"An yaşanacak, yaşa" gibi bir emirle yaşayabiliyor olsak herhalde şu "carpe diem" illeti daha kolay olurdu...
Geçmişten tüm birikintisi ile devrola gelen sorunlar yumağı hayatımızda çığ etkisiyle geleceğimizi çalıp bizleri kaygıdan ibaret varlıklara çeviriyor.
Her gün bir yasa, zam, salgın, terör, ambargo, savaş vb. dış etkenlerle beslenip kişisel kontrol alanımızın dışına çıkan kriz kendi sürekliliğini olağanlaştırıyor.
İnsanlığın çoğunluğu, dünyanın büyük kısmı için geçerli bir "sürekli kriz teorisi" bu…
Gündelik hayatlara "okul bitsin", "staj bitsin", "iş bulunca", "atanınca", "haftaya", "seneye", "terfi edince", "seçimden sonra" vb. isimlerle takvime bağlanmış olarak yansıyan, ertelenen, ötelenen bir "geleceği planlama" kod adlı ipotek mekanizması.
Kişiyi kendi (olası) elden ayaktan düşeceği yaşlılığı ile korkutup, en güzel yıllarını "kariyer planı" adıyla çalan bir düzende bireyler depresyon dışında ne gibi anlar yaşayabilir ki?
Ama ona yine de çıkıp ara ara hatırlatır; "Hey dostum, an'ı yaşa..."
Bir kere geldiğin bu hayatta (bildiğim kadarıyla yani) adamın birinin şirketine artı değer üretmek karşılığında maaş aldığın hayatın kendisi zaten irrasyoneldir!
Bu insan kendi kendine neden mutsuz olduğunu, depresif olduğunu bulamaz zaten çünkü verili öğrenilmişlik ona her şeyin yolunda olduğunu söylüyor.
Her şeyin yolunda(!) gittiğini varsaysak ona, "işin var, sigortan yatıyor, maaşın var, kredi kartın var, sağlığın yerinde (şimdilik, nispeten) hele ailen de varsa daha ne? Herhalde şükretmeyi bilmiyorsun" diyor.
Devasa kitleler tam da bu nedenle dini yapılara ve söyleme sarılıyor, terapi niyetine.
Kendisinden büyük ve kurumsal bir yapı ona her gün şükretmesi gerektiğini öğütleyerek bunu ulvi ve ilahi sebeplerle açıklayarak telkinde bulunuyor.
Elbette telkin kendi içinde "ödül/ceza mekanizmaları" taşıyor...
Bunlara sarılmayan insanlar ise günümüzde başka disiplinlere, başka kimliklerle sarılıyor.
Bu normal, zira kimse havada, boşlukta asılı duramaz.
Bu çerçeveden bakınca evet, "an"ı yaşamanız önemli ve gerekli, ancak..!
An dediğiniz şey geçmişte peş peşe dizilmiş sayısız "an"ların toplamıdır ve geleceğimize devrolacak olan da şimdiki "an", "lahza"dır.
Yani ortada bireyden bağımsız bir süreklilik varken birey ne kadar ve nasıl "an"ı yaşayabilir?
Evrene olumlu enerji göndeerghhlssss!
Şaka şaka :)
Devlet, şirket, aşiret, cemaat vb. kurumsal yapıların kolektif hafızasının ve bilincinin bir parçası/bileşeni olan modern birey kendini bu kurumsallığın bir mensubu olarak (kimliğini) tarif ederse işi görece kolaydır bu hayatta; ancak bağımsız düşünme, verili olanı sorgulama eğiliminde olan karakterler için mesele karmaşıktır.
Kurumsallık ihtiyacı tam burada doğar, tarihten ve yaşanmış tecrübelerden damıttığı derslerle gelecek planları yapan merkezi/ortak akıl bireye master plana uygun bir yaşanacak an sunar; "Al bunu yaşa" der, alırsan ok, almazsan sıkıntı.
Marksizm'i bu noktada özgün kılan ve düşmanları için bir nefret öğesine dönüştüren şey bu meselede saklı; bilinen kimlikler dışında halka ortaklaştırıcı bir "emekçi üst kimliği" sunup, üstelik siyasi ve sivil alanda aklını da ortaklaştıracak bir "sınıf partisi" ile kurumsal temsil alternatifi yaratmış olması...
Sınıf partisi kendisini (diğer sınıfların partileri ve kurumları gibi) mensuplarının, işçi sınıfının ortak aklı sayarak, bu iddia ile tarihten çıkardığı dersleri halk lehine yorumlayarak bir gelecek stratejisi belirler, bu itibarla bireye sunduğu an'lar da onun için mücadeleye dair taktik "an"lardır…
Engels bu "carpe diem" meselesine basitçe değinip; "Emekçiler hayatları boyunca uyumak ve doymak için çalıştılar ama ne doydular ne uykularını aldılar" demiştir.
Hasılı burjuva, aristokrat olmayan bireylerin kendini başka bir kimlik, kurumsallığın çatısında ifade etmeleri kendileri muhalif bireyler olsalar da tarihsel olarak geri, politik olarak düzen içi pozisyonlardır ve karşı sınıfın "an"larını yaşayabilirler ancak.
Yani "an"ı yaşayayım derken zokayı yutmak da mümkün pekâlâ...
Hee bugün sınıf partileri gerçekten tumturaklı, tatmin edici bir zemin, plan sunabiliyor mu topluma?
Bence hayır!
Bu da evvelki yazılarımda kısmen değindiğim ve devam eden arayışın bir parçası.
Fakat konuya tam bir cevap elimde yok diye "an"ı yaşamaya çalışan milyonlara mutsuzluklarının kaynağını işaret etmeyecek değilim...
Özetle kurumsal yapılar hayatınızda sandığınızdan çok daha belirleyicidir.
Yeni yılın bu ilk yazısında size bağımsız düşünme kaynağı ve mutluluk diliyorum...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish