Mustafa el-Kazimi, hassas bir zamanda başbakan olduğunu ve dünyanın can sıkıcı ve son derece zor bir döneme yöneldiğini biliyor.
Bu kötümser olma meselesi değil karar alıcıların ve ekonomistlerin söylediklerine saygı duyma meselesidir.
Can sıkıcı bir dönem; çünkü yeni can kayıplarının kaçınılmaz olduğu salgınla birlikte yaşamaya dönük artan çağrılar duyuyoruz.
Bir ilaç ya da aşının bulunduğu haberini acıyla bekliyoruz. Bu haberi beklerken orada burada yeni cenazeler olacak ve dünya savunmasızlığını daha çok hissedecek.
Gizemli bir salgının cephaneler, uzay araçları ve robotlar dünyasına kırılganlığını hatırlatması, bilinmeyen bir canavarın tüm dünyayı devasa bir toplama kampına ve endişe verici bir tuzağa dönüştürme gücünü hatırlatması gerçekten korkunç bir durum.
Şimdi zor bir dönem çünkü ekonomistler, bir dizi felaketten; işsizlerden oluşan “halkların” doğumundan ve benzeri görülmemiş bir durgunluktan bahsediyorlar.
Büyük iflaslar dalgasından, yoksulluk ve açlık oranlarının yükselmesi ile endişe dalgalarından...
Bu konuda zengin ya da güçlü ülkelerin yardımına güvenilebilirdi; fakat salgının bu ülkeleri de hedef alması yoksul ülkelerin başkalarının cömertliği konusundaki umutlarını azalttı.
Salgın ayrıca kaygı ve belirsizlik duygularına neden olan Avrupa acılarının yanı sıra bazı uluslararası ilişkilerde özellikle de ABD ve Çin ilişkilerinde yaralar açtı.
Eğer bir sonraki aşama inisiyatif, adaptasyon, gelişme ve hesap verebilirliğe sahip istikrarlı modern kurumlara sahip ülkeler için bile zor görünüyorsa bu tür kurumlardan yoksun ülkelerde durum kim bilir nasıl olacak!?
Mustafa el-Kazimi’nin kendisine Saddam Hüseyin rejimi felaketlerini hatırlatacak birisine ihtiyacı yok.
Zira kendisi de onun gölgesinde yaşama olasılığına katlanamadı.
Bu nedenle ülkeyi terk edip rejimin işlediği suçların çetelesini tutmaya başladı.
Saddam rejiminin devrilmesinden sonra geri döndüğünde kendini eski rejimin suçlarını belgelemeye verdi.
Bu görevini, başka bir Irak hayal eden bir vatandaş, dönemi kayıt altına alma hakkına sahip bir basın mensubu sıfatı ile yerine getirdi.
Ne var ki Saddam döneminde işlenen suçlar hakkındaki sözler ne kadar doğru olsa da artık eskidi.
Kazimi, asıl yakın ve tehlikeli olanın ne olduğunu biliyor.
Saddam rejiminin kökünden koparılıp atılmasından sonra neler yaşandığını biliyor.
Dört yıl önce ülkenin istihbarat başkanı seçildiğinde bu konuya ilişkin raporlar masasında kat kat olmuştu.
Gerçek şu ki, yeni başbakanın masasındaki en tehlikeli dosya, Irak’ın Saddam sonrası dönemdeki açık ve net başarısızlığı dosyasıdır.
Düzenli bir şekilde seçimler düzenlenmesine rağmen, hem vatandaşların hakkını hem de devletin prestijini koruyacak anayasal kurumlar inşa edememe başarısızlığıdır.
Seçimler ve hükümeti kurma sürecindeki zorlu sancılar, Şii-Sünni ilişkilerinde görülen çatlağın boyutunu ortaya çıkardı.
Şii ve Sünniler arasındaki kanlı gerilimin El Kaide’den sonra DEAŞ’ın kolayca boy göstermesine yol açan boşluklar ürettiğini gösterdi.
Gerçek şu ki siyasi güçlerin çoğu, devleti yeniden inşa etmek için bir savaşım vermediler.
Onun yerine devleti paylaşma ve kaynaklarını yağmalama savaşına katılmayı tercih ettiler.
“Çağdaş sivil bir devlet ideali” bütün güç testlerinde en zayıf tercihti.
Mustafa el-Kazimi, DEAŞ’a karşı savaşmaları sayesinde milis güçlerin elde ettikleri “meşruiyetin”, kurumsal hukuk devleti anlayışı yerine askeri vesayet ve darbe imaları ile yönetme ısrarı nedeniyle ölümcül bir yük haline geldiğini biliyor.
Kazimi, Irak’ın petrol zengini bir ülkeyi emeklilerin maaşlarını ödeyememe endişesi yaşayan bir ülke haline getiren benzeri görülmemiş bir yağma operasyonuna maruz kaldığını da biliyor.
Gerçek şu ki, yolsuzluk partisi, Saddam’ın devrilmesinden sonra Irak’ın en büyük siyasi partisi haline geldi.
Dini grupları, mezhepleri ve etnik kimlikleri kapsayan bir parti!
Mustafa el-Kazimi, Saddam sonrası dönemin, Irak arenasında özellikle ABD güçlerinin çekilmesinden sonra ABD ile İran’ın birbirlerine karşılıklı darbeler indirdikleri dönem olduğunu biliyor.
Bağdat’ın son yıllarda yaşadıklarına tanıklık edenler, İran’ın kendisinde bir nevi Irak’ın iç işlerini yönetme hakkı gördüğünü çok iyi bilmektedir.
Elbette ABD’nin de buna karşı çıktığını göz önünde bulundurarak.
Bağdat’ta hükümetlerin kuruluş hikayesini bilenler, bu hükümetlerin her zaman Kasım Süleymani’nin müdahaleleriyle kurulduğunu bilmektedir.
Süleymani, neredeyse Saddam sonrası dönemin önderi gibi bir rol oynuyordu.
Bu rol kimi zaman, İran ile doğrudan ve açıktan bir çatışmaya girmek istemeyen Irak’taki Şii dini otorite Ali Sistani’nin çizdiği sınırlarla çatışıyordu.
Keza Washington’un Irak’ın tamamen İran’ın yörüngesine kaymasını engelleme çabası ile de çatışıyordu.
Sokaklara inen Irak devrimi ise, peşi sıra gelen hükümetlerin yolsuzluk ile mücadeledeki başarısızlığına, siyasetin devletin kendi kararlarını ortak biçimde alamamasına itiraz eden bir haykırıştı.
Halk hareketi ayrıca Iraklıların, özellikle Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilip sert yaptırımları yeniden yürürlüğe sokması ile ülkelerinin İran ve ABD’nin birbirlerinin güçlerini test etmek için kullandıkları bir alan haline gelmesinden yorulduklarını ortaya çıkardı.
Göstericilerin öldürülmesinin cezasız kalması, askeri milis vesayetinin hukuk devleti mantığına üstün geldiğini gösterdi.
Başbakan Adil Abdulmehdi’nin geçen Aralık ayı başındaki istifası, politik, ekonomik ve sosyal açıdan ülkedeki durumun kötüleşmesinin ek bir kanıtı, ABD-İran çekişmesinin tırmanışının yeni bir ispatıydı.
Bu çekişme, Trump’ın kendinden önceki başkanların kaçındığı ve Hamaney’in kalbine ve aklına en yakın adamlarından Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ile sonuçlanan kararı alması ile doruğa ulaştı.
Zorlu korona dünyasında Irak parlamentosu el-Kazimi hükümetine güvenoyu verdi. Kendisinin görevi zor ve karmaşık.
Protestocuların mesajlarına kulak verilmeli ve mümkünse üzerlerine ateş açıp onları çeşitle yollarla öldürenlerin yargılanması talebi ele alınmalıdır.
Ekonomik gerileme ile mücadele edecek ve yağma mantığını durduracak bir plan hazırlanıp Kürdistan özerk bölgesi ile ilişkiler onarılmalıdır.
DEAŞ’ın Irak topraklarında yeniden baş göstermesine izin vermemek konusunda dikkatli olunmalıdır.
Geriye en zor görev kalıyor o da Irak’ı kendisini ABD-İran ilişkilerinin bir laboratuarına, karşılıklı darbe ve mesajların yöneltildiği bir savaş meydanına dönüştüren durumdan kurtarmak.
Belki de bu nedenle el-Kazimi görevine ABD ve İran büyükelçilerini kabul ederek başladı.
Kazimi, şöyle dedi:
Irak, tarafların hesaplaşacağı bir alan olmayı, dost veya komşu bir ülkeye saldırmak için bir platform olmayı reddetmektedir.
İki nehir ve aynı zamanda iki büyükelçi arasındaki ülkede başbakan olmak kolay değildir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız
© The Independentturkish