Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ve milletvekillerinin belirleneceği 14 Mayıs'taki genel seçimlere hazırlanırken akıllarda bir soru var: 13. Cumhurbaşkanlığı rekabeti itirazlara, yeniden oy sayımlarına veya protesto gösterilerine sahne olacak mı?
Siyasetçiler ve seçmenler seçimlerin sükunet içinde geçmesini dilerken, 21. yüzyıl dünya genelinde birçok olaylı ve tartışmalı seçime sahne oldu.
Olaylı seçimler denince akla ilk olarak Latin Amerika ülkeleri gelse de ABD'nin de yakın tarihteki seçimlerin önemli bir kısmının tartışmalara sahne olduğu biliniyor.
Bunun yanı sıra Doğu Avrupa, Asya ve Ortadoğu ülkeleri de çok sayıda olaylı seçim yaşadı.
21. yüzyılın en tartışmalı seçimlerine ev sahipliği yapan 10 ülkeyi sıraladık.
1. Yugoslavya
O dönemki adıyla Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nde 24 Eylül 2000'de yapılan genel seçim, Yugoslavya'nın parçalanma sürecine eşlik etti.
Diğer bir deyişle bu seçim aslında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin Josip Broz Tito'nun ölümünden sonra 20 yıl süren iç karışıklığın ardından 7 ayrı devlete bölünme sürecinin bir parçasıydı. Zira 1992'de orijinal Yugoslavya'nın dağılmasından sonra gerçekleştirilen ilk seçimlerdi.
Sırp ve Yugoslav siyasetçi Slobodan Miloseviç de tüm bu sürecin ve seçimin odağında yer alıyordu.
Miloseviç, 1989'dan 1997'ye kadar Sırbistan Başkanı ve 1997'den 2000'e kadar Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (1992-2003 yıllarında var olan, Sırbistan ve Karadağ'dan oluşan ülke) Başkanı olarak görev yaptı.
Siyasetçi, görev süresi boyunca, Balkanlar'daki Sırp etkisini genişletmeye çalışan bir ajanda izledi. Bu yüzden Yugoslavya'nın dağılmasını izleyen savaşlar sırasında etnik çatışma ve şiddeti körüklemekle suçlandı.
Miloseviç, Sırp ordusu tarafından Serebrenitsa ve Reçak Katliamı gibi hafızalara kazınan saldırıların gerçekleştirildiği Bosna (1992-95) ve Kosova (1998-99) savaşlarında işlenen savaş suçları nedeniyle 2001'de yargılanmaya başladı.
Hollanda'nın Lahey kentinde ABD öncülüğünde kurulan Birleşmiş Milletler Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılandığı süre boyunca hakkındaki suçlamaları reddeden siyasetçi, 2006'da hücresinde şüpheli bir şekilde öldü. Ölüm nedeni olarak kalp krizi açıklandı.
Öte yandan 2016'da Uluslararası Ceza Mahkemesi, Miloseviç'in Bosna Savaşı sırasında Müslümanların ve Hırvatların etnik temizliğine ilişkin ortak plana iştirak ettiğine dair yeterli kanıt olmadığına hükmetti. Ancak mahkeme, Miloseviç'in soykırımın faillerini, özellikle de General Ratko Mladić'i cezalandırmada işbirliği yapmayarak ve soykırımın meydana gelmesini engellemeyerek Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiğine karar verdi.
Yugoslavya'nın son başkanı olan Miloseviç'in savaş suçu işlemekle yargılanmasına giden süreçte 2000 seçimleri bir dönüm noktası oldu. Yugoslavlar 24 Eylül 2000'de doğrudan devlet başkanını seçmek için ilk kez oy kullanmıştı.
İki turlu seçimin ilk turunda Federal Seçim Komisyonu, iki tarafın da yüzde 50'yi geçemediğini ve seçimin ikinci tura kalması gerektiğini duyurmuştu.
Ancak Sırbistan Demokratik Muhalefeti, kendi adayları olan Voyislav Koştunitsa'nın oyların yüzde 52,54'ünü aldığını savunuyordu. Bu da ülke çapında gösterilerin başlamasına sebebiyet verdi.
5 Ekim günü Belgrad caddelerine yürüyen Miloşeviç karşıtları, parlamento, televizyon binası ve polis karakollarını ele geçirdi. Miloseviç 7 Ekim'de istifa ederek, başkanlık koltuğunu Kostunica'ya bıraktı.
1 Nisan 2001'de ise Sırp yetkililer, Miloşeviç'in hakkındaki yolsuzluk soruşturmaları için teslim olduğunu ve Belgrad cezaevine gönderildiğini duyurdu. Miloseviç daha sonra, Savaş Suçları Mahkemesi'nin yaptırdığı, Kuzey Denizi'ndeki özel cezaevine götürülecekti.
2. ABD
Dünyanın süper gücünün başkanlık seçimlerinde 21. yüzyıl boyunca tartışmalar eksik olmadı. Oğul Bush'un son anda kazandığı 2000 seçimleriyle, Kongre binasının işgaliyle sonuçlanan 2020 seçimleri en olaylı iki seçim olarak tarihe geçti. 2016 seçimleriyse dış müdahale iddialarıyla tartışmaların odağına oturdu.
2000'deki Başkanlık Seçimleri:
ABD'nin yakın tarihindeki olaylı seçimler, Al Gore V. ve George W. Bush arasındaki sansasyonel rekabete kadar uzanıyor.
2000'deki başkanlık seçimleri Cumhuriyetçi Parti'nin adayı olan Bush ve Demokrat Parti adayı Gore arasında son derece çekişmeli geçti. Gore ülke genelinde daha çok oy almayı başarsa da sayımlar devam ederken iki adayın Seçiciler Kurulu'nda birbirine yakın bir sandalye sayısına sahip olacağı ortaya çıktı. Bu durumda bir sonraki başkanı belirleyecek eyalet sayımın devam ettiği Florida'ydı.
Seçiciler kurulu, (Electoral College) ABD'de başkan ve başkan yardımcısını seçmek üzere halk oyuyla belirlenen 538 seçici üyeden oluşan bir kurul. Kurul başkanlık seçimlerinden hemen sonra bir defaya mahsus toplanıyor.
Öte yandan özellikle Missouri ve Florida gibi eyaletlerde yasadışı yol blokajları, fazladan oy pusulaları ve sayılmamış oy söylentileri çok yaygındı.
Florida'dan çıkan sonuç, bugünkü kutuplaşmanın önünü açtı
O dönemde yaklaşık 6 milyon seçmenden oluşan Florida'da Bush'un seçimi oyların yalnızca yüzde 0,005'e denk gelen 537 oyla kazandığı ortaya çıkmıştı.
Eyalet yasaları, iki aday arasındaki farkın yüzde 0,5'ten az olması durumunda oyların tekrar sayılmasını öngörüyordu. Seçimden üç gün sonraya, 10 Kasım'a kadar makinelerle yapılan yeniden sayım, Bush'un farkını 327'ye düşürdü.
Oy farkı o kadar azdı ki Demokrat Parti makinelerin seçim sonuçlarını etkileyebileceği inancındaydı. Bunun yüzde Gore, 4 bölgede oyların elle sayılması için itirazda bulundu. Bush ekibi ise yeniden sayımı durdurmak için hukuki mücadeleye başladı.
Demokrat Parti yeniden sayım için açtığı davayı kaybetti ama Florida Yüksek Mahkemesi'ne götürdüğü davayı kazandı. Böylece elle yeniden sayım başladı. Ancak Cumhuriyetçiler de bu kararı ABD Yüksek Mahkemesi'ne götürerek bozdurdu.
Mahkeme yeniden sayıma nokta koymuş ve Florida'nın oylarını Bush'a vermişti. Sonunda Gore, Yüksek Mahkeme'nin kararından duyduğu hoşnutsuzluğu gizlemese de seçimi alenen kabul etti.
Florida eyaleti bu sürecin ardından, kağıtları düzgün delemeyen oy makinalarını değiştirme kararı aldı.
2016: Donald Trump, Hillary Clinton'a karşı
2016 Başkanlık Seçimleri de Amerikan tarihinin en çekişmeli seçimlerinden biri olarak kayda geçti.
Eski Başkan Barack Obama üst üste iki dönem seçilmiş olduğu için üçüncü kez aday olamamış ve Demokrat Parti onun yerine Obama'nın kadrosunda Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Hillary Clinton'ı aday göstermişti.
Cumhuriyetçi Parti'nin adayı ise ülkenin en medyatik isimlerinden Donald Trump'tı.
Trump, toplam oy sayısı bakımından Clinton'a göre gerideydi ama Seçiciler Kurulu'nda 304'e 227'yle üstünlük sağlayarak seçimi kazandı.
Sonuç, anketörleri ve seçim analistçilerini şaşırtmıştı. Zira neredeyse hepsi Clinton'ın kazanacağını düşünüyordu.
Rusya seçimlere müdahale mi etti?
Seçimleri krizli bir hale getiren en önemli iddia, Rusya'ya bağlı İnternet Araştırma Ajansı (Internet Research Agency) adlı kurumun, sahte Twitter ve Facebook hesaplarından yapılan paylaşımlarla seçmenlerin görüşlerini etkilediği ve hackerlar aracılığıyla seçimlere müdahale ettiğinin öne sürülmesiydi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Rusya'yla bağlantılı 12 kişinin siber saldırılarında dolandırıcılıkla elde edilmiş e-mailler ve kötü amaçlı yazılımlar kullandıkları da iddia edilmişti.
Trump'ın ve Kremlin'in reddettiği iddiaları en çok da Demokrat Parti desteklemişti. Cambridge Analytica'nın verileri uygunsuz bir şekilde topladığına ve bu verilerin seçimlerde kullanıldığına yönelik ifşa da Demokratların söylemlerini güçlendirmişti.
Veri bilimci Christopher Wylie Donald Trump kampanyasını yürüten Cambridge Analytica'yı Mart 2018'de ifşa etmiş ve şirketin 87 milyon kişinin Facebook bilgilerini yasadışı şekilde ele geçirerek bunları beyazların üstünlüğünü savunan fikirleri canlandırmak için kullandığını ortaya çıkarmıştı.
22 ay süren soruşturma: Ünlü Mueller raporu Trump'ı akladı
Seçimlerin hemen ardından Trump'ın sonuçları etkilemek üzere Ruslarla işbirliği yapıp yapmadığını soruşturması için Eski Özel Yetkili Savcı Robert Mueller görevlendirildi.
Mueller neredeyse iki sene süren soruşturmasının 400 sayfalık raporunu Mart 2019'da Adalet Bakanlığı'na sundu. Adalet Bakanı William Barr da raporun önemli bulgularını bir mektupla Kongre'ye bildirdi ve Trump'ın Rusya'yla gizli bir işbirliği yaptığını gösteren bir sonuca ulaşılamadığını belirtti.
29 Mayıs'ta kameraların karşısına geçen Mueller, Rusya soruşturması dosyasının resmen kapandığını açıkladı.
2020 Başkanlık Seçimleri: Kongre Baskını'na giden süreç
ABD'de Kasım 2020'de yapılan son başkanlık seçimleri de ülke tarihindeki en olaylı seçimlerden biriydi. Cumhuriyetçilerin adayı Trump'a karşı Demokratlardan Joe Biden, 270 delegeyle seçimin kazananı oldu. Ancak Trump'ın sonucu kabullenmemesi ve seçmenlerini sokağa çağırması 6 Ocak 2021'deki Kongre Baskını'yla sonuçlandı.
ABD Kongresi, 6 Ocak`ta Seçiciler Kurulu Oylamasını onaylamak üzere toplanmışken, o tarihte halen ABD başkanı unvanını taşıyan Trump, Beyaz Saray'ın önünde yaptığı açıklamada destekçilerini başkent Washington'da toplanmaya ve "ülkelerine sahip çıkmaya" çağırdı.
Bunun ardından, göstericiler Kongre'ye yürüdü ve polisle yaşanan arbedeye rağmen çok sayıda gösterici içeri girmeyi başardı.
Washington genelinde sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, Trump’ın gerginliği düşürmek için yaptığı açıklamaların da göstericiler üzerinde etkisi olmadı. Sonunda Pentagon yaklaşık 1100 Ulusal Muhafızı seferber etti.
Yaklaşık 4 saat süren işgalde biri polis 5 kişi hayatını kaybetti.
Temsilciler Meclisi, daha sonra bu olayın soruşturulması ve suçluların tespiti için özel bir komite kurdu. 6 Ocak Komitesi diye anılan kurum, Aralık 2022'de soruşturmasını tamamladı ve nihai raporunu yayımladı.
18 ayda hazırlanan 845 sayfalık raporda Trump, "çok parçalı bir komplo" kurmak, Kongre'nin görevine engel olmak, tanıkların ifade vermesini engellemek ve kendi seçim kampanyasından para kaçırmakla suçlandı. Raporda Trump'ın kamu görevlerinden men edilmesi de tavsiye edildi.
Kongre'nin suçlama yetkisi yok
Öte yandan raporda bu suçlamaların gündeme getirilmesi, Trump'a mahkeme önünde resmen suçlama yöneltileceği anlamına gelmiyor. Zira Kongre'nin böyle bir yetkisi yok.
Kurum ancak elde ettiği bulguları Adalet Bakanlığı'na havale edebilir. Nitekim, 6 Ocak Komitesi bu raporla birlikte Adalet Bakanlığı'na Trump'a suçlama yöneltmesi için tavsiyede bulunmuş oldu.
Adalet Bakanlığı ise, Trump'ın ayaklanma nedeniyle yaralanan parlamenterler ve memurlar tarafından dava edilebileceğini belirten bir metin yayımlamakla yetindi.
3. Ukrayna
Şubat 2022'de Rus birliklerin Ukrayna'nın Donbass bölgesine girmesiyle başlayan Rusya-Ukrayna savaşına giden yol da aslında seçimlerle döşendi.
Ülkenin peşi sıra göreve gören Batı yanlısı ve Rus yanlısı liderler arasındaki keskin farklılıklar, kısa sürede halkta da karşılığını buldu.
Böylece ülkede savaşa giden süreç, 2004 seçimleriyle başlamış oldu.
2004 seçimleri
Ukrayna'da bugün Rusya ilhakına kadar gelen süreç aslında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından yaklaşık 10 yıl sonraki seçimlere ve "Turuncu Devrim'e" dayanıyor.
2004'te düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefet lideri olan Viktor Yuşçenko, Moskova yanlısı başbakan Viktor Yanukoviç'e karşı yarıştı. Batı yanlısı bir safta yer alan Yuşçenko'nun seçim kampanyaları sırasında zehirlendiği iddia edildi.
Yuşçenko, Ukrayna güvenlik servislerinden yetkililerle Kiev dışında akşam yemeği yerken zehirlendiğini söylerken, Rusya kendilerinin bu olayda rolü olduğu iddiasını reddetti.
Seçim sonucunda ise Yuşçenko'nun oyların yüzde 46,69'unu, Yanukoviç'inse 49,42'sini aldığı açıklandı. Ancak Yuşçenko, Donetsk ve Lugansk bölgelerinde seçime hile karıştırıldığını iddia ederek destekçilerine Kiev'de sokağa çıkma çağrısında bulundu.
O zaman düzenlenen gösterilere bugün Turuncu Devrim adı veriliyor. Bunun nedeni de Yuşçenko'nun seçim kampanyasında bu rengi kullanması.
Gösterilerin büyümesi üzerine seçimler tekrarlandı. 2005'te yüzde 77 katılımla gerçekleşen ikinci seçimlerde Yuşçenko'nun yüzde 51,99; Yanukoviç'in de yüzde 44,20 oranında oy aldığı ilan edildi. Böylece Yuşçenko Cumhurbaşkanı oldu. Ancak Ukrayna'da sular o zamandan beri durulmadı.
2014 Maidan olayları
Turuncu Devrim'den 10 yıl sonra Ukrayna sokakları büyük bir ayaklanmaya daha sahne oldu. 2014'teki ayaklanma, bu kez yeniden iktidara gelmiş olan Yanukoviç'in Avrupa Birliği (AB) Ortaklık Anlaşması'nı askıya almasıyla başladı.
Olayların büyümesi ve devlet binalarının Batı yanlısı protestocular tarafından ele geçirilmesiyle Yanukoviç hükümeti devrildi. Rus yanlıları bu olayı "darbe" diye nitelerken, Batıcılar bunun bir devrim olduğunu söylüyor.
Hükümetin değişmesiyle Yanukoviç, Rusya'ya sığındı, iktidara ise Batı yanlısı olduğu bilinen Petro Poroşenko geldi. Ancak Maidan olayları yalnızca bir başlangıçtı.
Kırım'ın ilhakı ve Odessa Katliamı
Kurulan Batı yanlısı yönetim hem Kırım'da hem de ülkenin doğusundaki Rus yoğunluklu Donbass bölgesinde tepkilere neden oldu.
O dönemde Ukrayna'ya bağlı olan Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde Rusya yanlısı gösteriler başlayıp, hükümet binaları silahlı ayaklanmacılar tarafından ele geçirilince bölge genelinde Rusya'ya katılımın oylandığı bir referandum düzenlendi. Tatarlar ve Ukraynalıların karşı çıkarak katılmadığı bu referandumun ardından Kırım, Rusya tarafından ilhak edildi.
Ülkenin doğusundaki Donetsk ve Lugansk'ı içeren Donbass bölgesinde de Ruslar arasında da hareketlenmeler başladı. Hükümetin değişmesinden üç ay sonra 2 Mayıs 2014'te, Kiev yanlısı ırkçı sağ sektör grubunun Odessa kentinde sendika binasını ateşe vermesi ve 40'tan fazla Rus vatandaşın binada yanarak can vermesi ayaklanmaları şiddetlendirdi.
Bu olayın ardından Donbass'ta yapılan gayrıresmi refenradumlarla 11 Mayıs'ta Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti isminde iki ayrı özerk yönetim oluşturuldu.
Ukrayna hükümeti bu yönetimleri yıllardır tanımıyor. O dönemde patlak veren bu krizler, NATO'nun Doğu Avrupa'daki birliklerini genişletmesi ve Şubat 2022'de Rusya'nın Donbass'a girmesiyle bugün sıcak savaş durumunu alarak devam ediyor.
4. İran
Kısa süre önce Mahsa Amini'nin polis şiddetiyle ölümünün ardından İran'da patlak veren kitlesel protestolar, sıklıkla ülkede 2009 seçimlerinin ardından başlayan gösterilerle kıyaslanıyor.
2009 protestoları, İranlıların 12 Haziran'da 10. kez cumhurbaşkanını seçmek için sandığa gitmesiyle başladı. Halihazırda görevdeki Mahmud Ahmedinejad ve reformcu muhalefet lideri Mir Hüseyin Musavi arasında gerçekleşen seçimler, iki tarafın da büyük mitingler düzenlediği, aradaki farkın az olacağı düşünülen türden bir rekabete sahne oldu.
Nitekim, 13 Haziran'da hükümetin Ahmedinejad'ın oyların yüzde 62,63'ünü, Musavi'ninse yüzde 33,75'ini aldığını açıklaması üzerine muhalefet sonuçlara itiraz etti. İki taraf da kendi zaferini ilan ederken, Musavi, "bariz ihlaller" olduğunu söyleyerek oy sayımının durdurulması çağrısında bulundu.
Bu açıklamanın ardından İran'ın başkenti Tahran'da protesto gösterileri başladı. Ahmedinejad zafer konuşması yaparken, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney de seçim sonuçlarının "Allah'ın takdiri olduğunu" söyledi.
Bu arada İranlı yetkililer Al-Arabiya gibi uluslararası haber ajanslarını sebep göstermeden bir haftalığına kapatırken, Facebook da kısıtlanmış durumdaydı.
14 Haziran'da protestolar devam ederken, Ahmedinejad taraftarı binlerce kişi de Tahran'ın merkezinde toplandı. Ahmedinejad'ı desteklediği ileri sürülen motosikletli kişiler, Musavi taraftarlarını kovalayıp, sopalar ve coplarla saldırmaya başladı.
Bunun ardından Hamaney, seçimleriyle ilgili soruşturma açılmasını kabul etti ve Musavi'den mücadelesini yasal yollarla sürdürmesini istedi. Ayrıca seçim kurulu, bazı oyların yeniden sayılmasını kabul etti. Ancak Musavi, yeniden sayımın hileli bir seçime itibar kazandıracağını söyleyerek yeniden sayımı reddetti ve seçimlerin yenilenmesini talep etti.
Bu arada Musavi'nin seçim kampanyasında kullandığı renk olan yeşil, gösterilerde de simge haline gelmişti. Gösteriler Yeşil Hareket diye anılıyordu. Örneğin İran milli futbol takımı, Güney Kore'deki Dünya Kupası ön eleme maçında yeşil kol ve bilek bantları takarak seçimi protesto etmişti.
19 Haziran'da ise Hamaney, seçimlerden bu yana ilk kez kamuoyu önüne çıkıp Ahmedinejad'ın aldığı 11 milyon oyun manipüle edilemeyecek kadar fazla olduğunu dile getirdi.
Bu esnada Devrim Muhafızları göstericilere ateş açarak ve bir tutuklama dalgası başlatarak gösterileri sert biçimde bastırdı. Gösterilerde onlarca kişi hayatını kaybederken, çok sayıda eylemci hapse girdi. Hareketin siyasi liderliği de ev hapsine alındı.
5. Brezilya
Brezilya'da uzun süredir devam eden iktidar mücadelesiyse Jair Bolsonaro ve Luiz Inácio Lula da Silva arasında yaşanıyor. 2018'de aşırı sağcı Bolsonaro'nun zaferiyle sonuçlanan seçimler, bugün Latin Amerika ülkesini sarsan olayların temelini oluşturuyor.
2018: Bolsonaro iktidara, Lula hapse
Brezilya İşçi Partisi'nin kurucu üyesi olan Silva, 2003 ve 2010 arasında iki dönem devlet başkanlığı görevini yürütmüştü. Portekizcede "kalamar" anlamına gelen "Lula" takma adını resmi ismine ekleten ve daha çok bu ismi kullanan siyasetçi, 2010'da görevden ayrılarak yerini halefi Dilma Rousseff'a devretttiğinde emlak sektörü kaynaklı bir ekonomik büyümeye liderlik etmiş, 30 milyon insanı yoksulluktan kurtarmış olan sendikacı bir kahraman olarak görülüyordu.
Görevi boyunca yoksullukla mücadele ve Amazon ormanlarını koruma siyasetiyle öne çıkan Lula, 2017'de ise devlete ait petrol şirketi Petrobras merkezli büyük bir yolsuzluk soruşturmasının içine çekildi.
Lula, Petrobras ihale ve sözleşmelerine erişim sağlama karşılığında rüşvet aldığı yönündeki suçlamaları hep reddetti. Ancak rakibi Bolsonaro 2018 seçimlerini kazanınca hapse atıldı.
Yolsuzluk nedeniyle hüküm giyen Lula, 12 yıl 1 aylık hapis cezası alınca Nisan 2018'de teslim oldu. Lula yaklaşık iki yıl hapis yattıktan sonra 8 Kasım 2019'da tahliye edildi. Mahkumiyeti, davanın baş yargıcının taraflı olduğunu tespit eden Yüksek Mahkeme tarafından düşürüldü.
Son olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi de Lula'nın tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna vardı.
2022 Seçimleri'nde Bolsonaro, Lula'nın zaferini kabul etmedi
Lula'nın hapiste olduğu süre boyunca Bolsonaro yönetimi tam tersi politikalar izledi. Amazon Ormanlarını madenciliğe açan aşırı sağcı Bolsonaro, Lula'nın tahliye edilmesinin ardından 2022 seçimlerinde ona karşı yarıştı.
Ekim ayında düzenlenen seçimlerde Lula'nın yeniden devlet başkanı seçilmesinin ardından Bolsonaro taraftarları "seçim sonuçlarının hileli" olduğu iddiasını dile getirmeye başladı.
Bolsonaro, Lula'nın Ocak 2023'teki yemin töreninden bir gün önce, kendisini bekleyen soruşturmalardan kurtulmak için askeri uçakla ABD'ye kaçmıştı. Ancak Lula'nın seçim zaferini kabul etmemeyi sürdürdü.
Sonunda 8 Ocak'ta Bolsonaro yanlıları, Brezilya Kongresi'ni işgal etti. Polis, Kongre'ye girenlere göz yaşartıcı gazla müdahale etti.
Bolsonaro'nun seçimi kaybetmediğini iddia eden destekçileri yemin töreninden önce haftalarca askeri birlikler çevresinde kamp kurarak orduyu yönetime el koymaya çağırdı.
6. Bolivya
Hile iddialarının darbeye dönüştüğü Bolivya'da ise Eski Devlet Başkanı Evo Morales'in zaferiyle sonuçlanan 20 Ekim 2019 genel seçimi tartışmalı geçti.
İptal edilen bu seçimden yaklaşık bir yıl sonra Bolivya halkı yeniden sandığa gitmek zorunda kaldı.
Sosyalizm Hareketi Partisi'nin (MAS) lideri Morales, 2019 seçimlerini ilk turda kazanmasına yetecek çoğunluğu sağladığını açıkladığında yaklaşık 14 yıldır devam eden iktidarını pekiştirmek üzereydi. Fakat oyların sayımı sırasında Yüksek Seçim Kurulu'nun sayıma bir gün ara vermesi ve ardından ilk turda Morales'in kazandığının açıklanmasıyla seçimlere hile karıştırıldığı iddiaları patlak verdi.
Morales'in ve onun en yakın rakibi Carlos Mesa'nın destekçileri sokaklarda çatışmaya başladı. Gösterilerde çoğunluğu Morales yanlısı 35 kişi hayatını kaybetti ve 800'den fazla kişi yaralandı.
Orduya darbe çağrıları yapılması, MAS mensubu bakan ve yerel yöneticilerin şiddet yoluyla istifaya zorlanması da çemberin giderek daralmasına neden oldu.
Ordu halkla karşı karşıya gelmemek için şiddet olaylarına müdahale etmeyeceğini açıkladı ve 10 Kasım'da Morales'e istifa etmesi çağrısında bulundu. Morales istifa ederek önce Meksika'ya ardından da Arjantin'e siyasi sığınmacı olarak gitti.
Bu askeri müdahale, Latin Amerika'da darbeler döneminin yeniden açıldığı yorumlarına da yol açtı.
Bu esnada 11 ay boyunca geçici hükümetle yönetilen Bolivya, 18 Ekim 2020'de yeniden seçime gitti. Bu seçimde Morales'in partisinin adayı Luis Arce oyların yüzde 55'ini alarak seçimi ilk turda kazandı.
Demokrasinin yeniden kazandığını ifade eden Arce, "istikrar ve sosyal barışı yeniden sağlama" sözü verdi.
Bu süreç, dünya genelinde Morales destekçileri tarafından "ABD destekli başarısız darbe" diye niteleniyor.
7. Venezuela
Venezuela'daki iktidar krizi, darbe girişimlerine rağmen liderliğini korumayı başararak ülkeyi yıllarca yöneten eski başkan Hugo Chavez'in ölümünden beri devam ediyor.
Krizin baş aktörlerinden biri olan, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, "Bolivarcı devrimi" gerçekleştirme idealiyle yola çıkan Chavez'in öğrencisiydi.
Maduro, 2013'teki seçimleri kazanarak Chavez'in hayatını kaybetmesinden üç gün sonra yemin etmiş ve ilk kez devlet başkanı olmuştu.
Ancak 2015'te yapılan parlamento seçimlerinde Ulusal Meclis'in çoğunluğu muhalif grupların eline geçmişti. Meclis başkanlığı da o dönemde 35 yaşında olan Jose Guaido'daydı.
Öte yandan 2017'de Ulusal Meclis'in yetkileri elinden alındı. Bu girişim ülkede protestoların patlak vermesine neden oldu. Daha sonra hükümet kısmen geri adım attı ama eylemler devam etti.
Protestoların birinci ayı dolarken Maduro da ülkede "barışın yeniden tahsisinin tek yolu" olduğunu söyleyerek, ülkenin 1999 anayasasının değiştirilmesine karar verdiğini açıkladı. Anayasa değişikliği için bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Kurucu Meclis için ulusal çapta seçim düzenlendi ama muhalefet bu seçimleri boykot etti.
Venezuela anayasası, 1999'da Chavez döneminde seçilen Kurucu Meclis tarafından yazılmıştı. Ancak, o dönemde Chavez, anayasa değişikliğini halk desteğinin yüksek olduğu bir dönemde yapmış ve öncesinde yeni meclisin oluşturulmasıyla ilgili karar için referanduma gitmişti. Maduro ise konuyu halka götürmeden, yayımladığı kararnameyle Kurucu Meclis oluşturulmasına karar vermişti.
Bu olayların ardından ABD'de Donald Trump yönetimi, 2017'de Venezuela'ya, yaptırımlar uygulamaya başladı. ABD mali piyasasında Venezuela Hazine tahvillerinin ticaretini ve Venezuela petrol ve doğal gaz şirketi PDVSA'yla iş yapılmasını yasaklandı. Bu da Venezuela ekonomisini giderek kötüleştirdi.
2019'da Guido kendini "geçici başkan" ilan etti
2018'de Venezuela bu kez başkanlık seçimlerine gidiyordu. Ancak öncesinde yaşanan tüm bu olaylar, Maduro'nun zaferiyle sonuçlanan seçimlerin tartışmaya açılmasına sebebiyet verdi. Maduro, 10 Ocak 2019'da yemin ederek, 6 yıllık yeni görev dönemine başlarken, muhalefet lideri Guaido ise kendini "Geçici Devlet Başkanı" ilan etti.
Guido'nun başkanlığı Ulusal Meclis, ABD, AB ve birçok ülke tarafından tanındı. ABD, Guaio'nun kendini geçici başkan ilan etmesinden birkaç dakika sonra muhalif lideri ülkenin meşru lideri olarak tanıdığını ilan etti.
ABD'nin bu kararının ardından Kanada, Şili, Peru, Brezilya, Guatemela, Kolombiya ve Paraguay da Guaido hükümetini tanıyacaklarını açıkladı.
Maduro'ya destek çıkan ülkelerin başında da Rusya, Çin, Türkiye, Meksika, Küba ve Bolivya vardı. Avrupa Birliği ise Guaido'ya verdiği desteği 2021'de sonlandırdı.
Venezuela'daki muhalefet koalisyonu da işlevsiz kaldığı gerekçesiyle Guaido liderliğindeki geçici hükümetin 30 Aralık'ta ortadan kaldırılmasına karar verdi.
2020 Parlamento Seçimleri
Muhaliflerin kontrolündeki Ulusal Meclis başkanlığı, 2020'de yapılan seçimlerle el değiştirdi. Muhaliflerin yine boykot ettiği seçimde Maduro'nun Yardımcısı Jorge Rodriguez, Guaido'nun yerine meclis başkanı oldu.
Öte yandan söz konusu seçime katılım, yüzde 31'de kaldı.
ABD'nin yaptırımları hafiflerken Venezuela yeniden seçime hazırlanıyor
Venezuela'nın yeni devlet başkanlığı seçimleri 2024'te düzenlenecek. Bu esnada muhalefetteki partiler, Ekim 2023'te yapılacak ön seçimlerde Maduro'nun karşısına çıkaracakları adayı belirlemeye hazırlanıyor.
Guaido, 22 Ekim'de yapılacak bu ön seçimlerde Halk İradesi partisinden yeniden aday olmaya karar verdi.
Bu arada ABD'de Biden yönetimi, Maduro hükümeti ve muhalefet arasında müzakerelerin yeniden başlaması için bazı yaptırımları kaldırma kararı almış durumda. Maduro ABD'nin ülkesine uyguladığı petrol yaptırımlarını hafifletme kararını "doğru yöne atılmış adım" olarak nitelendirse de bu adımların "yeterli olmadığını" söylüyor.
8. Hong Kong
Hong Kong'daki siyasi huzursuzluğun arka planında, Çin yönetiminin, dünyanın ticaret merkezlerinden biri olan özerk bölgeyi daha sıkı kontrol etmek istemesinden kaynaklanıyor. Bu durum son dönemde Hong Kong'da yapılan seçimlerin tartışmaya açılmasına ve kitlesel protestolara yol açıyor.
2021 Yasama Meclisi Seçimleri
Çin'e bağlı Hong Kong Özel İdare Bölgesi'nde Aralık 2021'de yapılan Yasama Meclisi Seçimleri yüzde 30,2'lik katılım oranıyla bu yüzyıldaki en tartışmalı seçimlerden biri haline geldi. Yasama Meclisi, Hong Kong'un yerel yasama organı niteliğinde.
Bu seçimler, Çin Halk Kongresi'nin, Hong Kong'daki seçim sistemini revize etmesinin ardından yapılan ilk seçimlerdi. Mart 2021'de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in imzaladığı iki ayrı kararnameyle yapılan değişikliklerle, Yasama Meclisi'nde doğrudan seçimle belirlenen sandalye sayısı azaltılmıştı.
Revizenin ardından meclisin genel sandalye sayısı 70'ten 90'a çıkarılırken, doğrudan seçimle belirlenen sandalye sayısı 35'ten 20'ye düşürülmüştü.
Çin yönetimi, seçim sistemindeki değişikliklerin "Hong Kong'un vatanseverler tarafından yönetilmesini" sağlayarak kentte istikrarı güvence altına alacağını" savunurken, demokrasi yanlısı muhalifler, bölgenin özerkliğine zarar verdiği eleştirisini yapıyor.
Arka plan: Hong Kong protestoları
Çin yönetiminin Hong Kong'un seçim sistemini değiştirmesinin nedeni, 2019'da başlayan protestolara dayanıyor.
Bu gösteriler, Hong Kong'un, hükümetin istediği suçluları yargılanmak üzere Çin anakarasına göndermesine izin verecek bir iade yasası önermesinin ardından başlamıştı. Kitlesel protestolar, Kovid-19 salgınına rağmen 2020'ye kadar devam etmişti.
Kasım 2019'da gösterilerin gölgesinde rekor katılımla yapılan yerel seçimlerde, muhalefet büyük bir zafer kazanmış ve 18 bölge meclisinin 17'sinin kontrolü, muhalefete geçmişti. Tartışmalı yasa tasarısı da 2020'de askıya alınmıştı.
Çin'in Hong Kong'daki seçim sistemini revize etmesi, protestoların ve yerel seçimlerin ardından Hong Kong üzerinde kontrolünü sıkılaştırma çabasının bir parçası olarak yorumlandı.
Hong Kong'un statüsü
Hong Kong, 1898'de imzalanan "kira sözleşmesiyle" uzun yıllar Birleşik Krallık hakimiyetinde kaldıktan sonra 1997'de Çin'e devredilmişti. İmzalanan ortak deklarasyon çerçevesinde Hong Kong'a 2047'ye kadar basın, ifade, toplanma, inanç ve serbest akademik çalışma gibi özgürlükleriyle bağımsız idari ve hukuki yapısını koruma hakkı tanınmıştı.
Hong Kong, Çin'e bağlı olmasına rağmen kendine ait para birimi, dil, hukuk sistemi ve kimlik kullanıyor. Özerk bölgenin sadece savunma ve dış politika gibi konularda Pekin'e bağlı olduğu bu yönetim modeli, "bir ülke, iki sistem" diye adlandırılıyor.
Ancak 2020'de protestoların ardından seçim sisteminin değiştirilmesinin yanı sıra Pekin'in "ayrılıkçılık, yıkıcılık ve dış güçlerle işbirliği yapmayı" suç haline getirdiği Hong Kong Güvenlik Yasası da bölgenin özerk yapısına dair kaygıları artırıyor.
9. Kazakistan
Kazakistan halkı Kasım 2022'de protestoların, darbe söylentilerinin ve Rusya'nın gölgesinde cumhurbaşkanını belirlemek için erken seçime gitti.
Başlangıçta Aralık 2024'te yapılması planlanan ama ocak ayındaki kitlesel protestoların ardından erkene alınan seçim, halihazırda vekaleten cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Kasım Cömert Tokayev'in oyların yüzde 81'ini almasıyla sonuçlandı.
Ocak protestoları, o yılın ocak ayında akaryakıta yönelik ani bir zammın ardından başlayan kitlesel gösteriler. İlk olarak petrol işleme tesislerinin olduğu Janaözen'de başlayan eylemler, ülkenin diğer şehirlerine, özellikle de en büyük kent olan Almatı'ya yayılmıştı.
Protestoların ülkenin çoğuna hızla yayılmasının ardından Kazak yetkililer, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütün'e (KGAÖ) başvurdu. Bu örgütte Kazakistan'ın müttefiki olan Rusya, çağrıya hızlı bir şekilde yanıt verdi ve bir KGAÖ barış gücü kurarak, 6 Ocak’ta Kazakistan’a 3 bin paraşütçü gönderdi. Bu arada Kazakistan'ın 19 milyonluk nüfusunun 3,5 milyonunu etnik Ruslar oluşturuyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin erkene alınmasının ardında bu protestoların önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Dolayısıyla seçimlerin de Rusya müdahalesinin gölgesinde geçtiği yorumları yapılıyor.
Tokayev, 2019'da eski cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in "yeni nesil liderlere ihtiyaç duyulduğunu" söyleyerek görevinden istifa etmesinin ardından cumhurbaşkanlığı koltuğuna vekaleten oturmuştu. Kasım 2022'deki seçimlerin öncesinde anayasa değişikliği referandumu ve cumhurbaşkanlığı görev süresinin 5 yıldan 7 yıla çıkarılması çağrısında bulunmuştu. Daha sonra Tokayev'in talepleri olumlu karşılandı ve nihayetinde bir kararnameyle erken seçim tarihi belirlendi.
Seçimlerde Tokayev'in karşısında çok tanınmamış bir dizi aday yarıştı. Adaylar arasında yüzde 4'ü geçebilen olmadı. Tokayev ise tüm parlamento partilerinin ortak adayıydı. Bu da seçimlerin gerçek bir seçim olup olmadığının sorgulanmasına yol açtı.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) sonradan yayımladığı bir raporda seçimlerin gerçek bir çoğulculuktan ve rekabetten uzak olduğu söylendi. Raporda ayrıca, vatandaşların siyasete katılımının önemli ölçüde kısıtlandığı savunuldu.
Seçimden hemen önce 7 kişiyi tutuklayan Kazak yetkililer, bir darbe girişimini önlediklerini iddia etmişti.
Diğer yandan Haziran 2022'de yapılan ve "evet" oyu çıkan anayasa değişikliği referandumu, ülkede demokrasiyi güçlendirmeye yönelik bir adım olarak yorumlanmıştı. Zira bu anayasa değişikliği, idam cezasını tamamen kaldırmayı, parlamentonun yetkilerini artırmayı ve "süper başkanlık yönetim sistemine" son vermeyi öngörüyor.
10. Nijerya
Nijerya'da 25 Şubat 2023'te yapılan genel seçimler şimdilik son olaylı seçim olarak kayda geçti.
Adayların tüm süreç boyunca geniş çaplı kampanyalar yürüttüğü seçim, iktidar partisi Tüm İlericiler Kongresi'nin Yoruba kabilesine mensup Müslüman adayı Bola Ahmed Tinubu'nun yüzde 37 oy alarak zaferini ilan etmesiyle sonuçlandı.
Halkın Demokratik Partisi adayı Atiku Abubakar yüzde 29, İşçi Partisi'nin adayı Peter Obi ise yüzde 25 oy alarak seçimleri tamamladı.
Öte yandan ülkenin muhalefet partileri ve onların destekçileri, bu seçimleri meşru görmüyor. Seçim komisyonu tarafından belirlenen sonuçların doğru olmadığını savunan muhalifler, ilk olarak komisyonun önünde protesto gösterilerine katıldı.
Bu arada ana muhalefetteki Halkın Demokratik Partisi, mahkemeye giderek yasal itirazda bulunacaklarını açıkladı. İşçi Partisi'nin de seçiminin sonuçlarını kabul etmeme kararı aldığı biliniyor.
1999-2007 yılları arasında Hristiyan nüfusun ağırlıklı olduğu Lagos Eyaleti Valisi olarak görev yapan Tinubu, bölge halkı tarafından Lagos'un Babası diye anılıyordu.
Fakat vazifesinin hemen ardından yolsuzluk, kara para aklama ve yurtdışında çok fazla sayıda hesap bulundurma gibi iddialarla suçlanmıştı. Suçlamaları kabul etmeyen lider hiçbir zaman yargılanmadı.
70 yaşındaki Tinubu seçim süreci boyunca da muhalif kesimler tarafından gerek ilerleyen yaşı gerek sağlık sorunları ve geçmişindeki yolsuzluk iddiaları nedeniyle ağır bir şekilde eleştirilmişti.
Yararlanılan Kaynaklar: Washington Post, New York Times, Reuters, BBC, CNN International, AP, France 24, Wsws.org, OSCE.org, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Anadolu Ajansı, BBC Türkçe, Bianet, BirGün, Euronews, Evrensel, TRT Haber
© The Independentturkish