Onlarca yıllık zarar

Fotoğraf: AA

Bir hafta içinde yaşananlar, bölgemizin en az 50 yılını, canımıza ve malımıza mal olan sahte sloganlar altında ülkeleri ve halklarının dokularını yok eden zararlar ve bariz yalanlar ile geçirdiğini kanıtladı.

Olaylar şöyle; ilk olarak, 11 Eylül 2001 saldırılarının beyni Halid Şeyh Muhammed itiraf anlaşması imzaladı, ardından ABD Savunma Bakanı bu anlaşmayı iptal etti. Bu terörist Halid Şeyh Muhammed şimdi ölümden kaçmak istiyor.

Bu terörist Halid Şeyh Muhammed, terörist Usame bin Ladin ve Eymen el-Zevahiri'nin yardım ve desteğiyle gençleri tehlikeye attı. Sözde cihat bahanesiyle gençler bölgeye ve İslam'ın itibarına büyük zarar veren bir terör savaşı ateşinde odun olarak kullanıldılar.

Şimdi ölüm saati geldiğinde ise terörist Halid Şeyh Muhammed, aldattığı, tehlikeye attığı gençleri teşvik ettiği ve iddia ettiği gibi “mücahit” olarak ölmek yerine, suçunu kabul edip ömür boyu hapis cezasına çarptırılarak ölümden kaçmak istedi.

Terörist Halid Şeyh Muhammed ve diğer teröristler 11 Eylül saldırılarını planladılar ve projelerini bir “şehitlik ve cihat” projesi olarak tanıttılar. Ama kendisi “düşmanın” eliyle ölme fırsatı bulduğunda, Amerikan yargısı ile iş birliği yapmaya ve infazdan kaçmak için suçunu kabul etmeye karar verdi.

Buradaki soru şu; peki, ya el-Kaide'nin kandırdığı gençler ve onları teşvik eden suçlular? Bu gençlere daha uzun yıllar yaşama fırsatı verilseydi, uçak kaçırıp Dünya Ticaret Merkezini havaya uçurmaya karar verirler miydi? İntihar eylemi yaparlar mıydı?

Dolayısıyla buradan çıkarılacak ders ve hatırlatma şudur; fetva verenler, planlamacılar, kışkırtıcılar ve meşrulaştırıcılar bombaları patlatanlardan bin kat daha tehlikelidir. Ama ne yazık ki zarar yaşandı ve halen bazıları ılımlı olduğumuz için bize karşı kışkırtmalarda bulunurken, terörist Halid Şeyh Muhammed ölümden kaçmak istiyor.

Onlarca yıldır devam eden bir diğer zarar ise Gazze savaşının ardından bölgemizde yaşanan çatışmalar ile tanık olduklarımızdır. Ne Netanyahu İsraili'nin bir barış devleti olduğu, ne İran'ın bir savaş devleti olduğu, ne de Hizbullah'ın bir direniş örgütü olmadığı bize kanıtlanmıştır.

Heniyye'nin Tahran'da öldürülmesi bize Netanyahu'nun barış adamı olmadığını, İsrail'in de fiilen barışı sağlamaya muktedir olmadığını gösteriyor. Onlar için öldürmek bir barış anlaşması imzalamaktan daha kolay, cinayeti planlamak da barışı müzakere etmekten daha kolay.

İran'a gelince, savaş-savaşmama denklemini değiştirmeye cesaret edemediği, esas yeteneğinin İsrail ile karşı karşıya gelmek değil, sabotaj yapmak ve bölgenin güvenliğini istikrarsızlaştırmak olduğu kesin. İsrail ile yüzleşse bile, güç dengelerinde veya caydırıcılık denklemlerinde hiçbir şeyin değişmeyeceği ispatlandı.

Aynı şey Lübnan'ı ele geçirebileceğini ve Husileri kışkırtabileceğini, ancak Gazze'yi savunamayacağını ya da 300'e yakın üyesini ve önde gelen liderlerini öldüren İsrail'i caydıramayacağını kanıtlamış olan Hizbullah için de geçerli. Hasan Nasrallah, İsrail'in, Hizbullah’ın olası yanıtı beklemesinin "yanıtın ve cezanın bir parçası olduğunu, çünkü savaşın psikolojik, ahlaki ve askeri olduğunu" söylüyor. Bundan daha aldatıcı bir şey var mı?

Aynı şey, 7 Ekim'deki saldırıyı, sonucunu hesaba katmadan düzenleyen Hamas için de geçerli. Dolayısıyla bölgemiz büyük yalanlar ve anlamsız sloganlar yüzünden on yıllar harcadı. Ders almalı, sloganlara ve yalanlara dayanmayan daha iyi bir gelecek için çabalamalıyız.

 

Şarkul Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU