“İsveç’in NATO üyeliği öyle ya da böyle gerçekleşecek, Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması komplo teorisi”

Türkiye NATO'dan çıkar mı, ittifak Türkiye'den vazgeçer mi? İsveç'in üyeliği ne olacak? Savunma örgütü bir taarruz örgütüne mi dönüşüyor? Ankara'nın denge politikası daha ne kadar sürecek? Independent Türkçe sordu Prof. Dr. Deniz Tansi yanıtladı

72 yıl önce bu zamanlar Türkiye NATO üyeliği̇ protokolünü imzaladı.

Ama NATO’ya üyeli̇k o kadar kolay olmadı.

Dönemi̇n Ulus gazetesinin baş yazarı Hüseyi̇n Cahi̇t Yalçın, üyelikten evvel “Ya Türki̇ye’ye bi̇r saldırı olursa?” di̇ye soruyordu.

Üyeli̇kten dört yıl önce, Sovyetler’den bi̇r saldırı geli̇rse NATO üyeli̇ği̇yle bi̇rli̇kte Türki̇ye’ni̇n yalnız bırakılmayacağını yazıyordu…

Bir zamanlar Danimarka ile Norveç’in üyeliğine itiraz ettiği Türkiye, özellikle terör tanımlaması üzerinden yaşadığı sorunlara karşın ittifakın en aktif üyesi. 

Harekatlara en çok katkı yapan ilk beş ülke arasında yer alıyor.

Ve bu kez Türkiye yeni bir üyeliğe, İsveç’in ittifaka katılmasına karşı çıkıyor. 

Bir yandan da iç siyasette Türkiye’nin NATO’dan çıkıp çıkmayacağı, önündeki alternatifler konuşuluyor.

Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Başkan Yardımcısı, siyaset bilimci Doç. Dr. Deniz Tansi ile 72 yıllık evliliğin devam edip etmeyeceğini ve güncel tartışmaları konuştuk.

Dileyen söyleşiyi podcastten dinleyebilir, dileyen okuyabilir.

"Bütün dünya Türkiye'ye karşı söylemi çok reyting getirir ama..."

Türkiye NATO'nun ikinci büyük ordusuna sahip ittifakın en stratejik üyelerinden biri. NATO'nun dönüşüm sürecinde de katkıda bulunmuş. NATO'nun karargâh yapısında önemli roller üstlenmiş bir ülke. Ancak NATO arasındaki ilişkilerin son dönemde zora girdiğini düşünenler var. Önce bunun ne kadar gerçekçi olduğunu sorayım. Sonra Türkiye'nin başka alternatiflere yönelmesi gibi bir ihtimalin mümkün olup olmadığını…

Türkiye'nin NATO'yla olan ilişkilerini en fazla eleştiren akademisyenlerden biriyim. Çelişik gibi gözükebilir ama Türkiye'nin NATO'daki varlığının devam etmesi gerektiğini de savunuyorum. Hatta kimileri bazıları bunu çok daha abartıp “NATO'dan ayrılırsak NATO bize saldırır mı?” diye çeşitli sorular gündeme getiriyorlar. O kadar değil. Türkiye'nin NATO'da olmasının tarihsel sürecine baktığımızda Soğuk Savaş'ın başlangıcı döneminde ve Sovyetler'e karşı bir korunma refleksiyle aynı zamanda Batı değerler sistemi içerisinde var olmak isteğiyle NATO’ya katıldığını görüyoruz. Ancak bugün baktığımızda o dönemki Sovyet tehdidinin Türkiye açısından bugün Rusya'yla ilişkilerin biraz daha dengeli bir perspektife oturduğunu görüyoruz.
 

NATO TÜRKİYE.jpg

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Mart 2022 tarihinde Brüksel, Belçika'da gerçekleşen bir NATO zirvesinin ardından bir basın toplantısı sırasında konuşmuştu / Fotoğraf: ecfr.eu​​


Bu çerçevede “NATO dışında da bizim alternatiflerimiz var mı?” sorusunun çok daha fazla sorulduğunu görüyoruz. Evet, NATO'nun eleştirilecek pek çok boyutu var. Ama Türkiye'nin NATO'daki varlığı önemli. Hani bir kesim “NATO’ya acaba Güney Kıbrıs, Ermenistan ve başka ülkeler sıraya girer mi, NATO üyesi olur mu?” gibi sorular yöneltiyor. NATO hem bir güvenlik sistemi aynı zamanda bir değerler sistemi. Bu anlamda Avrupa Birliği konusunda da çok eleştirel bakan bir akademisyenim. Avrupa Birliği'nde düşüncem tam üyelik olması ya da serbest ticaret anlaşmasıyla devam etmemiz. Bu anlamda AB ve NATO farklı iki kurumlar olmasına rağmen güvenlik konsepti açısından bakıldığında aslında birbiriyle örtüşen, çok önemli boyutları olan kurumlar. Bu anlamda değerlendirildiğinde ve bugünden bakıldığında Türkiye'nin çeşitli güvenlik sorunları var.
 

 

TANSİ.jpg
Prof. Dr. Deniz Tansi, Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı / Fotoğraf: Twitter


Bu güvenlik sorunlarına baktığımızda bir kısmı Ege'de, Doğu Akdeniz'de, Kafkasya'da Ortadoğu'da. En büyük problem de bir başka NATO üyesi olan Yunanistan'la gündeme geliyor. Ama burada Yunanistan ne kadar özne olarak ifade ediliyor? Bazı politikalarda mesela hep şu soru soruluyor: “Efendim işte Dedeağaç'tan Girit'e kadar işte Amerika Birleşik Devletleri'nin üsleri var. İşte ABD’nin garnizonu mu oluyor? Oluyorsa kime karşı oluyor?” Eğer Yunanistan daha doğrusu ABD bize karşı bu kadar yatırım yapıyorsa ciddi anlamda düşünmek lazım. Buna ihtiyacı ne kadar vardır, yoktur? Bu soru ciddi anlamda tartışılır. Aslında bakıldığında Rusya'nın çevrelenme politikası var. Rusya'nın çevrelenme politikasına baktığımızda anımsarsanız Eski ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld vardı, bir neo-muhafazakâr temsilci olarak. II. Körfez Savaşı sırasında ne diyordu? “Doğu Avrupa ülkeleri, yeni Avrupa ülkeleri… Biz bunlarla beraber çalışacağız” diyorodu. Bir yandan Baltık ülkelerine baktığımızda, bir yandan Doğu Avrupa'ya baktığımızda bir yandan yakınlarda biliyorsunuz Yunanistan’ın içine aldığı üç deniz inisiyatifine baktığınızda -ki; bu da paralel bir yapı olarak gibi gözükebilir- buna Karadeniz, Adriyatik, Baltıklar ve Ege eklendiğinde Türkiye tam bir kavşak noktasında bulunuyor. “Bütün dünya Türkiye'ye karşı” gibi anlatmak çok reyting getirir. Ama realist bir değerlendirme yaptığımızda bu kavşak noktasında Türkiye'yle ilgili ilişkilerde tarihten gelen, eskiden beri var olan bir güvensiz ilişki vardı.

Bu yeni mesele değil. Yani mevzu dönüp dolaşıp Türkiye'nin jeostratejik konumunun reel politikteki yansımasına geliyor.

Çok doğru bir değerlendirme. Mesela Kıbrıs Barış Harekatı'nı anımsayalım tarihte. Kıbrıs Barış Harekâtı döneminde, haşhaş ekimi yasağının kaldırıldığı süreçte, özellikle detant döneminde "merkezkaç hareketler” olarak ifade ediyorlardı.
 

KIBRIS.jpg

Johnson Mektubu ile başlayan, Kıbrıs’ın, Türkiye-ABD ilişkilerini belirlemedeki rolü 1974’teki Barış Harekatı, sonrasında ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu ile devam etmişti / Fotoğraf: Kıbrıs Postası


Türkiye'nin 67 savaşında hava sahasını Sovyetler’e açması elbette silah yardımı için değil ama gıda ve ilaç yardımı içindi. Öte yandan İslam Konferansı Örgütü'nün kurucu üyelerinden biri olması, oradaki Özbekistan’dan ziyade Sovyet yanlısı bazı Arap ülkeleriyle aynı örgütün içerisinde olmak gibi bir durum söz konusuydu. Ya da biraz önce ifade ettiğimiz haşhaş ekimi yasağının kaldırılması, Kıbrıs Barış Harekâtı, sonra U2 casus uçaklarının Türkiye tarafından kabul edilmemesi gibi. Yani bunun 1980 öncesinde de dikkat edecek olursa bir bilançosu var. Ama yakın zamana bakıldığında anımsayalım. NATO aktif çaba operasyonunu (Operation Active Endeavour) biliyorsunuz Karadeniz'e yaymak istedi. Niye? Aslında insan kaçakçılığıyla, uyuşturucuyla mücadele bağlamında. Ama Türkiye ne dedi? Montrö! Ya da 2008’de Gürcistan'ın Rusya'yla olan savaşını, daha doğrusu Rusya'nın işgalinde Türkiye Montrö'den dolayı buna yine izin vermedi. Montrö'ye biliyorsunuz eskiden Sovyetler çok zeleştirel bakıyordu. Şimdi Ruslar dört elle sarılmış vaziyette. Tabii ki konjonktür ve çıkarlar…

"Türkiye, Rusya'nın şeytanlaştırılmasına karşı, NATO'dan çıkması ise komplo teorisi"

Ukrayna işgaliyle birlikte elbette…

Aynen öyle. Şimdi Ukrayna işgalinde şuna bakın. Dikkat edilecek olursa Türkiye, Ukrayna işgalini asla kabul etmiyor. Gürcistan'ın da toprak bütünlüğünü, Ukrayna'nın da toprak bütünlüğünü savunuyor ama aynı zamanda Türkiye'de yönetimin bizzat ifade ettiği çerçevede Rusya'nın da şeytanlaştırılmasına karşı. Şimdi bu dengeyi ABD ne kadar kabul ediyor? Yani bir yandan tahıl koridorunda Türkiye çok övülüyor. Doğru ama bir yandan da bu denge ne kadar? Hani bakın biraz önce ifade ettim “merkezkaç hareketler” diye…
 

TR RS ABD.jpg
Türkiye'nin uzunca bir süredir ABD ve Rusya arasında bir denge politikası izlediği yorumları yapılıyor / Fotoğraf: CGTN


Neden bunu ifade ediyorum? Zira Türkiye'deki olan biteni dünkü ya da bugünkü iktidarla değil Türkiye'nin devlet aklıyla daha fazla değerlendirmek lazım. Çünkü baktığımızda bugünkü siyasal iktidar bazında, ilk iktidara geldiklerinde anımsayın Avrupa Birliği konusunda NATO konusunda bir hayli Batı perspektifinden bakan bir anlayış vardı.

Gündüz havai fişekli kutlama bile yapılıyordu hatta…

Evet, çok doğru. Benim de yazılarım var o konuda… Avrupa Birliği konusunda da NATO konusunda da… Şimdi bugün gelinen nokta iktidar açısından eleştirilebilir ama devlet zemini açısından bakıldığında, yani devletlerin kendi menfaatleri ya da stratejik aklını ortaya koymaları çerçevesinde bakıldığında daha farklı soru işaretlerini burada eklemleyebiliriz. Evet, Türkiye'nin NATO'daki varlığı önemli ama ben NATO'nun da Türkiye'den vazgeçmesi gibi bir senaryonun bir komplo teorisi olduğunu düşünüyorum. Şimdi biz böyle söylediğimizde deyim yerindeyse ne İsa'yı da Musa'yı yaranabiliriz. Öyle bir derdimiz yok tabii. Akademisyen olarak ifade ediyoruz. Neden? Şimdi az önceki sorunuzla bağlantılı olarak alternatif ne? Bakın bunu “Türkiye alternatifsiz” bağlamında söylemiyorum ama bir akademisyen olarak, bir siyaset bilimci olarak baktığımızda hangi değerler sistemi içerisinde yer alacaksınız? Hangi güvenlik konsepti içerisinde yer alacaksınız? Bunun muadili nedir?

Şanghay İşbirliği Örgütü mü sanıldığı gibi?

Değil aslında. Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü. Çünkü kolektif savunma NATO'nun tam simetrisi…. Kimler var içerisinde? Bazı Türk cumhuriyetleriyle beraber Ermenistan da var. Bunu biraz ünlem koymak için ifade ediyorum. Yani kolektif güvenliğin simetrisini… Dolayısıyla bu anlamda bakıldığında Türkiye'nin kendi politikalarını ortaya koyması son derece önemli ama şöyle bir şey söyleyebilirim.
 

KOLEKTİF.jpg
Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü liderler zirvesi / Fotoğraf: AA


Mesela Avrupa Birliği'yle 2005 ekiminde müzakere çerçeve belgesi ilan edildiğinde “ortak dış politika” da ilan edilmişti. Ben de bunun çok realist olmadığını söylemiştim. Gerçekten de öyle. Ama NATO zeminde bakıldığında NATO'da Türkiye'nin bir üye olarak eşit oy hakkı, yani veto hakkı var. Yani oy birliğiyle karar alınması lazım. O yüzden NATO zemininde evet bir güvenlik çerçevesi var ama bu güvenlik çerçevesi ne kadar devam ettirilebilir? Ya da Macron “NATO'nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” diyordu. Bunu söylemek için belki çok elverişli olabilir ama Fransa'nın da NATO'dan vazgeçmek gibi bir durum yok. Daha önce olmuştu…

Bir de “Avrupa ordusu” söylemi vardı. O da bir hayalden, fanteziden ibaret kalıyordu o halde…

Dediğiniz doğru. Bunun olması için iki şeye ihtiyaçları var. Bir; paraya yani ciddi bir savunma bütçesine… İki; Türkiye’ye ihtiyaçları var. E, şimdi Türkiye'ye şöyle bakıyorlar: “Sen limana adım atma ama çıpala… Yani demiri at buraya. Bir yere de gitme.” Ben ona istinaden şunu diyorum: “Gümrük Birliği konusundan ziyade üçüncü ülkelere karşı elimizin rahat olacağı bir serbest ticaret anlaşması olarak güncellesek sanki daha rahat olur” Ama elbette bu ayrı bir tartışma konusu. Bizim tarım nüfusumuz ne kadar? Avrupa Birliği tarım nüfusu averaj ne kadar? Nüfus dengesi ne?  Göç nasıl olur? Yani Ege'den Yunanistan'dan, Kıbrıs'tan ziyade böyle anlatarak daha fazla puan toplamak, ilgi toplamak mümkündür. Ama işin gerçek kısmına baktığınızda bu averaj nüfusları nasıl dengeleyeceksiniz? Bu da tabii apayrı bir tartışma konusu. Ama yine de bir virgül koymak için bunu özellikle ifade ettim.

"NATO bir savunma örgütünden çıkıp taarruz örgütü olma yoluna girebilir"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmeden önce basına verdiği demeçte İsveç'in NATO üyeliği hakkında önemli açıklamalarda bulunmuştu. Özetle “Batı ikide bir İsveç, İsveç diyor. Biz de diyoruz ki; bizim parlamentomuz karar vermedikten sonra o yolda yürürken ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ dememiz mümkün değil. Önce İsveç'in üzerine düşen görevi yerine getirmesi lazım” dedi. Ki; bunu Türkiye Cumhuriyeti hükümeti epeydir dile getiriyor. Ülkenin önemli gazetelerinden Aftonbladet ise bunu “Erdoğan NATO'yu tehdit etti” diye yorumlamıştı. Şimdi Ankara’nın buradaki pozisyonu, alacağı karar, veto edip etmemesi -malum bir ara yeşil ışık yakıldığı da söylendi- Türkiye’nin NATO’daki geleceğini ve Ankara-NATO ilişkilerini nasıl etkiler?

Şimdi bizim NATO'yla bu konuda kötü anılarımız var, 1980 yılında…

Yunanistan’ın yeniden dahil oluşu süreci değil mi?

Evet, cunta döneminde. Çünkü cunta hiçbir diplomatik müzakere yapmadan General Evren'in asker sözüne dayanarak Rogers planına (Rogers Planı olarak adlandırılan bir plan çerçevesinde Yunanistan'ın askeri kanada dönüşü gerçekleşmişti) “evet” demesinden dolayı bu durum kamuoyunun zihninde ciddi anlamda yer etmiş durumda. Ama bugüne baktığımızda NATO Avrupa'daki süreci hangi anlamda tamamlayacak? Bu bir Baltık genişlemesi. Çünkü Baltık genişlemesiyle beraber NATO çevrelemeyi tamamlamış olacak. Yani sadece bunu Ukrayna Savaşı'yla değerlendirmek yetersiz kalıyor. Zira geçen yıl Madrid Zirvesi'ne çağrılan dört ülke var gözlemci olarak. Japonya, Güney Kore, Avusturalya, Yeni Zelanda. Şimdi bu dört ülkeye bakalım. Bu dört ülke için tabii NATO'nun kurucu antlaşmasının değişmesi lazım, dahil olmaları için. Öyle kolay kolay alamazsınız. Avrupa'da olması lazım NATO genişlemesinin sonuçta. Ama eğer bir gün böyle bir noktaya gelinirse, bu NATO'nun bir savunma örgütü olmaktan çıkıp bir stratejik taarruz örgütüne dönmesi anlamına gelir. Şimdi bunun için az zaman var. Nereyi tamamlamaları gerekiyor? Baltık genişlemesini. Dikkat ederseniz jeostratejik çerçeveden bir analiz yaptım. Ama Türk kamuoyunda daha farklı şeyler değerlendiriyoruz, doğal olarak. Her ülke kendi cephesinden bakıyor. Bir kere 2023 yazında bir antanta varılması önemliydi elbette. Ama parlamento onayına ihtiyaç var. Ama Sayın Cumhurbaşkanı'nın özellikle ABD Başkanı Biden'la ayaküstü yaptığı bir görüşme vardı. G20 zirvesindeydi değil mi?

Evet.

Burada özellikle Biden'ın F35 pardon F35 diyorum aklım F35’te kaldığı için… F16 konusunu gündeme getirmesine, ABD Kongresi'nden onaylanması karşılığında “Türkiye İsveç'e ‘Evet’ derse F16'ler gelecek” diye. Bunu Biden'ın söylemesi bana enteresan geldi. Çünkü Amerika gibi bir dünya gücü, bir dünya devinin böyle bir jeostratejik açılım ve genişlemede konuyu masa başı pazarlığa dönüştürmesi gerçekten ilginçti. Bu anlamda Türkiye'ye hangi anlamda güvenceler verilmeli? Güvenlik açısından tamam, Türkiye zaten NATO'nun üyesi. Ama aynı zamanda İsveç'te, İsveç'in terörle daha doğrusu terör örgütün buradaki sivil toplum bağıyla ilgili sorunlar var. Bu anlamda nedir? İsveç'in teröre yardım ve yataklık edilmesi bağlamında çeşitli derneklerden bahsediliyor. Ama bun son 10-20 yılın konusu olarak görmüyorum. Ayrılıkçı hareketlere 19. yüzyıldan beri yapılan önemli destekler var. Bu anlamda değerlendirdiğimizde İsveç'le Türkiye'nin ciddi anlamda masa başına oturup oturmadığı konusunda çok emin değilim. Yani Kur'an-ı Kerim yakma konusu tabii ki kabul edilemez ama sadece buna bağlanan yani Türkiye'nin tavrının sadece bununla beraber değerlendirilmesinin de son derece eksik kaldığını düşünüyorum. Ama başka bir çerçevede düşünebilirsiniz. Hani Türkiye'yi tahrik etmek gibi… Türkiye’ye İsveç'le ilgili farklı bir karar aldırmak. Ya da İsveç'in içerisinde farklı dinamiklerden, bu tür birtakım tahriklerin ya da provokasyonların geldiği de ciddi anlamda bir tartışma konusu olabilir elbette. Bunu tartışırız. Bir başka noktada ele alındığında ise bir de Türk kamuoyu var. Siyasal iktidar Türk kamuoyuna ne diyecek? Siyasette bir hareket yaptığınız zaman bunu aynı zamanda siyaseten pazarlamanız gerekiyor kamuoyuna. Yani ne anlatacaksınız? “Ne aldık ne verdik?” konusu… Burada ben çok fazla bir özenin, ne İsveç ne ABD ne de NATO'nun diğer ülkeler açısından gösterdiği çok fazla düşünmüyorum açıkçası. Çünkü uluslararası ilişkilerde bir klasik diplomasi var bir de kamu diplomasisi var; halklardan halka olan… Bu noktada Türkiye eleştiremeyecek bir ülke değil. O ayrı bir konu… Siyasal kriterler, demokratik konular vs. Bu tabii Avrupa Birliği bazında… Ama Türkiye'yle ilgili ya da Türkiye'deki yönetim yapısıyla alakalı çeşitli tenkitler var. Bir başka noktadan bakıldığında ise İsveç'in toplum olarak, kamuoyu olarak üyeliğe ne kadar hazır olup olmadığı bağlamında ciddi tereddütlerin olduğu düşünülüyor. Biraz da kamuoyuna farklı aksettirildi dikkat ederseniz. Sanki yazın “Bu iş bitti” gibi. Ama elbette verilen sözler var. Bir protokol var. Türkiye'de bir yaklaşım var. Bu anlamda ilk işareti aslında Milliyetçi Hareket Partisi verdi. Sayın Devlet Bahçeli bu protokole rağmen İsveç'le ilgili zehir zemberek sözler söylemişti. Hani MHP buna engel olur mu diye bakıldığında Cumhur İttifakı aslında çok pragmatik. Yani birilerini eleştirebilirler ama günün sonunda belli bir noktada anlaşıyorlar. Bana soracak olursanız bu kadar tahlilden sonra ben İsveç'in NATO'nun dışında kalacağı bir formülün günün sonunda gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Sadece erteleme olabilir. Yani bu sonbahar olmaz da bir başka zaman olur. Onay işi Macaristan'a bırakılabilir. Yani sonuçta dediğim gibi buna jeostratejik açıdan bakıldığında Baltık genişlemesinin tamamlanması, jeostratejik zeminde son derece önemli. Ama Türkiye kendi tenkitlerini ortaya koyar. Türkiye peki bu tenkitler ya da bu söyledikleri karşısında somut olarak ne elde edecektir? Bu açıdan bakıldığında İsveç'te terörle mücadele çerçevesinde çeşitli yasaların düzenlenmesi -ki; düzenlendi biliyorsunuz aslında, hiç de bir şey yapılmadı değil- konusunda belki biraz daha fazla adım atılması düşünülebilir. Ama dediğim gibi 2023 sonbaharında olmaz da 2024’ün ilkbaharı ya da yazının başlangıcında olabilir İsveç’in üyeliği. Ya da yine bu anlamda bakıldığında çeşitli müzakerelerden sonra farklı bir zemine getirilebilir. Günün sonunda o antanta varılacağını düşünüyorum. Öteki türlü bakıldığında bir yere kadar buna göğüs gerebilirsiniz. Belli bir noktadan sonra ise uluslararası baskılar sizi belli bir zemine getirir. Bu da işin fotoğrafı…

"Bir uluslararası ilişkiler öğrencisi ABD ile hem müttefik hem hasım olduğumuzu yazsa sınavdan çakardı"

Son soru. Sonuç itibarıyla Türkiye NATO'nun güney kanadındaki tehditlere karşı daha fazla ilgi göstermesini, terörle mücadele konusunda daha etkili olmasını istiyor, bu talebin yeterince karşılanmadığını da zaman zaman dile getiriyor. Bir taraftan da Türkiye'nin Rusya'dan S400 savunma sistemi alması nedeniyle başta ABD ve diğer NATO müttefikleriyle artık geri planda gözüken geçmişte yaşanmış ciddi bir gerilimi vardı. Özellikle Batı basında S400 meselesinin ardından “Türkiye gerçekten de kendi bindiği dalı kesiyor NATO içerisinde” şeklinde yorumlar yapılıyordu. Aslında bunun karşılığını da gördü. F35’ten oldu, F16 konusu sürüncemede bırakıldı. Sizce Türkiye'nin Rusya'yla olan ilişkisi NATO düzleminde bakıldığı zaman çok rahatsız edici mi geliyor? Yoksa bunu özellikle Ukrayna Savaşı ekseninde şans olarak yorumlayanlar da var mı?

Bunun daha çok algıyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Neden? Soğuk Savaş sonrası bakıldığında aslında Türkiye'nin uyguladığı siyaseti ben “kompartıman siyaseti" olarak düşünüyorum. Yani ülkelerle her konuda, herhangi bir ülkeyle her konuda anlaşmanız gerekmiyor. Ancak söylediğiniz için buna değinmeden duramayacağım.
 

S400.jpg
Türkiye'nin S400'lerden kaynaklı zararının 12 milyar dolara tekabül ettiği iddia ediliyor / Fotoğraf: Stratejik Düşünce Enstitüsü


Bu S400 konusuna bakıldığında, Türkiye Patriotları istedi biliyorsunuz. Amerika, Amerikan Kongresi'ni bahane ederek vermedi. Peki nereden alacaksınız? Türkiye'nin bir hava savunma sistemine ihtiyacı var. Bu S400 konusu Rusya'yla anlaşıldıktan sonra CAATSA yaptırımları var. Yani ABD'nin Hasımlarıyla Mücadele Etme Yasası.

Kuzey Kore'ye, Rusya'ya...

Kesinlikle. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Biz ABD'yle müttefikiz. Hem de eş zamanlı olarak hasımız. Uluslararası ilişkiler birinci sınıf öğrencisi bunu yazsa sınavda, çakar dersten. Yani bir ülkeyle müttefik ve hasım eş zamanlı nasıl olunabilir diye… Burada tabii ABD açısından değerlendirildiğinde Amerika ne kadar ne zaman bu kadar kutuplu bir ülke haline geldi, çok keskin kutupların olduğu bağlamında Fukuyama’nın bir makalesi vardı.
 

CAATSA.jpeg

CAATSA yasasının giriş sayfası / Fotoğraf: ABD Temsilciler Meclisi


ABD’de Amerikan Kongresi tabii her zaman önemli. Ama sadece Amerikan Kongresi'ne dayanarak dış politikayı izah etmek bir yere kadar diye düşünüyorum. Sıkıntı şurada. Rusya'yla ilişkileri ortaya koyduğumuzda dışarıdan bakarak konuşuyorum. S400 konusu var. Nükleer tesis konusu var, barışçıl amaçlı. Gıda ve turizm konusu var. Bu anlamda özellikle tabii Montrö Türkiye'nin kıskançlıkla sahip çıktığı ve haklı olarak sahip çıktığı bir antlaşma var. Yeni NATO üyeleri var Karadeniz'de, Bulgaristan gibi, Romanya gibi. Onlar bazı konularda daha istekli gözüküyorlar. Şimdi bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde aslında Rusya'yla olan ilişkilerin ben kompartıman siyaseti ve denge siyasetinin bir uzantısı olarak görüyorum. Mesela Azerbaycan'ın özellikle Ermenistan'ın Karabağ'daki işgalini sona erdirirken, Rusya'nın tutumu son derece diplomatikti. Ve Rusya biraz önce ifade ettiğim Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nde kolektif savunma var ama dedi ki; “Ermenistan kendi işgal ettiği topraklarda savaşıyor, ne zaman ki Ermenistan'ın kendi ana vatanıyla ilgili bir savaş olur, o zaman Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü devreye girer” dedi. Ben bunu bir uluslararası hukuk zemininden ziyade bir uluslararası ilişkiler analizi olarak ortaya koyduğumda Rusya'nın bu dengeli siyaseti Türkiye açısından da son derece önemli bir çerçeveydi. Önemli bir değer atfedildi diye düşünüyorum. Ama günün sonunda Türkiye elbette NATO üyesi ve ABD müttefiki. Mesela “İsveç konusunda acaba Rusya ne der?” sorusu çok soruldu ister istemez. Tamam da Türkiye NATO üyesi ve Türkiye kendi değerlendirmesini yapacaktır. Bizim Rusya'yla alternatif bir güvenlik çerçevemiz söz konusu değil ki… Ama burada Batı kamuoyunun alışamadığı konu biraz önce ifade ettiğim tarihsel derinlikteki o merkezkaç hareketler…
 

TR NATO.jpg
Görsel: 21. Yüzyıl


“Acaba Türkiye farklı bir hareket modeli içerisine girer mi? Girerse NATO'nun buradaki menfaatleri ne olur?” diye soruluyor. Anımsayacak olursak hep NATO'nun güneydoğu savunma kanadı olarak düşünülüyordu Türkiye, Yunanistan öyleydi. Hatta NATO'dan önce 1947 Mart'ından itibaren Truman doktrininden itibaren Batı savunma konseptinin güneydoğu kanadıydı. E tabii o zaman Sovyetler’i çevreleme siyaseti vardı. Ama bugün bakıldığında öyle bir çevreleme siyasetinden ziyade nasıl bir hareket tarzı olacak? Hep o soru soruluyor. Türkiye Rusya'yı şeytanlaştırmıyor. Düşmanlaştırmıyor. Ama aynı şekilde Rusya'nın işgallerini de tanımıyor. Bu zor bir denge. Bu dengeyi Rusya da NATO da zorlamaya çalışacaktır. Yani şu anda biz bu dengeyi savunuyoruz, koruyoruz Türkiye olarak. Ama bu nereye kadar? Sırça bir kadehe belki benziyor, çok dikkatli olunması gereken… Ama bir yandan da kompartıman siyaseti gerçek… Bakın, çok çelişkimiz olan bir ülkeyi, mesela İran’ı düşünün. İran bugün Şahghay İşbirliği Örgütü içerisinde. Bu anlamda bakıldığında Rusya'yla ve Çin'le çok yakın ilişkileri var. Ermenistan'a ciddi anlamda destek veriyor. Yani ilişkiler biraz iç içe. Hani eskisi gibi, Soğuk Savaş dönemindeki gibi artılar ve eksiler, siyahlar ve beyazlar olarak gerçekten de değerlendirmek bir hayli zor.
 

erdo putin.jpg
Erdoğan ve Putin / Fotoğraf: AP


Ya da İran'ın BRICS’deki durumu ya da diğer noktalardaki vaziyetlerine baktığımızda… Ama mesela aynı Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikası olarak bakıldığında İsrail'le olsun, Mısır'la olsun normalleşme yaklaşımlarına… Bakın Türkiye ve İngiltere'yle bakın son dönemde. Dikkat edin iki ülke ilişkileri son derece yakın. Yani son zamanlarda daha da yakınlaştı. Hele ki; Brexit sonrası. Dolayısıyla ABD'yle doğrudan değil ama ABD en yakın müttefikleriyle yakın Türkiye bu anlamda. İsrail için de aynı durum geçerli. Dolayısıyla bu anlamda bir dengeleme çaktırmadan değil ama belli zeminlerde ortaya konuluyor. Ama bütün bunları NATO zemininde toparladığınızda biraz önce konuştuk. İşin Suriye boyutu var. Irak boyutu var. Belki o daha uzun bir konu ama şöyle söyleyeyim. Biz NATO'yla NATO'daki müttefiklerimizle ortak bir terör tanımlaması yapamıyoruz. En temel problem bu. Halbuki mükemmeliyet merkezleri vardır biliyorsunuz NATO'nun. Bir tanesi Ankara'da. Ve onun misyonu, terörle mücadele. Şimdi PKK terör örgütü ama mesela PYD terör örgütü ama müttefiklerimiz içinde “PYD terör örgütü” demeyen başta ABD olmak üzere pek çok ülke var. Diğer terör örgütleriyle ilgili değerlendirmeler de sorunlu. Bu anlamda bence Macron'un dediği gibi değil ama gerçekten NATO'nun özellikle terörle mücadele konseptine bu noktalarda, yani asimetrik tehditler konusunda sanki biraz daha kafa yorulması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye'nin aslında en çok problem yaşadığı konu bu. İşte yanı başımızda yaşanan “Suriye acaba Esad sonrasında burada diyelim ki PKK, PYD terör antitesi bir ayrı özerk bölge olacak mıdır?”
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Kantonlardan oluşan bir yapı kurulacak mıdır?

O anayasa olduğu zaman Suriye'nin iç işi haline gelecektir. Dolayısıyla Suriye konusunda da ne tür konular gelecektir önümüze? Ama tabii orada ciddi anlamda hesap hataları var. Peki Suriye'de Esad'ın gideceği, başka bir yönetimin geleceği, bugünkü siyasal iktidarla daha yakın ilişkili olan bir yönetime gireceği düşünülüyordu. Ama bugün “Acaba sınırlarımızda ayrı bir terör antitesi oluşuyor mu?” sorusu var. Bütün bunlar keşke daha bu işin başında konuşulsaydı. Ben “sözde Arap Baharı” diyorum çünkü. Keşke bu meseleler 2010-2011’de tartışılabilmiş olsaydı. Bunları çok yeterince tartışmadığımız için bugün farklı birtakım konularla muhatap durumdayız. Ama bütün bunları NATO'yla bağlantıda ifade ettiğimizde Türkiye diyor ki; “Ben terörle mücadele ederken NATO müttefiklerim yanımda olmalı.” Ama  NATO'dan özellikle Suriye-Irak boyutunda böyle bir cevabın geleceğini ya da böyle bir dayanışmanın sergilenebileceğini yine realist bir akademisyen olarak pek öngörmüyorum. Bu da beraberinde NATO evet “Devam” edecektir. NATO ileride Pasifik bir zemini olursa, bir Pasifik genişlemesi olursa onları daha sonra tartışacağız. Daha onları tartışmak için henüz erken diye düşünüyorum. Ama bakıldığında bu çerçeveler zemininde kalınacaktır. Tabii terörle mücadelenin çok özellikle ve özenle altını çizmek gerekir diye düşünüyorum.

Ama bu kadar fazla genişlemenin de az önce belirttiğiniz gibi NATO'yu bir savunma örgütünden ziyade bir taarruz örgütüne dönüştürebileceği gibi de bir varsayımda bulunuyorsunuz...

Evet. Ve buna ek olarak elbette burada Çin'in konumu önemli. Çin'in en önemli marifeti kendisinden söz ettirmemektir. Bu kadar ülkeden bahsettik ama Çin'den tabii ki bahsediyoruz. Ama tabii konumu açısından da daha sonra değerlendirmek gerekiyor.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU