İkinci Dünya Savaşı bütün acımasızlığıyla sürerken 1940 yılında Japon Hava Kuvvetleri insanoğlunun sınırları ne kadar zorlayabileceğinin bir ispatı olarak korkunç bir planı devreye sokmaya karar verdi.
Japonlar, 1910 yılında tekrar hortlayan veba salgınında binlerce insanın hayatını kaybettiği Çin’e, bu felaketi tekrar yaşatmak üzere veba hastalığı taşıyan pireleri uçaklar yoluyla Çin semalarına bıraktı.
Savaşın kaotik ortamında kaç Çinlinin bu operasyon neticesinde öldüğü net olmasa da Japonların giriştiği katliamların arasında en insancıl olanların başında bu geliyordu.
Bu acımasızlığı ile Çin’de büyük katliamlara girişen Japonlar birkaç yıl sonra iki büyük sanayi şehrini, insanlığın sınırlarını zorlamak konusunda kendisinden de daha acımasız olabilen Amerikalılar eliyle kaybedecekti.
Amerikalılar atom bombası kullanarak Hiroşima ve Nagazaki şehirlerini yok etti ve böylesi bir katliama Nazi Almanya'sı lideri Adolf Hitler dahi girişmemişti.
Oysa defalarca uçurumun kenarına gelen insanoğlu yaşadığı trajedilerden hiç ders almış değildi.
Çiçek, veba, kızamık, İspanyol gribi salgın hastalıklar, insanoğlunun doğa karşısındaki çaresizliğini defalarca ispat etmişti.
Günümüzde ise salgın hastalıklar ya laboratuar ortamında ya da insani koşulların altında bir yaşayışın sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Üstelik sadece geçmişte olduğundan daha hızlı yayılmıyor; hızla değişime uğruyor ve bir salgın hastalık kontrol altına alınamadan bir sonraki ortaya çıkıveriyor.
Üç büyük veba salgını arasında ortalama 200 sene varken günümüz salgın hastalıklarının ortaya çıkış süreleri arasındaki zaman farkı üç yıla kadar düşmüş durumda.
Son 17 yıl içinde yeni ortaya çıkan ya da tekrar eden bazı salgın hastalıkların kronolojik sıralaması şöyle;
- Sars – 2003
- Influenza A H1N5 kuş gribi) - 2007
- İnfluenza A H1N1 (domuz gribi) - 2009
- MERS - 2012
- Influenza A H7N9 – 2013
- Ebola – 2014
- Zika - 2015
- Ebola - 2017
Koronavirüs ile gündem altüst oldu
Türk kamuoyu Çin’in Vuhan şehrinde ortaya çıkan koronavirüs isimli salgın hastalığı ilk defa şu şekilde tanımya başladı;
Çin'de ortaya çıkan ve zatürreye benzetilen 'gizemli hastalığın' sebebi olarak görülen yeni bir koronavirüsünün insandan insana bulaştığının doğrulandığı bildirildi.
Çin medyasına göre, Ulusal Sağlık Komisyonu tarafından salgını araştırmak üzere görevlendirilen uzman ekibin lideri Zhong Nanshan, zatürre benzeri hastalığa neden olan virüsün, insandan insan geçebildiğini belirtti.
Guangdong eyaletindeki 2 kişiye virüsün aile üyelerinden bulaştığının tespit edildiğini aktaran Zhong, söz konusu iki kişinin, hastalığın ortaya çıktığı Vuhan kentine gitmediğini ancak aile üyelerinin bu kentten dönmesinin ardından hastalığa yakalandıklarını ifade etti.
China Daily gazetesinde, virüsün tespit edildiği hastalarla ilgilenen bazı sağlık çalışanlarında da virüse rastlandığı bilgisi paylaşıldı.(Independent Türkçe)
Laboratuar ortamında üretildiği tahmin edilen koronavirüs, dünyanın yükselen en büyük ekonomisi Çin’i 2 ay gibi kısa sürede yeryüzünün en büyük açık hava hapishanelerinden birisine çevirirken, dünya genelinde devletler kırmızı alarm vermiş durumda.
Peki, insanoğlu geçmişte bu tür salgınlarla karşı karşıya geldiğinde ne yaptı; nasıl üstesinden geldi?
Vebaların ortaya çıkışı ve toplumların tepkisi
Veba hastalığı ilk defa İpek Yolu vasıtasıyla Anadolu’ya oradan da Avrupa’yı ulaşmış, bilinen en korkunç salgın hastalıktı.
Avrupa’yı üç dalga halinde vuran veba, ilk defa 6'ncı yüzyılda ortaya çıkmıştı ve adına Jüstinyen denilmişti.
Veba en korkunç yüzünü ise, 14'ncü yüzyılda ortaya çıkararak Avrupa kıtasının üçte birinin ölümüne sebep olmuştu.
'Kara Ölüm' olarak nitelendirilen ikinci dalga veba, Osmanlı’nın Avrupa üzerine olan yürüyüşünü hızlandıran faktörlerden de birisiydi.
17'nci yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan üçüncü dalga vebaya ise 'Çocuk Veba' ismi verilmişti.
Bu salgın özellikle Rusya’yı vurmuş Moskova aylarca karantinaya alınmıştı. Öyle ki bu karantina süreci Moskova’da büyük bir isyana sebep olmuştu.
6'ncı yüzyılda ortaya çıkan vebanın doğru teşhisi yanlış yöntemler ve dini açıklamalar sebebiyle 1.300 sene gecikmiş; ancak 19'ncu yüzyılda hastalığın doğru teşhisi yapılabilmişti.
İsviçreli bilim adamı Alexandre Yersin v,ebaya sebep olan mikrobu tespit ederek bu hastalığın lenf bezinde oluştuğunu ortaya koymayı başardı.
Paul Louis Simond isimli bilim adamının da bu hastalığın nasıl yayıldığını tespit etmesi vebaya karşı mücadele için ilk defa doğru adımların atılabilmesini sağladı.
Hastalığın bu safhasına gelene kadar Avrupa kıtasının yaşadığı travma ise izah edilebilecek türden değildi.
Fuhrmann, “Alt- und neues Wien” isimli eserinde Avusturya’da yaşanan veba salgınını şöyle tasvir edecekti;
Avusturya’nın her yerinde, özellikle Viyana’da ölümler çok fazlaydı. Bütün insanlar, zengin veya fakir St. Coloman’da bulunan mezarlığa konuluyordu.
Çok fazla insan ölüyordu, her gün en az 1200 ceset mezarlığa konuluyordu ve orada su gözükene kadar 6 mezar kazılıyor ve her mezara 14.000 ceset konuluyordu ve bu cesetler manastırlara ve diğer kiliselere gizlice gömülüyordu.
16 Dük Albrecht şehirden Purkersdorf’a kaçmıştı ve ayrıca şehirde bulunan bütün mezarlıklara ceset konulmasını yasaklamıştı. Birçok insan da şehirden kaçmıştı ve onlardan birçoğu daha ülkede iken öldüler.
İnsanların ölümü ise şöyledir: Kimde kırmızı veya da siyah lekeler görülürse, o kimse üçüncü gün ölüyordu. İnsanların perişanlığı o kadar büyüktü ki, yalınayak kilise turlarına çıkıyorlar ve içten dualar yapıyorlardı. Ancak bu bir şeye yardımcı olmuyordu.
Viyana’daki yetmiş veya daha fazla kişinin soyu tükenmişti. Bazı evler tamamen ıssızlaşmıştı, çünkü bu evlerde yaşayan bütün insanlar ölmüştü. Birçok mal ve toprak mirasçısız kalmış, duvarların arasında kalanlar ise; sadece yaşamayı düşünmekteydi.
Ölümler o kadar fazlaydı ki, gerçek ölüm oranları asla bilinemezdi. Din adamlarından da ölenler çok fazlaydı. St. Stephan’daki rahiplerin 54 tanesi bu ölenler arasındaydı.(Ayrıntılı bilgi için; Avrupa’da Veba Salgınında din faktörü - Emrah İstek)
Avrupalılar: Vebanın suçlusu Yahudiler
Avrupa’yı baştan aşağı kırıp geçiren veba karşısında çaresiz kalan Avrupa, bu hastalığa akla uygun açıklamalar getiremeyince bunu doğaüstü nedenlerle açıklamaya çalıştı.
Hastalığın en büyük nedeni olarak su kuyularını zehirlediği düşünülen Yahudiler gösterildi.
Avrupa’nın birçok şehrinde Yahudiler bu günahlarından dolayı kitlesel olarak yaratıcıya kurban edilmeye başlandı.
Yahudilerin kitlesel olarak öldürüldüğü, tecrit edildiği ya da sürüldüğü şehirler şunlardı: Königsberg, Marienburg, Heiligenheil, Frauenburg, Mühlhausen ; Narbonne, Carcassonne ve Bourgogne ; Basel, Viyana...
Yahudilerin günah keçisi ilan edilmesinin arkasındaki asıl sebep ekonomiyi ellerinde tutmaları ve buna karşı Hıristiyanların sefalet içerisinde yaşamalarıydı.
Yahudilerin dışında bu hastalığın sebebi cadılar, büyücüler ve hortlaklarla da açıklanmaya çalışıldı.
Bu açıklamaların sonucunda kilise gücüne güç katarken derebeyler veba hastalığı karşısında gücünü merkezi otorite ve kiliseye kaptırmıştı.
Müslümanların veba karşısındaki tavrı
Jüstinyen Vebası, Avrupa’yı kırıp geçirirken bu hastalık Müslüman coğrafyada ilk defa Hazreti Ömer döneminde ortaya çıktı.
Amvas bölgesinde ortaya çıkarak Irak ve Suriye bölgesinde hızla yayılan veba yüzlerce sahabe ve on binlerce Müslüman’ın ölümüne sebep oldu.
Bu hastalık Avrupa kıtasının aksine Müslüman coğrafyada bir lanet olarak değil; Allah’ın imtihanı hatta ölümlerin şehit sevabıyla eşit görülmesi sebebiyle rahmet olarak görülüyordu.
Hastalık ortaya çıktığı ilk anda Hazreti Ömer, sorunun yaşandığı şehirlerin yakınına giderek buralarda yönetim üstleri kurdu.
Şehirlerde bulunan kişilerin gıda temininin yapılmasını bizzat organize ederken hastalığın yayılmasını engellemek için geniş çaplı tedbirler aldı.
Hazreti Muhammed, taun olarak bilinen veba konusunda ortaya şöyle bir politika koymuştu;
Şayet bir yerde tâun hastalığı olduğunu işitirseniz oraya girmeyin. Bir yerde tâun hastalığı çıkarsa ve siz orada bulunursanız tâundan kaçarak oradan çıkmayın.
Bu Müslümanlara açık bir karantina öğretisiydi. Yine İslam peygamberi bir başka ifadesinde şunları söylüyordu;
Allah tâunu müminler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikamete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.
Yine bu Müslümanları büyük bir paniğe kapılarak şehirlerini terk etmesini önlüyor ve hastalığın başka şehirlere yayılmasını engelliyordu.
Nitekim Jüstinyen Vebası, Avrupa kıtasını neredeyse yok etmenin eşiğine getirirken İslam coğrafyası nispeten daha az hasarla bu hastalıktan kaçınmayı başarıyordu.
Ebu Ubeyde b. Cerrah, Muaz b. Cebel, Yezid b. Ebu Süfyan, Şürahbil b. Hasene, Fazl b. Abbas, Süheyl b. Amr, Ebu Cendel b. Süheyl gibi birçok sahabenin hayatını kaybettiği veba karşısında takınılan tavır salt kaderci bir yaklaşım değildi.
Nitekim hastalığın bulunduğu şehirlere girilerek tedavinin yapılmasını isteyen bazı sahabeler Hazreti Ömer’den veto yiyince “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun Ömer?” diye itirazda bulundular.
Hazreti Ömer verdiği cevapta “Allah’ın kaderinden Allah’ın başka kaderine kaçıyorum” diyerek Müslümanlarının tavrının tedbir ve mücadeleden yana olduğunu ortaya koyacaktı.
Osmanlı döneminde de sayısız salgın hastalık toplumun gündelik rutinini son derece etkiliyordu.
Evliya Çelebi meşhur Seyahatnamesinde en büyük salgın hastalık taunu şöyle tasvir etmişti;
Hattâ başı Adana kabağı kadar olup dili kapkara yanup kulaklarından cerâhat akup birkaç kerre hâlet-i nez’a vardı.
...
Bir gün Sultân Selîm-i Sânî asrında tâ’ûn-ı azîm olup şehr-i İslâmbol içre eyle tâ’ûn-ı ekber olur kim İslâmbol’un yigirmi yedi kapusundan taşra beher yevm üç bin âdem cenâzesi çıkdığı Selîm Hân’ın mesmû’-ı hümâyûnları olup du’â-yı istiskâ içün üç gün nâdîler nidâ edüp “Leyle-i Kadir’de Ayasofya câmi’inde ihyâ olup cem’ olalar ve Ayasofya câmi’i ne kadar âdem alur add olunsun” deyü fermân-ı şerif sâdır olunca el-azametullâh Ayasofya-i Kebîr içre âdem deryâsı cem’ olup {omuz} omuzu sökmeyüp benî âdem zânû-be-zânû çıtâ-çıt oturup eşŞeyh Beşiktaşî Yahyâ Efendi hazretlerinin va’z [u] nasîhatına muntazır olmuşlar idi.
İspanyol gribi Birinci Dünya Savaşı'ndan daha yıkıcı oldu
Bu hastalık ilk defa 1917’de ortaya çıktığında sanıldığının aksine İspanya’da başlamadı.
Adına İspanyol gribi denmesinin sebebi birçok ülke kamuoyundan bu bilgiyi saklarken İspanyol yetkililer halka hastalık hakkında doğru ve gerçek bilgiler vermesinden dolayıydı.
Hastalık ortaya çıktığında dünya büyük bir savaşın içerisindeydi. Dolayısıyla toplamda ne kadar insanın öldüğüne dair somut bir veri olmasa da 30 milyon civarı kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.
Erhan Keyvan ve Özenyurdakul’un birlikte hazırladığı “Kuş Gribi ve İnsan Sağlığına Etkileri” makalesinde İspanyol gribi için şu ifadeleri kullanıyorlar;
Yakın tarih incelendiğinde; influenza virüs tiplerinin insanlığı üç büyük salgın ile etkiledikleri görülmüştür. Modern dönemdeki en ağır salgın 1918-1919 yıllarında 'İspanyol Gribi' kaynaklı olmuştur ve dünya çapında yaklaşık 100 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Arşivlenmiş otopsi dokuları ve Alaska’da gripten ölen bir hastanın donmuş dokulardan yapılan incelemeler sonucunda etkenin H1N1 olduğu tespit edilmiştir.
Filogenetik analizler sonucunda, 1957 ve 1968 yıllarında meydana gelen pandemilerden farklı olarak virüsün insan ve domuz gibi duyarlı memelilere direkt adaptasyon şeklinde hastalık oluşturduğu düşünülmektedir.
İspanyol gribinin tam olarak neyden kaynaklandığı belirlenemediği için kesin bir tedavisi de üretilemedi; fakat antibiyotikler ve insanoğlunun bağışıklık kazanmasıyla ortadan kalktı.
Bu hastalığa dair doku parçaları hala laboratuar ortamında koruma altında tutulmakta.
Diğer hastalıklar ve mücadele
Salgın hastalıkların toplumsal, ekonomik ve siyasi birçok sonucu vardır.
Türklerin salgın hastalıklar sebebiyle Asya’dan göçü kavimler göçüne neden olurken Çiçek hastalığının Amerika kıtasında kitlesel ölümlere neden olması sebebiyle Afrika’dan Amerika kıtasına milyonlarca siyahi insan köle olarak getirildi.
Bugün koronavirüs ismiyle tüm dünyaya yayılma tehdidi taşıyan salgın hastalık karşısında insanoğlu tüm teknolojisi ve haşmetine rağmen yine çaresiz kalmış durumda.
Kısa bir süre içinde bir aşı veya tedavi geliştirilemezse bahsettiğimiz felaketlerden bir yenisini yaşamasının önünde hiçbir engel bulunmamakta.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish