Geçen cumartesi günü aralarında siyasetçilerin, medya çalışanlarının ve sıradan vatandaşların da bulunduğu çok sayıda Lübnanlı, güneyde Lokman Selim suikastının üçüncü yıldönümünü anma töreni düzenledi.
Lokman Selim, görüşü ne kadar muhalif olursa olsun, fikrini açıklamaktan çekinmeyen bir yazar, edebiyatçı, yayıncı ve görüş sahibiydi.
Pek çok özelliğinin yanı sıra, Hizbullah, sürüsü ve sponsorlarıyla savaşan, kendi evlerinde onlara karşı silahsız bir beden ve yalın bir sesle mücadele eden cesur bir insandı.
Etkinlikte konuşma yapanlardan bazıları ölümcül bir bombalı saldırıya maruz kalmış, ancak ölümden kurtulacak kadar şanslı olan kişilerdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Lokman'ın davasına yakın davalardan dolayı babası öldürülen evlatlar ile kocası öldürülen kadınlar da vardı.
Bu nedenle patlamadan etkilenen Beyrut Limanı'na çok yakın olan 'Mina Görüntü Merkezi'ndeki geniş katılımlı toplantının fotoğrafı, Lübnan'ın acı tarihinin aralıklı sahnelerinden oluşan sıkıştırılmış bir albüme daha yakın görünüyordu.
Bu acının kurbanları arasındaki diğer ortak nokta ise hepsinin faili meçhul cinayetler olmalarıdır. Böyle olmalarının nedeni de Lübnan adalet sisteminin katilin kimliğini gizli tutmasıdır.
Bu, 2021 yılının başlarında Lokman'a düzenlenen suikast için geçerli olduğu gibi, öncesinde veya sonrasında gerçekleşen suikast ve suikast girişimleri için de geçerli.
Böylece meçhul fail adalet ve hesap sormadan kaçmaya devam etti. Cinayetleri savunmakta uzman olanlar adaleti ve hesap sormayı karalamayı sürdürme imkanı buldular.
Ardından, daha önce liman patlamasını fotoğrafladığı için suikastının liman patlaması ile bağlantılı olduğu tespit edilen fotoğrafçı Joseph Bejjani'ye suikast düzenlendi.
Yerel adalet makamları ve yargı, sistematik bir karalama kampanyasına maruz bırakıldı ve bunun sonucunda yargıçların görevlerini yapması engellendi.
Hepsi faili meçhul cinayetler olarak kaldılar.
2005 yılında, çok iyi bildiğimiz gibi, Refik Hariri'nin ve çok sayıda siyasetçi, yazar ve gazetecinin öldürülmesiyle daha da kalabalık bir ölümler silsilesi başlamıştı.
O gün Uluslararası Adalet Divanı, liman patlamasını soruşturmak isteyen yerel ulusal mahkemenin maruz kaldığına benzer bir iftira kampanyasına maruz kalmıştı.
Ancak Lübnan yargısını hedef alanlar onu aksatmayı başarırken, uluslararası yargıyı aksatma girişimleri uluslararası olması nedeniyle başarısız oldu.
Ancak, hakkında geniş çapta spekülasyon yapılan nedenlerden dolayı, Uluslararası Adalet Divanı ancak mütevazı sonuçlar ortaya koyabildi ve bunlar da uygulanmadan veya hayata geçirilmeden öylece kalakaldılar.
Özetle milisçi yönetim ve adalet, birbiriyle örtüşmeyen iki zıttır. Milisçi yönetim derken aynı zamanda yağma ve yolsuzluğun birleşiminden de bahsediyoruz ki, 17 Ekim 2019'da ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya kalınca milisler onun imdadına yetişmişlerdi.
Aynı şey, milisler gibi hareket eden ve sadece bunu yapmakla kalmayıp, Suriye'de olduğu gibi, kendi halklarını öldürmelerine ve iktidarlarını pekiştirmelerine yardımcı olmaları için yabancı milislere ev sahipliği yapan rejimler için de geçerli.
Yine Suriye'de, Avrupa ülkelerinde görülen birkaç dava dışında, yüz binlerce kişinin hayatına kimyasal ve diğer silah türleriyle kastedenler, hâlâ maktullerinin cesetleri üstünde mutlu bir şekilde oturuyorlar.
Peki Lübnan ve Suriye'deki bu ölüm tarlaları ile İsrail'in Gazze'deki acımasız saldırıları arasındaki bağlantı nedir?
Arap Maşrık (Levant) bölgesinin geniş ufkundan bakarsak, ölüm tarlalarını yaygın ve tekrarlanan bir olay haline getiren hususun, sorumluluktan muafiyet ve kanunları hiçe sayma olduğunu görürüz.
Sayı ve suçların işleniş biçimlerindeki farklılıklardan bahsetmiyoruz bile.
Bu tür eylemlerin gerçekleştiği bir bölgede İsrail'in davranışlarında benzer ve uyumlu bir şeyler bulunması büyük bir olasılık.
Pek çok kötünün, bu şekilde davranılan bir bölgede dökülen kana eklenen bir miktar daha kandan etkilenilmeyeceğini düşünmesi beklenmedik bir durum değil.
Yerel faillerimizden bir kısmı kahraman konumuna yükseltildiklerinde veya iktidarda olanlar iktidarlarını koruduklarında, dolayısıyla bölgemiz büyük bir mezbahaya daha yakın göründüğünde, yerel güçlerinin halk tarafından benimsenen, ama hukuka ve adalete uymayan milisler olduğu ortaya çıktığında, bu sadece İsrail'i adalete teslim etmek isteyen herkesin iddialarını zayıflatır.
Böyle bir değerlendirme, dolaylı olarak ve hesapların arka planında, son Lahey davasında İbrani devletine yönelik kınamaların hafifletilmesine ve sonucun birden fazla yoruma açık hale getirilmesine katkıda bulunmuş olabilir.
Bu, bölgemizde kanunlarla yönetilen saygın toplumlar inşa etmenin, diğer tüm eylemlerden daha fazla İsrail'in dizginsizliğini frenleyebileceğini ve modelini zayıflatabileceğini öğreten bir derstir.
Ancak bu prensibin aktifleşmesi için yerine gelmesi gereken şartlardan biri de Lokman Selim'in inandığı gibi, hiçbir davanın adalet ve hukukun üstünde olmadığına inanmamızdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu