Bir devletin ekonomik, politik, askeri ve teknolojik alanlarda rekabet edebilmesi için önemli faktör bilgiydi. Bu, dün de böyleydi bugün de böyle ve yarın da böyle olacak.
Hatta öyle ki günümüzde bilgi, devletlerin karar vermelerinde ve politikalarını oluşturmalarında kritik bir rol oynuyor.
Güncel ve doğru bilgiye sahip olmak, doğru kararlar alabilmeleri ve kaynaklarını en verimli şekilde kullanabilmeleri için son derece önemli bir hal aldı.
Ayrıca, bir devletin bilgi toplama ve analiz etme yeteneği, savunma ve güvenlik açısından da kritik bir silaha dönüşmüş vaziyette.
Böylesi bir zamanın ruhunda bireyden başlayarak toplumu var eden tüm bileşenlerin bilgiye erişimi artık hayati bir rol oynamakta.
Peki, bu durum sadece bugün mü böyleydi?
İnsanlık tarihine çıkacağınız yolculukta aslında bu durumun hiç değişmediğini göreceksiniz.
Krallar, imparatorlar, padişahlar; altınlardan, incilerden, madenlerden önce bilginin peşinde bir ömür harcadılar. Cihan devletlerini kurma teşebbüslerinde en önemli silahları bilgiydi.
Barutun icadından matbaanın gelişmesine dek olan tüm süreçleri yakından izlediğinizde bilgiye erişen ve bunu anlamlı bir veri seti haline getirenler cihana hükmediyordu.
Peki bireylerde durum neydi?
İşte uçurum orada başlıyordu.
Bilgi, bireylere indirgenebilecek kadar basit bir şey değildi.
Birey büyük mücadelelerle bilgiye erişebilirdi; o da sınırlı kaynaklarla ve devletlerin kırmızı çizgileri altında...
Bireyin yolculuğuna geçmeden önce insanlık tarihi demişken;
İnsanlık tarihini 3 saatlik bir sinema filmi olarak metaforik hale getirirsek, bu filmde ilk 1500 yılı iki saatte izledik ve kalan 500 yıl son 25 dakikada perdedeydi.
Son 23 yılı 5 dakikada gördük. O 5 dakikanın içerisinde yer alan son 30 saniye ise insanlık tarihinin en önemli anlarına tanıklık etmemize neden oldu.
İnsanlık tarihini şekillendiren ilk roman!
Biz şimdi filmi geri saralım ve insanlık tarihinin kimilerine göre kurgusal ilk anlatısı olan bir kitaba gidelim.
İnsanın bilgi arayışındaki ilk kurgusal metne, yani 12'nci yüzyıl Endülüs'ünde İbn-i Tufeyl tarafından yazılan aydınlanma ve felsefi romana; Hay Bin Yakzan'a!
İbn-i Sina'nın da aynı isimde bir eseri var ama bizim odaklanmamız gereken yer İbn-i Tufeyl'in Hay Bin Yakzan'ı.
Kitaba geçmeden önce Endülülü düşünür İbn-i Tufeyl'in yaşadığı dönemdeki endişelerini anlamamız gerekiyor.
İbn-i Tufeyl, Müslüman bir ilim insanı ve düşünür olarak akılcılığı merkeze alırsa başına neler geleceğini az çok kestirebiliyor. Trajik örnekleri yakın zamanda görmüş ve okumuş.
O nedenle akılcılığı öyle bir anlatmalı ki okuyan kişiler hem kitabı basit bir şekilde anlamalı hem de sadece arif olan anlayacağı sırlarla dolmalı.
Christoper Nolan filmleri gibi bi nevi: Sinemaya gelen en zekiye sun filmini, geri kalanına 3 saatlik seyir zevki yüksek bir film izlet.
İşte İbn-i Tufeyl tam olarak bunu yapıyor kitapta; anlaşılmak istemiyor ama anlayana da tarihi bir sır veriyor.
Hay Bin Yakzan karakterinin adaya gelişi üzerinden ortaya koyduğu anlatıda öyle büyük bir zeka örneği gösteriyor ki bu zamana kadar birbirleriyle çelişen ve hatta çatışan doğu ve batı düşünce ekosistemine sesleniyor:
Hiç kavga etmeyin, detaylarda boğulmayın ben hikayeyi iki farklı olasılıkta yazıyorum.
Kavgayı biliyorsunuz; evrim vs. yaratılış.
Hatta bu haliyle Netflix'te Black Mirror'un bir bölümünde izleyicinin hikayenin nasıl akmasını istediği o bölüm gibi, "ister evrime ister yaradılışa inanan olun, siz sadece hikayeye odaklanın" diyor.
O nedenle de öyküsünü bir evrim modeliyle bir de yaradılış modeliyle kurguluyor.
"Sen hangisine inanıyorsan oradan devam et" diyor.
Hikaye iki olasılıklı bir varsayımla başlıyor
1. Hay Bin Yaksan bir adada doğru ısı, doğru açı, doğru mevsim, doğru rüzgar ve doğru toprağın bir araya gelmesiyle bir ağaçtan ortaya çıktı. Topraktan yaratıldı (evrime inananlar versiyonu).
2. Adanın yanındaki bir ülkeden bebekken bir sandığa kondu ve adaya bırakıldı (kutsal metinlere inanan yaratılış versiyonu).
Diyorum ya, İbn-i Tufeyl detaylarda boğulmamızı istemiyor, hakikate odaklanmamızı istiyor.
Artık elimizde net bir veri var. Bir adada yalnız başına yaşayan bir insan; Hay Bin Yakzan.
Hay Bin Yakzan'ın bilgiye erişimi!
Peki, bir adada tek başına yaşayan bu insan evrensel bilgileri nereden öğrenecek?
Doğaya bakacak, ağaçlara, hayvanlara, denize, okyanusa… Klasik destan anlatıları; hayvandan alınan bilgiler, doğadan alınan destekler.
Ama İbn-i Tufeyl bunu yapmıyor.
İlk başlarda klasik bir öğrenme metodu anlatıyor göğe baktırıyor; güneşi, ayı, denizi ve doğayı idrak ediyor, asıl fark bundan sonra başlıyor.
İbn-i Tufeyl şunu soruyor:
İnsan hiçbir dış etki ve değişken olmaksızın, salt akılla hakikatte varabilir mi?
Duygular olmadan, yaralar, travmalar, tutkular, aşklar, yarım kalan sevdalar, söylenmemiş sözler, trajediler, ve kederler…
Kısacası insanı insan yapan tüm bileşenler olmadan, salt akıl olsaydı insan hakikate erişebilir miydi?
Tam olarak bu sorunun yanıtın OpenAI firması da günümüzde arıyor.
(Hay Bin Yakzan'ı bitirelim asıl meselemize geleceğiz.)
Anlatıda Hay Bin Yakzan 49 yaşına kadar hiçbir dış etken olmadan gözlem ve akıl yoluyla ermiş boyutuna erişiyor. 7'şer yıllık bölümlere ayırıyor hayatını ve 7. aşamada bir şey oluyor…
Bir mağaraya giriyor ve kendisinin neden burada olduğunu, felsefe tarihinin en temel sorusunu düşünüyor. Yemeden içmeden kesilip, varoluş sancısı çekiyor.
Tam burada yazar öyküsüne iki versiyonla başladığı için finalde de iki versiyonlu bir son yazıyor
İlk senaryoda yani topraktan, ağaçtan var olduğu hikayede Hay Bin Yakzan mağarada salt akılla hakikate erişiyor.
İkinci senaryo ise günümüz modern dünyasına daha yakın bir kurguda (hatta dizi filmleri aratmayan bir senaryoda) ilerliyor.
Yan ülkeden iki kişi geliyor ve Hay Bin Yakzan'ı keşfediyorlar.
Modern toplum ve salt aklın arasındaki savaş da burada başlıyor.
İbn-i Tufeyl bu romanıyla döneminde tartışılan üç önemli soruna çözüm getirmeyi amaçlıyor:
- İnsan kendi başına, hiçbir eğitim almadan sadece doğayı gözlemleyerek ve düşünerek "insan-ı kâmil" seviyesine ulaşabilir.
- Gözlem, deney ve akıl yürütme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy ile çelişmez. Başka bir deyişle din ile felsefe ve daha dar olarak da bilim çelişmez.
- Mutlak bilgiye ulaşmak bireyseldir ve bunu herkes başarabilir.
Bu üç temel soruya öyle yanıtlar veriyor ki alegorik bir anlatıyla, hikaye insanlık tarihinin en etkili felsefi metni olarak tarihte yer alıyor.
Hatta Batı düşüncesini derinden etkiliyor. Bu eser ilk olarak İbraniceye çevriliyor.
İşte burada ilginç bir şey oluyor ve dünyanın geri kalanının bilmediği bir metin olarak Baruch Spinoza bu anlatıyı okuyor, müthiş etkileniyor ve bu kurmacayı merkeze alan anlatılar ve düşünceler kaleme alıyor.
Akıl yoluyla bilgiye erişmenin düşünsel anlamda bir ekolünü yaratıyor ve zamanla 17'nci yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalistlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Bugün rasyonalizm dediğimiz şeyin çekirdeğinde Endüslülü İbn-i Tufeyl'in Hay Bin Yakzan'ı yatıyor.
Sadece Spinoza da değil, J.J. Rousso, Francis Bacon, Thomas More gibi insanlık tarihinin en önemli düşünürlerini de etkiliyor bu kitap.
Ve bilin bakalım bu eser Türkçeye ne zaman çevriliyor;
12'nci yüzyılda yazılan, Spinoza'nın 17'nci yüzyıl okuduğu ve rasyonalizmin temellerini attığı bu eser 1985 senesinde Türkçeye çevriliyor!
Neyse konumuza dönecek olursak;
İbn-i Tufeyl'in Hay Bin Yakzan'a sorduğu soruyu bugün OpenAI firması Chatgpt4'le soruyor
Endüslülü İbn-i Tufeyl Hay Bin Yakzan aracılığıyla ne soruyordu bize;
İnsanı insan yapan tüm bileşenler olmadan salt akıl olsaydı insan hakikate erişebilir miydi?
Bu soruyu dünyanın yapay zeka alanında en önemli firması olan OpenAI firmasının dünyayı değiştireceği öngörülen ürünü ChatGPT4'e sormak istedim.
Soruyu sordum ve bir makine salt akılla ve 1'ler ve 0'lardan oluşan çekirdeğindeki zekasıyla bana uzun bir nutuk çekti.
Ama o nutku çekmeden önce şunları yazdı:
Bu soruya cevap vermek için farklı felsefi ve epistemolojik görüşleri dikkate almak gerekmektedir. İnsanın hakikate erişebilmesi için salt akıl yeterli olur mu, yoksa diğer bileşenlerin varlığı da önemli midir, konusu tartışmalı bir konudur.
Bu satırları yazarken arka tarafta bütün kitapları okudu, bütün makalelere erişti, yazılmış PDF'lere ulaştı, İbn-i Tufeyl Hay Bin Yakzan'ını okudu, İbn-i Tufeyl'i araştırdı ondan etkilenen Spinoza'yı, J.J. Rousso, Francis Bacon, Thomas More ve daha nicelerinin yazdıklarını okudu.
Hepsini saniyeler içinde değerlendirdi ve bana bilgi olarak sundu.
Bu haliyle bu yazılım, mağarasındaki Hay Bin Yaksan gibiydi. Hiçbir dış etkiye bağlı olmadan salt akıl yoluyla mili saniyeler içinde bilgiye erişip bana anlamlı var veri olarak sunuyordu.
Bu treni kaçırmamalıyız!
Dünya sanayii devriminin başlangıcındaki gibi bir dönüşüm sürecinde.
Bunu ben söylemiyorum akademisyenler, bilim insanları söylüyor.
Yapay zeka teknolojilerinin geldiği nokta üzerine artık hemen hemen her gün bir gelişme insanlığı şekillendiriyor. Eskiden bunun hızı neredeyse 100 yıldı.
Telefonun icadından internetin icadına kadar olan aradaki süreyi düşünün ve bunun günlere kadar kısaldığını hayal edin.
İşte yapay zeka teknolojilerinin insanlığa katkıları bu kadar kısa sürede olgunlaşıyor.
Milyar dolarlık hatta trilyon dolarlık firmaların tek bir gündemi var artık. Devletlerin milli güvenlik kurullarında bu konu ele alınıyor.
Geçen günlerde dünyanın en büyük yapay zeka teknoloji firması OpenAI'nin CEO'su Amerikan Senatosu'nda adeta yargılanır pozisyonda sorgulandı ve sorulan tek bir soru vardı özetle;
Bu iş kontrolden çıkabilir mi ve nereye gidiyor?
Yapay zeka teknolojileriyle ilgili her gün ajanslara yeni bir haber düşüyor ve salt akılla haraket eden bir makine önce insanlık tarihini öğreniyor ardından da ona şekil verme iddiasıyla hayatlarımıza giriyor.
12'nci yüzyıldaki Hay Bin Yakzan anlatısındaki ütopya bir modern zaman gerçekliği halini alıyor.
Yazının başında size bir şey söylemiştim;
Bir devletin bilgi toplama ve analiz etme yeteneği, savunma ve güvenlik açısından da kritik bir silaha dönüşmüş vaziyette.
Peki ya bireylerin?
Şimdi asıl sorulması gereken soruya geldik;
Bireyler bilgiye Hay Bin Yekzan gibi erişebilecek mi?
Ve bu olursa dünya nereye gidecek?
Asıl tehlikeli durum ise İbn-i Tufeyl'in anlatısının ikinci finalinde gizli.
Yan ülkeden gelen insanlar, yani bilgiye erişemeyenlerle bilgiye erişenler arasındaki uçurum bu dünyaya neler yapacak?
Yaratım sürecinin şirk koşmak gibi algılandığı bir coğrafyada bir İslam düşünürünün eserini Batı'nın alıp bir felsefi ekole dönüştürmesi büyük bir kayıptı.
Şimdi ise dünya yeniden şekilleniyor. Umarım bu şekillenen dünyanın anlatısı 1985 sene sonra dilimize çevrilmez!
© The Independentturkish