ABD-Çin arasında diplomatik ilişkilerin kurulduğu 1979'dan bu yana hem hükümetler arası hem de hükümetler-dışı en düşük düzeyde etkileşim sürecine girilmişken, Fransa ve Almanya eksenin de son altı ayda Avrupa-Çin ilişkilerinde de ise yoğun bir süreç yaşandı.
Singapur'da geçen haziran ayı başında gerçekleştirilen Shangri-La Diyalog formunda ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Çin Savunma Bakanı Li Shangfu ile görüşmek istemişti. Fakat Çin Savunma Bakanı, ABD'li mevkidaşının görüşme talebine sıcak bakmamıştı.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken birkaç defa iptal edilen Çin ziyaretini sonunda haziran ayı ortasında gerçekleştirebildi. Blinken 5 yıl aradan sonra Çin'e ziyaret gerçekleştirebildi.
Açıkçası bu ziyaretin amacının da diyalog kanallarının açık kalmasını hedeflemekten öteye geçemediği gibi yeterince başarılı olduğunu da söylemek zor.
ABD-Çin arasındaki diyalog ve ziyaret kopukluğunun aksine ise Avrupa-Çin etkileşiminde 2023'ün ilk yarısında ciddi bir hareketlilik gözlemlendi.
Çin'in en üst düzey diplomatı yeni/eski Dışişleri Bakanı konumundaki Wang Yi, Almanya'da gerçekleştirilen Münih Güvenlik Konferansı sonrasında 14-22 Şubat tarihlerinde de Fransa, İtalya, Macaristan'ı ziyaret etti.
Avrupa ziyareti ardından Wang Yi, Rusya'ya da bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretlerin de Çin-ABD arasında casus balon krizi yaşadığı dönemde gerçekleştiği notunu da düşelim.
Çin'in Suudi Arabistan-İran arasında diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi konusundaki rolü nedeniyle de Wang Yi'nin Moskova ziyareti, Rusya-Ukrayna savaşı konusunda da bir heyecan yaratmıştı.
Hatırlanacağı üzeri bu ziyaretlerin ardından da Çin, Ukrayna Barış önerisi olarak tartışılan aslında Çin'in Ukrayna savaşındaki pozisyonunu anlatan bir metin açıklamıştı.
Wang Yi'nin Avrupa ve Rusya ziyaretlerinin ardından, Fransa Başkanı Macron 5-8 Nisan tarihlerinde Çin'e resmi bir ziyarette bulundu. 13-15 Nisan'da ise Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock Çin'e bir ziyaret gerçekleştirdi.
Macron'un ve Baerbock'un ziyaretlerinin ardından, Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang, 8-12 Mayıs tarihleri arasında Fransa, Almanya ve Norveç'i ziyaret etti.
Son olarak da Çin Başbakanı Li Qiang Marttan görevi devraldıktan sonraki ilk dış ziyaretlerine 19 Haziran'da Fransa ve Almanya'yla başladı.
Çin'in amacı Batı ittifak sistemi içinde ayrışma oluşturabilmek
Çinli üst düzey yetkililerin Avrupa ziyaretlerinin ana gündemi ticari konular olsa da Çin-Avrupa ilişkilerinde siyasi ve ekonomik konuların iç içe geçtiğini de söylenebilir.
Çinli yetkililer Avrupa'nın dış politikadaki stratejik özerkliğini güçlendirerek ABD ve İngiltere'nin Çin'i sistemik rakip/tehdit yaklaşımından uzaklaştırmaya çalışıyor.
Böylece AB'nin politikalarının "Amerikalaşmasının" önüne geçmeye çalışıyor. Daha açık bir ifade ile Çin, AB'nin dış politika konusunda ABD önderliğindeki bloktan ayrışmasını sağlamaya çalışıyor.
Özellikle Çin'nin eski dışişleri bakanı Qin Qang'ın Avrupa ziyaretinde bunu görmek mümkün. Qin Qang Avrupa ziyaretinde, Çin'in Avrupa'yı daima kapsamlı stratejik ortak olarak gördüğünü, Avrupa'nın stratejik özerkliğinin güçlendirilmesini ve uluslararası alanda daha aktif rol oynamasını desteklediklerini ifade etti.
Qin'in dikkat çekici diğer bir ifadesi ise, Çin-Avrupa ilişkilerinin üçüncü bir tarafı hedef almadığını vurgularken aynı zamanda üçüncü taraflara boyun eğmeyeceğini ve kontrolü altında olmayacağını söylemesiydi. Qin isim vermese de üçüncü taraftan kastının ABD ve İngiltere olduğu açık.
Qin'in ziyaretlerinde, iki yönlü açılımı genişleterek ve karşılıklı güvene dayalı daha istikrarlı bir Çin-AB tedarik zinciri ortaklığı kurarak kazan-kazan işbirliğini sürdürmesi gerektiği ifadeleri de Pekin'in Avrupa'ya yönelik nasıl bir politika izleyeceklerinin ipucunu vermesi açısından önemli.
Çin Avrupa'nın Ukrayna savaşı sonrası yaşadığı ekonomik sorunları ve bunların toplumsal hayata yansımasını ekonomik gücüyle avantaja çevirmek istiyor.
Çin-Avrupa arasında karşılıklı ziyaretler ve etkileşimler artsa da Çin konusunda Avrupa'nın kafasının karışık olduğunu ABD-Çin arasında çakışan çıkarları arasında bir denge tutturmaya çalışıyor.
Çin, hem Almanya'nın hem de Fransa için önemli ticari ortağı. Diğer yandan da her iki ülke de stratejik olarak hem bölge hem de küresel düzeyde Batı bloku içerisinde olmanın avantajını bütün handikaplarına rağmen optimal seviyede Çin ile ilişkilerinde kullanmak istiyorlar.
Almanta ve Fransa, Rusya'nın Ukrayna işgaliyle uğradığı zararı telafi edebilmek için Çin'e ilgilerini artırıyor. Almanya 1990'dan sonra 6 aylık dönemde Çin'e yaptığı yatırımlarda rekor kırdı.
Çin'e yönelik Batı blokunda insan hakları konusunda ve jeopolitik konularda ciddi eleştiriler varken hem Scholz'un Kasım 2022'deki hem de Macron'un Nisan 2023'teki Çin ziyaretlerinde insan hakları meselesi ana gündem olmaktan uzaktı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'de Macron'un ziyaretinde bu hususa dikkat çekti. Dolayısıyla Kıta Avrupa'sının bu iki ülkesi sistem içindeki jeopolitik çekişmeleri bir kenara bırakarak kendi ulusal çıkarlarını öncelemeyi tercih ettikleri görülmekte.
Fransa ve Almanya'nın Çin politikasında ayrışma
Fransa ve Almanya'nın Çin'e yaklaşım konusunda bir ayrışma da gözlemlenmekte. Almanya'nın Çin yaklaşımı görünürde daha çok ekonomi üzerinden şekillenirken, Fransa'nın yaklaşımında politik konular daha fazla.
Hem Fransa hem de Almanya ABD ve İngiltere ikilisinden ziyade Çin'e ve Rusya'ya karşı daha yumuşak politikalar izleme taraftarı.
Özellikle Fransa'nın AUKUS'da olduğu gibi kısmi olarak dışarı da bırakılması Çin'in Avrupa politikasında Fransa'ya öncelik vermesine neden oluyor.
Çin'in De Gaulle tecrübesi de Fransa konusunda cesaretlendirici rol oynuyor. Fransa Başkanı Charles De Gaulle 1964'te diğer Batı Bloku ülkelerinden ayrışarak dış politikada 'stratejik otonomi' yaklaşımıyla Çin ile daha erken bir dönemde diplomatik ilişki kurmuştu.
Hatırlanacağı üzere Macron Kasım 2019'da Çin ziyaretiyle eş zamanlı olarak yaptığı ‘NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti' açıklaması Batı bloku içerisinde ciddi tepki çekmişti.
Fransa Dışişleri Bakanı Catherina Colonna'nun Qin ile görüşmesinde de Fransa'nın blok çatışmasına girmeyeceğini belirtti.
Ayrıca Fransa'nın daha fazla ortak zemin bulmak için Ukrayna ve diğer önemli uluslararası ve bölgesel konularda Çin ile iletişimini güçlendirmeye istekli olduğunu söylemesi dikkat çekici idi.
Qin, Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock'le görüşmesinde de Ukrayna meselesinde zemin yokladı. Fakat Fransa'dan farklı olarak Almanya'nın Ukrayna gibi siyasi konularla Çin ile çalışma konusunda Fransa'dan daha temkinli olduğunu da söylemek mümkün.
14 Mayıs'ta Şansölye Olaf Scholz yönetiminin açıkladığı Almanya'nın ilk ulusal güvenlik strateji belgesinde Çin ‘ortak, rakip ve sistemik rakip' olarak tanımlaması da bu bağlamda dikkat çekici.
Sonuç yerine;
Çin-Avrupa arasındaki son altı aylık karşılıklı ziyaretlerde ağırlıklı olarak ekonomik konular daha fazla görünür konumda. Fakat ticari ilişkiler ya da karşılıklı çıkar üzerine inşa edilmeye çalışılan bir siyasi ilişki de dikkatlerden kaçamıyor.
Doğrudan Avrupa ile Çin arasında, ABD, İngiltere ve Çin arasında yaşanan benzer bir sorun alanlarının olmaması Pekin'i angajman arttırma politikasını kolaylaştırıyor.
Çinli uzmanlara göre de AB'deki dengenin Almanya-Fransa'dan Fransa-Almanya'ya kaydığı yönünde bir yaklaşım da göze çarpıyor. Fakat Çinli uzmanlar Macron yönetiminin ne siyasi ne de ekonomik olarak AB'yi domine edemeyeceğinin farkında.
Diğer yandan da Fransa'nın Çin'in Asya'daki en büyük ve güçlü rakibi Hindistan ile yakınlaşma çabaları da dikkatlerden kaçmamalı. Bu hususta da Çin'in Fransa'ya ne kadar güvenebileceği de soru işareti. Fransa'nın hem Hindistan hem de Çin ile ilişkileri ne kadar dengede götürebilecek.
Ayrıca Çin'in AB'nin dış politikadan sorumlu temsilcisi Josep Borrell'in geçtiğimiz temmuz ayında yapmayı planladığı Pekin ziyaretine sayılı günler kala sebep gösterilmeden iptal edilmişti.
Yine, 11-12 Temmuz'da gerçekleştirilen NATO Vilnius Zirvesi'nde Japonya ve Güney Kore'nin en üst düzeyde katılabilmiş ve Çin de meydan okuyucu güç olarak tanımlanmıştı.
Bu gelişmelerde gösteriyor ki, Çin'in Avrupa diplomasisi Pekin'in beklentilerini karşılamaktan çok uzakta. Çin de son altı ayda bunun farkına varmış görünüyor.
Bundan sonraki süreçte Çin dış politikasında nasıl bir açılım getireceği cevabını arayan bir soru olarak önümüzde duruyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish