"Hayatının gayesi nedir?", "Bu dünyaya neden geldin?", "Yaşamını gerçekleştirmek için gereksinimin nedir?" vb. klişe soru cümlelerini çok duyarız.
Hatta 90'lı yılların ortalarında yayınlanan Marlo Morgan'un "Bir Çift Yürek" adlı kitabı yayınlanmıştı. Bu kitabı okuyan insanların çoğunun zihninde sorular yer edinmişti.
Hani Aborijinler dev karıncaların yumurtalarını yedikten sonra, "Bu karınca yumurtalarının varlık sebebi, bugün onları yememizdi" derlerdi ya...
İşte bu tür karşılaşmalardan sonra birçok insan "hayatının gayesinin" derdine düşmüştü.
Ben de bugün size "hayatının gayesini" bulmuş ve onu nihayet gerçekleştirmiş bir insandan bahsetmek istiyorum: Abdurreqîb Yusuf.
Yusuf, aslen Cizreli. Yani buradan. Lakin daha çok küçük iken Irak'a Musul'a göçmüş ve orada büyümüş biri.
Abdurreqîb Yusuf ismi ile ilk defa, 1991 Haziran'ında Duhok'a ilk kez gittiğim zaman, Duhok'un en eski kitabevi olan Abdullah Zero'nun Duhok Kitabevi'ndeki "Dîwana Kurmancî" adlı kitabını elime aldığımda karşılaştım.
Eski bir kitaptı. Benim gördüğüm tarihten tam 20 yıl önce yayınlanmıştı.
Dîwana Kurmancî ismi bana çok tanıdık, çok sempatik, adeta içimi ısıtan ılık bir bardak süt gibi gelmişti. Arap harfleri ile ama Kürtçe yazılmıştı.
Dîwana Kurmancî, Abdurreqîb Yusuf kelimelerini okuyabildim. Kitabın içindekiler bölümüne baktım; Elî Herîrî, Feqiyê Teyran, Melayê Cizîrî, Ehmadê Xanî, Melayê Bateyî, Şêx Nureddîn Birîfkanî ve diğer isimleri okuduğumda hafifçe sersemledim sanki.
Evet okuyabiliyordum. Allah rahmet etsin, Ahmet amcamın Osmanlıca hutbe kitabını çok önceleri harf harf okumaya çalışarak, normal Arapça alfabeden farklı olan P, Ç, G ve J harflerini kendi kendime sökmüş, daha sonra medresede de Melayê Bateyî'nin Mevlid-î Şerîfîni, Ehmedê Xanî'nin Nubahar adlı kitaplarını okumuş olmanın verdiği cesaretle Dîwana Kurmancî'yi okuyabiliyordum.
Ne kadarını okuduğumu hatırlamıyorum, ama yorulana kadar okumuştum. Ayağa kalktım. Kitabevi sahibine "Eve bi çendê ye/ Bu ne kadar?" diye sordum.
Cebimde ne kadar varsa vermeye razıydım. Ama Abdullah Zero, "Çok sevdin bu kitabı, senin olsun" demez mi?
Yüzüne ne diyeceğini bilmeden aval aval bakmış ve gerçekten çok şaşırmıştım.
Hayır, hayır pahalı olduğundan değil. O zaman Irak Kürdistan'ında böyle bir kitap ne kadar olabilirdi ki; iki üç lira gibi bir şey olabilirdi belki.
fazla oku
Sadece Ruşen Çakır'la yaptığım cedelden sonra, bütün argümanlarımı doğrulayacak bir kitapla karşılaşmış ve o kitabı bu kadar kolay elde etmiş olmanın sevincinin verdiği bir sersemliğin şaşkınlığıydı benimki.
Hani Orhan Pamuk'un meşhur "Bir kitap okudum, hayatım değişti" lafı var ya, benimki de o misal "Diwana Kurmancî" kitabını gördüm, okudum ve hayatım değişti. Nasıl mı?
Hayır, bu değişimi anlatmadan, size o kitabı Hakkari'ye nasıl getirdiğimi kısaca anlatacağım.
Kısaca diyorum, çünkü Irak ve İran'dan kitap getirmelerimin birkaç hikayesi daha var. Onları bir gün burada yazacağım.
O Duhok Kitapevi'nden birkaç tane daha kitap aldım. "Di Kelepora Kurdî da Mamik / Kürt Folklorunda Bilmece" adlı ilk kitabımın asıl kaynağı olan bir kitap ve yazarlığımın ilk semeresi sayılan Feqiyê Teyran adlı kitabımın kaynağını da o seyahatimde getirdim.
1991'in Nevroz'unda başlayan kriz 36'ncı paralelin oluşmasıyla hafifçe dinmiş, gelen mülteciler memleketlerine dönmüştü.
Sınırlardan geliş gidişler çok kolaylaşmıştı. Saddam'ın askerleri tamamen geri çekilmiş, Türk askerleri de sınırları iyice gevşetmişti. Çünkü gelen giden çoktu.
Biz de kaçak gitmiş ve öyle gelecektik. Lakin bu sefer yüküm vardı. Başka yerlerden de bazı kitaplar bulmuştum, yanımda 30-40 adet kadar kitabım vardı. Kanîmasê (Kanimasi) adlı sınır kasabasına kadar arabayla geldik.
Orada her zaman gelip giden bir katırcı yükümüzü alacak, biz de peşinden gelecektik. Grubumdaki herkes bir kaç kilo çay vs. almıştı. Fistan, kiras vb. gibi kadın elbisesi için kumaş alan da vardı.
Katırcı herkesin çantasını gülerek, şakalaşarak "şu kadar vereceksin" diyerek alıyordu. Sıra benim kolime geldi. Birazcık ağırdı. "Bu ne?" dedi katırcı. "Kitap" dedim. "Neee?" diye bağırdı. Ben tekrar "Kitaptır" dedim.
"Ula kitap nedir?" diye çıkıştı bana. "Ne demek kitap nedir? Kitap kitaptır. Okuma kitabı. Okumak için" dedim.
Koliyi şöyle bir kaldırdı, "Hayır" dedi, bunu almayacağım. "Vur sırtına, git sen" diye söylendi.
"Peki niye almıyorsun?" dedim. "Ulan kardeşim" dedi, "hani bir fistan olsa karısına alıyor diyeceğim, çay şeker veya pirinç olsa çocuklarına götürüyor diyeceğim. Aha bana söyle kitap nedir, niçindir? Sizin memlekette kitap yok mu?" diye devam etti.
Beni tanıyan biri "Yahu bu gazetecidir, yazardır" dedi. Diğer biri "Yok ya bu imamdır, kitaplarını al, yazıktır bu dağı aşamaz" dedi.
Katırcı "Bunlar doğru mu söylüyor" babından dik dik yüzüme baktı. "Hayır" dedim;
Ben ne gazeteciyim, ne yazarım ne de imam. Ama İmam Hatip'i bitirdiğim doğrudur. Lakin ben imamlık yapmıyorum. Bu kitaplar da imamlıkla alakalı değil, Kürt dili ve edebiyatı üzerine kitaplardır.
Neyse katırcı koliyi açtırdı, kitapları kontrol etti. Ondan sonra diğerlerinin yüküne göre, çok yüksek bir fiyatla katıra yükleyeceğini söyledi.
Ben de kitapların çoğunu bedava aldığım için, katır kargosuna itiraz etmedim. Kitaplarımı getirdim. Sınırı geçtik, geceyi sınır köylerinden birinde geçirdim.
Oradan Hakkari'ye nasıl getirdiğimin hikayesi başka zamana kalsın.
İşte o kitaplardan biri Abdurreqîb Yusuf'un "Dîwana Kurmancî/Kürtçe Divanı" adlı kitabıydı. Bu kitap benim Kürt Divan Edebiyatına dair bütün bilgimin temel kaynağıdır.
Ben bu dünyada her ne öğrendiysem bu konuda bu kitabın ışığında elde ettim. Kürtçe ilk yazı denemem, bu kitaptan alıntıladığım Ehmedê Xanî'nin dört dilde Arapça-Farsça-Türkçe ve Kürtçe yazdığı şiir ve o şiire dair yazımdır.
Yanılmıyorsam 23 Mart 1992'de Welat gazetesinde yayınlandı.
Ehmedê Xanî’nin bu mülemması ilk olarak, 1767 yılında yazıldığı tesbit edilen bir yazmadan alınmıştır.
Bu yazma E. Xanî’nin vefatından 60 yıl sonra yazılmış olup, 1956 yılında Musul'daki bir kitapçı tarafından Abdurreqib Yusufa verilmiştir.
E. Yusuf da bu yazmayı, Dîwana Kurmancî adıyla 1971 yılında düzenleyerek El-Hewadîs matbaasında yayınladı.
Şiirin birinci satırı Arapça, ikinci satırı Farsça, üçüncü satırı Türkçe ve dördüncü satırı da Kürtçe yazılmıştır.
Şiirin tamamı 5 dörtlükten oluşmakta ve sanki hepsi aynı dilde yazılmış gibi kendi içinde uyumlu ve kafiyelidir.
Bu şiiri ilk yayınlayan Abdurreqib Yusuf, bu şiire "Çargoşeya Ehmedê Xanî" yani Ehmedê Xanî’nin Dörtköşesi adını vermiştir.
Şiirin tam metni ve Türkçe tercümesini okurlarıma ithaf ediyorum.
Fate umrî fî hewak ya hebîbî kullî hal
Ah û nalem hemdemem şod der firaqet mah û sal
Ger benim kanım dilersen çokdan olmuşdur helal
Dîn û ebter bûm ji eşqê min nema eql û kemal
Ente fikrî fî fuadî ente rûhî fî1-cesed
Leşkerê xemhayê to molkê dilem wêranî kerd
Dade geldim aşk elinden isterim senden meded
Wan Tetaran birne yexma eql û dîn û milk û mal
Tale xemmî zade hemmî şa'e sirrî fî1-Mela
Teşneyê camê visalem çon şehîdê Kerbela
Yoksa sen diwane oldun nice halim ey dila
Ya ji nû ve 'îşweyek da min hebîba çavxezal
Bûtte hicranen hebîbî leşte mînnî alimen
Her dem ez derdî fîraqet xafilî ez halê men
Can û dilden arzi kıldım halimi canana ben
Erzûhala min tu xafil qet nepirsî erzê hal
Hellena min nîmetî wesl el-hebîbî min nesîb
Oftadem ber deret bîçare sergerdanê xerîb
Derdimiz çok lek senden ona yok hiçbir tabib
Ey tebîba min dewayê derdê Xanî her wîsal
Tercümesi;
Ey sevgilim! Senin aşkın ile geçti ömrümden bütün anlar
Senin ayrılığınla geçen ay ve yıllarda yoldaşım oldu acılar
Eğer dileğin kanım ise, o kan çoktandır olmuş sana helal
Aşk elinden sarhoş ve mestim, kalmadı bende akıl ve kemal
Kalbimdeki düşünce sensin, tenimdeki ruhum sensin
Gam ordularınla gönül saltanatımı virane eyleyensin
Aşk elinden adalet istemeye geldim ki yardım edesin
Bu Tatarlar bırakmadılar bende akıl, mülk, mal ve din
Gamım uzadı, derdim arttı, sırrım toplum içinde yayıldı
Kerbela Şehidi gibi dudaklarım vuslat kadehine susadı
Yoksa divane mi oldun ey gönlüm, seni nasıl bir hal sardı
Yoksa o ahu gözlü sevgilim, bana yine işveli mi davrandı
Terk edilmiş durumdayım sevgilim! Halimi bilmiyorsun
Ayrılığının elinden öldüm, hâlimden habersiz duruyorsun
Can-û gönülden halimi arz ettim sevgiliye ben
Arzuhalimden habersizsin, arz ettiğim hali sormuyorsun
Bizim de bir payımız var mıdır kavuşma nimetinden?
Kapının yanına düştüm; çaresiz, şaşkın ve garip ben
Derdim o kadar büyük ki yok onun için tabip hepten
Ey tabibim! Xanî’nin derdi vuslattır, kurtulmak için dertten
Bu kadar güzel bir şiirden sonra sözü uzatmaya hicap ediyorum. Zaten Abdurreqîb Yusuf öyle birkaç satırla anlatılacak bir değil...
Haftaya inşallah.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish