımlarını, kaçakçılıktan ruhsatsız silahlar sokmak ve yerel ürünler yerine İran ürünlerini tercih etmeye kadar çeşitli yollarla ihlal ediyorlar.
Iraklı Hizbullah Tugayları, Asaib Ehli Hak ve merkezi Irak’ta bulunan ama İran’a tabi olan diğer milis güçleri, Irak, bölgede istikrar isteyen herkese karşı bir tehdittir.
Washington silah ambargosunu uzatmakta başarısız olursa bu milisler daha da güçlenecektir. ABD, bölgede İran yayılmacılığı ve Arap ülkelerine yönelik çeşitli tehditleriyle mücadelede ciddiyse Irak devletini desteklemeli ve Irak’taki İran nüfuzunu azaltmalıdır.
Bu destek, askeri varlıktan Körfez-Irak-ABD elektrik projesi gibi devasa yatırım projeleri ve Irak’taki (Süleymaniye) Amerikan Üniversitesi gibi liberal eğitim kurumlarını desteklemeye çok yönlü olmalıdır.
Irak'ın kaderi bağımsız olmalı ve İran'ın kaderiyle bağlantılı olmamalıdır.
Kazimi ve birçok Iraklının, Irak'ın "hesaplaşmalar için bir arena" veya Amerikan-İran çatışması için bir alan olmasını istemediği doğrudur. Ancak istek başka gerçekler başkadır.
Tahran ve müttefikleri Irak’ı yıllardır bir hesaplaşma sahası olarak kullanıyorlar. Uluslararası Bağdat Havalimanı ya da Irak’taki herhangi bir bölgeye düşen her Katyuşa füzesi, Irak ve ABD’yi birlikte hedef almaktadır.
Kazimi, kendisine yönelik artan tehditler ve baskılar nedeniyle bunu açıkça dillendirmese de bunu çok iyi biliyor.
ABD'nin İran'a silah ambargosunu yenileme karar tasarısı başarısız olduysa Kazimi’nin ziyareti, Trump'a Irak'ı destekleme ve İran Devrim Muhafızları ile efendilerinin emellerini engellemek için daha önemli ve büyük bir proje inşa etme fırsatı sunmaktadır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish