Kimlik krizi mi?

Uyumsuzluk, kimlik krizinin bir başka tezahürünü temsil eden bir değerler ikiliği yaratıyor

İllüstrasyon: Dennis Lan/USC Dornsife 

Prof. Dr. Muhammed Rumeyhi, geçen hafta cumartesi günü Şarku'l Avsat gazetesindeki köşesinde yayımlanan makalesini, ülkesindeki bazı milletvekillerinin üniversite eğitiminde karma sınıfların kaldırılması yönündeki çağrısına ilişkin tutumundan kaynaklanan şiddetli tartışmalara ilişkin yorumlarına ayırmıştı.

Bu tartışmalara, erdemi savunduğunu iddia edenlerin açık bir şekilde sözlü şiddeti damga vurdu.

Sözlü şiddet, karşıt görüşle alay etmekle kalmayıp, bu fikri savunan kişiyi aşağılama, onu vatana ihanet, bilgisizlik, dinden sapma vb. ile suçlama kertesine vardı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Rumeyhi ve diğer görüş sahipleri daha önce de bu tür suçlamalara maruz kalmışlardı fakat makale daha fazla ele alınması gereken temel bir noktayı gündeme getiriyor.

O nokta da makalenin işaret ettiği gibi bu ve buna benzer tartışmaların gelenek çağından modernite çağına geçişin zorlukları gündelik hayatın yüzeyinde belirdikçe açıkça ortaya çıkan bir "kimlik krizini" ifade ettiğidir.

Amerikalı Psikolog Erik Erikson'un tanımına göre kimlik krizi, gençlerin kişisel istekleri ile toplumsal yaşamın gereklilikleri arasında denge kuramamasının bir ifadesidir.

Bilhassa hızlı kültürel ve ekonomik dönüşümlerin yaşandığı toplumlarda, bu dönüşümler ister istemez insanların konumlarının, ilişki çevrelerinin ve bu ilişkileri düzenleyen geleneklerin de değişmesine yol açıyorlar.

Toplumumuzda bireysel kimlikteki en önemli dönüşümlerin, kültürel etki kaynaklarına ve atalarımızdan miras aldığımız yaşam tarzı ile çelişen yeni yaşam tarzlarına açılmaktan kaynaklandığını fark ettim.

Derin dönüşümün başlangıcının 20'nci yüzyılın son 20 yılına dayandığına inanıyorum.

Ekonomiyi modernleştirmeye ve eğitim politikalarını değiştirmeye yönelik programların yanı sıra yabancı üniversitelerin öğrenci sayısının artmasının buna katkıda bulunduğunu düşünüyorum.

Benim tahminime göre dönüşümün zirvesi son beş yılda, Suudi Arabistan’daki her köy ve beldeye hızlı internet erişiminin sağlanmasıyla gerçekleşti.
 


İnternet gençlere doğrudan yeni dünyalara açılma fırsatı sağladı. Ailenin, okulun ve bir bütün olarak sosyal sistemin bireyin zihniyeti üzerinde artık çok az etkisi var.

Zihniyetinin şekillenmesinde en büyük katkıyı sağlayan ise başı ve sonu olmayan, toplumumuzun tarihsel deneyiminden tamamen uzak tablolardan bilinçli ya da bilinçsiz olarak seçim yapan bireyin kendisi oldu.

Bu değişikliklerin her biri geleneksel zihniyeti, daha gelişmiş, daha kolay ve daha çekici bir yaşam tarzıyla desteklenen yeni bir meydan okumayla karşı karşıya bırakıyor.

Bu da bireyi bir seçim yapmaya zorluyor: Eski dünyasını terk etmek ya da yeni hayatın meyvelerinden mahrum kalmak.

Erikson'un görüşüne göre söz konusu dönüşüm, genç nesil ile ebeveynlerin birbirlerini anlamalarını zorlaştırıyor.

Ama bunun nedeni birbirlerini anlamayı reddetmeleri değil, aksine, kültürel eğilimlerdeki farklılığın hem ebeveynlerin hem de çocukların farklı bir arka plana, dahası diğerinden kavramsal ve ahlaki olarak farklı bir dünyaya sahip olmasından kaynaklanıyor.

Baba ve oğlunun mevcut ilişkiyi sürdürme ihtiyacı, zorunlu olarak, kimlik krizi dediğimiz psikolojik kriz şeklinde yansıyan bir tür yük ve sıkıntıya yol açıyor.

Erikson'un görüşü gençler için geçerli, ancak geniş bir yelpazedeki ebeveynler arasında da bir kimlik krizi olduğunu görüyorum.

Bu kriz, görünüşte eskiyi kabullenmekle beraber içsel olarak reddetmek veya modernitenin nimetlerinden keyif alma yönünde güçlü bir arzuyla birlikte içsel olarak moderniteyi reddetmek şeklinde kendini gösteriyor.

Bu uyumsuzluk, kimlik krizinin bir başka tezahürünü temsil eden bir değerler ikiliği yaratıyor.

Her iki tarafta da (gençler ve ebeveynler) yaşanan krizin kaynağının, (dinsel ve dinsel olmayan) kültürel mirasımız ile çağın kültürel değişkenleri, özellikle de yeni değer sistemleri arasındaki yavaş etkileşim ve bunun sonucunda ortaya çıkan, insani ilişkiler ve geçmişte hakim olanlardan farklı sosyal konumlar olduğunu düşünüyorum.

Toplumumuzun büyük bir kesiminin, özellikle de anne-babaların, eski kanaatleri ile yeni hayatlarını uzlaştırma konusunda büyük zorluklar yaşadığını düşünüyorum.

Tüm bunların ardına baktığımızda, kültürel mirasımızın, bireyin hayatına yön veren değerlerin katılımcısı veya yaratıcısı değil, itaatkâr bir takipçisi olmasını istemesi gibi derin bir sebebin durduğunu görürüz.

Dolayısıyla birey eski sistemin erdemlerinden yararlanmak istiyorsa edilgen ve etkilenen konumda kalmalıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU