İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze'deki savaşı için net, uzun vadeli bir siyasi planı yok.
Arap ülkelerine savaştan sonra Gazze'yi yönetmede Filistinli sivil hükümete yardım etme yönündeki son önerileri de bunu kanıtlanıyor.
Çatışmanın kesin bir son olmadan uzatılması çerçevesi dışında Netanyahu'nun, sorumluluğu başkalarına devretmek ve gerçek barışı desteklemenin gerekliliklerinden kaçmak dışında öncelikle İsraillilere ardından ülkesinin büyük bölgesel ortaklarıyla stratejik ilişkilerine sunabileceği hiçbir şeyi yok.
Bu nedenle BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed el-Nahyan'ın Netanyahu'nun açıklamalarını kınaması ve Netanyahu'nun "bu adımı atmak için herhangi bir hukuki ehliyetinin olmadığını" vurgulaması şaşırtıcı olmadı.
Bin Zayed ayrıca ülkesinin "Gazze Şeridi'ndeki İsrail varlığını kamufle etmeyi amaçlayan herhangi bir planın içine çekilmeyi" reddettiğini de vurguladı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Arap ve Körfez ülkelerinin Gazze'de barışı koruma gücüne potansiyel katılımının veya siyasi katılımlarının, ılımlı Arap grubu için bölgesel nüfuzunu genişletme ve barışın temellerini güçlendirme fırsatını temsil ettiği doğru.
Ancak bunun hem İsrailliler hem de Filistinlilere koşulacak bir dizi şart çerçevesinde olması gerekiyor.
Kesin olan şu ki, bu ülkelerden hiçbiri, Gazze'de Filistin meselesinin geleceğine ilişkin diplomatik hedefleriyle tamamen bağdaşmayan bir rolü oynamayı kabul etmeyecektir.
Ne Filistinlilerle, ne Araplarla, ne İsrail ve ABD ile mevcut ilişkilerinin ve çıkarlarının tehlikeye girmeyeceğine dair garantiler olmadan hiç kimse ileri bir adım atmayacaktır.
Netanyahu'nun garip teklifiyle kamufle etmeye çalıştığı şey, Arapların Gazze'nin "ertesi gün"üne katılımının büyük güçler ile BM şemsiyesi altında uluslararası tanınırlığa sahip, daha geniş bir barış planının bir parçası olması gerektiğine dair basit mantıktır.
Aksi takdirde Gazze'deki karmaşık askeri ve güvenlik gerçekliği ışığında, açık angajman kuralları, Gazze'deki herhangi bir dış rolün güvenliğini ve etkinliğini garanti edecek üzerinde anlaşmaya varılmış bir siyasi yetki olmadan, Arapların veya ortak güçlerin veya Gazze'deki siyasi ve lojistik destek ekiplerinin güvenliğini kim garanti edebilir?
Netanyahu'nun Filistin dosyasında doğrudan güvenlik ve siyasi çıkarları olan Mısır ve Ürdün'den bahsetmemesi veya önerisini desteklemek için daha geniş bir bölgesel uzlaşmaya ihtiyaç olduğunu belirtmemesi şaşırtıcı.
Netanyahu'nun ima ettiği şey, sanki yeniden inşa faturasının herhangi bir siyasi bağlamdan bağımsız, doğrudan Körfez ülkelerinin sorumluluğu olduğudur!
Kompleks bir çatışmaya yönelik karmaşık bir politik önerinin ayrıntılı bir şekilde anlatılacağı yer bir televizyon röportajı olmayabilir.
Ancak İsrail Başbakanı'nın ses tonu, BAE'nin sert ve hızlı bir yanıt vermesini gerektirdi, çünkü kendisinin "ertesi gün"de siyasi, liderlik ve idari sorumlulukların dağılımını tartışmayı kasıtlı olarak ihmal ettiğini, yardımını istediği tüm tarafların stratejik çıkarlarını açıkça göz ardı ettiğini ortaya koyuyordu.
Hiç şüphe yok ki yıkıcı Gazze savaşı, 7 Ekim 2023 saldırısının ve Hamas liderliğinin Filistinlilerin acılarını hiçe sayarak gösterdiği korkunç inadın doğrudan bir sonucudur.
Ancak aynı zamanda ve her şeyden önce, Netanyahu'nun Filistinlilerle ilişkisinde uzun süredir devam eden ve siyaseti her zaman bir kenara koyma, siyasi olarak zeki görünme ve güvenlik alanında küstahça davranma ile karakterize edilen performansının birikmiş bir sonucudur.
Bu zeki görünme politikasının örnekleri arasında Hamas'ın Gazze Şeridi'ni yönetmesini sağlamak ve Filistin devlet projesini sona erdirmek amacıyla Filistin bölünmüşlüğünü derinleştirmek de yer alıyor.
Aslında, savaştan sonra Filistinli sivil bir hükümetin Gazze'yi yönetmesine yardım etme yönündeki son açıklamaları da bunun ek bir tezahürüdür.
Gerçekte ise Netanyahu ve Hamas'ın birlikte kırdıklarının parçalarını toplamaya kimse gelmeyecek.
Tarafların katılımı, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve BAE'nin daha geniş siyasi hedefleri ile uyumlu olmadıkça, hiç kimse bu misyonu yerine getirmeyecek.
Bahsi geçen siyasi hedeflerin başında ise İsrail ve Filistin'deki yeni ve farklı hükümetler aracılığıyla istikrarın güçlendirilmesi, ekonomik kalkınma ve bölgedeki ilişkilerin normalleştirilmesi geliyor.
Felaketin her iki tarafı yani Hamas ve Netanyahu da tam olarak bundan kaçıyor.
Savunmasız Filistinlilerin kaderini en ufak bir şekilde dikkate almadan, çatışmayı sürdürmek ve dinamiklerini derinleştirmek amacıyla Arapların rollerini tehlikeli taraflılıklar ile istismar etmeye çalışıyorlar.
Eğer BAE'nin kapsamlı bir yardım stratejisi aracılığıyla denizden, karadan ve havadan katkıda bulunduğu açık Arap insani rolünün, bir çatışma aracına dönüştürülebileceğine veya Abu Dabi ve diğerlerini bu görev için belirlenen insani çerçevenin dışına çekmek için bir temel olabileceğine inanıyorlarsa, felaketin her iki tarafı da herkesten önce kendilerini kandırıyorlar.
Evet, Arapların mali ve siyasi imkânları, barışı ve kalkınmayı korumak, Filistinlilere iş birliği, ekonomik entegrasyon, bölgesel istikrar ve Ortadoğu'da kapsamlı barış yollarıyla ilişkilendirilebilecek farklı bir ufuk sunmak için bir fırsatı temsil ediyor.
Bunu engelleyense, Netanyahu ve Hamas'ın ölümcül şekilde iktidara sıkı sıkı tutunmaları ve başta İran olmak üzere diğer paydaşların çatışmayı sürdürmeye yönelik suç niteliğindeki yatırımlarıdır.
Bu arada hiç de masum olmayan şu soruyu da soralım:
Arapların Hamas'a İsrail ile anlaşmayı kabul etmesi yönündeki baskısı başarılı olurken, Filistinlilere insani yardımın ulaştırıldığı en önemli sınır kapılarından biri olan Kerem Şalom Sınır Kapısı'nın çevresini kim bombaladı?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.