Türkiye meselesinin tamamı sadece Türkleri ilgilendiriyor ve son seçimlerde, Türk vatandaşlarının aklımda bir benzeri olmayan kayda değer sayıda bir katılımı oldu. Birinci ve ikinci turda halkın yüzde 80'inden fazlası oy kullandı.
Ayrıca iktidar partisi seçim yarışında milliyetçi ve İslami sloganların bir kombinasyonunu kullandı (sana kazandıracak olana oynamalısın) ve bu görece bir başarı ile onu yeniden iktidara taşıdı.
Türk seçmen bozulan ekonomiye, toplumda azalan özgürlüklere aldırış etmeyerek, (bir yanda Batı düşmanlığı, diğer yanda milliyetçilik) sloganları peşinde koştu.
Muhalefet, seçimin ilk turundan önceki son haftalara kadar anlaşmazlıklarla boğuştuğu, Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi karizmatik ve çekici kişilikler sunamadığı için başarılı olamadı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Öte yandan görece çoğunluk, bilmediklerinden korktukları için bildiklerine yöneldiler.
Sayın Erdoğan, karşısında bazı taraflarının belki de güç elde etme iştahıyla bir araya geldiği, birbirine tamamen zıt taraflardan oluşan geniş bir ittifakın var olmasından da yararlandı.
Gerçekler ortada, ekonomi tükenmiş, dış ilişkilerde her cephede dalgalanmalar yaşanıyor.
Türk toplumu kendi içinde hiç olmadığı kadar bölünmüş durumda ve mecliste dengeli bir çoğunluk yok.
Seçimler ister etnik ister mezhepsel açıdan ötekine karşı geniş bir nefret dalgasını ateşledi. Yaraları, yaklaşmakta olan siyasi eylemde belirgin olmaya devam edecek.
Sayın Erdoğan, Türkiye'nin yeniden cumhurbaşkanı oldu ve bu bir yandan avantaj, diğer yandan belki de bir yük.
Avantajı, nispeten özgür ve adil seçimlerle yarışı kazanabilmesidir. Temsil ettiği yük ise (risk) üzerine kurulu politikalarıdır.
Ekonomide hâkim olan tüm ekonomik kurallara aykırı kararlar aldı ve bu, enflasyon ve işsizlik dahil olmak üzere olumsuz etkiler bıraktı.
Aldığı en büyük risk ise tüm cepheleriyle dış politikadaydı; ülkesi NATO üyesi ve Rusya'dan silah satın aldı. Rusya'nın dostu ve Ukraynalılara silah sattı.
İsrail ile bozuştu ve ardından cumhurbaşkanını kabul edip onunla büyük ekonomik anlaşmalar imzaladı.
Arap kütlesiyle ilişkisi de bozuşma ve kucaklaşma arasındaki bu gidip gelmelerden nasibini aldı.
Saygın Arap ülkeleriyle ikna edici bir gerekçe göstermeden bozuştu, ardından onlarla barıştı.
Dahası son konuşmasında (Körfez ülkeleri ekonomik olarak bize yardım etti) dedi ve seçimlerden sonra teşekkür etmek için onları ziyaret edeceğini söyledi!
Türkiye'de olup biten her şey, yukarıda da söylediğim gibi, Türk milletinin meselesidir. Bir sonraki yönetimin önünde, azımsanmayacak iç ve dış meydan okumalar bulunuyor.
Sonuç olarak Sayın Erdoğan, bölgesel güçlerin Arapların içişlerine sert müdahalesinin onları rahatsız ettiğini, buna direndiklerini ve direnmeyi sürdürdüklerini biliyor.
Bu sert müdahale, komşu İran'ın Arap iç kesimlerine para göndermesi ve milisleri örgütlemesiyle ortaya çıktı.
Türkiye de Libya'ya sert müdahale, diğer Arap ülkelerine yumuşak müdahale ile kısmen aynı işi yapıyor.
Türkiye, sertlik yanlısı devletin kullandığı araçları kullanıyor. Bu araçlardan biri de Arap ülkeleri içinde kendi sloganlarını taşıyan gruplar oluşturmak veya oluşmasını teşvik etmektir.
Öyle ki İstanbul'da yağmur yağdığında, bazı Arap ülkelerindeki destekçileri şemsiyelerini açıyorlar! Bu destekçiler seçim kampanyası sırasında nefeslerini tuttular.
Günümüz dünyasına yönelik saf bir algı olan hilafeti diriltme projesinin sahibi olduğu gerekçesiyle, Sayın Erdoğan'ı desteklemek için kalemlerini ve dillerini seferber ettiler!
Sayın Erdoğan'ın böyle bir niyeti var mı kimse bilmiyor ama tecrübeli bir siyasetçi olarak bu yaklaşımdan memnun. Bundan azami ölçüde yararlanıyor.
Ancak önümüzdeki dönemde tabiri caizse "ya tavuğu yemek ya da yavrulaması için bırakmak" arasında bir seçim yapmalı.
Bir yandan Arap ülkelerinde darbeci doğaya sahip bir kolunun (dinamik İslam) olması, diğer yandan bu ülkelerle anlaşmak istemesi doğru olamayacak bir denklemdir.
Erdoğan, Arap dinamik İslam felsefesinin, örgütlenmesinin ve hedeflerinin Türkiye deneyiminden tamamen farklı olduğunu herkesten daha iyi biliyor.
Türk deneyimi, (liberal olmayan demokrasi) olarak bilinen şeyi yani oy sandıklarını, özgürlüklere getirilen kısıtlamaları ve toplum dokusunun bir parçasını oluşturan bileşenlerin tanınmamasını benimsedi.
Arapların dinamik İslam ile deneyimine gelince, 2011'den sonra Mısır'da yaşanan ve kısa süren deneyimde olduğu gibi nefret etme noktasına varacak kadar karanlıktı.
O dönemde Erdoğan Mısır'daki yönetici grubu ziyaret etmiş ve onların (liberal olmayan demokrasiyi) bile uygulamaktan çok uzak olduklarını anlamıştı.
Mısır halkı onlardan kurtulduktan sonra Türkiye'nin bu gruplara yıllarca sahip çıkması, mevcut rejimin hatalarını yakalamaları ve sadece ona karşı değil, bu grupları reddeden tüm Arap rejimlerine karşı kışkırtmalarda bulunmaları için platformlar sağlaması, Türkiye için sınırlı avantajları ne olursa olsun stratejik bir hataydı.
Sudan'ın dinamik İslam yönetimi deneyimi, Sudan toplumunda hâlâ kanamaya neden oluyor ve bölgesel güvenliği de tehdit ediyor.
Buna bir de Cezayir'deki "Kara 10 yılı" ve Tunus'ta dinamik İslam yönetiminin tanık olduğumuz kalıntılarını ekleyelim.
Türk yönetim modeli ve mekanizmalarının Arap çevresinde yeri yok, çünkü dinamik İslam düşüncesinin taşıdığı ötekinin reddi ve marjinalleştirilmesinin yanı sıra (mutlak doğruluk) düşüncesinde hiçbir yeri olmayan göreli özgürlükler içeriyor.
Tarih, koşullar ve deneyim farklı. Laiklik, dini düşünce ve serbest piyasayı birleştiren, geçmişte Türkiye'de görece başarıya tanık olan Türk karışımı, uzun ya da kısa süreli olsun, başarısız olan diğer Arap deneyimlerinde mevcut değildi ve olmayacak.
Kaldı ki Türk deneyimi kendi evinde Türk halkının en az yarısının direnişiyle karşılaşıyor.
Türkiye'nin hem kuzey Irak hem de kuzey Suriye'ye ve sınırlarının çok uzağındaki Libya'ya müdahalesinin yeni Erdoğan döneminde yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Arap dinamik İslam gruplarını kucaklama, mevcut durumda zaten önemli zorluklarla karşı karşıya olan Arap ülkelerinde gösterilen çabalara karşı isyanlarını destekleme eğilimi gözden geçirilmeli.
Zira kalabalıkların eksiklikler nedeniyle kışkırtılması, halkların ağır bedeller ödeyeceği bir kaosun başlangıcı demektir.
Son olarak, Erdoğan'ın önümüzdeki yönetim döneminde saltanat (hayalinin) tamamen yıkılmasını umuyoruz.
Zira (hayal olarak) bile ilişkiler için yıkıcı olduğu ve yaşadığımız çağda yeri olmadığı kanıtlanmıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu