Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yeniden seçilmesi ve yemin edip göreve başlamasının ardından yeni kabine belli oldu.
Kimilerine göre Türkiye'nin yeni kabinesiyle ilgili söylenebilecek iki sözcük var: "genç ve ılımlı"
Yani kabine şahinlerden oluşan bir tablo çizmiyor.
Kimileri ise önemli bakanlıkların güvenlik, istihbarat ve askeri bürokrasiden gelen isimlere ayrılması nedeniyle bu ilk yorumu topyekûn kabul etmiyor.
Ancak ortadaki gerçek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tercihlerini ağırlıklı olarak bürokrasiyi yürütme makamına taşımaktan yana kullandığı yönünde.
Bir başka deyişle bilhassa 2012'de sıklıkla dile getirilen "Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz" anlayışı revize edilmiş gibi görünüyor.
Milletvekili seçilenler kabineye giremedi
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklaması öncesi pek çok liste elden ele dolaştı, gelenek olduğu üzere sayısız tahmin yürütüldü.
En çok merak edilen husus milletvekili seçilen bakanlardan kaçının milletvekilliğinden istifa edip yeniden kabineye katılacağıydı.
Dışişleri, Milli Savunma ve İçişleri Bakanları'nın görevlerine devam etme ihtimalleri konuşuluyordu.
Çavuşoğlu, Akar ve Soylu'nun TBMM'deki yemin törenlerinde isimlerinin zikredilmesi ancak katılım sağlamamaları "Acaba yemin çarşambaya mı sarktı?" sorusunu gündeme getirse bile cumhurbaşkanının bu üç isme teşekkür edip başka isimlerle yola devam edeceği de dillendiriliyordu.
Günün sonunda Erdoğan'ın farklı seçimler yaptığı görüldü.
Milletvekili olmayan Sağlık ile Kültür ve Turizm Bakanları hariç kabinenin tamamı yenilendi.
Siyaset bilimci ve kamuoyu araştırmacısı Dr. İbrahim Uslu'ya göre yeni kabine sürprizlerden oluşmuyor.
Uslu, önceki dönemin bakanlar kurulunda olduğu gibi yeni ve şaşırtıcı isimlerin kabinede olmadığı kanaatinde:
Yeni kabineye baktığımız zaman hepsi uzun zamandır AK Parti'de siyaset yapan ya da zaten belli bir pozisyonlarda çalışmış insanlardan oluşuyor. Yeni isim yok. Mesela bir önceki dönemde Turizm Bakanı tamamen dışarıdan yepyeni bir isimdi, ha keza Sağlık Bakanı tamamen dışarıdan yepyeni bir isimdi. Erdoğan şimdi uzun zamandır birlikte çalıştığı insanlardan oluşan bakanlar kurulu oluşturdu. Bunun dışında ehliyete olabildiğince önem verilmiş. Baktığınız zaman birçoğu bakanların birçoğu niye o kurumlarda çalışıyor? İyi bir eğitimi ve bilgi birikimi var diye. Dolayısıyla liyakate önem verilmiş, belirgin bir şekilde liyakati temel kriter olarak almış"
Yeni kabinenin öne çıkanları
Birincil beklenti gerçeğe dönüştü.
Ekonominin başına piyasalarla uyumlu görüntü çizen, yabancı finans çevreleriyle güçlü ilişkilere sahip olduğu bilinen eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek getirildi.
Dışişleri'nde 8 yıllık dönemin ardından Mevlüt Çavuşoğlu'nun yerine Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı Hakan Fidan, Millî Savunma Bakanlığı'nda ise Hulusi Akar'ın yerine Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler dönemi başladı.
Bu üç ismi tek tek anmadan önce kabinenin genel görüntüsünü özetlemek gerekiyor.
14 Mayıs seçimlerinin ardından milliyetçilik vurgusunun saklandığı yerden çıkıp yeniden yüzünü gösterdiği Türkiye'de, "Yeni Yüzyıl Kabinesi" olarak anılan ekibin içinde Bingöl, Mardin ve Batmanlı Kürt ve Zaza asıllı siyasetçiler bulunuyor.
Yeni kabinenin bir başka dikkat çekici özelliği Türk siyasetinde çokça konuşulan Karadeniz etkisinin azalması.
Trabzon, Rize ve Bartın'dan kabinede birer isim yer alırken, İstanbul doğumlu üç bakan kabinede görev alıyor.
Memleketi Konya olan bakan sayısı (Yerlikaya, Koca, Göktaş, Bolat) ise dört görünüyor.
Listenin belli olmasının ardından İstanbul Valiliği, Genelkurmay Başkanlığı ve MİT Başkanlığı'na atamalar gerçekleştirilecek.
17 üyeli kabinede sadece tek kadın bakan var.
Aile ve Sosyal Hizmet Bakanı olan Mahinur Özdemir Göktaş, Türk asıllı Belçikalı eski bir siyasetçi.
2009-2019 yılları arası iki dönem Belçika'da milletvekilliği yaptı.
2019'da Kral Leopold Devlet Nişanı'na layık görülen 41 yaşındaki genç siyasetçi, Belçika'da Avrupa entegrasyonunu savunan ve kendisini hümanist&muhafazakar sol çizgide tanımlayan CDH (Adanmış Olanlar) partisinden seçilmiş, ülkenin ilk başörtülü milletvekili olmuş, 2015'te Ermeni soykırımını tanımadığı gerekçesiyle partisinden ihraç edilince siyasete bağımsız olarak devam etmişti.
Göktaş Türkiye'de başladığı görevini "Güçlü aile, güçlü Türkiye" ilkesiyle çalışıp, büyük Türkiye hedefine hizmet edeceğimiz bu yeni dönemin, ülkemize ve milletimize hayırlı olsun" sözleriyle yorumladı.
Kabineye yeni ancak koltuğuna oturduğu bakanlığa aşina olan isim ise yeni Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin.
Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı döneminde YÖK ve üniversiteler ile eğitim politikalarının oluşturulması konusunda çalışmalar yürüten Tekin, 2013 yılında yaptığı açıklamalarda karma eğitimin zorunlu olmaması gerektiğini, 1930'lu yıllarda İslami referans kaynaklarının diliyle oynandığını ifade etmişti.
Milli Eğitim Bakanlığı'na yabancı bir isim olmayan Prof. Tekin, 2013-2018 tarihleri arasında bakanlık çatısı altında müsteşarlık görevi yürüttü.
2018'de Prof. Dr. Ziya Selçuk bakanlık koltuğuna oturunca müsteşarlık görevinden alınıp Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörlüğü görevine atandı.
Tekin'in rektör olarak atanabilmesi için özel düzenleme gerçekleştirilmiş, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile "Rektörlük için 3 yıl profesörlük yapmış olmak" şartı kaldırılmıştı.
Atamalardaki bir başka dikkat çeken isim yeni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz.
Ekonomi geçmişi ile öne çıkan Yılmaz aynı zamanda eski Kalkınma Bakanı.
Görevi teslim alır almaz "Enflasyon önceliğimiz" açıklaması yaptı.
Yılmaz aynı zamanda 2013'te Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile dönemin Başbakanı Erdoğan'ın görüşmesinde yer alan isimdi.
Bununla birlikte Erdoğan'ın uzun senelerden beri yanında olan Yılmaz, selefi Fuat Oktay'a göre kamuoyunda tanınmış bir siyasetçi portresi çiziyor.
Ekonomide tablo nasıl?
Türkiye uzun süredir ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor.
Asgari ücret, memur zammı ve emekli zammı ve özel sektör çalışanlarının maaşlarının zam oranlarını belirleyecek mayıs ayı enflasyonu açıklandı.
TÜİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu) içinde doğalgaz olmayan mayıs ayı enflasyonuna göre ilk 5 aylık verisi yüzde 15,68 olarak görünürken. ENAG'a göre (Enflasyon Araştırma Grubu) ilk 5 aylık veri yüzde 38,96.
Haliyle kabine açıklanmadan önce de en çok merak edilen dümene kimin geçeceğiydi.
Merkez Bankası'nın net rezervlerinin eksiye düşmesi ve piyasadaki döviz sıkıntısı, seçim sonrası Türkiye'de kur krizi endişesini beraberinde getirmişti.
Seçim öncesi dolar kurunun yıl sonuna kadar 25 TL'yi aşacağı beklentisi hâkimdi.
14 Mayıs'taki ilk turun ardından Türk lirası son iki ayın en düşük seviyesine gerilemiş, Türkiye'nin kredi risk primi olarak bilinen CDS'i 494'ten 704'e yükselmiş, dış borcun ödenememe olasılığı ise kabaca yüzde 20'den yüzde 30 seviyesine çıkmıştı.
Eski Merkez Bankası Baş ekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara'ya göre ortaya çıkan bu tablo Türkiye için iflas riskini artırıyordu.
Şu andaki tabloya bakıldığında Türkiye'nin 5 yıllık risk primi 575.81 seviyesine inmiş durumda görünüyor.
Word Government Bonds'a göre söz konusu değer, varsayılan yüzde 40'lık bir kurtarma oranı üzerinden yüzde 9,60'lık bir varsayılan temerrüt olasılığını ortaya koyuyor.
İktisat tarihçisi Adam Tooze ise Türkiye'deki seçim öncesi "Chartbook" başlığı altında hazırlanan raporda, Erdoğan döneminin iktisat politikalarıyla ilgili "Bugünkü açmazına son verecek hokkabazlık numaraları ise tükenmiş görünüyor" değerlendirmesi yapıyor.
Türkiye'de 2022'de toplam vergi gelirleri içinde doğrudan vergi gelirlerinin payının yüzde 35'e gerilediği, adaletsiz vergi olarak bilinen dolaylı verginin payının ise yüzde 65'e çıktığı bir ortam söz konusu.
Yıllara göre merkezi yönetim borç stoku içinde döviz cinsi oranı 2018'den beri yükselişte.
Seçim öncesi manzara üzerinden yapılan bu değerlendirmeler, seçim sonrası atmosferde nasıl şekillenecek takip edilecek.
Ama üzerinde en çok tartışılacak meselenin yine faiz olacağını hatırlatmakta fayda var.
Faiz yine çatışma ortamı yaratacak mı?
Yaklaşık iki hafta önce CNN International'da Becky Anderson'a röportaj veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Yeniden seçilirseniz faizi düşük tutmaya devam edecek misiniz?" sorusuna "Evet, kesinlikle. Çünkü ben netice aldım" yanıtı vermişti.
Kendisini aynı zamanda "ekonomist" olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekonominin iplerini tam anlamıyla Mehmet Şimşek'e devredip devretmeyeceği önemli.
Erdoğan'ın çok değil yaklaşık 3 buçuk yıl önce Şimşek'e bakışının daha farklı olduğu biliniyor.
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun kurucuları arasında bulunduğu Şehir Üniversitesi'nin borç yapılandırma talebinin reddedilmesinden bahsederken kurduğu "Bunlar Halk Bankası'nı dolandırmaya kalkıyorlar" cümlesi bunun kanıtı.
Zira cumhurbaşkanı konuşmasının devamında isim vererek Mehmet Şimşek, Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu'na da sert eleştiriler yöneltmişti.
Aynı iktidarın aynı Mehmet Şimşek'i seçim öncesinden bu yana tarafına yeniden çekmeye çalıştığı ise sır değil.
Erdoğan, seçim yolunda Mehmet Şimşek'in koordinasyonunda bir ekibin hazırlık yaptığını söylemiş, yeniden ekonominin başına getirilmesi için tam saha pres uygulanan Şimşek, 20 Mart'ta niyetini belli ederek "Yurtdışında finans kuruluşlarındaki işlerim nedeni ile aktif siyasete girmeyi düşünmüyorum" demişti.
Bugün ise görevi bazı şartlar dahilinde kabul ettiği konuşuluyor.
Hiçbir ekonomi tecrübesi olmayan ve 2021 aralık ayında bakanlık koltuğuna oturmadan çok önce yayımladığı "Millî Görüşten Muhafazakâr Demokrasiye" isimli kitabında AK Parti'nin ekonomi algısını "milli etikle harmanlanmış bir anlayış" diye tarif eden ve o yıl devraldığı ekonomi için "Bitersek hep beraber biteceğiz; kazanırsak hep beraber" mesajı veren Nebati'nin yerine geçen yeni Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek'i gerçekten zorlu bir ekonomi yönetimi bekliyor.
Şimşek nasıl bir ekonomi devralıyor?
"Sefalet Endeksi" sıralamasında en yakın takipçisi 89,9 puandaki Arjantin'i 93,3 puanla geride bırakan, kapanan şirket sayısının yüzde 75,9 arttığı (Türkiye Odalar Borsalar Birliği 2022 Mart verileri), orta sınıfın çöküşe geçtiği, enflasyonun kronik bir sorun haline geldiği, alım gücünün kaybolmaya yüz tuttuğu, kimi ekonomistlerin nazarında ise yoksulluğun yapısallaştığı bir ekonomi devralıyor Şimşek.
Vaziyetin zorlayacağı olacağı eski Maliye Bakanı Nebati'nin Şimşek'e görevi devrederken "Oh, Allah size kolaylık versin" cümlesinde de kendini gösteriyor.
Nebati'nin bir buçuk yıl önce sarf ettiği "Model tutmazsa üzülürüm" sözü artık yerini "Rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçenek yok" cümlesine bırakıyor.
Independent Türkçe'ye konuşan ekonomist Güldem Atabay, Şimşek'in devir teslim törenindeki açıklamasına istinaden Yeni Ekonomi Modeli olarak anılan YEP'in sessiz sedasız rafa kaldırılabileceğini söylüyor:
Halihazırda cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi altında bu iktidar Yeni Ekonomi Modeli’ni sessiz sedasız rafa kaldırılabilir. Biliyorsunuz bir deney yapıldı. Bu deneyin başarısızlıkla sonuçlanacağını ben dahil birçok ekonomist söyledi. Bu deneyin sonunda seçime kadar olan sürede rezervler yok edilerek eksi 75 milyar dolara kadar swaplar ve hazine hesapları hariç tüketildi, uçurumun kenarına gelindi. Şimşek’in görevi devralırken yaptığı açıklamaları tam olarak yeni ekonomi modelinin rafa kalktığını anlatıyor bize. Peki neden bu program uygulandı? Neden tüm uyarılara rağmen bu noktaya kadar getirildi? Bunun hesabı verilmeyecek ne yazık ki.
Tüm bu ekonomik görünüme ilaveten birçok analizde gözden kaçan, 6 Şubat Depremlerinde mağdur olan ailelerin yaklaşık 60 milyar dolarlık kaynak gerektiren bir konut ihtiyacı olduğu.
Hazır deprem ve bütçeden bahsetmişken Şimşek'in daha önce sarf ettiği iki cümleyi de hatırlamak elzem.
Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek daha önce "Deprem vergileri depremde kullanılacak diye bir şey yoktur" sözleriyle dikkat çekmiş, makam araçları üzerinden başlatılan israf tartışmaları sonrası ise "Makam araçları bütçenin çerez parası" ifadesini kullanmıştı.
Görev kabulü öncesi Erdoğan ile görüşme
Kulislerde Şimşek'in Erdoğan'ın teklifini uzunca süredir geri çevirdiği konuşuluyordu.
56 yaşındaki Kürt kökenli ekonomistin teklifi kabul etmeden evvel Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yaklaşık 2 buçuk saat süren kapalı bir brifing verdiği, Türkiye ekonomisiyle ilgili tüm verileri ortaya koyduğu, söz konusu toplantıda "Faiz yüzde 8,5 demenin bir anlamı yok. Piyasadaki faizler bu oranın çok üzerinde. Realite ile çelişiyor" bağlamında bazı değerlendirmelerde bulunduğu öne sürülmüştü.
Gazete Pencere'de Nuray Babacan imzasıyla yayımlanan haberde, Şimşek'in bahsi geçen toplantıda faiz politikalarıyla ilgili sert bir söylem kullanmak yerine daha itidalli ve gerçekçi davranılması gerektiğini de gündeme taşıdığı iddia edilmişti.
Göreve gelir gelmez Şimşek'in enflasyona yaptığı vurgunun yanı sıra "Rasyonel olacağız" mesajı Türkiye ekonomisinin Ortodoks politikalara dönebileceği olarak yorumlanıyor.
Rasyonalite ile ilgili Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi (ANAR) Genel Müdürü Dr. İbrahim Uslu'nun da diyecekleri var.
Uslu'ya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan milliyetçiliğin fazla kışkırtıldığında büyüdüğünü gördüğü için yerel seçimlere doğru giderken elinde kalan tek silahın vatandaşın ekonomik manada memmuniyetini artırmak olduğunu söylüyor:
Vatandaşın memnuniyetini arttırmanın yolu ekonomiyi bağımsız bırakmaktan geçiyor. En azından yerel seçimlere kadar ekonomi takımıyla Sayın Erdoğan arasında bir tartışma beklemiyorum, tartışmadan kaçınacaktır. Bu arada Türkiye'nin ekonomik sorunlarının öyle sekiz-dokuz ayda çözülebilir sorunlar gibi durmadığını da söylemek gerek. Ciddi yapısal dönüşümlere ihtiyacı var Türkiye'nin, Sayın Erdoğan da artık bunu biliyor. Kurumsallaşmış, yapısallaşmış işsizlik, enflasyon sorunu, döviz ihtiyacı sorunu, cari açık sorununu falan çözebilmesi için sekiz ayda yapılabilecek işler değil bunlar. Bir süre daha bir ekonomide rasyonel bir yönetim daha bağımsız, özerk bir ekonomi yönetimi yaklaşımı görebiliriz diyor.
Rasyonalitenin beraberinde asgari ücret artışını güçleştirebileceği, emekli aylığı artışı ve intibak düzenlemesini zorlaştıracağı ve enflasyonun düşürülmesi yolunda işsizliğin yükselebileceği yönünde yorumlayan ekonomistler olduğu kadar Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik krizden çıkışın anahtar söylemi olduğunu savunanlar da var.
Nas ekonomisi mi Şimşek ekonomisi mi?
Liberal ekonomik düzen içinde yer alma iddiasına sahip cumhurbaşkanının yeni dönemde genel kabule göre ekonomi teorileri ve piyasayla çelişip çelişmeyeceği, Kur'an-ı Kerim'de yer alan Nas Suresi'nden hareketle yeni açıklamalar yapıp yapmayacağı Mehmet Şimşek'in maliye bakanlığının ne derece anlam ifade edeceğinin açık göstergesi olacak.
Bir başka deyişle önceki dönemlerde faizleri düşürerek krediye talebi artırmayı ve bu şekilde ekonomiyi hareketlendirmeyi isteyen Erdoğan'ın ekonominin dümenini tamamen Şimşek'e bırakıp bırakmayacağı merak ediliyor.
Independent Türkçe'ye konuşan ekonomist Mustafa Sönmez'e göre Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bunun pazarlığını yapmış olabilir:
Türk lirası faizlerinde bir artış söz konusu olabilir. Dolar fiyatı eğer enflasyonda önemli bir dinamik olmaktan çıkartılırsa geriye gıda enflasyonunun kaynağı olarak kabul edebileceğimiz tarımsal sorunlar gündeme gelir. Enflasyon karşısında tarımın ciddi manada direndiğini göreceğiz. Dolayısıyla enflasyon kolay kolay gerilemeyecek. Kredi faizleri yükseldiği takdirde de ekonominin soğuması lazım yani yükselen kredi faizleriyle bir süre kimse düzgün yatırım yapamayacak. Bu da kaçınılmaz olarak ekonomik resesyona gireceğimizin işareti. Bu muhtemelen Mehmet Şimşek'in senaryosunda da var"
Şimşek'e uygun ortam sağlanması halinde çalıştığı yurt dışı fonundan Türkiye'ye ilk etapta 50 milyar dolarlık bir giriş gerçekleşebileceği de iddialar arasında.
Şimşek nasıl bir ekonomist(ti)?
2007'de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevine ilk geldiğinde "Türkiye'de ücretler yüksek" tespiti yapan, "Bol keseden maaş dönemi bitti" açıklamasıyla dikkat çeken Şimşek'in özelleştirme yanlısı olduğu, emeklilik ve sosyal güvenlik sistemini devletin sırtında yük olarak tanımladığı ve hatta geçmiş dönemlerde işsizliğin temel sebebi olarak tazminatlara işaret ettiği ilgili çevrelerin malumu.
Şimşek'in yeniden ekonomi yönetiminin başındaki kişi olarak ilan edilmesiyle beraber faizlerin artabileceği, dövizin serbestîyesi gibi olasılıkların altı çiziliyor.
Bu olasılıkların gerçekleşmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisine vereceği koşulsuz destek ile ifade ediliyor.
Bununla beraber Türkiye'deki birçok iktisatçı Şimşek'in ekonomideki yapısal sorunların salt parasal ve mali tedbirlerle çözülmeyeceğini bilen bir isim olduğunu teslim ediyor.
Şimşek ile birlikte Türkiye ekonomisinin yeniden ortodoks politikalara mı döneceği yoksa yola isminin ağırlığından yararlanılarak hibrit politikalarda mı devam edileceğini kuşkusuz zaman gösterecek.
Merkez Bankası'nın başına süper CV'li profesör
Elbette yeni dönemde Şimşek kadar Merkez Bankası Başkanlığı'na (TCMB) yönelik atama kararı da dikkat çekiyor.
İktidara yakın Yeni Şafak gazetesinde ekonomi makaleleri kaleme alan Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu gitti.
Kavcıoğlu, faiz meselesi konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı görüşü paylaşan uyumlu bir isimdi.
Hatta bu göreve atanmadan evvel çalıştığı gazete dönemin Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal'ın faiz yükseltme kararı sonrası kendisini "operasyon çeken kişi" olarak nitelemişti.
28 Mayıs seçimleri sonrası Kavcıoğlu'nun yerine getirilen isim ise Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ile uyumlu çalışacağı öngörülen, son dönemde Türkiye'nin merkez bankacılığı anlayışının 180 derece tersini temsil eden Hafize Gaye Erkan.
Özerkliği uzun süredir tartışmalı hale gelen Merkez Bankası'nın başına geçecek kişinin ABD'deki finans kuruluşları arasında en genç CEO olarak "ışıltılı" kariyer çizen bir yönetici olduğu duyuruldu.
Kurumun ilk kadın başkanı olan Erkan, Türkiye'nin önde gelen eğitim kurumlarında okudu.
İstanbul Erkek Lisesini 2. bitirdi, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü birincilikle tamamladı.
ABD Princeton Üniversitesinde Finans Mühendisliği alanında doktorasını yapıp, Princeton Üniversitesi tarihinde doktorayı bir yılda tamamlayan ilk öğrenci oldu.
ABD'nin en genç finans profesörü unvanına sahip olan Erkan, Şimşek'in bakan olmasının ardından Türk lirası tahminini revize edip 12 ay sonrası için 22 olan dolar/TL tahminini 28'e çıkaran Goldman Sachs'ta iş hayatına başlamıştı.
Erkan'ın özgeçmişinde geçtiğimiz günlerde ABD'deki bankacılık krizinden etkilenerek iflas eden First Republic Bank'ın Başkanlığı, Yönetim Kurulu Üyeliği ve eş CEO'luğu da var.
Erkan'ın yönetiminde bulunduğu bankanın batmasıyla ilgili 24 Mart 2023'te İngiltere merkezli Financial Times gazetesinde yayımlanan haberde First Republic Bank'ın onlarca yıllık hızlı büyümenin ardından varlıklı müşterilere kişiselleştirilmiş hizmet sağladığı için takdir topladığı ancak 2022'nin başlarında kendini zor durumda bulduğu belirtiliyor, şirketteki krizin ardından Erkan'ın görevinden ayrıldığına özetle şu cümlelerle değiniliyor:
79 yaşındaki bankanın kurucusu Jim Herbert, Aralık 2021'de kalp rahatsızlığı nedeniyle tıbbi izne çıkmakla kalmadı, halefi olarak yetiştirilen Hafize Gaye Erkan da bir ay sonra şirketten ayrıldı. Risk yönetimi alanında doktorası olan eski bir Türk Goldman Sachs bankacısı olan Erkan, altı aydan az bir süre eş genel müdür olarak görev yaptı. First Republic Bank bu yıla olumlu bir notla girdi. Mevduatlar 2022'de yüzde 10'dan fazla artarak 176 milyar dolara ulaştı. Borç verme, son iki buçuk yılda çok az kayıpla iki kattan fazla arttı. Benzer büyüklükteki bankalar geçen yılı yüzde 1,5'lik bir temerrüt oranıyla kapatırken, First Republic Bank'taki temerrüt oranı sadece yüzde 0,08 idi. Ancak banka savunmasızdı. Banka kurucusu Jim Herbert ocak ayında artan faiz oranlarının net faiz geliri üzerinde baskı oluşturduğunu itiraf etti"
Ekonomist Güldem Atabay, Hafize Gaye Erkan'ın Merkez Bankası Başkanlığı'nın kesin olmadığı yönündeki iddiaları hatırlatıyor:
Söz konusu hanımefendinin gelip gelmeyeceğini de bilmiyoruz, öyle bir spekülasyon var. Bu hafta Şimşek'ten gelen açıklamalar önemli olacak. Bir kere eğer Merkez Bankası Başkanı'nı hızlı bir şekilde değiştirmezse, ‘Rasyonelitiye dönüş dışında bir çare kalmamıştır’ sözünün ilk adımı elbette Merkez Bankası başkanı ve oradaki para politikası kurulu üyelerinin değişmesiyle başlıyor. Eğer Merkez Bankası Başkanı değişmezse hiçbir inandırıcılığı kalmayacak.
Ağbal ve Elvan örnekleri tekrar eder mi?
Seçim zaferinin ardından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi balkonunda gerçekleştirdiği konuşmada "düşük faiz politikası" mesajını yineleyen Erdoğan'ın gerek Merkez Bankası Başkanı gerek Maliye Bakanı ile nasıl ilişki yürüteceği, yurtdışında parlak kariyerleriyle dikkat çeken bu isimlerin görevdeki sürelerini de belirleyecek.
Hatırlanacağı üzere 2020 Kasım ayında Merkez Bankası Başkanlığı'na getirilen eski Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın görevi Erdoğan ile çelişen politikaları nedeniyle sadece dört ay sürmüştü.
Aynı şekilde 10 Kasım 2020'de Maliye Bakanlığı koltuğuna oturan Lütfi Elvan, görevini ancak 2 Aralık 2021'e kadar devam ettirebilmişti.
Dr. İbrahim Uslu'ya göre Lütfi Elvan'la, Naci Ağbal'la yaşananlar en azından önümüzdeki dokuz-on aylık süreçte yaşanmayacak.
Ekonomist Güldem Atabay da Uslu gibi yerel seçim sonrasına işaret ediyor, 31 Mart 2024'ten sonra "Mehmet Şimşek ve getireceği ekibin kalıcı olur mu olmaz mı?" endişelerinin hakim olduğu notunu düşüyor:
Bu da zaten yeni uygulanacak programın baltalanması anlamına geliyor bir taraftan.Sessizce ortodoks politikalara dönülecekse faiz artışları gelecek. Sadece faiz artışlarıyla da kalmayacak. Bütçe tarafında, bütçenin içerisinde depremin de etkisiyle gayrisafi milli hasılaya uğranılarak yüzde ona doğru ilerlemekte sene sonunda. Arkasından nasıl bir politika izleneceğini göreceğiz. Neleri bekliyoruz? TL'deki bu yapay baskının kademe kademe faiz artışı eşliğinde, arkasından Merkez Bankası'nın iş birliğiyle finans sektörü üzerinde kurduğu baskıların kalkması ve sonuç olarak da kur korumalı mevduattan bir çıkış planı. Bunların da gelmesi gerekir. Ama kalıcı olup olmayacağını bilmiyoruz. Piyasanın Elvan-Ağbal tecrübesi dönemi sebebiyle bu konuda şüphesi var. Bir pazarlık yapıldı. Şimşek güçlü bir şekilde yetkiyi aldı. Danışman olarak ya da Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak gelmedi. Bak icracı bir bakan olarak geldi. Dolayısıyla bir takım adımlar atılacak. Bu süre de 2024’e kadar devam edecek, ötesini bilmiyoruz.
Pek çok ekonomist yükselen enflasyonun ancak faizlerin artırılmasıyla kontrol edilebileceği kanaatindeyken Cumhurbaşkanı Erdoğan'a göre faiz zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor.
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile tanıştığında ekonomide büyük bir sıçrama yaratacağı vaat edilmişti.
Parlamenter rejimin yerine başkanlık sisteminin geldiği 24 Haziran 2018 tarihinde 1 Türk lirası karşılığında 1 ABD doları 4,64; 1 euro 5,41'di.
Dolar şu sıralar 21,17 seviyesindeyken, euro ise 22,64'lerde görünüyor.
Dolar, 2022 eylül ayında tüm para birimlerine karşı değerinin en tepe seviyesine yükselmiş, sıklıkla ticaret yaptığı euro, pound, İsviçre frangı, Kanada doları, yen ve İsveç kronuna karşı oluşturulan dolar endeksi 114'e çıktıktan sonra gerilemeye başlamıştı.
Bugün (04.06.23) ABD Dolar Endeksi 104,04 seviyesinde bir başka deyişle hala diğer paralarla kıyaslandığında değerli konumda.
İçişleri Bakanlığı'nda söylem yumuşayacak mı?
Ekonomi haricinde dikkatlerin çevrildiği bir başka koltuk ise İçişleri Bakanlığı.
Süleyman Soylu'nun 7 yıllık görevi resmen sona erdi.
AK Parti çıkışlı olmamasına rağmen takındığı milliyetçi-popülist söylem sayesinde hem parti tabanı hem Cumhur İttifakı ortağı MHP seçmeninde de karşılığı olan Soylu, hükümetin şahin kanattaki isimlerinden olarak anılıyor, kitleleri harekete geçiren bir politikacı olarak izah ediliyordu.
Gerek toplumsal olaylar karşısındaki tavrı gerek terörle mücadele süresince tutunduğu söylem Soylu'nun toplum nezdinde çok sevilen ve nefret edilen bir siyasi figür olarak anılmasını beraberinde getirmişti.
İçişleri Bakanlığı koltuğu bu kez ismi gerginlikler ile anılmayan ve "güvercin" olarak nitelendirilebilecek bir isme, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya'ya emanet edildi.
Yerlikaya'nın görevi devralırken "Temel referanslarımız hukuk ve insan hakları, bundan asla taviz vermeyeceğiz" sözleri mesaiye ılımlı bir mesajla başladığı olarak yorumlandı.
Yeni dönem açısından merak konusu Yerlikaya'nın Emniyet Genel Müdürü olarak kimi atayacağı.
Zira emniyetin ekseriyetinin MHP ve milliyetçi eğilimli olduğunu, eski bakan Soylu ile iyi ilişkilere sahip olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
MİT tırları krizinin yaşandığı dönemde Gaziantep Valisi olarak görev yapan Yerlikaya, kamuoyunda yapıcı açıklamalarıyla biliniyor.
Dr. İbrahim Uslu'ya göre Soylu ile Yerlikaya’nın en temel fark ise birinin İçişleri geleneğinden gelmesi diğerinin ise böyle bir tecrübeye sahip olmaması:
Yerlikaya kaymakamlıkla başlayıp hayatı boyunca mülki amir olarak görev yapmış, içişleri geleneğinin terbiyesini almış bir kişi. Soylu ise kendi tabiriyle güvenlikle ilgili pek makale bile okumadan, daha önce herhangi bir memuriyet bile yapmadan İçişleri Bakanlığı'nın başına geçmişti. Zaten bu yüzden Sayın Soylu ile ilgili dönem dönem çok tartışılan tutumlar oldu. İşte ‘Bulduğunuz yerde bacaklarını kırın’ ya da ‘Polislerin alnından öperim’ gibi söylemleri vardı. Bu ona hem AK Parti hem de MHP tabanındaki seçmen özelinde sempati kazandırmış olabilir ama ancak sadece bir kısmında. Yani kazandırdığı kadar kaybettirdiği var. Niye? Çünkü AK Parti oy kaybetti. Elbette sadece Süleyman Soylu'dan sebepli oy kaybetmedi ama bu tutumların oy getirdiğini de söyleyemiyoruz. Evet, radikal ve şahin tutumdan hoşlanan bir seçmen grubu var fakat onlar hiçbir zaman çoğunluk olamıyor"
Yerlikaya, 2019 yerel seçimlerinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu'nun mazbatasının iptal edilmesi üzerine İBB Başkanvekili olarak görevlendirilmişti.
Makam odasına İmamoğlu tarafından asılan Atatürk portresini kaldırması muhalefetin tepkisini çekmişti.
Yeni İçişleri Bakanı'nın 2014'te Tekirdağ Valiliği görevini yürütürken Coca Cola'yı protesto etmek için Fanta içmesi ise arşivden günümüze düşen küçük bir ayrıntıdan ibaret.
Hakan Fidan sonunda bakan
"Gazi Mustafa Kemal'in 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesini pratiğe dökmekte kararlıyız. Bunu insani diplomasinin etki alanını genişleterek yapacağız, Mavi Vatan'da hakkını gözeten daha cesur bir Türkiye göreceğiz."
Sözlerin sahibi, göreve başlama töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Erdoğan, Türkiye'nin yeni dönemdeki dış politika yönelimini bu sözlerle izah ettikten birkaç saat sonra yeni Dışişleri Bakanı'nı duyurdu.
Çok sayıda yabancı devlet başkanı, başkan yardımcısı ve büyükelçinin katıldığı programda MİT Başkanı Hakan Fidan'a yönelik ilgi aslında birkaç saat sonrası için ipucu veriyordu.
Bu tablo ortaya çıkmadan evvel görevine devam edeceği yönünde kulis bilgileri sıkça dile getirilen Mevlüt Çavuşoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Türkiye Yüzyılı" kabinesinde yer almadı.
Rusya-Ukrayna Savaşı, Karabağ Savaşı gibi olay süresince yürüttüğü aktif politikalarla öne çıkan Çavuşoğlu, Davutoğlu döneminden bu yana Dışişleri'nin bir numarasıydı.
Çavuşoğlu'nun yerine Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı Hakan Fidan getirildi.
Fidan, bugün Gelecek Partisi Genel Başkanı olan Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlığı döneminde milletvekili adayı olmak istemiş, hatta bu niyeti deklare edilmiş ancak söz konusu talep Erdoğan'a takılmıştı.
Dışişleri Bakanlığı'nda 40 yıl geçiren emekli büyükelçi ve Eski Ortadoğu Genel Müdür Yardımcısı Şafak Göktürk'e göre kabine değişikliğine genel anlamda bakıldığında belirlenen kişilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha iç çevresinden oluştuğunu görülüyor.
Independent Türkçe'nin Fidan'ın bakanlık görevini üstlenmesi ve izlenmesi muhtemel politikalarla ilgili soruyu yanıtlayan Göktürk, Hakan Fidan'ı Başbakan Müsteşar Yardımcısı olduğu dönemden tanıdığını belirtip özetle şunları aktarıyor:
O dönemde beraber birtakım toplantılarda bulunmamız, birtakım değerlendirmeler yapma imkânımız olmuştu. Analiz kapasitesi güçlü, az konuşan bir insandır. Cumhurbaşkanı'nın her zaman yanında olan bir isimdir. Bakın mesela Hikmet Çetin de Abdullah Gül de çok donanımlı, iyi dışişleri bakanlarıydı. Özellikle iki farklı uçtan örneklendirdim. Çünkü iyi Dışişleri Bakanı olmak Türkiye'nin çıkarını nerede olduğunu gören insan olmak ve diplomatlara siyasi talimatın aracılığını yapan kişilerdir"
SETA'dan dış politika analisti Ömer Özkızılcık ise Fidan'ın yeni görevi ile ilgili yaptığı sosyal medya paylaşımında Ankara-Şam görüşmelerini anımsatarak, Türkiye'nin yeni dönemde daha şahin bir politikaya bürünebileceğinin sinyallerinin geldiğini belirtiyor:
Eğer Esad tavrını beklenmedik bir şekilde değiştirmezse Türkiye'nin Şam ile görüşmeleri öldü. Fidan, Türkiye'nin Suriye politikasının baş aktörüydü ve muhtemelen Esad rejimine karşı daha şahin bir pozisyona sahip olacak"
Independent Türkçe'ye konuşan İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Emeritus Profesör İlter Turan'a ise yeni dönemde Türkiye'nin Suriye meselesini çözmeye çabalayacağı görüşünde:
Türkiye şu anda Orta Doğu'da büyük bir yalnızlığa itilmiştir. Aynı zamanda bu Suriye meselesi kendi müttefikleriyle arasında da gerek göç konusu dolayısıyla gerek Kürtler konusuyla ayrı bir sıkıntı yaratan mesele olmuştur. Cumhurbaşkanımız bunu bir çözüme bağlamak istemekte. Ve bu çerçevede de bildiğiniz gibi Rusya'nın ve İran'ın da destekleriyle bir çözüm arayışı devam etmektedir. Dolayısıyla önce Cumhurbaşkanımızın bu Suriye meselesini bir an önce çözüme bağlama arzusu diğer görüşlere baskın çıkacaktır"
İstihbarat ve güvenlik bürokrasisinin güçlü ismi
Hakan Fidan 2015'ten bu yana MİT müsteşarlığı yapıyordu, daha doğru ifadeyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmesi sonrası resmi görev tanımı MİT Başkanı'ydı.
Fidan, Türkiye'nin pek çok kritik döneminde istihbarat-güvenlik bürokrasisinin öne çıkan ismi olarak biliniyor.
Kürtlerle yürütülen çözüm süreci, 17-25 Aralık süreci, 15 Temmuz darbe girişimi bu kritik dönemlerin kısa ama esaslı bir özeti niteliğinde.
MİT müsteşarı sıfatıyla karşı karşıya kaldığı 7 Şubat 2012'deki MİT kumpası da ha keza öyle...
Kimi yorumcular Fidan'ı Türk istihbarat tarihinin en zor döneminde sergilediği başarılı performansla anıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "sır kutusu" olarak anılan Hakan Fidan, astsubay olarak 1986'da Muhabere Okulu'ndan mezun olup 42 yaşında en genç MİT Müsteşarı olmuştu.
Astsubaylıktan MİT Başkanlığı'na uzanan kariyer
Hakan Fidan uluslararası güvenlik ve Türk dış politikası konularında akademik çalışmalar yürütmüş bir isim.
Orduda istihbarat astsubayı olarak görev yapan Hakan Fidan, Almanya'da NATO Reaksiyon Kolordusu'nda İstihbarat ve Harekât Başkanlığı'nda görev almıştı.
Üç yıllık görevinin peşi sıra Maryland Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında lisans eğitimini tamamlamıştı.
Bahsi geçen okul, ABD askerlerinin yurtdışında eğitimlerini sürdürebilmeleri için hayata geçirilmiş bir kurum.
NATO görevi sonrası Türkiye'ye dönen Fidan, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde "İstihbarat ve dış politika: İngiliz, Amerikan ve Türk istihbarat sistemlerinin mukayesesi" teziyle yüksek lisansını tamamlamıştı.
Hakan Fidan'ın var olan dış politikadan daha farklı bir yol izleyip izlemeyeceği sorusunu yönelttiğimiz o dönemki tez danışmanı, MEF Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, "Bu konular hakkında Sayın Fidan ile konuşmanız daha isabetli olur" yanıtı veriyor.
Uluslararası İlişkiler uzmanı Profesör Kibaroğlu, daha önce yayımlanan makalelerinde "istihbarat" ve "diplomasi" kavramlarına özetle şöyle değiniyor:
Son derece kaygan bir zemin üzerinde, çok sayıda devletin ve devlet dışı silahlı grupların yer aldığı uluslararası arenada, dost/düşman tanımlarının yeterince net yapılmadığı bir ortamda, doğru stratejilerin geliştirilmesi ve uygulamaya konulabilmesi bakımından hayati önem arz eden yetenekler ve mekanizmalar 'istihbarat' ve 'diplomasi' olacaktır"
Fidan ise 1999'da kaleme aldığı lisans tezinde de istihbarat-diplomasi ilişkisine dair dış politikada sonuç alınabilmesi için MİT'in yapısının değiştirilmesi gerektiğine işaret ediyordu:
Başarılı bir dış politika için kaliteli ve güçlü bir istihbaratın gerektiği bu tezin ana argümanlarından biridir. İyi istihbarat her zaman için iyi bir dış politikayı garanti etmezken, kötü istihbarat sıkça yanlış politika üretimine sebep olur. O halde iyi bir istihbaratın esasları nelerdir? Nasıl bir istihbarat yapılanması başarılı bir dış politika için gerekli olan istihbaratı üretebilir? Bu soruları cevaplamak için, istihbaratı diş politikada başarılı bir şekilde kullanan iki ülkenin, Amerika ve İngiltere'nin, istihbarat yapılanmaları incelenmiştir. Bu ülkelerin istihbarat yapılanmalarının nasıl örgütlendiği, koordine edildiği ve denetlendiğinin cevapları aranmış, daha sonra da Türk istihbarat sistemiyle aralarında mukayese yapılmıştır. Türkiye'de tüm istihbarat faaliyetleri tek bir teşkilat çatısı altında yürütülmektedir. MİT, her türlü istihbarat toplama ve analizinden sorumlu tutulmaktadır. Doğal olarak bu, gerçek ihtiyaç ile yabancı istihbaratın sağlanması arasında büyük boşluklara neden olur. Ayrı bir dış/stratejik istihbarat teşkilatı olsaydı, Türkiye dış politika yapımında ve uygulamasında daha başarılı olurdu"
Bilgi Çağında Diplomasi
Devletin kara kutusu olarak görülen, çoğu kişinin sesini bile duymadığı yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın kariyer basamaklarında ilerlerken kaleme aldığı tek tez bu değildi.
2001'de ordudan istifa edip bir kez daha Bilkent Üniversitesi'nde bu sefer "Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı" başlıklı teziyle doktora derecesini almış, bir dönem İran'ın nükleer kapasitesi konusunda masada diplomat kimliği oturmuştu.
Suriye'deki hangi grupların nasıl silahlandırılacağını bilen isim olarak öne çıkan Fidan, kimi siyasi analistlere göre Türkiye'nin Libya, Mısır, İsrail ve Körfez'de yürüttüğü gölge diplomasinin normalleşmeye kapı aralamasını sağladı.
Fidan, "Mavi Vatan" doktrini olmak üzere Türkiye'nin yürüttüğü jeopolitik mücadelede daha kritik görevler üstlenecek bir figür olarak anılıyor.
Daily Sabah gazetesi yazarı Yusuf Erim'e göre "Hakan Fidan masaya çok özel bir beceri seti getiriyor ve casusluktan üst düzey diplomata çok yumuşak bir geçiş yapabilecek nitelikte" bir figür.
Erim, Twitter hesabı üzerinden yaptığı değerlendirmede böylesi bir geçişin dünyada daha önce örneklerinin görüldüğünü ABD üzerinden anımsatıyor:
Herbert Bush, Putin, Pompeo ve Cohen gibi diplomasiye geçiş yapan veya diplomasiye liderlik eden devlet başkanları olan üst düzey istihbarat yetkilileri oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir istihbarat şefinin genel görevleri dışında, Türkiye'nin ilişkilerinin gergin olduğu ülkelerle diyalog yürütmek için yıllarca diplomatik sıfatla Hakan Fidan'ı sürekli kullanmıştı. Dolayısıyla diplomasiye yabancı değil ve hassas dosyalarla ve hassas ilişkiler üzerinde çalışmayla ilgili çok fazla deneyimi var. Fidan kesinlikle MENA dosyasında, özellikle Suriye'de uzmandır. Erdoğan ileri konuşlandırılmış diplomasiden de yararlanmayı seviyor. Fidan'ın istihbarat deneyimi ve güvenlik servisleriyle yakın çalışması muhtemelen diplomasi ile savunmayı sinerji haline getirmede büyük bir varlık olacak. Yeni dışişleri bakanı, Erdoğan'ın üst düzey ikili ilişkilerde cumhurbaşkanına katıldığı çekirdek danışman grubunun da uzun süredir bir üyesi. Fidan, ABD, Rusya, İngiltere ve diğer büyük ülkelerle yapılan görüşmelerin fotoğraflarında sürekli olarak görülebilir. Kurum olarak Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın sürekliliğini sağlayacak ve Fidan'a güçlü bir destek sistemi sağlayacak çok sayıda yetenekli bürokrat vardır"
Belki de yukarıdaki listeye istihbarattan siyasete geçen eski KGB ajanı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i de dahil etmek gerekiyor.
6 Eylül 2016'da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çin'de Putin ile görüşmesinde "MİT Müsteşarımız da burada" deyince, Putin biraz da hicivle "İstihbarat şefi burada olduğuna göre konuşacak bir şeyimiz kalmıyor. O size zaten her şeyi anlatmıştır" demişti.
İşin aslı 2010'dan beri (MİT) başkanlığını yapan Fidan, diplomatik dünyaya yabancı değil.
Dünyanın dört bir yanında birçok müttefik ve düşman ülkeyle arka kanal diplomasisi yürüttü.
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Emeritus Profesör İlter Turan'a göre Fidan gerçekten de güçlü bir formasyon ve birikime sahip.
Ancak uluslararası ilişkiler uzmanı Turan, "Türkiye’nin dış politikasını belirleyen sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Dışişleri Bakanlığı genellikle Cumhurbaşkanı'nın belirlediği politikanın uygulayıcısı konumundadır" diyerek Türk Dış Politikası'ndaki yeni dönemle ilgili şu görüşü dillendiriyor:
Kendileri (Fidan) bizatihi dış politikayı şekillendiren bir rol oynamıyorlar. Dışişleri Bakanı'nın istihbarat dünyasından gelmesi sanki dış politikada bu faktörün birincil konumda olduğu gibi bir izlenim yaratabilir. Halbuki hani Türkiye'nin daha geniş ufuklu bir dış politikaya ihtiyacı olduğunu söylememiz mümkün. Dil bilen birisi. Başarılı olması hepimizi sevindirir"
Peki, Erdoğan eski Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nu niye tercih etmedi, niye kararını Hakan Fidan'dan yana kullandı?
Siyaset bilimci Dr İbrahim Uslu'ya göre aslında bu AK Parti açısından yeni bir tutum değil:
Çavuşoğlu'nun kişiliğiyle ilgili ya da performansıyla ilgili yorum yapmak yanlış olur. Erdoğan zaten neredeyse bütün kabin üyelerini parlamentoya göndermişti. Benim gördüğüm bu durum bir ihtiyaçtan ortaya çıktı. Çünkü parlamento seçimlerinde başarılı olmak ve çoğunluğu elde etmek istiyordu. Esasen AK Parti kurulduğu günden bu yana bu durumdadır. Kritik illere, seçim çevresinde seçimi taşıyacak, oranın tabiri caizse ağabeyliğini üstlenecek önemli aktörleri gönderir. Beşir Atalay, Lütfi Elvan, Faruk Çelik, Mehmet Şimşek de aynı yollardan geçti. AK Parti yine bunu yapacaktır. Bu sefer temel sorunu bakanlarınızın artık milletvekili olamaması"
Profesör Uslu'ya göre Fidan önceki görevlerinde başarılı olduğu için bu pozisyona terfi etti ancak bundan böyle kendisini yeni bir dönem bekliyor.
Uslu bunu "Şu ana kadar yapmadığı şeyler yapmak zorunda kalacak, örneğin sesini bile neredeyse bilmeyen kamuyu etkilemeye çalışacak. Kendisini dış politikada bekleyen zorluklar var. Ama başarılı olacak olursa Türk dış politikasını yönetmekte ve kamusal kamu kanaatlerini yönetmekte başarılı olacak olursa siyasal kariyerine devam edecektir" sözleriyle izah ediyor.
Hakan Fidan'ın söz konusu görevi Türk hariciyesinin başına 101 yıl sonra ilk kez asker kökenli bir ismin yen alması bakımından da dikkat çekici.
Elbette bu kıyas kâğıt üzerinde doğru gibi görünse dahi son Dışişleri Bakanlığı yürüten (1922-1924) askerin Türkiye Cumhuriyeti kurucularından, İstiklal Savaşı kahramanı, Erkân-ı Harbiye i Umûmiye Vekili (Genelkurmay Başkanı) ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1938'deki ölümünün ardından cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan İsmet Paşa (İsmet İnönü) olduğunu not düşmek elzem.
Teşkilat dışından MİT Müsteşarlığı'na atanan ikinci kişi
Yeni kabine bir yandan ılımlı olarak nitelendirilirken istihbarat, asker ve güvenlik kökenli üst yönetici kademeyi de kapsaması açısından dikkat çekiyor.
Kariyerindeki yükselişi 2003'tek Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) Başkanlığına atanmasına denk gelen Fidan, Erdoğan öncesinde önceki cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile yakından çalışan uyumlu bir bürokrattı.
Hatta Davutoğlu, muhalefet safına geçip seçime iki ay kala Halk TV'de katıldığı yayında Fidan ile ilgili "Devletin kritik dönemlerinde görevini hakkıyla yürüttüğüne şahitlik ettim. Kendisine güveninin tam" ifadesini kullanmıştı.
TİKA'daki görevi esnasında o dönem başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan'ın da dikkatini çeken Fidan, dış politika ve uluslararası güvenlik konularında danışmanlık görevinin yanı sına müsteşarlık yürütüp Erdoğan'ın yurtdışı gezilerinde kendisine eşlik etmeye başlamıştı.
Fidan'ın bir başka özelliği ise Millî İstihbarat Teşkilâtı kurum bünyesi dışından atanan ikinci kişi oluşuydu.
Fidan'dan önce büyükelçi Sönmez Köksal için 1992'de böyle bir atama gerçekleştirilmişti.
Erdoğan Oslo görüşmeleri sonrası sahip çıkmıştı
Hakan Fidan'ın "Çözüm Süreci" boyunca Norveç'in Oslo kentindeki görüşmelere gitmeden evvel İmralı Adası'nda Abdullah Öcalan ile de görüştüğü öne sürülmüştü.
Eylül 2011'de Fidan'ın PKK yöneticileriyle yaptığı görüşmelerin haberleştirilmesi ve muhalefetin sert eleştirileri üzerine dönemin başbakanı Erdoğan kendisine sahip çıkıp "İmralı'ya gönderen de benim, Oslo'ya gönderen de… Niye? Çünkü ortada bir problem var" demişti.
Fidan'ın MİT Müsteşarlığı'na atanması bu görüşmelerin sonrasına denk gelmişti.
Hakan Fidan için önemli tarihlerden biri de 7 Şubat 2012'ydi.
Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) hükümete karşı açıktan giriştiği ilk operasyon olarak tanımlanan ve MİT Başkanı Hakan Fidan'ın da aralarında bulunduğu bazı kamu görevlileri ifadeye çağrılmıştı.
MİT Başkanı Hakan Fidan'ın soruşturma kapsamında "şüpheli" olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına çağrıldığı bilgisinin paylaşıldığı haberler büyük yankı uyandırmıştı.
O dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yönlendirmesiyle Hakan Fidan ve MİT görevlileri, savcıların çağrılarına hiçbir zaman yanıt vermemiş, Erdoğan sert sözlerle tepki duruma tepki gösterip Fidan'ın arkasında durmuştu:
MİT Müsteşarımızın, Başbakanlığın iznine tabi olmasına rağmen bazı gazetelerde çıkan haberler sebebiyle onun şüpheli sıfatıyla çağrılması üzerine başlayan bir süreç vardı. Bu kabul edilebilir bir yaklaşım tarzı değildi. Yargı tamamıyla yasayı bir kenara koyup yürütme alanına girmek gibi bir adım atmış oldu. Yok Oslo'da şu olmuş bu olmuş meselesiyse benim müsteşarım kimseye taviz vermez, yazı vermez. Orada konuşulanları bölücü terör örgütünün yayın organlarında çıkan haberler üzerinden yıkmaya kalkarsınız bu olmaz. Müsteşara talimatı ben verdim, alacaksanız beni alın"
15 Temmuz 2016'da başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimi öncesindeki pozisyonu da Hakan Fidan hakkında bazı tartışmaları beraberinde getirmişti.
Fidan söz konusu kalkışmadan bir gün önce konunun Milli İstihbarat Teşkilatı'na ihbar edildiğini, dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile bu konuyu görüştüğü kısa süre sonra ise darbe girişiminin yaşandığı iddia edilmişti.
Savunma Bakanlığı yine bir Genelkurmay Başkanı'na emanet
Ve Milli Savunma Bakanlığı...
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmesinin ardından Genelkurmay Başkanlığı görevinden Millî Savunma Bakanlığına geçmesi tartışma yaratan Hulusi Akar, Kayseri milletvekili olarak seçilmesi sebebiyle kabinede bu kez yok.
Erdoğan yine aynı yolu izleyip 2018'den beri Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Yaşar Güler'i Milli Savunma Bakanı olarak atadı.
Bu durum aslında yeni bir geleneğin kapısını da aralayabilir.
Zira Millî Savunma Bakanlığı art arda 2. kez görevdeki Genelkurmay Başkanı'nı bakan olarak bünyesine dahil ediyor.
Kimi görüşlere göre Güler'in yeni görevi bir anlamda Türkiye'deki sivil-asker ilişkilerini merak edenler için yeni bir tartışma-araştırma konusu olabilir.
Dr. İbrahim Uslu bu durumu "AK Parti’nin öyle bir gelenek olsun diye bunu başlattığını düşünmüyorum. Doğrusu Sayın Güler'le Sayın Akar iyi anlaşıyorlardı. Savunma politikalarında bir süreklilik istiyor Sayın Erdoğan. Ama bu durum ileride de yine bir Genelkurmay Başkanı’ndan Savunma Bakanı görmeyeceğimiz anlamına gelmiyor" diye yorumluyor.
Atamanın ardından elbette Genelkurmay Başkanı da değişecek ancak 30 Ağustos'a kadar Güler'in iki görevi birlikte yürütmesi ve 30 Ağustos'ta yeni Genelkurmay Başkanı'nın atanması ihtimali de ortada öylece duruyor.
Eğer bu gerçekleşirse Türkiye siyasi tarihi açısından bir ilk teşkil edecek.
Hulusi Akar'dan sonra Yaşar Güler'in tercih edilmesiyle ilgili ise öne çıkan baskın iki yorum var.
Bakanlığı süresince gölge genelkurmay başkanı gibi hareket ettiği bilinen ve sadece siyaseten değil ordu içinde de karizmatik otoriteye sahip olan Akar'ın aslında kızağa değil dinlenmeye çekildiği ve düz bir milletvekili sıfatıyla dahi gerekli durumlarda hem Millî Savunma Bakanlığı hem Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yön vermeye devam edeceği ilk görüş.
İkinci görüş ise Güler'in yeni görevi ile beraber Türkiye'nin savunma konusunda ciddi bir strateji değişikliğine gideceği ve Dışişleri Bakanlığı görevine getirilen Hakan Fidan'ın bir yandan Millî Savunma Bakanlığı üzerinde de söz sahibi olabileceği yönünde.
Independent Türkçe'ye konuşan terör ve güvenlik politikaları uzmanı, yazar Ercan Çitlioğlu'na göre ise Akar'ın yokluğunda Güler bakanlık pozisyonu için en uygun isimdi:
Sayın Güler, Hulusi Akar'ın yeniden görevlendirilmemiş olması halinde en uygun adaydı Bakanlık için. Yaşar Paşa sakin, ağırbaşlı, devleti herşeyin önüne koyan kişiliği ve tevazu ile bilinen bir isim olarak doğru bir seçim. TSK'da sevilip sayılan, liyakat ve akılcılığa önem veren bir asker. Gereğinde geri planda kalmasını bilen ancak ilkelerinden ödün vermeyen bu özelliğini sergilemekten kaçınan özetle devleti için yaşayan bir asker. Kendisi yaklaşık 20 yıldır tanırım çizgisini hiç değiştirmeyen sevecen ama kararlı bir kişiliği olduğunu söyleyebilirim"
Independent Türkçe'nin uzman muhabiri, gazeteci Cihat Arpacık ise gerek Akdeniz gerek geniş Ortadoğu coğrafyasında, devletin “hayati” olarak nitelendirdiği sorunlarla baş başa olduğunu kanaatinde.
Arpacık, "Ukrayna’daki savaşın bölgesel ve küresel etkilerinin daha da yakıcı olması diplomasiyle ötelenmeye çalışıldı. Ancak NATO bağlamındaki sorunlar, bu etkileri daha ne kadar ötelenmeye çalışacağını muğlak kılıyor" diyor, 5 yıllık sürecin “teknokrat” ağırlıklı bir hükümetle başarıyla nihayete erdirilebileceği yönünde bir algı olabileceğine işaret ediyor:
Bütün bu isimleri beraber değerlendirirsek bakanlıkların, kurumların personelini tanıyan ve kültürüne hakim isimler tarafından yönetileceğini söyleyebiliriz. Milli Savunma Bakanlığı’na Yaşar Güler’in atanmasını da bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Güvenlikle doğrudan ilgilenen diğer bakanlıklar gibi MSB de “içeriden” bir tercihle şekillendi. Bunun bir geleneğe dönüşmesi mümkün olmayabilir. Konjonktürün dayattığı bir seçim olarak değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır"
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in 15 Temmuz'da Genelkurmay Başkanlığı binasında ilk derdest edilen isimlerden biri olduğunu anımsamak gerekiyor.
Yaşar Güler, 2014'te Suriye'ye yönelik savaş planlarının yapıldığının iddia edildiği toplantı sonrası yayınlanan ses kayıtlarıyla da gündeme gelmiş bir isim.
Davutoğlu başkanlığında düzenlenen toplantıda ısrarlı biçimde Suriye'deki bazı grupların silahlandırılmasını istediği öne sürülen Yaşar Güler için dile getirilen bir başka iddia ise bu konuda destek sunulması gerektiği aksi takdirde silahlandırılan kişilerin geri gelip Türkiye'ye yerleşeceği yönündeydi.
Güler'e ait olduğu iddia edilen ve kamuoyuna sızan ses kayıtlarında Hakan Fidan olduğu öne sürülen kişiyle kurduğu yakın diyalog ise dikkat çekmişti.
Yeni kabine üyelerinin çarşamba günü TBMM'de yemin ederek görevlerine resmen başlaması bekleniyor.
© The Independentturkish