Dünyada en çok alıntı yapılan ekonomistler arasında gösterilen Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden (MIT) Prof. Daron Acemoğlu, James Robinson’la birlikte yazdığı ‘Dar Koridor’ adlı yeni kitabını anlattı.
Karar’dan Taha Akyol’un sorularını cevaplayan Acemoğlu, “Çalışmalarım aynı zamanda demokrasilerin ekonomik performans açısından genellikle demokratik olmayan sistemlerden biraz daha iyi olduğunu gösteriyor. Mesela demokratik olmayan ülkeler demokratikleşme suretiyle, izleyen 20 yıl boyunca demokrasi dışı toplumlara göre kişi başına GSYİH’sını yaklaşık % 25 oranında artırdı” dedi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
“Türkiye’nin verimlilik sorunu var, oldukça da ağır” diyen Acemoğşu, “Son 13 yılda, Türkiye ekonomisi büyüdü, ancak verimlilik artışı oranı sıfır veya negatif oldu. Bu nasıl olabilir? Aslında o kadar da şaşırtıcı değil. Türkiye’de verimlilik artışı düşük, çünkü teknolojik ilerleme çok az” tespitini yaptı.
Acemoğlu’nun Akyol’un sorularına verdiği yanıtların bir bölümü şöyle:
Yeni çıkan ‘Dar Koridor’ adlı kitabınızda demokrasiyi savunuyorsunuz. Otoriter popülist hareketler neden yükseliyor?
Demokrasi, özgürlük ile kastettiğimiz şeyin ayrılmaz bir parçasıdır. Demokrasi olmadan (ki bununla gerçek demokrasiyi, özgür siyasi katılımı, ifade özgürlüğünü ve zengin demokratik kurumlar ağını kastediyorum) özgür siyasi katılım olamaz. Bu olmadan özgürlük savunulamaz.
Çalışmalarım aynı zamanda demokrasilerin ekonomik performans açısından genellikle demokratik olmayan sistemlerden biraz daha iyi olduğunu gösteriyor. Mesela demokratik olmayan ülkeler demokratikleşme suretiyle, izleyen 20 yıl boyunca demokrasi dışı toplumlara göre kişi başına GSYİH’sını yaklaşık % 25 oranında artırdı.
Öyleyse neden demokrasiler zamanımızda gerileme halinde?
Bu aslında ‘Dar Koridor’ adlı kitabımızda ele almaya çalıştığımız kritik sorulardan biri. ‘Dar koridor’ imajı özgürlüğü savunmanın ve özgürlüğü koruyan kurumları sürdürmenin zor olmasından kaynaklanıyor. Özgürlüğü koruyan kırılgan dengenin bozulması kolaydır.
Bugün demokrasi çeşitli ana nedenlerden dolayı saldırı altındadır. Birincisi, son kırk yılda, çok fazla ekonomik büyüme oldu ancak kazanımlar çok eşitsiz bir şekilde paylaşıldı. Bu çok hoşnutsuzluk yarattı ve hoşnutsuzluk susturuldu ve yok sayıldı. Bu, demokratik kurumlara güveni aşındıran derin sıkıntılara yol açtı. İkincisi, uluslararası sahnede Çin ve Rusya’nın etkisi otokratları güçlendiriyor. Son olarak, teknolojideki değişiklik, özellikle sosyal medya ve gözetim teknolojileri, yeni sansür araçları otokratlara baskı yapmak için araçlar sağlamıştır. Bütün bunlar demokrasi için zor bir devir yarattı.
Kitabınızda “otokrasinin çekiciliği” diye bir kavram var. Bu ne demek?
Bu yine ‘koridor’un darlığı ile ilgili. Demokratik kurumlar işe yaramazsa ve sıradan insanlar seslerini duyuramazlarsa, sistemi sarsmak istediğini iddia eden otokratik bireyler aniden çekici görünüyor. Bunlar hem Avrupa’da hem de dünyanın çoğunda görülen popülizm dalgalanmalarını körükleyen dinamikler. Bu dinamiği Amerika’da Trump’ın yükselişinde de açıkça görebilirsiniz.
Otoriter ve demokratik trendler açısından, dünya ufkunda yeni bir demokrasi dalgası mı, otoriteryanizmin yükselmeye devam etmesi mi gözüküyor?
Kitabın önemli vurgularından biri, ne liberal demokrasinin ne despotik otoriteryanizmin ne de anarşinin tüm toplumların sorunsuz bir şekilde birleşeceği evrensel bir nokta olmadığıdır. Her dönemde, koridorda gelişen bazı toplumlar olacak, başkaları daha despotik devletler inşa edecek, diğerleri de yasaların ve devletlerin yıkıldığını görecek. Dolayısıyla, demokrasinin gelecekte daha da güçleneceğinden umutluyum, ancak şu anda, tam tersine, demokrasinin gerilemesini ve otoriter popülizme veya diktatörlüğe yönelik akımların güçlenmesini yaşıyoruz.
Ancak bunların hiçbirini kaçınılmaz olarak görmüyorum. Her ülke kendi kaderini şekillendirme kapasitesine sahiptir. Gözetim teknolojilerini ve yapay zekayı ele alın. Çin hükümetinin elinde bunlar özgürlüğe karşı müthiş silahlar. Ancak diğer ülkelerde, onları daha iyi iletişim, daha özgür siyasi değişim ve hükümet despotluğunu sınırlamak için araçlara dönüştürmeye karar verebiliriz. Yapay zeka teknolojisini yüz tanımayı geliştirmek için kullanmamaya, ancak insanları güçlendirmek için kullanmaya karar verebiliriz. Kısacası, aslında hepsi bizim tercihimiz.
Kitabınızda üçlü bir tasnif var. Biri aşiret-kabile toplumları veya Suriye gibi kaotik toplumlar. Öbürü otoriter toplumlar. Arada ‘dar koridor’ olarak demokratik toplumlar. 21. Yüzyılda demokrasi niye hâlâ geniş değil, ‘dar koridor’?
İçinde yaşadığı koridorun dar olması özgürlüğün doğasındandır. Bahsettiğiniz üçlü ayrım üzerine inşa edilen kitabın ana fikri (Nâmevcut (varolmayan) Leviathan, Despotik Leviathan ve Prangalanmış Leviathan) gerçekten bununla ilgili: özgürlüğü korumak için hem güçlü devletlere hem de güçlü toplumlara ihtiyacınız var. Ayrıca, aralarında her daim bir rekabet ve yarış olmasına da ihtiyacınız var.
Güçlü bir devlete ihtiyacınız var çünkü anlaşmazlıkları çözmek için geniş ve âdil bir şekilde uygulanabilecek kanunlar olmalı. Ayrıca insanların özgürlüklerini kullanabilmelerine fırsat sağlayacak kamu hizmetleri için de devletlere ihtiyacınız var. (Eğitiminiz yoksa, sağlık hizmetiniz yoksa, iyi altyapıya erişiminiz yoksa, nasıl gerçekten özgür olabilirsiniz?). Ama aynı zamanda, güçlü insanlardan emir almak istemeyen iddialı, politik olarak aktif güçlü toplumlara ihtiyacınız var. Böylece liderlerini gözlemek ve denetlemek mümkün olur. Böyle toplumlar olmadan güçlü devletler despotluğa dönüşür.
Aynı zamanda güçlü devletler ve güçlü toplumların birlikte çalışmasına ihtiyacınız var, böylece devletler daha gelişmiş hale geldikçe ve daha fazla sorumluluk yüklendikçe, toplumlar da politikacıları, büyük şirketleri ve bürokratları denetim altında tutmanın yeni yollarını bulabiliyorlar. Fakat güçlü devletler ve güçlü toplumlar arasındaki bu denge tehlikeyle dolu. Bir taraf çok güçlenebilir. Bir taraf gardını düşürebilir.
Dahası, özgürlüğü zayıflatmak isteyenler daima var olacak. Büyük şirketler daha kârlı anlaşmalar yapabilmek için çalışanları üzerinde daha fazla güce sahip olmak ya da hükümet yetkilileri ile daha fazla temas kurmak isteyebilirler. Liderler medyadaki eleştirileri susturmak veya muhalefete karşı kendilerine daha fazla avantaj yaratmak isteyebilirler. Bunların hepsi özgürlüğün erozyonudur. Ve hepsi her zaman yaşanıyor.
‘Devletin otoritesi’ kavramı ile ‘devletin kapasitesi’ kavramı arasındaki fark nedir?
Çok büyük bir fark vardır ve bunların bazen karıştırılması siyaset biliminin ve politik söylemin önemli bir sorunudur. Kağıttan Leviathan’a geri dönersek, bir devletin ve liderinin, bazı rakiplerinin tutuklanması ve infazı da dahil olmak üzere, büyük bir otoritesi olabilir. Orduyu kontrol ediyor olabilirler. Ama kapasiteleri yoktur, sorunları çözemezler.
Bu bakımdan Çin çok önemli, çünkü hem kapasite sahibi hem de despotik bir modele örnek teşkil ediyor. Bunun 2500 yıl öncesine uzanan bir geçmişi var ancak en belirgin biçimde yakın tarihteki İmparatorluk dönemi Çin bürokrasisinde görülüyor. Çin, hem otoriteye hem de kapasiteye sahip ki, bu, Çin devletinin hem ekonomik büyüme sürecini hem de toplumsal muhalefeti kontrol etmesini sağlıyor.
Despotik büyüme
Çin’in “despotik büyüme” örneği diyorsunuz. Demek ki büyüme için özgürlük gerekmiyor dersem ne dersiniz?
Evet, despotik büyüme mümkündür ve tarihte birçok kez olmuştur. Bu yüzden özgürlük ve ekonomik büyüme aynı şey değildir. Özellikle Çin gibi yüksek kapasiteli despotik bir devleti, tam bir anarşinin (Suriye’yi düşünün) olduğu bir durumla karşılaştırdığınızda, elbette, yüksek kapasiteli despotik devlet kontrolünün ticaret ve üretim için daha iyi olacağı kesin. Yüksek kapasiteye sahip devletler aynı zamanda kredi ve sübvansiyonlarla da yandaşlarını destekleyerek bir miktar yatırım ve büyümeyi mümkün kılar. Ancak kritik olan, bu tür bir büyümenin özgürlük getirmemesidir. Dahası, despotik büyüme, sınırlıdır. Despotik Leviathan’ın kontrolü altında geniş tabanlı bir verimlilik artışı ve inovasyon başlatmak çok zordur. Tarihte bunun birçok örneği var. Bir anlamda Çin’in yapmaya çalıştığı şey buna karşı bir örnek oluşturmak. Bu yüzden araştırma ve geliştirmeye çok fazla para döküyorlar. Despotik sistemlerin zayıflığının nerede olduğunu biliyorlar ve onu düzeltmeye çalışıyorlar. Ama bunun başarılı olacağını sanmıyorum.
Rusya’yı nasıl nitelersiniz?
Rusya birçok yönden Çin’e benziyor, ancak daha az devlet kapasitesine sahip. Bu nedenle Rusya’da yolsuzluk Çin’e göre çok daha zararlı (çok daha düzensiz) ve devletin kamu hizmetleri sunma yeteneği Rusya’da kısıtlı. Sonuç olarak, ekonomik büyüme çok daha az hızlı ve daha az organize. Fakat özünde Rusya, Despotik Leviathan’ın bir başka örneğidir.
Türkiye AB sürecinde ‘koridor’a girme şansını yakaladı ama sürecin tıkandı, bu şansı zaafa uğradı diyorsunuz. Türkiye yeniden ‘koridor’a yani demokrasiye ve dengeli büyümeye yönelemez mi?
Tabii ki, gelecekte her zaman umut vardır. Türkiye devletin ve seçkinlerin gücüne göre toplumun çok zayıf olduğu ülkelerin klasik örneğidir. Dolayısıyla Türkiye’nin koridora girmesi için toplumun siyasi olarak daha aktif ve daha iyi örgütlenmiş olması gerek (örneğin sivil toplum örgütleri ve özgür ve bağımsız medya aracılığıyla). Aynı zamanda, Türkiye’nin daha güçlü kurumlara ihtiyacı var. Bu bilhassa yargı için çok önemli. Yargı kurumları bağımsızlıklarını ve yetkinliklerini kaybettiklerinde, bunun yeniden inşası çok uzun zaman alıyor.
"Sorun verimsizlik, çünkü..."
Türkiye’de krizin temel sebebinin verimliliğin artmaması olduğunu söylüyorsunuz. Neden artmadı? Verimlilikle kurumlar arasında bağlantı var mı?
Çok yakın bağlantı var. Türkiye’nin verimlilik sorunu var, oldukça da ağır. Son 13 yılda, Türkiye ekonomisi büyüdü, ancak verimlilik artışı oranı sıfır veya negatif oldu. Bu nasıl olabilir? Aslında o kadar da şaşırtıcı değil. Türkiye’de verimlilik artışı düşük, çünkü teknolojik ilerleme çok az. Bunun nedeni yüksek teknoloji alanları yerine, Türkiye’nin yatırımlarının çoğunun inşaat ve gayrimenkul alanlarına gitmesi; daha iyi fikirlere sahip yeni şirketlerin ortaya çıkmaması. Bunların hepsi kurumlarla ilgilidir. Daha iyi kurumlarla, daha yeni ve iyi fikirlerin gelişmesi için daha fazla alan olacaktır. İşlerini yürütmek için politik bağlantılarını kullanan şirketlerden farklı olacaktır bunlar. Daha iyi kurumlarla modern teknolojilere de daha fazla yatırım yapılacaktır. Aslında, 2000’li yılların başlarında Türkiye’nin 2000-2001 krizini takiben daha yüksek verimlilik artışına yol açan bu tür kurumsal reformlar gördük. Bu kısa dönem, Türkiye’de daha kaliteli bir büyüme için güçlü bir potansiyel olduğunu göstermektedir.
CB hükümet sistemi “devletin kapasitesi”ni nasıl etkiliyor?
Çalışmamızın şaşırtıcı sonuçlarından biri, daha büyük devlet kapasitesinin Despotik Leviathan altında değil, koridor içinde gelişmesidir. Çünkü hem toplumun gözetimine ve hem de toplum denetlemesine ihtiyacınız var. Bu bakımdan, daha az denetim ve dengeye sahip bir politik sistem, devlet kapasitesi açısından iyi değil. Bu gerçek, en çok mahkemeler ve üniversiteler gibi alanlarda görülüyor. Hâkimlerin daha fazla bağımsızlık, üniversitelerin daha fazla özerklik sahibi olmaları, daha kapasiteli olmalarını sağlayacaktır.
Karar