"Hulâsa-i Tıbb" Osmanlı döneminden elimize ulaşan ve Farsça yazılan bir eser.
Esasen İslam dünyasının tıp biliminin birikimini toplayan bir tercüme eser.
Cerrah Mesud, eserin çevirisinde amacını şu sözleri nakleder:
Bu (nüsha) zayıf cerrâh Mes'ûd'un eline geçti. Gördüm ki Persçe ve Yunanca (Persçe ve Pehlevice) dilinde karışık hazırlanmış ve dağılmış. Diledim ki gücümün yettiğince Türkçeye çevireyim, her yeni başlayana kolaylaştırayım ve her çeşit yaranın sebebini, belirtisini ve tedavisini bildireyim. Hatta bir yara olduğu zaman, üstat (ve işinin ehli [tabip]) bulunmazsa, bu kitap ile iş görsünler faydalı olur.
Cerrah Mesud, bu eserde tıp bilimindeki sürekliliğe işaret ediyor, hiçbir tabibin şahsi birikimin insan sağlığını anlamakta yeterli olmayacağını savunur:
Bu san'ata çok üstat gerekir, o kimse ki, her yarayı yarasına göre işlesin. Çünkü ilim korkutucu, ömür, zaman dar, tecrübe hata, karar vermek çabuk, ihtiyat övgüye değer. Her tabibin ve her cerrahın her hastalığı teşhis edebilmesi ve ondan sonra tedavi etmesi gerekir. Çünkü bilmeden yapmak tehlikedir.
Bundan sonrasında sözü fazla kesmeyeceğim, bilhassa doktor okurlarımız için, Osmanlı'da çeşitli yaralanmalar ve bunların karşısında doktorların/cerrahların ilginç tedavilerini okurlara bırakıyorum:
Başa taş ya da ağaç ya da çomak ya da başka türlü darbe dokunursa ve kafa çökerse
Sebebi ya savaştan ya da düşmekten olur. Belirtisi odur ki katı nesne çiğneyemez, gözleri şişer ya da kızarır. Onun tedbiri odur ki önce yaralıya su ile birlikte şeker şerbeti (ya da elma şarabı) içirsinler. Ondan sonra orayı haç gibi yarsınlar (ama atardamardan ve dalından sakınsınlar).
Eğer damar kesilip kan atılırsa, o kan çıkan yeri demirle mastakî [damla sakızı; Resina Pistacia lentiscis L.] ile dağlasınlar ve o derinin uçlarına iğne ile ibrişim geçirsinler ve boğazının altında bağlasınlar ki kafa açık kalsın. Ondan sonra kemiği kazısınlar çıkan kanı pamuk ile (ya da sünger ile) alsınlar. O (kırılmış) kemiği uygun bir şekilde (sakınarak) çıkarsınlar.
Eğer tutan bir yeri varsa testereyle ya da kerpeten ile alsınlar, korkmasınlar. Eğer beyin sağlam ise ve o beyne kan inmişse (şeker eksinler. O kanı keser, su gibi yapar) o kanı beyin hücrelerinde bir zerre kan kalmayana kadar pamuk ile silsinler ve yerine şeker eksinler. Ondan sonra derhal o çıkan kemiğine (kemiğin yerine) uladı koysunlar.(…)
Neredeyse açık bir beyin ameliyatının detaylarını okuduk. Eski çağlarda en çok kılıçla yaralanmaların olduğunu biliyoruz. Bunun karşısında alınan tedbir ise şöyle:
Başta kılıç ve bıçak ve bunlara benzer açık yara
Önce uğraşta ya da savaşta olur. İşareti açıktır. Gözükür nesnedir. Bilinir. İlk tedbir o yaranın dört yanını kazısınlar. Mîl ile arasınlar. Eğer mil kemiğe dokunup cayırdarsa, açsınlar, temizlesinler. Ama kılıçtan ve bıçaktan kemik yarılır (çatlar), parçalanması az olur (ama kılıçtan bıçaktan kemik aşağı çöker, kesilmesi az olur). Kan çok akarsa hûn bend [hemostatik madde] koysunlar, sıkı bağlasınlar. Ya da keçe yapıştırsınlar, (üzerine yumurta sarısını koysunlar,) sıkı sarsınlar. Üç gün dursun.
Ondan (üç günden) sonra şarapla zeytinyağını kaynatsınlar, koyun yünü ile o yeri ıslatsınlar, temizlesinler, paklasınlar (hazırlasınlar. O yarayı açsınlar, o şarapla yıkasınlar. Eğer kemik açık olursa yağdan sakınsınlar). Günde iki kez bâselîkûn merhemi koysunlar. O merhemi domuz yağı ile karıştırsınlar. O yaranın eti tamamen dola(na kadar pansuman yapsınlar).
Sonra et fazla olmasın diye merhem koymasınlar. (Sonra derisini tamamen bitirmek için merhem-i kâfûrî koysunlar.) Eğer deri kafadan sıyrılıp, kulağına salınırsa ya da enseye düşerse (bir tarafa salınırsa), birkaç gün de üzerinden geçse o deriyi kesmesinler (yabana atmasınlar), dikkatle kanayana kadar kazısınlar.
Cerrahların yalnızca kafa darbelerine müdahale ettiğini düşünmeyin. Bizatihi kanser ameliyatı dahi yapılıyordu:
Başda eğer seretân [kanser] dedikleri renc [hastalık, yara] olursa
O rencin sebebi kalın ahlattır. Belirtisi: Küçük yara olur, yenir. Çoğu gövde de olur. Tedavisi, tedbiri: Eğer başta olursa, saçı kazısınlar ve dikkatle haç gibi yarsınlar ki derisi açılsın. İçinden ceviz gibi kabıyla çıkarsınlar. Yerini tuz doldursunlar. Üç gün dursun. Ondan sonra merhem ile bitirsinler. Kurtulsun, gitsin.
Eğer azada olursa büyük [olur]. Tedavi ince kendir ile aşağıdan sıkı bağlasınlar, çıkarsınlar ki yağ gibi olur. Yerine şeker ve tuz eksinler. Eğer kan akarsa kan durdurucu [hemostatik] doldursunlar. Eski pamuk koysunlar. Sıkı güzel sarsınlar. Üç gün dursun. Ondan sonra açsınlar. Bâselîkûn merhemi ile bitirsinler. Başka bir tedavi: Dört yerden biz ile delsinler ve her deliğe bir şâf [supozituvar] soksunlar. Ekşi hamur çıkarır ve giderir.
Buraya kadar cerrahların bıçaklarını konuştuk. Oysa Osmanlı tıbbı çoğunlukla bitkisel çözümlere dayanıyordu.
Osmanlı tıbbının önemli eserlerinden Risâle-i Mu'âlece'ye hangi bitki ile Osmanlı'da hangi hastalıklar iyileştiriliyormuş, bir de ona bakalım:
Gelincik çiçeginüŋ suyın saça ve sakala sürse gâyet kara ola.Her kim ya[r]puzı çeyneyüp göze sürse göz agrısın gidere.
Her kim turpı bal ile kaynadup yėse göbek ve kasık agrısın gidere.
Okuyanı en fazla etkileyen pasajlardan biri, ölü cenini ameliyatsız çıkarma için kullanılan ilaç olsa gerek:
Her kim hevîc tohmın yükli 'av[re]tüŋ altından tütsi vėrsün, karnındaki ölmiş uşagı düşüre.
Liste uzun… Son olarak üstat-ı azam Evliya Çelebi'nin eserinde zikrettiği ilaçlardan bahsedip bitirelim.
Seyahatname'de bahsedilen birçok hastalık vardır. Bu hastalıklara karşı kullanılan şifa otları ve sular da önemli yer tutar.
Timsah yağı:
Nil içinde bulunan hayvanları ve özelliklerini bildirir; Evvela Nil nehri içinde binlerce çeşit balık vardır. Ama bunlardan timsah, çok heybetli ve zararlı bir hayvandır. Avcılar yağını alıp şiddetli sıcakta insanın bedeninde sızı olan yerlere sürseler Allah'ın emriyle geçer.
Kar kurdu:
Öyle yüksek bir dağdır ki dünya yaratıldığından beri o dağın tepesinden kar hiç eksik olmaz. Bu dağda 'âb-ı zülâl' dedikleri bir canlı kar kurdu olduğuna inanılır. Ve bu karı insan ne kadar yese o kadar yararlıdır. Asla zararı yoktur.
Bingöl otları:
Bingöl Dağı'nda nice bin türlü otlar ağaçlar ve kimya otu vardır. Sarı tutya, kırmızı tutya ve mor tutyalar vardır. Bütün göz hekimleri bu tutyaları toplayıp göz ağrısına tutulanların gözlerine sürerler. Allah'ın emriyle görme kuvveti ve gözünün ışığı artar. Çeşit çeşit yergülü, kengeri1, evşesi, râvendi, yebrûhu's-sanemi ve sünbül-i Rumîsi ve usfûru ve nergisi, kısacası bütün hekimlere layık otlar vardır.
Kuyumcu Şapı:
İstanimaka Kalesi'nde bulunan Maden Deresi denilen yerde kuyumcu şapı madeni vardır. Bu şap ishali kesmeye yarar. Aç karnına 2 nohut tanesi kadar bu şaptan yiyenin ishal kanı Allah'ın emriyle kesilir.
Sağlık büyük nimet. Ufacık baş ağrısı için kullandığımız bir Parol'un bile nasıl büyük bir mucize olduğunu anlamak için tarihe şöyle bir göz atmamız yeterli.
Oysa bu, insanların tıptan tamamen bigâne olduklarını da göstermez. Abbasiler'den Osmanlılara sirayet cerrahiyeler ve şifa otları, Doğu medeniyetini muadillerine göre birkaç gömlek yukarı taşıyordu.
Dolayısıyla zikredilen örnekleri bu sebeple küçümsememek gerek.
Son olarak okurlarımızdan ne otların ne de cerrahi yöntemlerin hiçbir surette evde denenmemesini istirham ederiz.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Gürkan Gümüşatam'ın "Risâle-i Mu'âlece'ye Göre On Altıncı Yüzyıl Osmanlı Tıbbında Bitkisel Tedavi Şekilleri ve Terminoloji" çalışması ve Ahmet Acıduman-Uygur Er'in "Cerrâh Mes'ûd ve Eseri Hulâsa-i Tıbb'da Nöroflirürji ile İlgili Bölümler" çalışmaları incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish