Haremeyn-i Şerifeyn Ağalarının, 800 yılı aşkın bir süre önce 1161 (hicri 557) yılında Müslüman bir hükümdarın rüyasıyla başlayan hikâyesi, 1979'da bir İslam alimi tarafından sona erdirildi ve böylece Haremeyn-i Şerifeyn'e yüzyıllarca hizmet eden bir topluluğun sözleri ve hatıralarıyla dolu bir sayfa dürülmüş oldu.
Mekke veya Medine'de "harem ağaları" diye bir şey duyarsanız bilin ki Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevi'nin hizmetinde çalışan ve "hadım edilmiş" kişilerden oluşan bir topluluktan bahsediliyordur.
Bunlar, kıyafetleri ve faaliyetlerinden ayırt edilir ve tavaf alanının avlusunda ya da mescidin bazı revaklarında dururlardı.
Diğer bir kısmı da Peygamberimizin odasını temizler ve beyaz giysi ve sarıklar giymiş, belirli anlamları olan kuşaklar sarınmış halde, cuma hutbesi için minbere yönelen imama eşlik ederdi.
Bazıları onları "et-tavaşiye" yani "hadım" olarak adlandırırdı. Şimdi gözden kayboldular. Hikâyeleri de 45 yıl önce yavaş yavaş sona ermeye başladı.
Peygamberin naaşına yönelik hırsızlık teşebbüsü
Tarihî kayıtlara ve Ümmü'l-Kura Üniversitesi'nde akademisyen Seher Da'da'nın, Haliciyye kanalında meslektaşı Abdullah el-Müdeyfer ile ağaların tarihine dair yaptığı açıklamaya göre "harem ağaları" fikri, 1174 yılında vefat eden Sultan Nureddin Zengi döneminde Hz. Muhammed'in cesedine yönelik bir hırsızlık teşebbüsünden sonra ortaya atıldı.
Rivayete göre Zengi, rüyasında Peygamber Efendimizi (s.a.v.) gördü; ona kumral iki adamı göstererek "Beni bu iki adamdan kurtar" diyordu.
Bir gece içerisinde aynı rüyayı üç defa gördü. Bunun üzerine uykusundan sıçradı ve kadıları topladı.
Kadılar, ona Medine-i Münevvere'ye gitmesini tavsiye etti. Beraberinde Medine ahalisi için çeşitli eşyalar olduğu halde oraya vardı, insanları topladı ve onlara hediyeler dağıttı, ancak o iki adamı görmedi.
"Sadaka almayan biri kaldı mı?" diye sorduğunda, "Hayır" dediler. Onlara iyice düşünmelerini söyleyince oradakiler, Endülüs ahalisinden olup Medine'ye gelen ve Peygamberin kabrine komşu olan varlıklı ve dindar iki adamdan bahsetti.
Zengi, o ikisinin getirilmesini emretti. Onları gördüğünde, rüyasındaki iki adam olduğunu anladı. Onlara nereden geldiklerini sorunca, "Mağrib ülkesinden gelen hacılarız" dediler.
Kendisini, evlerine götürmelerini istedi. Oraya gidince para ve kitap dışında bir şey bulamadı. Ancak hasırı kaldırdığında Peygamberin odasına varan bir tünel buldu.
Planları, Peygamberin naaşını çalmaktı ve (Haçlı Seferleri sırasında) Haçlılar tarafından gönderilmişlerdi.
Nureddin Zengi, kimse Peygamberin kabrine el sürmeye cüret edemesin diye kabr-i şeriflerin etrafına sağlam bir kurşun duvarla hendek yapılmasını emretti.
Etrafındakiler ona kabre bekçiler yerleştirilmesini önerdiğinde, "Benden önce hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi nasıl yaparım?" dedi.
Ama sonra Mescid-i Nebevi'ye, bekçi ve hizmetçi olarak 12 hadım gönderdi. Daha sonra bu, bir yol haline geldi ve peş peşe gelen yöneticiler bu yolu takip etti.
Detaylandıran Salahaddin
Da'da'nın bildirdiğine göre Salahaddin Eyyubi döneminde Mescid-i Nebevi'deki ağaların görevleri düzenlenip aylık maaşa bağlandıktan sonra sayıları 24'e çıkarıldı.
1176 yılında Medine-i Münevvere'deki ağa sayısı 120 iken daha sonra azaldı. Şimdi ise sadece 6 tane mevcut; bunların üçü Medine-i Münevvere, üçü de Mekke-i Mükerreme'de. Hepsi 90 yaşın üzerinde ve artık hiçbir iş yapmıyorlar.
Da'da'nın anlatımına göre başlarda ağaların sağlaması gereken, Kur'ân-ı Kerim'i ezberlemek ve ibadet edecek kadar iyi okumak gibi şartlar vardı.
Ancak sonra bunlar öyle azaldı ki Osmanlı döneminde cehalet, öğrenmeye baskın geldi ve şartlar, ağanın çalışabilir olması ve gece nöbeti tutabilmesinden ibaret hale getirildi.
Da'da, ağa kültürünün önce sultanların saraylarında kadınlara eşlik etmek için yerleştiğini, daha sonra hizmet etmek üzere Haremeyn-i Şerifeyn'e taşındığını belirtiyor.
Hadım olduklarından emin olunması
Suudi Hanedanı döneminde ağalar, devletin kurucusu Kral Abdülaziz'in ilgisine mazhar oldu ve Kral, ağalık kurumunun olduğu gibi kalması için bir ferman çıkardı.
Daha sonra hicri 1335 yılında Şura Meclisi, 42 maddelik "Haremeyn Ağaları" düzenlemesini onayladı ve bu düzenleme, ağaların tüm içişlerinde referans haline geldi.
Bu topluluğa ilişkin tüm detayların izini sürdüğü bir kitap kaleme alan Da'da, ağaların bir Suudi gibi muamele gördüğüne işaret ediyor.
Nitekim ağaların şeyhi ve iki şahit tarafından, hadım olduklarından emin olunduktan sonra onlara vatandaşlık veriliyor ve ağalık teşkilatına dahil edilmek üzere işlemleri Hac ve Umre Bakanlığ'ına sunuluyordu.
1979 (hicri 1399) yılından bu yana Haremeyn'e ağa tayin edilmedi. Zira o diyarın müftüsü Şeyh Abdülaziz bin Baz'ın kulağına, başta Habeşistan olmak üzere İslam ülkelerindeki halkın, çocuklarını Haremeyn'e adamak üzere hadım ettiklerine dair bazı haberler geldi.
Onun fetvasına göre bu, insanlık onuruna bir hakaret olduğu için İslam'da yeri olmayan bir şeydi. Bu yüzden Kral Fahd bin Abdülaziz'e bir telgraf göndererek bu uygulamanın iptal edilmesini ve yeni ağaların gelişini durdurmasını istedi.
Ağalara Peygamberin odasıyla minberin anahtarı emanet ediliyor. Kâbe'nin anahtarından ise Kâbe'nin bekçileri sorumlu. Bu bekçilere temizlik, düzenleme, tütsüleme ve diğer işlerden oluşan 40 kadar görev verilirdi.
Her milletten
Suudi Hanedanı döneminde onların görevleri, kralı ve beraberindeki heyet ile yabancı resmî heyetleri Mescid-i Nebevi'deki Bâbüsselam'da karşılamak ve onları Ravza-i Şerif'e götürmek, Mescid-i Haram'da Kral Abdülaziz Kapısı'ndan tavafa kadar onlara eşlik etmek ve zemzem suyu içirmekten ibaret hale geldi. Emekli olana kadar da böyle.
Oysa eskiden, şimdilerde temizlik şirketlerinin Haremeyn'de yaptıkları işlerin çoğunu onlar yapıyordu.
Habeşistan, Sudan, Buhara ve Malezya gibi değişik ülkelerden ve farklı renklerden olsalar da yüksek bir konuma sahiplerdi.
Valiyle birlikte oturur, Haremeyn-i Şerifeyn'e hizmet ettikleri için hacılar onların elini öper, Suudi krallarıyla görüşmeleri için onlar adına resmî ziyaretler düzenlenirdi.
Hadım olmakla birlikte birçoğu geçmiş asırlarda dul ya da boşanmış kadınlarla evlenip bu kadınların çocuklarını büyütmüş ve onlarla aile ortamı içinde yaşamıştı.
Zenginlikleri bu konuda onların işini kolaylaştırıyordu. Nitekim asırlardır halen muhafaza edilen vakıflara sahipler ve bu vakıflar onlara büyük miktarlarda gelir getiriyor.
Bu kişilerin, Mekke ve Medine'deki mal varlıklarının yüz milyonlarca dolar olduğu tahmin ediliyor.
Suudi Akademisi'nin resmî kaynaklardan aktardığı bilgilere göre söz konusu vakıfların gelirleri, ağaların vefatından sonra yılda yüz milyonlara mal olan Haremeyn-i Şerifeyn'e aktarılacak.