Dünya liderlerinin çoğu halen iklim değişikliğiyle, sahte silahlarla mücadele edebileceklerine inanıyor.
Bu, küresel bir savaş büyüklüğünde bir felaketken onların yetersiz araçları sadece zaman kaybetmeye sebep oluyor. Bu araçların bir savaşı kazandırması kesinlikle mümkün değil.
Ne yazık ki gezegene en çok zarar verenler ülkeler, demokratik ve kapitalist olanlardır. Ancak burada Çin müstesna.
Zira Çin'in kömüre olan ciddi bağımlılığına rağmen, zaman zaman vatandaşlarının elektriğini kesmek zorunda kalsa da attığı yoğun adımlarla karbon emisyonlarını azaltmada başarılı olduğu kaydedildi.
Bu, cehennemlere, sellere, çölleşmeye ve ölümcül kuraklıklara dönüşen emisyonlara neden olma konusunda Çin'den sonra ikinci sırada gelen ABD gibi demokratik bir ülkenin yapamayacağı bir şey.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Halihazırda Çin'in kendisi de ciddi şekilde hava kirliliği, yeraltı suyu sıkıntısı ve topraklarının 5'te 1'inin kirli olması gibi sorunlardan mustarip.
Devasa bütçesinin yüzde 1'inden fazlasını bu konulara ayırmak, halkını korumak için yapabileceği en az şeyken, karşı karşıya olduğu en büyük zorluk yüksek üretim ve verimliliği sürdürürken bir taraftan da emisyonları azaltmaktır.
Halen geride olsa da Çin, temiz enerji üretiminde dünyanın önde gelen ülkesi haline gelmeyi başardı, bataryalar ve güneş panelleri gibi ekipmanlarının ihracatında da liderler arasında. Ayrıca çok sayıda ağaçlık ve yeşillik alan oluşturdu.
Yoksul ülkeler sıcaktan yanıyor. Bu sırada Batı ise özellikle salgın ve Ukrayna savaşından sonra en şiddetli ekonomik krizlerden mustaripken, tüketimi dizginleyemeyerek gezegeni kirletiyor.
Demokratik ülkeler, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in lüksüne sahip değiller ki vatandaşlarına emredip itaat etmelerini sağlasınlar.
Yapabilecekleri tek şey bazı kabul edilebilir önlemler almak ve bireyin duyarlılığını artırmaya odaklanmak.
Bu şekilde birey inisiyatifi kendi eline alıp araba yerine bisiklete binmeyi ya da naylon poşet yerine bez poşet kullanmayı tercih etse de bu gezegeni iyileştirmeyecektir.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron enerji tasarrufu için Eyfel Kulesi'nin ve dükkanların vitrinlerinin ışıklarını söndürmekten fazlasını yapamadı.
Evlere gelince; her klimanın başına bir polis dikip vatandaşlarını cihazlarını 19 dereceye ayarlamaya zorlamak mümkün değil.
Refah döneminden sonra bolluktan, bireysel özgürlüklerden ve aşırı tüketimden vazgeçmek ve kirliliğe neden olan, insanlığı boğan ve onları oksijenlerinden mahrum bırakan Batı ülkelerindeki yaşam tarzını değiştirmek öyle bir gecede olacak iş değil.
Her yıl ölümler ve yayılan hastalıklar bir yana, değişimlere uyum sağlamak için yaklaşık iki trilyon dolar harcanıyor.
Arabalar, uçaklar ve elektronik cihazlar gibi kullanım ömrü sona ermeden geri çekilen veya üzerinde değişiklik yapılan ürünler var. Bu külfetli bir iş ve tekrar üretim gerektiriyor.
Dolayısıyla daha fazla çevre kirliliği yaratılıyor. Yani kısır bir döngü içinde dönüyoruz. Bu sırada bilim insanları, önümüzdeki yıllarda emisyon oranları yavaş yavaş düşse bile küresel ısınmanın en az 2050 yılına kadar devam edeceği konusunda uyarıda bulunuyor.
Isı dalgaları, kuraklıklar, şiddetli yağışlar ve seller kronikleşecek ve günlük hayatımızın bir parçası olacak.
Dünyanın bugünkü ortalama sıcaklığı ile buzul çağlarındaki sıcaklığı arasındaki farkın yaklaşık beş santigrat derece olduğu doğru.
Ancak bir veya iki derece korkunç bir dengesizliğe neden olmak için yeterli. Zira böyle bir durumda ormanlar kül olur, ekinler kurur ve denizler ve nehirler taşar.
İsviçre gazetesi Le Temps şöyle yazdı:
Kontrolden çıkan sıcaklık artışının, kapitalist ekonominin en son simgesi olan neoliberalizmin ortaya çıkışıyla aynı zamana denk gelmesi tesadüf değil. 19'uncu yüzyılın sonundan bu yana, ortalama küresel sıcaklık 1975'e kadar en az bir santigrat derece arttı (...) İklim krizinin kapitalizm çerçevesinde çözülemeyeceği, ekonomik bir alternatifin daha etkili olacağı, hatta büyümeden vazgeçilmesi gerektiği sonucuna varmalı mıyız?
İrlandalı sosyalist aktivist John Molyneux, ‘çevresel yok oluş düzeni' olarak adlandırdığı düzene karşı bir devrim ve seferberlik olmasını umuyordu.
Bu yok oluş karşısında Batı'nın kayıtsızlığından korkan sadece aktivistler değil.
Zira tüketim açgözlülüğü ile doğal kaynakların tükenmesinden sorumlu olan küreselleşmenin simgesi haline gelen Dünya Ticaret Örgütü'nün eski Genel Direktörü Pascal Lamy da çok geç olmadan derhal köklü çözümler bulunması çağrısı yapıyor.
Avrupa yaydığı zehirlerin uzaklara gideceğini düşünürken kendi güney bölgeleri alevler içinde kaldı. İsviçre bile artan kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve şiddetli yağmurlardan mustarip.
Göz alıcı ormanlarında büyük yangınlar için ciddi bir şekilde hazırlanmaya başladı.
Uluslararası Para Fonu (IMF) sosyalist bir kurum değil ancak dünya nüfusunun yüzde 60'ının artık iklim değişikliğinin sonuçlarına açık ülkelerde yaşadığı konusunda uyarıda bulunuyor.
Bu oranın yüzyılın sonuna kadar yüzde 75'e çıkması bekleniyor. Uyarılar abartılı görünse de sahada yaşananlar gerçeklerin uyarılardan daha büyük olduğunu gösteriyor.
Durum daha da kötüleşiyor ve afetler nedeniyle kişi başına düşen üretim azalıyor.
Ek olarak, büyük doğal afetler meydana geldiğinde ve hükümetler bunların toplu sonuçlarıyla yeteri kadar etkin bir şekilde başa çıkamadıklarında, siyasi huzursuzluk endişesi istikrarlı ülkelerde bile beklenen yüksek olasılıkların içine giriyor.
İklim değişikliği felaketi, liberalizm ve küreselleşme gemisine yeni bir takoz mu koyacak ve özgürlükler pahasına yukarıdan çözümler dayatmak mümkün olan tek çözüm mü olacak?
Birçok insan bunu soruyor. Bu soru da yoktan gelmiyor. 20 yıldan fazla bir süre Yale Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, 178 ülkeyi ekonomik özgürlüklerine göre sıralayan Çevresel Performans Endeksi'ni yayımladılar.
Sonuçlar gösteriyor ki kapitalizm ne kadar baskın çıkarsa ve ekonomik özgürlük ne kadar fazlaysa, kirlilik endeksi de o kadar yüksek oluyor.
Özetle; ekonomik sistemlerin tamamen gözden geçirilmesi gerek. Sadece bazı folklorik yeşil kampanyalar ve öylesine yapılmış yamalarla yetinmek değil...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.