Henüz çocuk yaştayken, köyümüzün (Kağızman-Oluklu) ileri gelenlerinin misafir odalarında kurdukları dengbêjler divanı (Kürt halk âşıklarının söyledikleri klam, stran ve destanlar; anlattıkları aşiret tarihi, menkıbe, Mem û Zîn, Siyabend û Xecê türünden halk hikâyeleri veya kahramanlık serüvenleri) toplantılarına babamla birlikte katılırdım.
Erkeklerin divanı iki bölümden oluşurdu. İlki, herkese açıktı ve yukarıda anılan konular stran-hêkat (destan, koşma, ağıt eşliğinde anlatılan kahramanlık ve trajik olaylar) tarzında söylenip anlatılırdı.
İkincisi daha mahremdi; çünkü işin içinde Cumhuriyet dönemindeki Kürt isyanlarının anlatımı vardı.
Mesela bu bölümde Ağrı İsyanı sırasında Tuzluca (Qulp)-Sîneg (Türkçe Sinek Yaylaları) bölgesinde ayaklanan Emerê Besê’nin, Iğdır ovasındaki Taşburun karakolunu basarak oradaki bayrağı indirdikten sonra yerine kendi sembollerini asması anlatılmaktaydı.
Emerê Besê, Pesanî-Qedereşî diye iki ana kabileye ayrılan Gelturan aşiretinin Qedereşî koluna mensuptu.
1990’larda o bölgeleri dolaşıp yaşlılarla konuşurken bizim aşiretten isyana katılan iki isim daha öğrenmiştim.
Biri, Doğubayazıt’a bağlı Çukur diye bilinen Balık Gölü çevresindeki bir köydendi.
Sorduklarım, onun 120 ile 140 yaş arasında olduğunu bildirdiler. Evine uğradığımda Iğdır’a gitmişti, Iğdır’a koşturduğumda ise bu kez köye gittiğini söylediler.
Maksadım, kendisiyle röportaj yapıp yayımlamaktı. Olmadı.
Benden birkaç yıl önce bir komutan, gidip kendisiyle uzunca bir söyleşi yapıp notlar almış. Bu notlar, devlet arşivine konulmuş olmalı.
İkincisi ise, Van’da yaşamış ve devlet kayıtlarına “Kelturi (Gelturi) aşiretinden Mela (Molla) Huseyn” diye geçmişti.
Aynı isyan sırasında bizim köyde yaşayan bir aşiret oymağı gencinin, Iğdır bölgesindeki komutanları tarafından dağdaki isyancılara aracı/kurye olarak gönderilip teslim olmalarının istendiği de anlatılmaktaydı.
Bizimki dâhil kimi Kürt köylerinden gizlice silah ve zahire toplayıp isyan bölgesine götürdükleri sırada yakalananların, dönüşte Çemê Çeto (şimdi Akçay) yolu üzerindeki karakol komutanı tarafından başında mum yakılarak nasıl itirafa zorlandıklarından bahsediliyordu.
Babam, bazen beni de atının terkisine bindirip gezdirirdi ki, onun yerine mesleğini devam ettireyim.
Günlerden bir gün Kağızman ilçe sınırları içinde Çemçe denilen dağlık bir bölgeye gittik; oradan çok öteye yol aldıktan sonra karşımıza Zilan Vadisi (Geliyê Zilan) çıktı.
Ağrı İsyanı sırasında dönemin askeri komutanının emriyle orada yaklaşık 15 bin kişi katledilmişti.
Vadiye mahzun bakan babamın gözlerinden yaşlar akıyordu.
Çocuk masumluğuyla sordum; “Bavo, çi bû?” (Baba, ne oldu?)
Anlattı:
Roma Reş (kıyıcı devlet) biz Kürtleri burada katletti; yetmedi kızlarımızı, gelinlerimizi ve dahi marifetli köpeklerimizi bile esir alıp götürdü! Bunu asla unutma!
Ağrı ayaklanmasının önde gelen bazı şahsiyeleri de Zilan Vadisi mıntıkasında babamla bu konuşmamız sırasında öğrendim:
Broyê Heskê Telî, Xalis Begê Sipkî (Sipkan aşireti reisi Halis Bey, Ferzende Begê Hesenanî, Nadir Begê Heyderanî, Reşoyê Silo vs.
Konumuz Halis (Öztürk) Bey olduğunu göre, babasıyla onun serüvenini anlatmanın vakti geldi.
Halis Bey’in siyasi-toplumsal portresinin başlangıç noktası ve tamamlayıcısı sayılan babası Abdülmecit Bey (Serhat Kürtlerinin kelimelerden harfleri yutarak veya atarak telaffuzuna göre Evdilmecît yerine Elmecît Beg), Padişah II. Abdülhamit zamanında kurulan Hamidiye Alayları çerçevesinde Sipkan aşiretinden oluşan hafif süvari alayına miralay rütbesiyle komutanlık yapmıştı.
O tarihlerde, Ağrı bölgesindeki aşiret alaylarını saymakla yetineyim:
Şeyh İbrahim Bey komutasında Birxkî (Bılgıkan aşireti) Celali alayı; Şeyh Abdülkadir (Kotan aşireti) komutasında Sakan (aşireti) Celalî alayı; Ahmet (Konyar) Ağa (Ahmedê Hesso) komutasındaki Qotan aşireti Celali alayı; Abdülmecit (Öztürk) Bey komutasındaki Sipkan aşiret alayı; Kör Hüseyin Paşa komutasında Heyderan aşiret alayı; Ahmet Ağa yönetiminde Ademan aşiret (Haydaran’a bağlı) alayı; Veli Bey yönetiminde Karapapak (Türk) alayı, Eyüp Paşa oğlu Resul Bey komutasındaki Hamidiye alayı.
Broyê Heskê Têlî (Ağrı isyanının baş ilk başlatıcısı ve baş aktörü Hesesori aşiretinden-F.B.) Şeyh İbrahim Bey’e bağlıydı. Kuşatmaya alınan Azeri ahaliye yardım için Iğdır Melekli köyüne gönderilmiş; oraya yakın sayılan Taşburun-Hasanhan hattında Ali Mirza Bey (Yiğit) komutasında fahri Celâli federasyonuna bağlı Geloyan, Gızkan, Gelturan, Şemikan ve diğer aşiretlerle birlikte çatışmalara katılmıştı…1
Birinci Dünya Savaşı sırasında Çarlık Rusyası ordularıyla çatışmalarında çeşitli yerlerinden 18 kurşun yarası alan ve bacağına şarapnel (top mermisi parçası) isabet eden Abdülmecit Bey, hem çevresinde hem de Osmanlı yönetimi gözünde kahramanlaşır.
Halk onun adına birçok koşma, destan söyleyip ağıtlar yakmıştır.
Mesela Kars-Kağızman nüfusuna kayıtlı Türk kökenli Âşık Yusuf Sezai, onun cengâverliğini şöyle övmüştür:
Abdülmecit Han’dır bir torunzâde (soylu kişi)
Kılıcın vuranda Kuhi-Polad’a,
…
Ceng gününde Kürd’ün bulunmaz dengi
Abdülmecid nara çekti bilendi.
Kürt aydınlarından bazıları, yazdıkları eserlerde Abdülmecit Bey’den bir şekilde bahsetmişler.
Mesela Erebê Şemo ile Haciyê Cindi (Ermenistan) romanlarında, Ezizê Gerdenzeri “Zarîna Çiya” (Dağın Feryadı) adlı kitabında, Kürt kültürüne çok emeği geçmiş olan M. Emin Bozarslan “Kemal Paşa ewladê kê yê?”de, Zinar Silopi ise “Doza Kurdistan” isimli kitaplarında ondan söz ederler.
Kafkas Cephesi'ndeki Rus birliklerine karşı yapılan baskınlarda ele geçirilen ganimet, silah ve mühimmat Kürt aşiret alaylarına komuta eden Abdülmecit gibi insanların ölümüne mücadelesi sayesinde gerçekleşiyordu.
Bu silah ve ganimetler, Osmanlı'nın Batı cephesindeki birliklerine de gönderiliyordu.
Türk kaynakları, genel anlamda böyle bir olaydan bahsederken Kürt aşiret milislerinin bu fedakarlıklarına pek yer vermediler, çoğu kez görmezden geldiler.
O kadar ki, savaş sırasında bölgenin en üst komutanı sayılan Kazım Karabekir ile Abdülmecit Bey’in birlikte çektirdikleri fotoğraflar, hem Ruslarla savaş hem de Milli Mücadele sırasında propaganda malzemesi olarak bolca kullanıldı.
Sonra da sansür edilip 1934’te ortadan kaldırıldı.
Osmanlı'nın yenilip geri çekilmesiyle birlikte bazı akrabalarıyla birlikte muhacir (göçmen) durumuna düşen Abdülmecit Bey, göç ettiği Siverek’te (1916-1917 arası) açlıkla baş başa kalmıştı.
Bu yüzden olsa gerek, o devirde Bazid mebusluğu (Doğu Beyazıt milletvekili) yapan Şefik Efendi’ye Diyarbakır’dan bir telgraf çekerek perişan halini şöyle anlatır:
Milyonlara varan servetini terk etmekle beraber muhtelif cephelerde aşiretiyle beraber düşmana saldırmış ve onun ateş saçan topları üzerine Tutak Cephesinden hücum ederek almaya muvaffak olmuş, tam altı yerinden yaralanmış olan bu kahraman, bugün hükümetin yardımına muhtaçtır.
Sipkan aşireti reisi ve eski miralay Abdülmecit Bey, 1925 Şêx Sêid (Şeyh Sait) isyanından sonra diğer aşiret reisleri ve bazı Kürt ileri gelenleriyle birlikte sürgün edildi.
Trabzon üzerinden İstanbul, Bursa ve oradan Kayseri’ye yollandı.
Kendisi ne yapıp edip dönemin Kayseri valisine çıktı. Validen Atatürk ile bir görüşme ayarlamasını istedi.
İstenen olur; davet üzerine gidip Ankara’da görüştüğü Mustafa Kemal, ona şöyle der:
Duydum ki memleketine, köyüne dönmek istiyormuşsun. Senin şarkta (doğuda) Ruslara karşı gösterdiğin kahramanlığı biliyorum.
Sana bir teklifim olacak: Gördüğün gibi Ankara’yı yeni başkent yaptık, her tarafı bomboş, giderek gelişip büyüyecek. Yanına Tapu Müdürünü vereceğim, sana Ankara’yı gezdirsin.
Bazı araziler gösterecek, hoşuna giden yerlerde istediğin kadar arazi verilsin. Memlekete gidip ne yapacaksın, burada kal.
Abdülmecit Bey, talebinde ısrarlıdır:
Artık çok yaşlandım ve hastayım. Buralarda duramam. Oradaki halkımı çok seviyorum. Yerim, onların yanıdır.
Yanıta sinirlenmekle birlikte Atatürk, 1928 yılının sonbaharında Sipkan reisi ile sürgündeki diğer insanlara af çıkartır, memleketlerine dönmelerini sağlar.
Aslında bu af, Ağrı bölgesindeki isyanın daha genişlemesini önlemek gayesiyle hükümet ile Ağrı’daki isyan liderleri arasında Doğubayazıt’ta yapılan görüşmelerde varılan anlaşmanın bir neticesiydi.
Yeri gelmişken belirtelim; memleketine döndükten sonra ayağı dâhil bedenindeki kurşun ve şarapnel yaraları nedeniyle Doğubayazıt’taki askeri birliğin revirine götürülen Abdülmecit Bey’le yakından ilgilenen General Salih Omurtak, dağa çıkmış oğlu Halis Bey hakkında onunla sohbet eder.
Kangren olmuş bacağına çare bulunamayınca, ölümünden az önce Abdülmecit Bey vasiyetini yapar:
Beni Ehmedê Xanî’nin (Kürtlerin Mevlanası gibi) ilçedeki ziyaretgâh kabristanına gömün.
Yetkililerin engel olması üzerine aile fertleriyle aralarında ciddi gerginlik yaşanır.
Bunun üzerine Salih Omurtak devreye girerek, onun Tutak İlçesi'nin Meter Köyü'ndeki Şêxê Şehit (Şehit Şeyh) mezarlığına defnedilmesini sağlar.
Kimi iddialara göre Abdülmecit Bey, kangrenli ayağının acısı dinsin diye iğneyle uyuşturulan şırınganın içine tıbbi gerekçelerle veya oradaki askeri yetkililerin talimatıyla zerk edilen zehir sonucunda vefat etmiştir. 2
Ancak aile efradı, oğlu Halis Bey’den naklederek, bunun doğru olmadığını söylediler.
Halis Bey, 1889’da Ağrı İli, Tutak İlçesi'nin Qereqê köyünde dünyaya gelmiş, 24 Eylül 1977’de aynı köyde vefat etmiştir.
Kürt toplumunda âdet olduğu üzere mutlaka babaya atıfta bulunulduğu için kendisine, “Xalisê Evdilmecît Begê” (Abdülmecit Bey oğlu Halis) denilir.
Son sürgün yeri olan Kayseri’de babası Abdülmecit Bey, oğlu Halis’in memlekete gidip ailesi ve hayvanlarını getirmesi için resmi izin ister.
Kısa bir süre için verilen izin üzerine Halis Bey, gittiği memleketi Ağrı-Tutak’taki yetkililer, onun hayvanları götürmesine müsaade etmezler.
Halis Bey, bölge komutanı Asım Paşa ile görüşür. Fakat kendisini oyalarlar.
O, bunu anlayınca, aynı komutana, “Bana ilkbahara kadar burada kalma izni vermezseniz, firar ederim!” der. Nitekim öyle de yapar.
Dutax’taki (Tutak) ailesini Elajgir (Eleşkirt) üzerinden Kayseri’ye götürmek üzere jandarma refakatinde yola çıkarlar.
Ancak Qilîcgêduk Dağı yöresindeki firarilerin baskınına uğrarlar. Çatışmalar sırasında bir jandarma ölür.
Bunlar, Abdülmecit Bey’in eski milisleridir. Gidip Halis Bey’den özür dilerler.
Bu kötü vaziyet karşısında Halis Bey, ailelerle birlikte İran tarafına geçmeyi düşünür.
İşin imkânsızlığını görünce bu niyetinden de vazgeçer.
Halis Bey, Xanzır’daki evinden Zetka’ya (Eleşkirt) çağrılarak tutuklanır. 7 jandarma ve 20-30 asker eşliğinde tutuklu olarak yola çıkarılır.
Horasan’ın Xana Delal (Delal Hanı) köyünde mola verilir.
Çok yorgun olan askerlere çay ikramında bulunan Halis Bey, Abdülbaki adlı bir Kürt askerinin yardımıyla atına binerek firar eder.
Köy çocuklarının “Revi, revi” (kaçtı, kaçtı) bağırtıları üzerine uyanan askerler ateş açıp atı yaralamalarına rağmen Halis Bey, ateş menzilinden çıkar.
Birkaç gün dağda dolaşıp Sarıkamış Ortaköy’deki akrabası Ahmet Ağa’dan kışlık elbise ve tüfek alarak gizlice Xanzır’a uğrar.
Gerekli ihtiyaçlarını yükleyip Elikoyê Bav Ezdî isminde birini yanına alır, yedek iki atla birlikte kendini dağlara vurur.
Zabıto ve Kasımê Rihanê ile eşinin de aralarında bulunduğu 20 kadar gözü pek eski milisi onun etrafında toplanır.
Bir müddet Zilan yöresinde kaldıktan sonra İran tarafına, Heyderan aşiret mensuplarının kaldıkları Şêlik (veya Şêrik) köyüne geçerler.
İranlı bir subaya 21 altın gönderilerek köyde kalmaları sağlanır. Bir süre sonra Trabzon-İran transit yolunu kesmek amacıyla Türkiye tarafına geçerler.
Meydana Doşka mıntıkasında Heyderanlı devlet milisleriyle çatışırlar. Ertesi gün Çılkanıya Köyü tarafında transit yolu kesip ganimet alarak İran’a geçerler.
Kaldıkları Şêlik köyünde Ağrı İsyanı'nın gözü pek önderlerinden Hesananlı Ferzende ve Tajdin beylerle görüşen Halis Bey, adamlarıyla birlikte Celali aşiretine bağlı daha güvenli Gundê Mılla köyüne varır.
Berzenci aşiretinden olan Seyid Resul 60-70 kadar adamıyla birlikte o mıntıkadadır.
Böylece Ağrı’daki isyanı (veya direnişi) ilk başlatan Broyê Heskê Telî (Brahim Ağa) ve diğer önde gelenler (1926-1927) bir araya gelirler:
Hesesorili Bro, Sipkanlı Halis Bey, Hesananlı Ferzende ile Kazım, Seyid Resul, Şeyh Abdulkadir, Halit Ağa, Temirê Şemskî, Lezgin Ağa, Şeyh Zahir ve diğerleri bunların arasındadır.
Direnişin başkomutanı ve eski Osmanlı subayı Bitlisli İhsan Nuri Paşa, Mart 1928’de Ağrı’ya varmıştır.
İhsan Nuri Paşa’nın direniş hareketini askeri ve sivil bir düzene sokmasından sonra Halis Bey, hem askeri komutan, hem Doğubayazıt valisi hem de meclis işlevi gören “Ağrı Savaş Konseyi” üyesi tayin edilir.
Mayıs 1928’de Doğubayazıt Şêxap köprüsünde Türk sivil ve askeri yetkililerle yapılan görüşmeye dört kişi katılmıştır:
İhsan Nuri Paşa, Broyê Heskê Têlî, Halis Bey ve Ferzende Bey.
Daha sonra Kanikork’taki benzer görüşme ve farklı buluşmalarda da bir müzakereci olarak görüyoruz Halis Bey’i.
Yapılan müzakereler açmaza girince aynı Halis Bey, ani bir baskınla 300 kişilik Türk askeri birliğini toptan teslim alır.
Bunun üzerine isyanı yöneten Hoybûn örgütü, kendisiyle Ferzende Bey’in fotoğraflarını yayımlayarak yurt içi ve dışında propaganda yapar.
Bunun üzerine Xanzır Köyü'ne baskın yapan Türk askeri birliği de Halis Bey’in eniştesiyle kayınpederini infaz eder.
Yanındaki deste (5-15 kişilik manga) ile beraber Tendürek, Erciş, Adilcevaz, Iğdır, Sarıkamış, Tutak ve Malazgirt yörelerinde çeşitli eylemlerde bulunan Halis Bey, bir keresinde Sarıkamış yolu üzerindeki Kervansaray denen konaklama yerini ele geçirip aileleriyle birlikte birkaç Türk subayını esir alır.
Onlara savaş kurallarına göre davranır. Subay kadınlarına gösterilen iyi muamele, Türk birlikleri arasında büyük yankı yapar.
Malazgirt’in Banê köyünden geçen Murat Nehri'nde yıkanmakta olan (yıl 1927) Halis Bey ile 16 kişilik birliği, iki tabur (600 asker) tarafından kuşatılır.
Arkadaşlarıyla beraber çemberi yarmayı başaran Halis Bey, parmağı ve kolundan yaralanır.
60 bin kişilik Türk birlikleri tarafından iyice sıkıştırılan Ağrı direnişi önderleri, ne yapacaklarını tartışırken isyanda önemli rolleri olan Heyderanlı Kor Hüseyin Paşa’nın oğlu Memo (Memet), Zilan Vadisi ve çevresindeki köylüleri topyekûn isyana katmayı önerir.
Ancak Halis Bey, “Orası yıllardır bizim erzak depomuz ve lojistik merkezimiz. Böyle yaparsak katliam olur, kendi elimizle lojistik desteğimizi ve insanlarımızı imhaya götürmüş oluruz” diyerek buna itiraz eder.
Ağrı İsyanı'nda büyük bir rol oynayan ve Süphandağ-Erciş-Patnos hattında efsaneleşen Hüseyin Paşa’nın diğer oğlu Nadir (Süphandağ) Bey ile Halis Bey, sonraki yıllarda (Nadir Bey’in 1939’da İran’daki sürgünden dönüşünde) canciğer kardeş gibi yaşarlar.
Nadir Bey, kardeşi Memo’nun o tarihteki önerisinin yanlış olduğunu birkaç kez halk önünde söylemiştir.
Halis Bey, 12 Temmuz 1930’da gerçekleştirilen Zilan Vadisi katliamından sonra tesadüfen kırımdan kurtulan ama aç açıkta kalan 450-500 kadar kişiyi, Sipkan aşireti mensuplarının bulunduğu köylere yerleştirir.
Eşi Fatma Hanım’a iki öksüz çocuğu teslim eder. Fırsat buldukça uğradığı evinde onları kendi elleriyle yıkayıp karınlarını doyurur.
Ağrı direnişinin yenilgisi sonrasında (Türkiye’ye teslim edilirim hesabıyla) İran’a iltica etmeyen Halis Öztürk, İran-Türkiye sınırının iki yakasında vur-kaç taktikleriyle zaman kazanmaya çalışır; dağılan Kürtleri tekrar etrafında toplamaya gayret eder.
Dönemin bölgedeki Jandarma Komutanı Zühtü Güven, hatıra kitabının 1931 yılını anlatan bölümünde bu olaylara değinmiştir.
Kaçak yaşayan Halis Bey, 4-5 kişilik bir grupla bir ara Suriye’ye gider; orada Ekrem Cemil Paşa ile Osman Sebri’yi ziyaret eder. Irak’a geçerek Şeyh Ahmed ve Melle Mustafa Barzani’yle görüşür.
Yolunun üzerinde İran’daki Kürt direnişinin efsane önderi Simko İsmail Ağa’nın (30 Haziran 1930’da Şah askerlerince katledildi) ailesini ziyaret eder.
Haziran 1934’te Tutak Meter Köyü'nde bir ihbar üzerine yakalanır; 32 yıl hapis cezasıyla yargılanır.
Dönemin bölge komutanı Salih Omurtak’ın eskiden ona verdiği bir söze güvenerek bir adamını onunla görüşmek üzere Ankara’ya gönderir; fakat Ağrı valisi, kuryeyi yakalatır.
Bu sefer başka bir yolu deneyerek Omurtak’a ulaşır. General’in ne kadar yardımı olduğu pek bilinmez ama Halis Bey iki yıl hapis kaldıktan sonra 1936’da serbest bırakılır.
Lakin gizli ve açık takip, taciz, eziyet ve baskınlar bitmez.
1946’da Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti kuruluşu münasebetiyle Qazi Muhammed’e kutlama telgrafı çekmesi yüzünden Halis Bey sorgulanır.
“Kutlama benim için şeref meselesiydi” diyerek yaptığını inkâr etmez.
Dört gün sonra serbest bırakılır. O tarihten bir müddet sonra Sovyetler Birliği’ne geçmek isteyen Molla Mustafa Barzani, kendisine yardım edilmesi için gizlice kurye gönderir.
Ancak Halis Bey, sıkı takip ve gözetim altında olduğundan, hem Barzani hem de kendi adamlarına zarar gelmesin diye bu teklifi kabul etmez.
Demokrat Parti (DP) iktidara gelmeden önce kendisini milletvekili adayı gösterir. 1950-1960 yılları arasında üç dönem Ağrı milletvekili seçilir.
Meclis’te milletvekiliyken bile rahat bırakılmaz. Özellikle muhalefetteki CHP, DP milletvekili olan Halis Bey’i sürekli Ağrı isyanıyla irtibatlandırır ve bu olay üzerinden “Meclis kürsüsünden Kürtçülük yapılıyor!” türünden kışkırtıcı girişimlerde bulunmaktan geri durmaz.
Oy almak için meşhur Kürt şahsiyetlerini milletvekili yapan DP ise, bu tür provokasyonlara karşı sessiz kalmayı yeğler.
27 Mayıs 1960 darbesiyle devrilen DP’nin önde gelen milletvekilleriyle birlikte önce Yassıada sonra Kayseri Cezaevlerine konulur.
Zorbalık, şiddet ve baskılara maruz kalır.
Halis Bey, 1977’de köyünde vefat eder.
Kendi gitti adı kaldı yadigâr kabilinden birkaç hatırasını kaydederek yazıyı sonlandıralım:
1954 yılında Halis Bey ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Ağrı-Muş bölgesinde seçim propagandası yapmak amacıyla Malazgirt’e giderler.
Halk Halis Bey’in etrafından toplanır. Bayar’ın çevresinde ise polis-jandarma birlikleriyle yöreden birkaç Kürt vatandaş vardır. Halis Bey, yakın bir adamına şöyle der:
'Git, Bayar’ı ağzı açık dinleyen şu Kürtlere de ki: Şurada duran arabadaki karpuzlar bedava, gidin alın.'
Adam denileni yapar, böylece Bayar’ın çevresinde Kürtlerden kimse kalmaz.(Haluk Öztürk anlatımı)
11. Dönem DP, 10. Dönem DYP Erzurum milletvekili olan Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat, bana aşağıda sıralanan anılarını özetle şöyle anlatmıştı:
27 Mayıs darbesi sonrasında Yassıada’ya konulduk. Cezaevi komutanını gören Halis Bey, “Oooo komutan, bu ne tesadüf! Ağrı İsyanı sırasında siz subay, ben de isyancı idim. Birkaç kez orada karşı karşıya gelmiştik. Demek ki yetmemiş, burada da görüşebildik!” demiş.
Yassıada iddianamesinde, “Anayasayı çiğnemek ve değiştirmek” mealinde bir suçlamayla karşılaşan Halis Öztürk, “Anayasa’nın ayaklarımın altında olduğunu bilseydim, çiğnemezdim!” şeklinde esprili mizacına uygun bir cevap vermiş.
27 Mayıs sonrasında Kayseri Cezaevi'ndeki Türk kökenli milletvekilleri Halis Bey’in başına üşüşünce, o da yüksek sesle şöyle demiş:
Kurtuluş Savaşı sırasında malımız ve canımızla savaştık. Atların dışkısında buğday ve arpa tanelerini arayacak duruma düştüm. (Çar ordusu işgalinde) birkaç Rus topunu ele geçirdiğimizde bizi kuru kâğıtlarla onurlandırdınız.
Vatan kurtulduktan sonra evimize gittik; Kürt olduğumuz için mürteci ve mütegallibe (gerici ve feodal) diyerek bizi öldürmek istediniz.
Canımızı kurtarmak için dağa çıkınca, bu defa eşkıya dediniz; ardımıza kolordular sevk ettiniz, köylerimizi yaktırdınız. 1950’lerde demokrasi oyunu icat ettiniz, halkımız bizi seçip gönderdi, güya mebus olduk.
Halis Bey, DP Bitlis milletvekili olup Kayseri Cezaevi’ne konan yaşı ilerlemiş Şeyh Selahaddin İnan’ın (Kamuran İnan’ın babası) çamaşırlarını kendi elleriyle yıkıyordu.
Bir gün aynı cezaevinde bulunan Celal Bayar’a hitaben şöyle demişti:
Dört sene seninle hapishanede yattım. Bir dört sene de İsmet İnönü’yle yatabilseydim, gözüm arkada kalmazdı.
O Meclis’teyken soyadı Öztürk olan Antalya milletvekiline sormuş:
Devlet bizim Türklüğümüzden şüphelendiği için, aklınca bize Öztürk soyadını yapıştırarak Türkleştirmeye çalışıyor. Türk olduğunuz halde neden size Öztürk soyadını vermişler? 3
Celal Bayar, Kayseri Cezaevi'ndeyken bir gün Halis Bey’e sorar:
Dikkat ettim, her içeri girişimde herkes önümde ayağa kalkardı, bir tek sen kalkmazdın. Korkmuyor muydun?
Halis Bey yanıtlar:
Dersim olayı sırasında başbakandın. Sen, Seyit Rıza’yı idam ettiren kişisin. Önünde ayağa kalkmak kanıma dokunuyordu da ondan. Ve senden korkmuyordum! 4
Halis Öztürk’ün Kayseri Cezaevi'ndeki tek kişilik koğuşu, kabul salonu gibiydi; çok sayıda ziyaretçisi vardı.
Dört bir yandan giden ziyaretçilerin götürdükleri bolca kavun, karpuz ve benzeri meyvelerle diğer gıda maddelerini Celal Bayar ve yanındakilere de veriyordu. 5
En çok ziyaretçi ise Kayseri’nin Sarız İlçesi'ne bağlı Kürt Alevileri arasından gidiyordu. 6
Kaynakça:
1. Iğdırlı Geloyî aşireti önde gelenlerinden ve CHP delegesi merhum Mecit Hun’un sahibi olduğu 12 Kasım 1954 tarihli Pamukova gazetesindeki köşe yazısından aktaran, oğlu Mücahit Hun, “Iğdır ve Hamidiye Alayları”, 15 Temmuz internet gazetesi, 23 Nisan 2019.
2. Mehmet İzci, “Abdülmecid Begê Sîpkî ve Sürgün Hayatı”, Doğubayazıt gazetesi, 28 Nisan 2014.
3. Ayrıca bkz. Ferzende Kaya, Mezopotamya Sürgünü Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü, 2003.
4. Halis Bey’in torunu Haluk Öztürk, “Ağrı Direnişi Liderlerinden Halis Bey”, Kürt Tarih dergisi Ocak-Şubat-Mart-Mayıs-Haziran 2017. Halis Bey hakkındaki bilgilerin büyük bir kısmını bu yazıdan edindim.
5. ve 6. Haluk Öztürk ile kardeşi Yüksel Öztürk’ün ortak anlatımı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish