Gabriele D'Annunzio ve 104'üncü yaşında Carnaro Naipliği

Sinan Baykent Independent Türkçe için yazdı

Gabriele D'Annunzio Fiume'de / Fotoğraf: Luigi Betti-Alinari

Faşizm, Avrupa'ya gökten zembille inmedi.

Birinci Dünya Savaşı akabinde ortaya çıkan harabe, bilhassa Avrupa'da altından kalkılması fevkalâde güç bir varoluşsal krizin temellerini attı.

Emekleyen yeni parlamentarizmler, imzalanan sakat barış antlaşmalarıyla incinen ulusal gururları hiçe sayarken ve belki de en önemlisi sınıf mücadelesi Rusya'daki Bolşevik devrimin de etkisiyle ivme kazanırken, faşizmin hücre çekirdeği de oluşmaya başladı. 

İtalyan şair Gabriele D'Annunzio, tam da böylesi bir konjonktürde, faşizmin ilk deneysel laboratuvarını Fiume'de tesis etti.


Faşizm çekirdeğinin ilk çatlaması

D'Annunzio, 1914 öncesinin İtalya'da en tanınmış, en parlak, en müstesna entelektüellerindendi. 

Şiirlerinin yanı sıra kaleme aldığı sarsıcı tragedyalar ve romanlarla da biliniyordu.

Savaşta bir gözünden yaralanan Gabriele D'Annunzio, ayrıca 1910'ların başlarından itibaren ilgi duyduğu havacılık sayesinde İtalya'nın hava kuvvetlerinde de yer aldı.

Eylül 1919'da birkaç bin gönüllü ve eski askerle (çoğu Arditi mensubu) hukukî statüsü tartışmalı olan ve nüfusunun büyük kısmı İtalyanlardan müteşekkil Fiume'ye irredantist bir tutkuyla girdi. Amaç, Fiume'yi İtalya'ya bağlamaktı.

Fiume yerlileri ilk aşamada D'Annunzio'yu büyük bir ulusal kahraman olarak karşıladılar zira İtalya'nın bir parçası olmak düşüncesine oldukça sıcak bakıyorlardı.

Elbette D'Annunzio yalnız değildi ve taraftarlarının parçalı bir mimârîsi haizdi. Devrimci sosyalistlerden, anarko-sendikalistlerden, anarşistlerden, fütüristlerden ve "ya İtalya ya ölüm" şiarıyla hareket eden büyük bir milliyetçi kütleden destek alıyordu.

Dekadent bir şahsiyetti. Fikirleri asla köşeli olmadı. Burjuva ahlâkını radikal bir biçimde reddeden, nevî şahsına münhasır bir isimdi. Cinselliğe, sefâya had safhada düşkündü. Ancak her şeyin ötesinde, savaşa ve şiddete neredeyse bir kutsiyet atfediyordu.

D'Annunzio'nun hem kişisel hem de toplumsal plânda cisimleştirdiği değerler manzumesi, ortaya enternasyonalist dayanışmaya kapalı olmayan liberter bir milliyetçilik örgüsü çıkardı.

Buna rağmen iktidarı tek elde topladıktan sonra açık bir diktatörlük ilân etti. Sonraları Mussolini'ye mâl edilecek olan "Duce" sıfatını ilk kez resmen orada kendisi sırtladı. 

Fiume "darbesinin" ana gâyesi Amerika Birleşik Devletleri-İngiltere-Fransa üçlüsüne İtalyanların kendilerine dayatılacak oldubittilere rıza göstermeyeceğini beyân etmekti.

Ancak dönemin İtalya hükûmeti D'Annunzio'ya arka çıkmadı. Dahası, topyekûn Fiume'ye karşı bir tavır aldı. 

Doğrusu, İtalyan devletinin bu tavrı "sürpriz" değildi zira D'Annunzio'nun Fiume-merkezli ikinci en büyük gâyesi, kıvılcımı Fiume'den yakılacak devrim ateşinin bütün İtalya'yı saracak bir yangına evirilmesiydi.

D'Annunzio ve yoldaşlarına göre İtalyan halkı Birinci Dünya Savaşı'na şımarık seçkinlerin, parlamenterarist burjuvazinin kararı neticesinde dâhil edilmişti.

İtalyan halkı elbette ilk kurşun sıkıldıktan sonra üzerine düşen ulusal sorumluluğu üstlenmişti. Ancak bu, savaşın bitiminde her şeyin eskisi gibi ve güllük gülistanlık devam edeceği yahut devam etmesi gerektiği çıkarsamasına neden olmamalıydı.

Dolayısıyla savaş, aslında devrime bir "prelude" mahiyetinde idrâk edilmeliydi.

İtalya, şehri ablukaya aldı. D'Annunzio ve yoldaşlarının "siyasallaşması" da tam bu döneme denk gelir. İtalya'nın Fiume'yi ilhâk etmek üzere bir tasarrufunun bulunmadığını anlayan D'Annunzio, Fiume'yi bazı belirgin hususiyetleri açısından "pre-faşist" şeklinde nitelendirebileceğimiz ancak özünde tümüyle "D'Annunzio'cu" bir tür ütopyaya dönüştürür.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"Ezilenlerin liberteryen ütopyası" olarak Fiume

Bu noktadan itibaren Fiume'de kısa zamanda gerçeküstü bir manzara zuhur ediyor.

D'Annunzio, İtalyanların yanı sıra Avrupa'nın muhtelif milletlerinden insanların (ki, aralarında pek çok Arnavut, Boşnak, Arap ve Türk de var) akın ettikleri şehrin belediye binasının balkonundan (o yıllarda iktidarın ana karargâhı) ateşli ve lirik konuşmalar icra ediyor. 

Tek-tip giyimli askerlerin mini geçit törenleri, Roma selâmının yaygınlaşması, şehre özgü bayrak ve pullar, toplu festivaller, korolar derken Fiume bir anda "iktidar koreografisi" unsurunun parladığı bir büyük sahneye dönüşüvermişti. 

Faşizmin ve dahi nasyonal-sosyalizmin ilerleyen yıllarda neredeyse birebir bir tarzda özümseyeceği bu "güç mizanseni" aslında D'Annunzio'nun yapıtıdır.

Öyle ki, büyük fütürist edebiyatçı Mario Carli bir keresinde Fiume'den bahsederken şu cümleyi kurar: 

Fiume hakiki bir sanat eseri ve fütürist tiyatronun yaşayan örneğidir.


Siyasî bağlamda D'Annunzio ne kadar otoriter idiyse (muhalifleri sürgüne göndermiş, idam uygulamasını getirmiştir), toplumsal-kültürel başlıklarda bir o kadar liberterdi.

1920 yılının ilkbaharında Fiume artık tamamen isyâncı bir şehir-devlet kılıfına bürünmüştü: Burjuva ahlâkı her ân her yerde çiğneniyor, küresel emperyalizm lânetleniyor ve eşitsizliklere isyân ediliyordu.

Pornografiye varan teşhirci bir çıplaklık, eşcinsel ilişkilerin içselleştirilmesi ve uyuşturucu kullanımının genelleşmesi birer vakıaydı.

Heykellerde, fotoğraflarda ve tiyatro piyeslerinde eril kudretin estetikleştirilmesine özen gösteriliyordu.

Arditi'ler arasında eşcinsel ilişki oldukça normal ve sıradandı. D'Annunzio bunu "tıpkı Perikles dönemindeki gibi!" diye övüyordu. Keza grup seks ana akım ahlâka entelektüel bir başkaldırı mertebesine yükseltilmişti.

Aile kurumu ortadan kaldırıldı ve bilfiil ilga edildi. Genç çekici kadın ve erkekler "Aşk Ligleri" bünyesine kaydedildiler. Şehirdeki mezarlıklar genç çiftlerin favori flörtleşme mekânına çevrilmişti. 

Hatta 1920 yılından itibaren D'Annunzio'nun "liberter cinsel devrim" konsepti öyle bir zirve yaptı ki, Fiume'deki yerel Kilise önderleri Vatikan'a çağrıda bulunarak rahiplerin zorunlu bekâret prensibinden muaf tutulmaları için reforma gidilmesini dahi talep ettiler.

Küresel emperyalizme karşı mücadelenin de avangartlığına soyunan D'Annunzio, bu istikâmette pek çok önemli sosyalist ve anarşist düşünürü de etkilemeyi bildi.

Örneğin Rusya'daki Bolşevik devrimin lideri Vladimir İlyiç Lenin, D'Annunzio'yu tanımlamak için şu formüle başvurur:

D'Annunzio bugün Avrupa'daki tek gerçek devrimcidir.


Aynı Lenin, 1920 yılının sonbahar aylarında nihayete eren Fiume macerasının ardından ise şu sözleri söyleyecekti:

D'Annunzio'nun Fiume girişiminin yarattığı durumdan fayda sağlamak gerekirdi. Dikkatli davransaydık, onu İtalyan proleter bir devrime doğru sevk edebilirdik.


Şair diktatörün Antonio Gramsci'yle de irtibatı vardı. Hatta Gramsci'yi 1920 yazında Fiume'ye davet etmişti. Gramsci, 1921 yılında Fiume'yle ilgili şu değerlendirmeleri yapmıştır:

Fiume, İtalya burjuvazisinin ülkeyi yönetemeyeceğine dair en gündelik ve en şanlı kanıtlarından biriydi.


Gerçekten de Gabriele D'Annunzio, zihin haritasının sol yanına asla yüz çevirmemiş, dahası bu tarafına dair daima müspet duygular beslemiştir.

En büyük delil de D'Annunzio'nun anarşist Randolfo Vella ile 1920 yılının haziran ayında yaptığı görüşmesinin ayrıntılarındadır:

Ben diktasız bir komünizm taraftarıyım. Benim bütün kültürüm anarşisttir. Son Savaş tarihin ilerlemeye doğru büyük bir uçuş geçekleştireceği kanısını bende perçinledi. Bu şehri ezilen uluslara doğru yayılacak bir komünist eylemliliğin manevî adası hâline dönüştüreceğim.


D'Annunzio, "benim bütün kültürüm anarşisttir" derken abartmıyor. Doğrusu, D'Annunzio'nun Fiume serüveninin başından sonuna kadar Errico Malatesta'yla yoğun bir mektuplaşma gayreti vardır. Öyle ki, Malatesta'ya gönderdiği mektuplardan birinde şu satıra rastlamak mümkün:

Fiume'yi özgürlüğe giden yolda ezilen halkların harekât merkezi yapacağım.


Dahası ve meselenin belki de en can alıcı kısmı, D'Annunzio'nun, Mussolini'den çok önce, Roma'ya Yürüyüş'ü hesaplamış olmasıdır.

D'Annunzio'nun kafasında Fiume'den Roma'ya yürümek ve ulusal iktidarı ele geçirmek vardı. 

Fakat o dönemler, D'Annunzio ile Mussolini arasında cereyân eden yazışmalardan anlayabildiğimiz kadarıyla, Mussolini İtalya'da muhafazakâr burjuvaziyi ürkütmemek adına D'Annunzio'nun bütün devrimci hayâllerine şerh koyuyor.


Carnaro Naipliği'nin beyin takımı

İtalyan sendikalist Alceste De Ambris, Belçikalı şair Léon Kochnitzky, Japon bir İtalya sevdalısı olan Harukichi Shimoi ve İsviçre kökenli pilot Guido Keller, D'Annunzio'nun yakın dairesini oluşturdular.

De Ambris, 1 Eylül 1920 tarihinde "Carnaro Naipliği"ni deklare eden Carnaro Sözleşmesi'ni anarko-sendikalist ve korporatist bir eksende nakışlaması için şaire yardımcı oldu.

Şiirsel bir üslûpla döşenen Sözleşme, siyâseten zamanının çok ilerisinde bir çeşit "radikal demokratik şematiği" andırır.

Kadın-erkek eşitliğinden genel oy hakkına, herkese ücretsiz ilkokul eğitiminden Fiume'de yaşayan azınlıklara anadillerini konuşma ve öğrenme hakkına, sosyal işlevli özel mülkiyet hakkından doğrudan demokrasi pratiğine değin geniş bir spektrumda her şey değerlendirilmişti.

Carnaro Sözleşmesi'nin en ilginç bölümleri ise Fiume'deki her bölgeye getirilen bir koro zorunluluğu ve meslek gruplarının açımlamasında başvurulan aristokratik bir "süper kahramanlar" kategorisinin yer almasıyla ilgilidir.  

D'Annunzio, Fiume'nin "anayasasını" müzikle dekore etmeyi istemiştir. Müziğin sokaktan, günlük hayattan ve dahi siyasetten asla tecrit edilmemesi gerektiği görüşünü paylaşmış ve müziğin bu uğurda Fiume'de kendi patronajında bir "siyasî ibadet yöntemini" kapsamasını arzulamıştır.

"Süper kahramanlar" kategorisinin ise bir nevî Nietzsche'ci "üst-insan" kavramının dışavurumu şeklinde algılamak mümkün.

Söz konusu kategorinin altını dolduran isim ağırlıkla Guido Keller'dir. Fiume'de "Korsanlık Bakanlığı"nın (!) başında olan Keller, YOGA adında bir dergi ve bir de "Özgür Ruhlar Birliği" kurmuştur.

YOGA aracılığıyla Keller, hem Hindu inanışındaki kast sistemini ruhî esaslara yaslayarak yeniden yorumlamayı hem de paranın yasaklanması ve "serbest aşkın" kitleselleştirilmesini öngörüyordu.

Buna göre Keller, bir toplumdaki sınıfların cinsiyet, gelir yahut etnik aidiyet doğrultusunda değil ancak kişilerin ruhî potansiyelleri nispetinde tahakkuk etmesinin gereksinimine atıf yapıyordu.

Ulusların dehasının kahramanlarda kristalize olduğunu belirten Keller, bu "süper kahramanların" ayrı bir kast teşkil ettiği/etmesi gerektiği görüşündeydi.

İktidar kademesinin diğer unsurlarından olan Léon Kochnitzky, Dışişleri Bakanı olarak, "Fiume Ligi"ni bina etmiş ve onu Milletler Cemiyeti'nin karşısına "rakip" olarak çıkarmaya teşebbüs etmiştir. Kochnitzky, Fiume Ligi'nin amacını şöyle açıklıyordu:

Fiume Ligi'nin amacı ezilen bütün halkların, ulusların, ırkların vb. güçlerini birleştirerek kompakt bir oluşumu hayata geçirmektir. Böylesi bir oluşum, ezenlere ve emperyalistlere galip gelmek için kurulacaktır.


Son olarak Harukichi Shimoi, Arditi'ler için bir öğretmen ve bir ilham kaynağıydı.

Gönüllülere karate dersleri veren Shimoi'ye D'Annunzio, "samuray yoldaş" şeklinde hitap ediyordu.

Harukichi Shimoi, en azından İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna değin, genelde İtalya'ya ama bilhassa da İtalyan faşizmine sadakatle bağlı kaldı.

Oysa -D'Annunzio dâhil- Fiume tecrübesinde şu veya bu şekilde rol alan hemen hemen kimse sonradan Mussolini'nin Ulusal Faşist Partisi'ne iştirâk etmedi.

Kuvvetle muhtemeldir ki, Shimoi'nin İtalya'ya duyduğu sevgi onu memleketi Japonya'ya döndükten sonra bile İtalyan faşizminin yanlışlarını görmekten alıkoydu.


D'Annunzio'nun ardından…

Klişeleri hırpalayıcı ve aşırılığın hudutlarını zorlayıcı bir entelektüel olarak ismini Zaman'a kazıyan D'Annunzio, kendi inançları etrafında yeni bir dünya ve yeni bir insan için aksiyon aldı. 

Onun "yeni dünya" / "yeni insan" sürümleri çoğu insana "uygunsuz" gelecekse de bunlar 1920'li yılların tufanlarında sallanan Avrupa bünyesinin kolektif bilinçaltı patlamalarına ayna tutan sürümlerdi.

Evet, Fiume Mussolini'nin faşizmi için bir laboratuvar fonksiyonu gördü. Bilerek veya isteyerek değil ama öyle oldu.

Fakat D'Annunzio, Mussolini'yi desteklemedi. Hatta "İkinci Duce", Hitler'le anlaşmanın arifesindeyken, D'Annunzio'nun "yapma!" dediği bugün vesikalarla sabittir.

Kaldı ki, Mussolini'nin 1930'ların son demlerinde düştüğü "antisemitizm" bataklığına da D'Annunzio hususen hep uzak durdu.

Aralık 1920'de, İtalyan donanmasının Fiume'yi ateş altına almasıyla macera sonlandı. D'Annunzio, hayatının son yıllarını yapmayı bildiği en iyi şeyle, şiirle uğraşarak geçirdi ve 1938 yılında öldü.

Aristokratik "edâ"nın proleter "devrimcilik"le harmanlanmasıyla tecelli eden (ilksel) faşizmin, sonraları dönüşeceği "şey"den evvelki köklerini hatırla(t)mak bakımından Fiume pratiği önemli.

Keza bugün hâlâ söz konusu deneyim, bir fikrin çekirdeğinin çatladığı ândan solup gitmesine değin kat ettiği mesafede ne denli aykırı, ironik ve hatta acı merhalelerden geçebileceğinin ibretlik bir örneğini sunmaya devam ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU