Hong Kong, Şili, Lübnan, Irak ve diğerleri...
Son dönemde dünyanın muhtelif coğrafyalarında tırmanışa geçen sokak eylemlerinin hangi birine yetişsek, hangi birini incelesek diye debeleniyoruz.
Şüphesiz ki, her eylemin kendi iç dinamikleri, sebepleri ve motivasyonları var.
Bu anlamda her eylem farklı sosyolojik, kültürel ve siyasî filtrelerden süzülüp geliyor.
Ülke bağlamlarına göre kimisi şiddetli itirazlar doğuran bir yasa tasarısına, kimisi de hayat pahalılığına ve derinleşen eşitsizliklere tepki vermek adına sokaklara iniyor.
Sokaklar kâh bir panayırı kâh bir savaş sahnesini andırıyor.
Eylemlerin sürdüğü ülkelerde ölümler, yaralanmalar, gözaltılar ve tutuklamalar yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor.
Sokağa çıkma yasakları, barikatlar, yağma, talan ve kundaklama hareketleri ise işin cabası.
Elbette söz konusu eylemler çerçevesinde vuku bulan trajedilerin ötesinde, dünyadaki liberal-sol kliğin görmeye bayıldığı mizansenler de ortaya çıkıyor.
Küresel planda medya gücünü tekelinde bulunduran kuvvetler -ki bunlar 21.yüzyıl itibariyle yukarıda da ifade ettiğim üzere melez bir liberal-sol ideolojiyi benimsemektedirler- bahsi geçen sokak eylemlerinden yayılan romantizm havası karşısında mest oluyorlar.
Bu klik bir şehir meydanının orta yerine yerleştirilen bir piyano, ateşe verilmiş lastiklere karşı el ele tutuşan yahut öpüşen bir çift, “Joker” makyajlı bir genç gördüğünde adeta küçük bir çocuk misâli heyecandan titremeye başlıyor.
Tıpkı 2000’li yılların başlarında çekilen V for Vendetta (2005) filmini müteakip benimsenen “V maskesi” gibi, bugün de Joker makyajı bir “haksızlıklara karşı isyan” vektörü olmuş durumda.
Dediğim gibi, her eylemin kendi hususiyetleri var. Ancak Seul’u Bağdat’a, Hong Kong’u Beyrut’a ve dahi Santiago’ya bağlayan en önemli sembol, günümüz itibariyle, meşhur Joker makyajı oldu.
Şahsen filmi henüz izleyemedim ama izlemek istiyorum.
Yalnızca toplumsal altüst oluşlara nasıl etki ettiğini değerlendirmek için değil; Joker’in kurgu hikâyesini gerçekten merak ettiğim ve fragmanında görebildiğim kadarıyla sinemaseverlere estetik değeri yüksek kesitler sunduğu için de izlemeyi arzuluyorum.
Aslında Joker ve Joker’in enjekte ettiği “ilham”, Hollywood etkisinin dünya ölçeğindeki gücünü bir kez daha tescillemiş oldu.
İstihbarat örgütlerinin ve büyük şirketlerin bireyler üzerindeki elektronik denetimi arttıkça, insanların “anonimlik” arayışları da artıyor.
Bir maske yahut bir makyaj, gitgide ahtapot misâli günlük yaşantıyı abluka altına alan ve “Büyük Birader” niteliği haiz “sistemin” karşısında insanların aradıkları anonim niteliği ete kemiğe büründürmeye yarıyor.
Yarıyor yaramasına, ama bu durum beraberinde çok köklü çıkmazları da getiriyor.
Çıkmazların en büyüğü ve en belirleyici olanı bana kalırsa maskelerin veya makyajların üstünü örttüğü fikirsizlik gerçeği.
“Sisteme başkaldır!” şiarıyla beslenen ve desteklenen atomize yapılar (bireyler), etraflarını saran gerçekliğe ve bu gerçekliğin dayattığı bütün olumsuzluklara, haksızlıklara, mutsuzluklara vb. itiraz ediyorlar, doğru.
Söz konusu itirazı evrenselleşen bir anonim perdenin ötesinden yapıyorlar ki, bu da doğrudur.
Ya sonra? Sonrasında ne var?
Tek başına itiraz, yalnız bir tepki (toplu hâlde dillendirilse dahi), başıboş bir eylem nihayetinde var olanı nasıl değiştirecektir?
Var olanı yıkmaya muvaffak oldunuz diyelim, akabinde “yeni”yi nasıl, hangi ölçüler ışığında, kiminle ve en önemlisi neden inşa edeceksiniz?
Vaktiyle Gürcistan ve Ukrayna’da organize edilen malûm “renkli devrimler” silsilesinin akıbetinin ne olduğunu gördük.
Keza aynı mantıkla örgütlenen Arap Baharı’nın da sonuçları ortadadır.
Bugün de benzer bir manzarayla karşı karşıyayız.
Maskenin-makyajın ardında yatan bir fikir sistemi olmadıkça, söz konusu anonim hareketin insanlığın geleceğine dair verebileceği bir ufuk ve tarihe düşebileceği bir not da olmayacaktır.
Son olarak Fransa’da haftalar boyunca cereyan eden Sarı Yelekliler protestolarının en yoğun yaşandığı anda da ifade etmiştim.
Ocak 2019 tarihinde (ki bu tarih eylemlerin en şiddetli seyrettiği döneme tekabül eder) bir dergi için kaleme aldığım makalede Sarı Yelekliler özelinde yaptığım çıkarımı aynen paylaşıyorum:
Tarihte, hele ki günümüzde, ‘öncü’sü olmayan bir devrim girişimi hem kötü emelli mihrakların oyuncağı olmaya hem de parlamentarizm sınırlarına sıkışmaya mahkûmdur.
Başka bir deyişle, böylesi bir ‘devrim’ bir anda başlangıçta karşısında konumlandığınız güçlerin (sistemin) eli tarafından gasp edilebilir.
Burada “öncü”den kasıt, sistemleşmiş bir fikir ve bu sistemli fikri bir iktidar alternatifi hüviyetiyle yürüyüşe geçiren bir “organizasyon” gerekliliğiydi.
Yaklaşık 1 sene sonra, hâlâ aynı noktada duruyor ve aynı görüşü savunuyorum.
Netice itibariyle bugün gelinen aşamada Fransa’da Sarı Yelekliler sistem içinde üretilen çözümlerle tümüyle tasfiye edilmiş, öğütülmüştür.
Benzer bir kaderin Şili’de, Lübnan’da, Irak’ta, Güney Kore’de ve Hong Kong’da da tekrarlanabileceğini -hatta tekrarlanacağını- şimdiden öngörmek abesle iştigal sayılmayacaktır.
Dahası, özellikle Ortadoğu havzasındaki eylemlerin çok hızlı ve keskin bir şekilde dejenere olabileceği, içinde çıkılması fevkalade zor bir iç savaş döngüsünü tetikleyebileceği veyahut ciddi kırılmalara (ve fiilî bölünmelere) yol açabileceği de kuvvetle muhtemeldir.
Diyorlar ki;
Senin refleksin bu vesileyle insanların meşru özgürlük ve eşitlik taleplerini baltalıyor.
Hayır, bilâkis. Bu eylem tipolojisi özgürlük ve eşitlik savlarının biricik ve yegâne düşmanıdır.
Bilhassa da Ortadoğu’da bu böyledir.
Bazıları içine doğduğumuz tarihsel süreci insanlığın 20.yüzyılın başında idrak ettiği baş döndürücü değişim ve devrim atmosferiyle bir tutma eğiliminde.
Geçiniz.
Değer yargılarını bir tarafa koyarak nakledeyim.
Meksika’da Zapata’yla, Çin’de Sun Yat-Sen’le ayaklanmalar, isyanlar, eylemler eşzamanlı olarak şekillenen fikirler öncülüğünde devrime dönüştü.
Rus Devrimi esnasında Lenin ve Troçki’nin omuzlarında yükselen bir ideolojik tavır vardı.
Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet’in ilânında Gazi Mustafa Kemal ve silâh arkadaşlarının (kadroların) Ankara’sında toprağa belli bir fikrin tohumları serpiştirildi.
Keza Benito Mussolini Roma’ya yürüdüğünde alet-edevat çantasında sistemleşmiş bir fikir vardı.
İspanya İç Savaşı’nda çarpışan yine insanlardan çok fikirlerdi – hudutları ve içerikleri belli fikirler.
Örnekleri çoğaltabiliriz.
Bu anlamda 21.yüzyılın maskeli-makyajlı ve fikirsiz “devrim” teşebbüslerinin, 20.yüzyıldaki devrim formatlarıyla hiçbir ilişiği yoktur.
İyisiyle-kötüsüyle bir “fikir” yahut bir “fikirler manzumesi” üretilmediği müddetçe söz konusu teşebbüsler akim kalmaya yahut birilerinin oyuncağına dönüşmeye, sindirilmeye, bastırılmaya ve dahi buharlaşmaya -siyaset biliminin kanunları önünde- mecburdur.
O yüzden bizim aklı başında insanımıza açık çağrımdır:
Liberal-sol kliğin Hollywood imzalı eylem fotoğraflarına kanıp, dipsiz bir idealizm kuyusuna düşmeyin.
Heyecanınızı dizginleyin.
Yalın gerçekleri görün ve bu gerçekleri paylaşın.
İkinci Dünya Savaşı’nı ve özellikle de Soğuk Savaşı müteakip uzunca yıllar boyunca dünyada ve Türkiye’de ideologlar, felsefeciler – velhâsıl topyekûn düşünce insanları hor görüldüler, aşağılandılar ve toplumsal akıştan tecrit edildiler.
Bence yeni bir “ideologlar çağı”nın eşiğindeyiz.
Böylesi bir çağa insanlık muhtaçtır.
Elbette bu çağ 20.yüzyılın bir muadili olmayacaktır.
Teknolojik ilerleme, haberleşme imkânları ve yaşam tarzları tamamen değişti.
Ancak bu çağ, arsız liberal eskatolojinin himâyesi altında da zuhur etmeyecektir.
Nitekim dünyada fikirsizliği düzenleyen ve teşvik eden merci bizatihi bu anlayıştır.
Özgürlük maskesiyle dünya genelinde savaşları, darbeleri, terörizmleri, açlığı, sefaleti, yokluğu, yoksulluğu, hastalıkları ve diğer bilumum felaketleri tetikleyenin aslen bu anlayış olduğu idrak edilmedikçe, insanlık bir arpa boyu kadar bile yol kat edemeyecektir.
Önce özgürlük maskeleri ve insan hakları makyajlarıyla dünya milletlerine can çekiştirenlerin egemenliği son bulmalıdır.
Evvelâ bu kliğin maskeleri düşürülmeli, makyajları silinmelidir.
Tam da bunları başarmak ve gerçekleştirmek için, yeni hâlet-i ruhiyeye yaraşır yeni fikirlere ihtiyacımız var.
Küresel ölçekte çatırdamaya başlayan sistemi avare, hippi, nihilist ya da başıboş kitle eylemleri değil, ancak söz konusu eylemlere bir pusula kazandıracak fikir sistemleri yenebilecektir.
Bu sebeple düşünen insanlara, düşünmeye çalışan insanlara yol açılmalıdır.
Türkiye’de, Avrupa’da ve yerkürenin her köşesinde.
Düşünenler ve düşünmek isteyenler gerekirse bu yolu kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya açmak zorundalar.
Bu yol bir kez açıldı mı, göreceksiniz ki gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish