"Demokrasiyi ortadan kaldıran iktidar, muhalefetin anayasa değişikliği önerisine 'demokratik değil' mi diyecek?"

Eski Anayasa Mahkemesi raportörü ve 25. Dönem AK Parti milletvekili Prof. Dr. Osman Can, 6'lı masanın kamuoyuyla paylaştığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi ile ilgili Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı

Bir anayasa kendiliğinden doğmadığı, gökyüzünden inmediği gibi, ölümü de kendi hatası değil, o doğumu gerçekleştirenler arasındaki ilişkilerin dönüşümünün marifetidir.

Murat Sevinç


Türkiye yine, kesinlikle yeni değil ama yeniden anayasasını konuşuyor.

Memleketin siyasi ve toplumsal hayatının değişmez meselesi bu kez 6’lı masayla birlikte gündemde.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kimine göre anayasa taslağı mezarlığının kimine göre ise anayasa önerisi enflasyonun hakim olduğu Türkiye, bu kez 6 muhalefet partisinin değişiklik teklifini tartışıyor.

Toplam 156 sayfadan oluşan taslak metin, mevcut 1982 Anayasası'nın 84 maddesi ile 9 başlığının değiştirilmesi gerektiğini söylüyor.

Bunu yaparken yaklaşan seçimler öncesi "Şimdi demokrasi zamanı" sloganını kullanıp bir kez daha güçlendirilmiş parlamenter sisteme işaret ediliyor.
 

ALTILI MASA-min.jpg
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi tanıtım toplantısı 28 Kasım'da Ankara'da düzenlendi / Fotoğraf: AA


Osmanlı’dan itibaren bu topraklar 1876, 1921, 1924, 1961, 1982 tarihlerinde toplam beş anayasa gördü.

Anayasanın dar geldiği zamanlardan da söz edildi, bol geldiğinden de…

Son darbe anayasası ise 21 kez değişikliğe uğradı.
 

EHwVGoxX0AAxZNr.jpg
12 Eylül cuntası lideri Kenan Evren  7 Kasım 1982 Pazar günü düzenlenen anayasa değişimi referandumu öncesi 26 Ekim 1982'de Niğde'de bu mesajı vermişti /  Görsel: Cumhuriyet


Ya da şöyle diyelim ABD anayasasını 235 yılda 27 kez değiştirirken; Türkiye sadece 1982'den beri 21 kere revizyona gitti.

Bir bakıma Türkiye, anayasasıyla dünyada en çok meşgul ülkelerin başında geliyor.

Bunda ülkenin anayasaları hep olağanüstü dönemlerde hazırlamasının da payı elbette yadsınamaz.

Pek çok anayasa hukukçusunun kabul ettiği gibi Türkiye’nin hukuk geleneğinin "içtihat hukuku" değil "kural hukuku" olduğu yani mühim toplumsal meselelerin çözümünü yargıya bırakmak yerine o konuda kural koymayı tercih ettiği düşünüldüğünde, sorunlara çözüm için sunulan her anayasa taslağına bir nevi sihirli formül gibi bakıldığı da sır değil.

6'lı masanın aktörlerinin uzun süren çalışmaların ardından paylaştığı taslağın olası bir yeni dönem için umut kapısı araladığını söyleyenler kadar yetersiz ve çelişkili bulanlar da var.

Akıllarda beliren soruların ise geçmişte zihinlere düşenlerden pek farkı yok aslında.

Siyasal aktörler yine anayasayı kişisel ajandalarını hayata geçirmek için araç olarak mı görüyor?

Yoksa anayasaya merdiven muamelesi mi yapılıyor?

Elbette bu sorular muhalefetin son önerisiyle yöneltilmiş değil.

Türkiye’nin son 20 yılının değişmez politik figürü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen yıl mart ayında "Türkiye’nin yeni ve sivil bir anayasayı tartışması değişen şartların kaçınılmaz gereğidir" derken de benzer sorular zihinlere düşüyordu, baş örtüsü tartışmasıyla beraber anayasa için "görüşme trafiği" bir kez daha başladığında da…

Partilerarası Uzlaşma Komisyonları, Adalet Komisyonları, Anayasa Komisyonları, üzerinde fikir birliğine varılan Anayasa’nın ..'ıncı maddesinin değiştirilmesi talebi teklifi vs vs…

Hepsi 100. yaşına ilerleyen Türkiye'nin deja-vu’ları bir nevi...

İşin doğrusu Türkiye siyasi tarihi boyunca yöneticilik görevi üstlenmiş pek çok siyaset insanının en çok sarıldığı sözcüklerden biri olageldi şu "anayasa".

Süleyman Demirel'in "Bir ülke bu kadar sık anayasa değişikliğine tahammül etmez" demeci…

Turgut Özal'ın "Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" sözleri…
 

ANS BE.jpg
10. Cumhurbaşkanı Sezer ve dönemin başbakanı Ecevit / Fotoğraf: Demokrat Haber


Ya da dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e MGK toplantısında anayasayı hatırlatıp fırlatan dönemin bir başka Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in "Denetimin denetimi mi olur diyorsunuz. Anayasa’nın 108. maddesi ortada. Bal gibi olur!" cümlesi…

En baştaki basit saptama tekrar ediyor aslında kendini.

Türkiye yine, kesinlikle yeni değil ama yeniden anayasasını konuşuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6'lı masanın önerisini "ucube teklif" olarak niteleyip, "Becerebildikleri tek şey anayasa değişiklik teklifi açıklamak oldu" dedi.

Peki, gerçekten 6 muhalefet partisinin anayasa taslağı çıkışı Türkiye seçime giderken ne anlam taşıyor?

2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumuyla mevcut anayasanın 18 maddesi üzerindeki değişiklikler yapıldığında güçler ayrılığı ilkesi, hükümetin denetlenebilirliği ve meclisin sorgulanabilirliği ortadan kalktığı gerekçesiyle değişikliğe karşı çıkan muhalefet bugün ne öneriyor?
 

ERDO EVET.jpg
Erdoğan, 2017 / Fotoğraf: AP


Teklifte takdir toplayan, tartışma yaratan veya eksik maddeler ne?

Independent Türkçe, Türkiye’nin kronik sorunu anayasa ile 6'lı masanın sunduğu önerinin detaylarını AK Parti’yi de yakından tanıyan anayasa hukukçusu Prof. Dr. Osman Can ile konuştu.

Anayasa Mahkemesi raportörlüğü yaptığı dönemde AK Parti'yi kapatma davası başta olmak üzere birçok tarihi olaya tanıklık eden Can, 2012'de katıldığı AK Parti'de 2015 Haziran seçimleri sonrası milletvekilliği görevi de üstlenmişti.

"Mevzu Nedir?" bu kez "Anayasa" diyor, söyleşi başlıyor.

"6’lı masanın önerisinde yargı denetimiyle ile ilgili iyileştirmeler dikkat çekiyor"

Sizce 6’lı masanın, muhalefetin sunduğu anayasa değişikliği önerisi için bir metin mi yoksa 6’lı masanın bir nevi iç protokolü mü demek gerekiyor?

Bence ikisi birbirini dışlayan hususlar değil. Yani sonuçta bir protokol üzerinde uzlaştıkları bir çerçeve içinde bir metin hazırlıyorlar. Ama ortaya çıkan şeyin bizatihi kendisi elbette bir metindir. Ama bu metin bir protokole dayanıyor. Öyle söylemek sanırım daha doğru.
 

osman can 2.jpg
Prof. Dr. Osman Can / Fotoğraf: Twitter @CanAnayasa


Anayasa değişikliği önerisinde güçler ayrılığının garantisi, tırnak içerisinde “tek adamlığı önleme” ve çok seslilik öne çıkıyor. Peki bu yeterli mi? Ya da şöyle soralım, neleri eksik olarak gözlemlediniz?

"Neler eksik?" dediğimiz zaman kocaman bir liste yapabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal düzeninden bahsediyoruz. Sorunları olan bir düzen… Temel problemleri olan bir düzen mevzu bahis... Yani dışlayıcı bir anayasal yapı vardır, hâlâ bir yurttaşlık, "eşit ve özgür yurttaşlık" temelinde varlığını oluşturabilmiş bir anayasal düzen değil. Bu açıdan bakıldığında eksiklikleri saymakla bitmez. Ama hani bu metnin eksikliklerini ya da tamamlılığını, bu iddiasını ancak metni ortaya koyarken yaptıkları açıklamalar ve yine metnin girişindeki genel gerekçe çerçevesinde ele alıp değerlendirebiliriz. Genel gerekçede "güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme geçiş" iddiası ondan sonra ise "yeni bir sayfa" iddiası vardır.
 

9192_turkiye-de-yargi-kollari-ve-yuksek-mahkemeler-4.jpg
Türkiye, anayasanın 146-160 maddeleri incelendiğinde yargı ayrılığı sistemini benimsemiş, birden fazla yargı koluna sahip bir ülke ama muhalefetin bu konuda eleştirileri çok yoğun / Fotoğraf: AA


Bu çerçevede bazı değişikliklerin yapılacağı yönünde bir iddia vardır. Tüm bunları sınırlı olarak değerlendirdiğimiz zaman önemli noktalara değindiklerini düşünüyorum. Eksik hususlar bir tarafa yeni esas noktalara değinmiş gibi görünüyorlar. Özellikle yargısal bir sistemin,  şu anki mevcut sistemin en sorunlu noktalardan bir tanesi olan yargı denetimi, yargı bağımsızlığı meselesine… Yargı denetimi, yargı bağımsızlığı meselesinde kayda değer iyileştirmeler var. Yüksek yargının belirlenmesi, hakimler kurulu ve savcılar kurulunun ayrı olması o kadar benim için önemli değil ama bunların bağımsız olup olmaması gerektiği benim için önemli. Bağımsızlığını sağlama konusunda detaylı anlatıp itirazlarımızı ya da "Gerekli miydi, değil miydi?" tartışmaları yapabiliriz. Ama önemli adımlar vardır. Her şeyden önce yüksek yargının seçiminde parlamentonun etkili hale geldiği, temel belirleyici hale geldiğini görüyoruz. Parlamentonun 3'te 2 çoğunlukla Anayasa Mahkemesi üyeleri, Danıştay üyelerinin 4'te 1’'ni, HSK, hakimler kurulu, savcılar kurulu üyelerinin, Yüksek Seçim kurulu üyelerinin, Sayıştay'ın üyelerinin hepsinin standardize edilmiş bir şekilde 3'te 2 çoğunlukla seçilmesi esası getirilmiş gibi. Bence bu hayati bir şey. Bu çok önemli bir şey. Bunun ötesinde elbette başkanlık sisteminden dönüş ya da artık başkanlık sistemi iddiasında bulunan oldukça sorunlu demokrasiyi hukuk devletinin temel ilkelerini ortadan kaldıran bir yapı vardı, o yapıdan parlamenter sisteme dönüş söz konusu… Yani bu açıdan bakıldığında gerekli adımların atılmış olduğunu, genel hatları itibarıyla söyleyebiliriz.

"Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ifadesi taktiksel"

Peki bu noktada her ne kadar "partisiz" olarak tarif edilse dahi "Cumhurbaşkanı’nı 7 yıllığına halk seçecek" ifadesi burada mevcut sistemden tam değil ama yarım bir çıkış gibi mi algılanmalı? Eğer cumhurbaşkanı sembolik olarak kabul edilecekse neden buradaki metinde yeniden halk tarafından seçilmesi öneriliyor? Sizin bakış açınız nedir bu konuda?

Evet. Ben bunun taktik bir mesele olduğunu düşünüyorum. Yani taktik gerekçelerle orada bırakıldığını düşünüyorum. Yani muhtemelen 6'lı masa içerisindeki hiçbir siyasi parti ilkesel olarak "Hayır, mutlaka halk tarafından seçilmeli, biz bunu hep savunduk" gibi bir şey dememiştir. Ama biliyorsunuz bu cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi meselesi 2007 ekim ayında olan ve aslında çok büyük bir siyasal kamplaşmaya gerek duyulmadan, doğrudan doğruya normal bir referandumda halkın iradesini ortaya koymasıyla gerçekleşmiş bir şeydi. O yüzden "Şimdi oraya dokunursak, onu da geri filan alırsak bu sanki toplumla bir çatışma içerisindeymiş gibi bir izlenim meydana getirir ve kötüye kullanılabilir, suiistimal edilebilir" şeklinde şu anki mevcut sistem savunmuşlardır. Muhtemelen teknik gerekçelerle muhafaza edilmiştir. Bu konudaki eleştiriler de elbette haklı eleştiriler. Yani cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi her zaman bir ikili meşruiyet ve meşruiyet rekabeti dediğimiz sorunu ortaya çıkarıyor.
 

AA-20221128-29572632-29572631-GUCLENDIRILMIS_PARLAMENTER_SISTEM_ANAYASA_DEGISIKLIGI_ONERISI_TANITIM_TOPLANTISI-min.jpg
Fotoğraf: AA


Ancak şunu da kabul etmek gerekiyor ki; cumhurbaşkanını gerçekten ama gerçekten sembolik bir noktaya evrilmiş bir vaziyette 6'lı masanın hazırladığı taslak anayasa metninde. Cumhurbaşkanının tek başına kullanabileceği yetkilerin sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor. İcrai bir gücü yok, politika belirleyici bir gücü yok, engelleyici bir gücü yok... Sadece kanun hükmünde kararnameler ya da yasaların bakanlığı ve parlamentoyu iadesi üzerine biraz geciktirici etkisi var. Onun dışında etkisi kalmıyor. Onun dışında esas belirleyici olan, politika yapıcı olan artık sadece bakanlar kurulu.

"Anayasa önerisindeki cumhurbaşkanı yetkileri daha çok Finlandiya'yı andırıyor"

Almanya anayasası benzetmesi yapanlar oldu. Bu yanlış bir benzetme miydi cumhurbaşkanının yetkileri bağlamında? 

Sembolik bir cumhurbaşkanı oluşturma açısından bakıldığında Almanya'ya benzetmek doğru. Ama bunu Almanya ile değil, daha çok Avusturya ya da Finlandiya ile benzetmek belki daha doğru. Çünkü oralarda cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor. Yani hem halk tarafından seçiliyor hem gerçekten sembolik… "Sembolik değilim" ya da "Beni halk seçti, o halde…" dese bile yapacağı bir şey yok. Yasal bir yetkisi yok, hukuki bir yetkisi yok, elinde herhangi bir enstrümanı yok! O yüzden çifte meşruiyet nedeniyle tartışmalı, kısmen kriz benzeri bir şey yapabilir, rahatsızlık verebilir belki ama korkulan o sonucun çok gerçekleşebilme imkanı da kalmıyor getirilen anayasa düzenlemesi itibarıyla. Bu açıdan tutarlı bir yapı.

12 kez özgürlük, 127 kez hürriyet

Bu anayasa taslak metninde "özgürlük" ifadesi 12 kez kullanılmış, "hürriyet" ifadesi ise 127 kez...  Yani burada sözcüklerin ne kadar anlamı var? Ne denli anlam yüklemek gerek? CHP’yi Türkiye siyasetinin eğer merkez solunda konumlandırırsak ve masadaki diğer beş partinin merkez sağ ve siyasal İslamcı geleneklerden geldiğini biliyoruz. Sizce bu bilinçli bir tercih mi? Sanırım 82 anayasası yapılırken de bu tarzda bir "hürriyet" ve "özgürlük" tartışması yaşanmıştı.

Bu sembolik bir tartışma. Birisi bir kavramın eski, daha Osmanlıca dönemine yakın hali;  öteki şimdiki kullanım şekli. Ama her ikisinin de o metin içerisinde "hürriyet" ve "özgürlük" ifadelerini aynı metin içerisinde yer alması önemli. Bence burada sembolizmden daha çok aslında işleve önem verdiklerini gösteriyor.
 

Ekran görüntüsü 2022-12-02 064725.jpg
Görsel: www.altilimasa.biz


Bence bu konuda bir sorun değil. Bu CHP için bir sorun ya da CHP'nin bir tavizi veya ötekilerin "hürriyet" yerine "özgürlük" kelimesini taslak metnin bazı yerlerinde geçirmesi nedeniyle bir taviz vermesi gibi değerlendirilemez. Bunun ciddi bir tartışma konusu olduğunu düşünmüyorum.

"Demokrasiyi ortadan kaldıran iktidar muhalefetin anayasa taslağına 'Demokratik değil' mi diyecek?"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında (6’lı masa bileşenlerinin hazırladığı) metni gözden geçirdiğini söyledi. Masanın etrafındakiler, artı masanın altında olduğunu söylediği HDP’yi işaret ederek "Bunlara ne verirsek mutlu olurlar, buna çalışmışlar" dedi. Bir yandan da söz konusu değişiklik önerisinde Kürtlerin yine dışlanmış aktör olduğu eleştirileri var.  Siz bu açıdan bakıldığında nasıl değerlendirdiniz?

Bunu iki başlık halinde değerlendirmekte fayda var. Birinci olarak Erdoğan'ın bu pakete yönelik eleştirisi… Yani mevcut Türkiye'yi artık bütünüyle demokratik hukuk devleti, özgürlükçü bir yapı olmaktan çıkarıp popülizme, anti-demokratik, otoriter bir yönetimi sağlayan ve iktidarın tek elde toplanmasına sebep olan ve bunun da savunusu yapan kişilerin bu paketle ilgili değerlendirmeleri ironik.
 

AA-20221130-29594471-29594467-CUMHURBASKANI_VE_AK_PARTI_GENEL_BASKANI_RECEP_TAYYIP_ERDOGAN.jpg
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, 30 Kasım'da partisinin genel merkezinde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'na katılarak bir konuşma yaptı / Fotoğraf: AA


Mesela ne diyecekler? "Yeteri kadar demokratik değil!" mi diyecekler? İyi de kendileri demokrasiyi ortadan kaldırdılar. Mesela "İşte burada devlete aykırı bir şey var!" mı diyecekler? Anayasal enkazı belki de kaldırma çabası var burada. Yani bunu bir yere not etmekte yarar var. Bu birincisi.

"En temel eksiklik Kürt sorununun çözümü konusunda atılacak adımlar"

İkincisi?

O da Kürtlerle ilgili mesele… Bu zaten "Paketin eksiklikleri nelerdir?" dediğimiz zaman, sadece güçlendirilmiş parlamenter sistem itibarıyla baktığımızda teknik şeyler söyleyebiliriz. Ama demokrasi beklentisi, yeni bir sayfa beklentisi gibi bir iddia ortaya koyuyorsanız en büyük beklentilerden bir tanesi zaten toplumsal barışın tesisi. Türkiye Cumhuriyeti bir anayasal enkaz içinde. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman konsolide olmuş bir anayasal düzene sahip olmadı işin doğrusunu söylemek gerekirse. Bunun temelinde Kürt sorunu ya da ötekileştirme sorunu ya da eş değerli görme sorunu, dışlama sorunu…  Bu açıdan bakıldığında yeni bir sayfa iddiasıyla ortaya çıkan bir metnin o alanlarda yani adına "Kürt sorunu" demeyin başka bir şey söyleyeyim; "Yurttaşların genel özgürlük sorunu", "Genel politik katılım sorunu", "Kültürel haklar sorunu"… Adına ne derseniz deyin bu alanda bazı adımlar atılmış olması gerekiyordu. Bu temel bir nokta. Şimdi bu temel noktayı belki kayyum meselesiyle bağlantılandırmak gerekiyor.
 

145276.jpg
 HDP'nin 3 büyükşehir, 2 il, 29 ilçe ve 3 belde belediyesine kayyum atanmıştı / Fotoğraf: Evrensel


Kayyum meselesi esas itibarıyla HDP'yi vuran bir şey, HDP’ye haksızlık yapan bir şey... Ama sadece HDP’ye değil aynı zamanda CHP’ye de haksızlık yapan bir şey belediyeler açısından. Biliyorsunuz benzer durum -hani doğrudan kayyum falan değil ama- soruşturmalar yoluyla CHP'ye yapıldı, HDP ile benzer sonuca ulaşma bile... İstanbul’da Ataşehir Belediyesi, Beşiktaş Belediyesi… Bu soruşturmaların temelinde haklılık payı var mı yok mu ayrı bir tartışma konusu. Ama son tahlilde böyle bir problem var. Peki bunun ötesinde mesela yapısal olarak bu konuda aslında atılabilecek çok iyi, çok önemli ve anlamlı bir adım vardı. Cumhuriyet Halk Partisi, sürekli "Avrupa yerel yönetimler özerklik şartını iç hukukumuzun tam anlamıyla parçası haline getireceğiz, ona ilişkin çekinceleri kaldıracağız” diyor.

CHP bunu seçim bildirgesine de yazmıştı...

Tabii… Son 7-8 yıl içinde bunu sürekli olarak dile getiriyor. Yerel yönetimler özerklik şartının teknik olarak Kürt sorunuyla ilgisi yok. Aslında idari adem-i merkeziyetçilik ile ilgili bir şey, Fransa'nın da kabul ettiği bir şey bu. Bizim ait olduğumuz Avrupa Birliği evreninde geçerli olan bir düzenleme... Bunu diyorsanız eğer   -ki diğer küçük partilerin de o konuda herhangi bir sorunu yok, onu biliyorum- belki en fazla İYİ Parti eleştiri getirebilir ya da itiraz koyabilir.
 

Ekran görüntüsü 2022-12-02 065426.jpg
CHPnin 2019 yerel seçimler bildirgesi / Görsel: CHP


Ama ona bile gerek yok. Yerel yönetimlerle ilgili anayasanın 127. maddesinde yerel yönetimlerin şu anki yetkisi çöp toplama, yolları tamir etme... İmar konusundaki o rant meselesini dışarı çıkardığınız zaman belediyenin hiçbir anlamı yok aslında. Dolayısıyla politik bir merci değil. Yani o konularda inisiyatif alabilecek bir merci değil. 127. maddede “Mahalli müşterek nitelikteki görevleri yerine getirmek üzere” ifadesini oradan çıkarmaları gerekiyordu. Bunu çıkardığımız zaman yerel yönetimler politik merkezlere dönüşür. Yerelde politik merkezine dönüşüyor. Bunun Kürt sorunuyla alakası yok. Bu şu demektir: "Her konunuzu, her bir probleminizi, her şeyinizi gidip Ankara'da çözmek zorunda değilsiniz."

Merkeze taşımamak…

Merkeze taşımayacaksınız. Yerelde bulunan insanların kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda karar verme özgürlüğü… Bu bölücülük değildir, bu ayrımcılık değildir. Bu daha fazla demokrasi aslında. Ama bu Kürt sorununun çözümlenmesi konusunda ayrılıkçı tartışmalara girmeden atılabilecek çok güzel bir adımdı. Bunu atmadılar. Bu çok ciddi temel bir eksiklik. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin geleneksel anayasal problemine dokunmadıklarını ya da dokunmaya cesaret edemediklerini gösteriyor.

Kürt sorununun çözümlenmesi noktasında yeteri kadar adım atılmamasını bu anayasa önerisinin en büyük eksikliği olarak nitelendiriyorsunuz?

Evet.

"Türkiye'de ceza enstrümanları ideolojik gerekçeyle kullanılıyor"

Bir de şöyle bir şey var. Affa uğrarlarsa seçilebilecekler kategorisinde taksirli suçlar hariç bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olmak hükmü olduğu gibi bırakılmış. Bunu nasıl yorumlamak gerek?

Bu işte Türkiye Cumhuriyeti’nin o temel anayasal müktesebatı ile ilgili sorunları işaret ediyor. Gerçeği şu şekilde söyleyelim. Örneğin Almanya, Fransa, İngiltere gibi yani klasik demokrasilerde bir kişinin hakikaten o tür suçları işlemesi durumunda "Bunun artık demokratik temsil iddiasıyla ortaya çıkmaması gerekir” diyebilirsiniz. Öyle değil mi? Yani suç işleyen bir kişi gelip de "Milletvekili olmasın kusura bakmasın. Kimse halkı temsil etmeyin” dersiniz. Ama Türkiye'de bunu diyemiyoruz. Neden diyemiyoruz? Çünkü Türkiye'de ceza enstrümanları, yargı enstrümanı, savcılık, bakanlık enstrümanları politik ve ideolojik gerekçelerle kullanılıyor.
 

selahattin-demirtas-min-1200x799.jpg
Eski HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, 4 Kasım 2016'dan beri tutuklu / Fotoğraf: HDP


Politik ve ideolojik gerekçelerle kullanıldığı için biz orada itirazı dile getiriyoruz. Ben o yüzden milletvekili seçiminde ceza almanın engel olmasına aslında itiraz etmiyorum. Yargının politik olarak kullanılmak suretiyle bu engelin aslında muhalefeti tasfiye amacıyla kullanılması imkanlarına itiraz ediyorum. Burada yargıyı bağımsızlaştıracaksınız, parlamentoyu ön seçimsiz bir şekilde oluşturup siyasal işleyişin merkezine yerleştireceksiniz. Kısacası devlet, toplum ve yurttaşlar farklılıklar arasında o koltukları, dışlayıcılıkları ortadan kaldırdığınız zaman siz de aynı noktaya gelirsiniz. "Suç işlediyse kalkıp da bir milletvekili olmasın" derseniz. Bunu herkes der. Kürtler de der, Aleviler de der. Öteki de beriki de... Herkes!  Üzerine uzlaşabileceğimiz bir şey olmuş. Anlatabiliyor muyum? Hani temel sorunun ne olduğuyla ilgili... Ama tabii ki metinde temel esasları değiştirdikleri için tepkisel dokunuşlar çok var.

"Yargının meşruiyetinin güçlendirilmesi en büyük adım, tebrik ediyorum"

Peki bu anayasa değişikliği metninde, tasarıda sizin "Evet bunun olması gerçekten çok yerinde, çok isabetli olmuş" diye tarif ettiğiniz bir kısım var mı?

Yargı konusu.

Yargı en başta da belirtmiş olduğunuz gibi. En önemli, en kritik ve en öncelikli olan anladığım kadarıyla…

Aslına bakarsanız en öncelikli değil, en öncelikli parlamento… Parlamentonun gerçekten güçlendirilmesi, orada konuşulması gereken şeyler var. Ama yargının hem çoğulculaştırılması hem meşruiyetinin güçlendirilmesi hem de daha doğrusu yargı denetimine tabi olmayan, yargı denetiminden istisna kılınmış hiçbir alanın bırakılmamış olması çok önemli, çok hayatidir diyorum. Gerçekten bu paketin en büyük başarısı diyebiliriz. Sayıştay'ın etkin ve bağımsız hale getirilmesi aslında bir yandan parlamentonun güçlendirilmesi demektir. Çünkü parlamento önemli ölçülerde özerk olan Sayıştay incelemeleri üzerinden hükümeti denetleyebilir. Oradaki verilere bakarak "Bir dakika, sana verdiğim harcama yetkisinden bütçe kanunu çerçevesindeki harcama yetkisini doğru kullanmamışsınız. Kullanmadıysanız cezai, politik, hukuki, mali kısacası her boyutuyla sorumluluğuna gidiyorum" diyebilir. Dolayısıyla bu alanda atılan adımlar gerçekten değerli adımlar. Ben tebrik ediyorum paketi hazırlayanları. Ama parlamentonun etkinleştirilmesi meselesi… Gensoru… Gensoru klasik bildiğimiz eski usul getirip oraya konmuş. Gensoru ne zaman işe yaradı? Çünkü gensorunun gündeme alınıp alınmadığı ilgili bir oylama yapıyorsunuz, gündeme alınmasın denildiğinde -ki; çoğunluk zaten gündeme alınmasın diyecektir- bu durumda gensoru müessesesini çalıştıracaksınız. Batı demokrasilerini örnek alıyorsa, parlamenter sistemde bir de güçlendirmeyi düşünüyorsak parlamentoyu, ön gündeme alınıp alınmama tartışmasına girmeksizin doğrudan doğruya müzakerelerine başlama imkânı getirmeleri gerekiyordu. Yapmamışlar. Dolayısıyla gensoru yine etkisiz. İkinci olarak parlamento komisyonları etkinleştirilmemiş vaziyette. Yani her bir parlamento komisyonu aslında her bir bakanlığın alanına yönelik bir denetim fonksiyonu iddiasında sahiptir. Öyle olması gerekiyor. Peki o komisyonlar nasıl denetim yapacak? Komisyon yine parlamentoda çoğunluğun başkanını belirleyebileceği, gündemini belirleyebileceği bir şekilde oluşturulduğunda o komisyonlar hükümeti desteklemek üzere çalışır. Hükümetin oradaki politikasını komisyonunda geçerli hale getirmek için çalışır, oysa denetlemek için çalışması gerekiyor. Tek bir yerde bunu düzeltmişler. Kesin hesap komisyonu diye ayrı bir komisyon oluşturuluyor. Bu kesin hesap komisyonunun başı na muhalefet partisinden olacak... Ama bu yetmez. Bu sadece harcama konusunda bir denetim. Bir ibra ile ilgili sınırlı bir denetim sağlıyor, önemsiz değil ama o kadar yetersiz ki… İçişleri komisyonu var, eğitim komisyonu var, adalet komisyonu var, anayasa komisyonu var... Bu komisyonların başkanlarının muhalefet partilerinden olması gibi temel bir kuralın getirilmesi gerekiyordu. Ya da kritik konularda örneğin istihbarat ve güvenlik komisyonu gibi kritik komisyonların parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin eşit katılımıyla oluşumunu sağlamaları gerekiyordu. Ki; parlamento denetim yaparken etkili bir denetim yapabilsin. Neticede elbette komisyonlarda ortaya çıkan raporlar yeni genel kurula gelecek, daha sıcak ama komisyonlar önemli. Batı demokrasilerinde olduğu gibi bir bürokratik mekanizma, bir bakanlıkta bir çalışan, bir görevli müsteşar, bakanın bizatihi kendisi herhangi bir adım attığında "Bir dakika şimdi komisyona hesap vermek zorunda kalırım" diye fren yaptığını söylemeli. Bu eleştirme, bu akli değiştirme aynı zamanda parlamentonun etkinleştirilmesi demektir.

"Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in içi doldurulamamış"

Yani bazı kritik başlıklar biraz daha olduğu gibi bırakılmış bazı konular ise sembolik olarak da olsa öne çıkartılmış...

Evet, güçlendirilmiş parlamento iddiasının içi tam doldurulamamış.

Yeterince güçlendirilmiş parlamenter sistem değil de eski parlamenter sistem anlayışı gibi biraz da… Bir soru daha yöneteceğim. Anayasa değişikliği önerisinde 13. maddede "Hürriyet esas sınırlama istisnadır" deniyor. "Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır" hükmü eklenerek anayasa düzenine hürriyetçi bir felsefenin hakim olmasının amaçlandığı söyleniyor. Bunu zaten genel olarak kabul gören bir ilke olması gerekmiyor mu, yoksa gerçekten de eklenmesi gerekir mi? Türkiye'nin içinde bulunmuş olduğu son şartlara bakacak olunursa?

Teşekkür ederim. Bu soru anayasacılık mantığı bağlamında kritik bir soru. Yorumla yani bir hukuki metnin yorumunun sonucunda ortaya çıkabilecek olan ilkeleri anayasa metninin içine dahil ettiğiniz zaman yorumu ortadan kaldırıyorsunuz. Oysa norm yorumla varlığını devam ettirebilir.
 

osman can 1.jpg
Prof. Dr. Osman Can / Fotoğraf: Twitter @CanAnayasa


Kendisini gelişen şartlara uyarlayabiliriz. Bu anayasacılığın mantığıyla bağdaşabilir bir şey değil. Hatta başka nasıl olmasını beklersiniz? Ki;  özgürlük esas sınırlama istisna zaten. Yani anayasayı yaratıyor olma düşünceniz zaten bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Anlamsız. Başörtüsü yasağı gibi… Başörtüsü yasağı yok ki zaten…

Bununla ilgili AK Parti’nin değişiklik teklifi görüşmeleri de sürüyor.

Evet. Ya da işte mevzuata aykırı olmayan her şey serbesttir. Zaten bunun var oluşumundaki temel anlam bu! Bununla ilgili normu bırakın bir yönetmeliği bile böyle bir şey koymanın anlamı yok. Getirip bunu anayasaya koyuveriyorsunuz. Nasıl söyleyeyim? Bu anayasacılık değildir. Bu anayasa üzerinden sağa sola mesaj verme gibi… Anayasacılığın özgürlükçü felsefesiyle ilgisi yok. Oraya bakarak özgürlükçü felsefeyi okuyamazsınız. Bir anayasanın özgürlükçü bir felsefeye sahip olup olmadığını erkleri ayırıp, iktidarı sınırlandırıp, rasyonel eleştirdiğiniz zaman katılımcılığı dayandırdığını zaman…

Denge ve fren sistemi sağlandığında…

Evet felsefesini o zaman yaratırsınız. Çünkü bir temel hak ve özgürlük bence o zaman güvence altındadır. Yani anayasa maddelerinde "Özgürlük çok önemlidir, herkes saygı duyacak, herkes özgürlük karşısında biat edecek, şunu-bunu yapacak" demek suretiyle özgürlükçü olamazsınız.

"Anayasaya özgürlük maddesi yazmak yetseydi 2017’den sonra işler değişirdi"

Yani şunu mu anlamalıyız? Anayasada edebiyata değil, daha çok matematiğe yer var mı demeliyiz?

Matematiğe… Kurumsallığa, kurumsallaşmaya… İktidarın sınırlandırılmasına, denge ve denetimi konuşmalarını… Esas o… Hatta biraz daha provokatif bir ifade kullanayım. İki alternatif koysalar önümüze. Parlamentoyu daha da güçlendirelim, erkler arası dengeyi hem sağlayalım hem yerel yönetimlere güçlendirelim. Böyle bir opsiyon vardı. Bunu yaparsak temel hak ve özgürlüklerle ilgili maddeleri tamamen anayasadan çıkaralım derlerse ben "Onu çıkarın" dedim. Çünkü temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak olan şey o maddeleri oraya yazmak değil. Fransız anayasasında temel hak maddesi yok, anlamsız değil tabii ki.

Esas kurumsal yapıyı inşa edip, kurabilmek ve işler hale getirmek mi diyorsunuz?

Tabi. Bakın 2017’de temel hak ve hürriyetler kısmında bir değişiklik meydana getirdi mi? Yapmışlar mıydı? Hayır. 2017’de Türk tipi başkanlık sistemine geçildi, erkler tek elde toplandı, aynı özgürlük maddeleri aynı şekilde duruyor. Anayasanın maddeleri olduğu gibi duruyor ama artık şu an hiçbirisi geçerli değil, öyle değil mi? Toplantı ve gösteri özgürlüğünün geçerli olduğunu söyleyebilir misiniz bize? Hiç kimse söyleyemez. Anayasa açıkça ihlal ediliyor. Anayasal kurumlar, anayasal kurallar, anayasal güvenceler, tamamı şu an ihlal ediliyor. Ama o maddeler anayasada yer alıyor. O yüzden iktidarın düzenlenmesi, sınırlandırılması, dengelenebilir mekanizmaları yükseltilmesi… Bunlar zaten esas. Bence o yüzden oraya daha çok önem verilmesini gerektiriyor ve felsefeyi oradan okuruz. Temel hak maddeleriyle felsefeyi okuyamayız. O düşünceye sahip olan çok akademisyen vardır, ben katılmıyorum.

"Bir ülkede çok anayasa yapılıyorsa, toplumsal barış yoktur"

Sonuç itibarıyla önümüzde bir seçim var. Muhalefetin bu seçimi kazanması, sadece cumhurbaşkanlığı değil, meclisi, mecliste çoğunluk sağlaması, daha sonrasında anayasa değişikliği için yeter oya erişmesi gerekiyor. Bunların hepsinin muhalefet namına gerçekleştiğini düşünecek olursak bu anayasa 1982’nin 22. revizesi mi olmalı?  Yoksa baştan aşağı yeni bir anayasa mı artık inşa edilmeli? Artık son soru.

Çok fazla anayasa yapıldığını ve çok fazla anayasa revizyonu olduğunu görüyoruz. Bazıları için bu anayasa çalışmalarının yöntem olarak, teknik olarak hatalı yapılmasıyla ilgili bir şey. Bana göre o ülkenin anayasal barışının olmadığının göstergesidir. Bir anayasayı belli bir toplumsal kesiti ya da belli bir dönem iktidara bir şekilde kullanan insanları kullanan kesimlerin toplumsal kesim olarak destekçilerine dışarıda bırakmak suretiyle yaptığınız zaman bu anayasa ne kadar mükemmel bir anayasa olursa olsun mükemmel anayasa olamaz, iddianız o olur. Bu anayasa meşru olmaz, meşru olmayan anayasa çöker. Ve yine ötekini dışlanması üzerine bir anayasal düzen tercihini ortaya koyuyorsanız sonra konjonktürel olarak o kesimi bir miktar rahatlatmak için  sonra bu kesimi biraz rahatlatmak için şurasını değiştirirsiniz, burasını değiştirirsiniz. Ama bir anayasa bir devlet düzeninin iktidar şemasıdır. Bir tercihi yansıtır. Nasıl bir toplum perspektifine, nasıl bir birey perspektifi, nasıl bir tarihsel ve gelecek perspektifine sahip olacağını belirler ve bunu anayasa yapıcıları zaten belirlemiştir. Örneğin ondan taviz vermek istemezler ama detaylarda taviz vermek isterler ve detaylar sürekli değişir. Dolayısıyla sürekli revizyon, anayasal barışın olmadığının karinesidir, ona işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 anayasası barış üzerine kurulu bir anayasa değil dışlama üzerine kurulu bir anayasa. 1923 seçimleri bir nevi sopalı seçimlerdir. Muhalefetin dışarıda bırakıldığı ve tek partiyle HP listelerinin dışında hiç kimsenin seçimlere katılamadığı, katılması mümkün olmadığı bir seçimler sonucunda oluşturulmuş bir tek parti meclisiyle o meclis oturup bir anayasa yapıverdi. Ondan sonra buyurun size anayasa… O anayasayı ortaya koyan güç ilişkileri ayakta kaldığı sürece devam edebilir. 1950’de iktidar değişiverdi bu anayasa bu sefer başkaları tarafından kullanılınca kıyamet koptu. "Vay anayasayı ihlal ediyorsunuz" falan. Bunun üzerine darbe gerçekleşti. Darbeyi gerçekleştirenler de ideolojik olarak o tek parti dönemi anayasasını var edenler aslında. Sonra darbe yapıldı. Darbe bu sefer de belli bir kesime karşı yapıldı. Çünkü onlar anayasa yapımından dışlandı. Sonra tekrar işte asker müdahale etti. 1971, 73’te bir sürü değişiklikler oldu. Sonra 1980’de yeniden bir darbe… Ondan sonra darbe anayasasını düzeltelim, sağını solunu falan düzeltelim diye uğraşılar neticesinde toplumsal uzlaşıyla ya da siyasal uzlaşıyla yaptığımız değişikliğin sayısı çok az. Bir 94-95 değişiklikleri, bir 2001 değişikliği var. 2004’ü de buna katabilirsiniz biraz. Ama onlar da zaten esaslı konular değildi. O iktidar şemasına ilişkin konularda bir uzlaşıyla anayasa değişikliği yapabilme imkanı yok. Çünkü anayasal düzenin kabulleri dışlayıcılık üzerine kurulu. Temel sorun bu. O yüzden şimdi bu paketin başarısı ne olabilir? Paket yeni bir sayfa açabilir. Paket rahatlama getirir bir miktar. Ama bana göre bu paketin en büyük başarısı seçimlerden sonra AK Parti ve ortakları iktidardan düştüğünde zaten kendi kurdukları mevcut düzenin en fazla kendilerine zarar vereceğini çok iyi biliyorlar. Çünkü iktidar bu sefer diğerlerinin eline geçtiğinde onları koruyacak hiçbir mekanizma yok. Onu çok iyi biliyorlar. O yüzden onlar da "Ya bir dakika, hakikaten artık düzgün bir anayasa yapalım. Demokratik bir anayasa olsun" noktasına gelecekler çok hızlı bir şekilde. İşte bu paketin en büyük başarısı onları o çizgiye getirmek olur. Yoksa bu paket Türkiye'nin aradığı yeni beyaz sayfa paketi değil. Mevcut kötü durumda ilgili ciddi iyileştirmeler getiriyor ama mevcut durumun iskeleti anti-demokratik. Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal kurgusu demokratik değil, hukuk devleti iddiasını barındırmıyor, dışlayıcı. Bunu kabul etmezsek zaten bu topraklarda barışı tesis edemeyiz. Bunu önce kabul etmemiz gerekiyor. Anayasa nedir? Anayasa kurumlardır. Dolayısıyla evet ihtiyacımız olan bir anayasa. Yani anayasanın esasıyla olmayan metinler üzerinde çalışmalar değil, kurumlar, teşkilat… Ve bunun barış üzerine kurulu olması, bunun eşit özgürlük üzerine, eşdeğerlik üzerine kurulması, katılım üzerinde görülmesi ve buna göre iktidarın paylaşılması, merkezle paylaşılması, merkezle yerel arasında paylaşılması... Bunu sağladığımız zaman bu topraklar başka bir şeye dönüşür, bu topraklarda başka bir hayatın filizlenmeye başladığını görebiliriz. Ama bu yoksa bu metinler üzerinden tartışmalara devam edeceğiz. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU