Gerçekçilik ve "Türk dalgasına karşı koyma" arasındaki yarışta SDG

"Siyasi süreç ve anayasal bağlam üzerine bir bahis"

Şam'daki Suriyeli muhalifler / Fotoğraf: Reuters

Saldırganlığı Caydırma Operasyonu'nun kasım ayı sonlarında başlamasından bu yana Kürtlerin ağırlıklı olduğu ana omurgasını YPG'nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Halep şehrinin kuzeyindeki Şehba bölgesi, şehirdeki Kürt nüfusun yoğun olduğu mahalleleri ve Fırat Nehri'nin batı yakasındaki Münbiç bölgesi gibi kontrolü altındaki birçok bölgeyi kaybetti.

Askeri operasyon, Türkiye'nin Suriye içindeki nüfuzunun artmasını sağladı.

Türkiye destekli Suriyeli gruplar Suriye sahnesindeki başlıca aktör haline geldi.

Tüm bunlar, Suriyeli Kürtlerin ve siyasi akımlarının, SDG ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'nin (KDSÖY) "ortadan kaldırılabileceği" yönündeki korkularını arttırdı.


İnişli-çıkışlı bir süreç

SDG, 2012 yılı başlarından 2018 yılı baharına kadar Fırat'ın doğusu, Münbiç, Afrin ve Halep'teki Kürt mahallelerinin tamamını ele geçirerek Suriye topraklarının neredeyse üçte birini kontrol etmeyi başardı.

Bunu Suriye rejiminin güvenlik ve askeri kurumlarının dağılması ve Suriye içindeki bölgelere odaklanarak bu bölgeyi kendi kaderine terk etmesi gibi çeşitli faktörler sayesinde gerçekleşti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Guraba eş-Şam gibi aşırılık yanlısı grupların 2012 yılının başlarında Kürtlerin çoğunlukta olduğu Rasulayn beldesine gelmesinin ardından Suriyeli Kürtler, özellikle de PKK'ya yakın olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Halk Koruma Birlikleri'ni (YPG) kurmak için çabaladı ve yaklaşık 2 yıl sonra birçok Arap ağırlıklı grubu da kapsayacak şekilde genişledi.

SDG, başta terör örgütü IŞİD olmak üzere Suriye'nin kuzeyindeki ve doğusundaki radikal örgütlere karşı yürütülen savaşın ön saflarında yer aldı.

Bu aşamada ve 2014 yılından sonra, IŞİD'in Suriye ve Irak'ta geniş alanları işgal etmesinin ardından SDG, Terörle Mücadele Uluslararası Koalisyonu aracılığıyla askeri olarak ve kendisine ve kurumlarına meşru bir güç muamelesinde bulunularak Batılı ülkeleri ve ABD tarafından siyasi olarak olağanüstü şekilde desteklendi.

SDG, bu sayede "alternatif bir yerel yönetim" olarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni kurmayı başardı.

Genellikle günlük yaklaşık 40 bin varile ulaşan petrol üretimine dayanan çok az kaynakla da olsa birçok idari, eğitim, hizmet ve güvenlik kurumunu hayata geçirdi.

Bu kaynaklar, Suriye'de aynı dönemlerdeki diğer deneyimlerden daha iyi bir hizmet ve iyi bir kamusal yaşam sundu.

ABD'den yapılan resmi açıklamalarda, SDG'nin varlığının devam etmesinin terör örgütü IŞİD'in ya da başka radikal grupların geri dönüşünü engellemek için gerekli olduğu belirtiliyor.


Bu güçler ve sivil idareleri, 2018 yılı baharından itibaren, terörle mücadele ivmesinin etkin bir şekilde sona ermesi ve Türkiye, Rusya ve ABD arasındaki siyaset ve güvenlik alanların yapılan mutabakatların artmasıyla birlikte art arda gerilemeler yaşamaya başladı.

Türkiye, 2018 yılı baharında Suriye'nin kuzeydoğusundaki Afrin bölgesine geniş çaplı bir operasyon başlatarak bölgeyi ele geçirdi, bölgedeki yüz binlerce kişi başka bölgelere kaçarken diğer bölgelerden yüz binlerce Suriyeli mülteci Afrin bölgesine yerleştirildi.

Bu, Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib'de Türkiye ile Rusya arasında varılan gerilimi azaltma bölgesi anlaşmasına yol açan siyasi anlaşmanın bir sonucuydu.

Türkiye, ülkesinin güçlerine Suriye'den çekilme emri veren, ancak ABD askeri ve güvenlik kurumlarının baskısıyla geri adım atan dönemin ABD Başkanı Donald Trump'ın yeşil ışık yakmasından sonra 2019 yılı sonlarında sınır beldeleri Resulayn ve Tel Ebyad arasındaki koridora bir operasyon düzenleyerek buraları kontrolü altına aldı.
 

ABD destekli SDG unsurlar, Rakka'da DEAŞ'a karşı savaşa hazırlanırken, 22 Haziran 2017 / Fotoğraf: AP
ABD destekli SDG unsurlar, Rakka'da IŞİD'e karşı savaşa hazırlanırken, 22 Haziran 2017 / Fotoğraf: AP

 

Türkiye, o tarihten bu yana SDG bölgelerine art arda operasyonlar düzenledi.

İran'a yakın gruplar da kendilerine yakın birçok aşiret örgütünü yeniden kurdu.

Bu örgütler, SDG'nin özellikle Deyrizor kırsalındaki karakollarına art arda saldırılar düzenlerken IŞİD'e yakın hücreler de SDG'nin hapishanelerindeki tutukluları kaçırmak için çeşitli saldırı girişimlerinde bulundu.


Türkiye'nin özel hesapları

Türkiye şu an sınırlarındaki bu SDG deneyimini tasfiye etmek için askeri bir saldırı başlatma fırsatı yakaladığını, aksi takdirde bu SDG deneyiminin devam etmesi ve Suriye'deki yeni siyasi rejim tarafından meşrulaştırılması halinde ulusal güvenliğini etkileyeceğini düşünüyor.

Suriye devleti şu an neredeyse hiçbir meşruiyete sahip değil. Şam'da kontrolü elinde tutanlar Türkiye'ye yakın taraflar.

ABD, Fransa ve hatta Rusya gibi diğer ülkeler, Suriye'deki durumu çözmek için Türkiye'nin kilit önemdeki rolüne muhtaçlar.

Başta Türkiye'nin başını çektiği bir dizi bölge ülkesiyle iş birliği halinde ABD'nin Suriye stratejisinin düzenlenmesine öncülük eden ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken olmak üzere ABD'den yapılan resmi açıklamalarda SDG'nin varlığının devam etmesinin terör örgütü IŞİD'in ya da başka radikal grupların geri dönüşünü engellemek için gerekli olduğu ve ABD'nin Suriye'ye yönelik uzun vadeli vizyonu çerçevesinde olduğu ifade ediliyor.

Ancak üst düzey siyasi kaynaklara göre ABD, SDG'nin Türkiye'nin ulusal güvenlik hassasiyetlerini dikkate almasını, PKK ile bağlarını koparmasını ve Suriye'deki yeni siyasi durumla hayati bir ilişki kurmayı kabul etmesini istiyor.

Ancak gözlemciler, Türkiye'nin pozisyonunu etkileyebilecek ve ABD-Fransa arabuluculuğunda Türkiye'yi başta PKK ile ilişkilerin kesilmesi olmak üzere bazı taleplerine yanıt verdikten sonra SDG ile görüşmeyi kabul etmeye zorlayabilecek başka faktörlerin de ortaya çıkabileceğine işaret ettiler.

İlk faktör Türkiye'nin kendi içindeki anlaşmazlıklar. Türk devletinin militarist/seküler katı çekirdeği, Türkiye'nin Heyet Tahrir Şam (HTŞ) gibi radikal İslamcı bir örgüte açık destek vermesinden ve Suriye'de dizginleri ona devretmesinden hoşlanmıyor. Bu durum gelecekte Türkiye'nin iç işlerini etkileyebilir.

Türkiye, HTŞ'nin Türk ulusal güvenliğini koruyan uygun bir siyasi yol inşa etme olasılığı ve kabiliyeti konusunda bile endişeli ve şüpheci olmaya devam ediyor.


HTŞ, konumunu ve yakın zamana kadar Türkiye ile sahip olduğu "bağımlılık" ilişkisinin şeklini değiştirdi.

HTŞ'nin mevcut konumu özellikle de uluslararası sponsorluk ve otoritesinin Araplarca desteklenmesi durumunda stratejik olarak daha rahat ve Türkiye'nin dayatmalarından kurtulmaya daha müsait.

Türkiye bu yüzden ve özellikle de Ahrar eş-Şarkiye ve el-Emşat gibi kendisine bağlı grupların yerel toplulukları güvenlik, ekonomik kalkınma ya da dengeli bir siyasi proje açısından kontrol edemeyen apolitik askeri oluşumlar olduğu düşünüldüğünde gelecekte Suriye'de güvenebileceği tüm siyasi aktörleri tehlikeye atmak istemiyor.

Türkiye, HTŞ'nin Türk ulusal güvenliğini koruyan uygun bir siyasi yol inşa etme olasılığı ve kabiliyeti konusunda bile endişeli ve şüpheci olmaya devam ediyor.

Türkiye, özellikle Suriye'deki başlıca güçler arasında siyasi uzlaşının sağlanamaması halinde, geniş çaplı bir terörizm patlamasından korkuyor.

Bu durum Suriye'deki uzlaşıyı ve oluşumu parçalayabilir. Hatta ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın İsrail'e yaptığı son ziyarette uyardığı gibi "Suriye'nin bölünmesine" bile yol açabilir.

Tüm bunlar, Türk istihbaratının ve siyasi kurumlarının Türkiye'deki Kürt sorununu çözmek için PKK'nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeye devam ettiğine dair haberlerin yapıldığı Türkiye'deki iç "barış süreci" ile bağlantılı.

Öcalan, Türkiye'nin SDG'yi istikrara kavuşturmak için talep ettiği şeyi gerçekleştirme ve garanti etme kapasitesine sahip.

Türkiye'nin şu an SDG'den, Fırat Nehri'nin batısındaki tüm bölgelerden çekilmesi, PKK ile bağlarını koparması ve Şam'da Suriye'nin geleceğine ilişkin siyasi müzakere çağrılarına hızlı bir şekilde yanıt verilmesi olmak üzere üç talebi var.
 


Kürt gerçekçiliği

Al Majalla'ya açıklamalarda bulunan bir Kürt siyasi kaynak, Fransa'nın Suriye'nin kuzeydoğusundaki daimi siyasi temsilcisi aracılığıyla Suriye'deki Kürt partilerle kapsamlı diyaloglar yürüttüğünü ve onlardan ortak bir Kürt heyeti oluşturmalarını istediğini doğruladı.

Fransa, Suriye'nin kuzeydoğusundaki daimî siyasi temsilcisi aracılığıyla Suriye'deki Kürt taraflarla kapsamlı diyaloglar yürütüyor ve onlardan aynı talepler üzerinde anlaşan ortak bir Kürt heyeti oluşturmalarını istiyor.

Bunu yapmaları halinde Kürt oluşumlara siyasi olarak her türlü desteği sağlayacağı sözünü verdi.

SDG lideri Mazlum Abdi, siyasi bağlamı olmayan formalite bir görüşme olmaması koşuluyla Ahmed eş-Şara'a ile görüşmek üzere bir heyete liderlik edebileceğini söyledi.


Kürt taraflar, Fransa'nın önerisine itiraz etmemekle birlikte bunun öncesinde HTŞ'nin Kürt meselesi de dahil olmak üzere nasıl bir siyasi proje istediğine dair net sinyaller vermesi gerektiğini belirttiler.

SDG lideri Mazlum Abdi, siyasi bağlamı olmayan formalite bir görüşme olmaması koşuluyla HTŞ lideri Ahmed eş-Şara'a ile görüşmek üzere bir heyete liderlik edebileceğini söyledi.

SDG, kontrolü altındaki tüm bölgelerin Suriyeli kimliğine olan mutlak inancını ve uzlaşıya dayalı bir müzakere süreciyle yapılması koşuluyla tüm merkezi ulusal kurumlarla bütünleşmeye hazır olduğunu kanıtlayan çeşitli açıklamalar yapıldı. SDG, bu bağlamda, tüm kurum ve kuruluşlarına "devrim bayrağı" çekildiğini duyurdu.
 

Deyrizor'da SDG bayrağı açan SDG üyeleri, 7 Aralık 2024 / Fotoğraf: Reuters
Deyrizor'da SDG bayrağı açan SDG üyeleri, 7 Aralık 2024 / Fotoğraf: Reuters

 

SDG için asıl meseleyi, Türkiye'ye yakın grupların, Türkiye'ye yakın birçok halk tabanını, SDG'nin Rakka, Tabka ve Deyrizor ilinin doğu kırsalı gibi "Arap nüfusun yoğun olduğu" şehirlerden ve bölgelerden çıkarılması için gösteri yapmaya ve talepte bulunmaya teşvik edebilmesi teşkil ediyor.

Ancak Kürt siyasi aklı, önceki aşamalardaki jeopolitik durumun, artık mevcut olmayacağından, Suriye'de siyasi bir sürecin ve dengeli bir anayasal bağlamın oluşacağından, Kürtlerin yeni anayasada tanınması ve nüfuslarının yoğun olduğu bölgelerde bir tür özerkliğe sahip olmaları için zemin yaratacak ve ancak bu yolla stratejik olarak yerel güvenliklerini koruyabileceklerinden emin.

Kürtler bunu, özellikle aşırılık yanlısı örgütler karşısında on binlerce kurban verdiklerinden "adil bir gerçeklik" olarak görmeseler de bunu ulusal/haklar meselelerinin bir gelişimi olarak sınıflandırıyorlar.

Zira Kürtler, binlercesinin vatandaşlığını iptal etmek ve bölgelerinde Araplaştırma ve coğrafi değişim politikaları uygulamak gibi en temel insan haklarından mahrum bırakan önceki rejimin yönetimi altında kültürel olarak ötekileştirildiler ve siyasi olarak marjinalleştirildiler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu makale Independent Türkçe için Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.

Al Majalla

DAHA FAZLA HABER OKU