Erdoğan ve Sisi'nin tokalaşması normalleşmeyi sağlayabilir mi?

Sorunlu ülkelerle seçim sonrasında "sil baştan" yapabileceğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar'da Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile bir araya geldi. Görüşme dış politikada rasyonalite ile uyumlu mu?

Tarih 23 Eylül 2020.

Birleşmiş Milletler 75. Genel Kurul toplantısı düzenleniyordu. 
 

SISI.jpg
Koronovirüs salgını nedeniyle çevrimçi düzenlenen BM Genel Kurul toplantısında Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin mesajları Türkiye'nin tepkisini çekmişti / Fotoğraf: AFP


Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el Sisi'nin verdiği mesajlar arasında Ankara'nın dikkatini ve fazlasıyla tepkisini çeken "Türkiye'nin sömürgeci hayallerini gerçekleştirmeye son vereceğiz" cümlesiydi. 

O tarihten 1 yıl 3 ay önce, tam da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi tekrarı öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan meydandaki kalabalığa "Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı diyeceğiz? Mesele bu kadar önemli!" diye sesleniyordu.

 

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şubat 2019'da CNN Türk'te katıldığı programda ise "Sisi'nin darbeci olduğunu hep söyledim, gizlemedim. (...) Mısır halkı bizim canımız ciğerimizdir ama kendisi asla!" diyordu.

Arşivler herkese açık, pek tabii karşılıklı olarak örnekleri çoğaltmak mümkün. 

Hatırlanacağı gibi aralarında AK Parti'de milletvekilliğinden, bakanlığa, yerel yöneticilikten, parti içinde irili ufaklı rollere sahip birçok kişi de o dönem tepkilerini hayli üst perdeden dile getiriyordu.

Sisi ve yandaşlarının kahrolması da dilendi, nihai hükmün mahkeme-i kübrada açıklanacağını söyleyenler de oldu, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Sisi'nin seçimlerle cumhurbaşkanlığa makamına gelişinin ardından paylaştığı kutlama telgrafı"Teamülen de olsa milli iradenin katili Sisi'ye nasıl böyle bir mesaj gönderilebilir?" diye sorgulandı.

Peki gerçekten dış politikada "Dün dündür, bugün bugündür" söylemine yer var mı?

Daha doğrusu bu durum evrensel mi, uluslararası ilişkiler rasyonalitesiyle uyumlu mu?

2002-2005 yıllarında Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Genel Müdür Yardımcılığı görevini yürüten, 2005-2009 yıllarında ise Kahire Büyükelçiliği yapan Şafak Göktürk'e göre bu değişken söylemler ne Osmanlı'nın ne Türkiye'nin diplomasi tarihinde rastlanır değil.
 


Hatta Göktürk bunun sadece dış politika manasında değil toplumsal bedel ödeme noktasında da bir karşılığı olduğu iddiasında: 
 

(Değişken söylemler ve keskinliği) Türkiye'ye değil söyleyene mahsus. Türkiye'nin dış politika geleneğinde ne Osmanlı ne Cumhuriyet döneminde böyle bir şey yok. Biz tutarlılığı çok önemli sayarız. (...) 'O gün o gerekiyordu o söylendi, bugün bu gerekiyor bu söyleniyor'. Şu açıdan tutarlı; tutarsız olmak konusunda tutarlı hükümet. (...) Neticede özellikle liderlerin iki dudağının arasından çıkan sözler bakımından büyük anlam ifade eder ve bunlar hiçbir zaman unutulmaz. Bunlar yazılır, bunlar ilişkinin tarihçesinde kalır.  Söylediğiniz sözler ve ortaya koyduğunuz eylemler bir kere kayda geçmişse bunları artık silemezsiniz. 


Muhalefetten Erdoğan-Sisi fotoğrafına tepkiler

Türkiye, iktidarın Sisi'yi yoğun olarak eleştirdiği dönemde muhalefet ile Sisi arasında sıklıkla ilişki kurup benzetme yaptığına şahit oldu.

Son gelişmenin ardından ortaya çıkan tabloda muhalefet partileri tepkili.
 

EROGAN SISI DIGER.jpg
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısırlı mevkidaşı Sisi ile birlikte / Fotoğraf: AA

 

CHP sözcüsü Faik Öztrak, "Erdoğan'ın koltuğunu korumak için yapmayacağı şey, vermeyeceği taviz yoktur" derken, CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı, "Erdoğan 'katil ve firavun' dediği Sisi ile el ele, göz göze gayet mutlu" tespiti yapıyor. İYİ Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz, Erdoğan'ın tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi öncesi sözlerine atıfla "Katar'daki fotoğraftan anlaşılan artık Sisi denilmiş. Şimdi Binali Yıldırım ne olacak?" diye soruyor.

6'lı masanın liderlerinden Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal ise fotoğrafın ajanslara düşmesinin ardından sıcağı sıcağına paylaştığı twitter mesajında "300 sene ömrümüz yok ki AKP'nin deneme-yanılma metodu ile doğruları bulmasına tahammül edelim!" diyor.

Mısır ile normalleşme mesajları

Açık olan Ankara-Kahire arasındaki gergin havanın Mısır'daki darbenin ilk günlerinden bu yana zaman içinde değişiklik göstermeye, yüksek tansiyonun görece düşmeye başladığıydı. 

Bu değişimin somut kanıtı Katar'da düzenlenen Dünya Kupası'nın açılışı öncesi siyasi liderlere verilen resepsiyonda Erdoğan'ın Mısır lideri Sisi ile bir araya gelip tokalaşması değil aslında.

Katar Emiri'nin arabuluculuğunda gerçekleştiği öne sürülen bu kısa buluşmanın fotoğrafı sembolik olsa bile ilişkileri normal bir düzleme sokma çabası daha eskiye dayanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ağustos ayında Türkiye'den basın mensuplarına yaptığı açıklamada Mısır ile normalleşme sürecinin bakanlar seviyesinde sürdüğünü, temennisinin en üst düzeyde adımların güzel bir şekilde atılması olduğunu açıkça belirtmişti. Benzer açıklamalar öncesi ve sonrasında Dışişleri Bakanlığı ve Bakan Mevlüt Çavuşoğlu tarafından da dillendirilmişti.
 

KAHİRE GÖRÜŞMELER MISIR.jpg
Mısır ve Türk heyetleri istikşafi görüşmeler kapsamında Kahire'de bir araya gelmişti / Fotoğraf: Şarku'l Avsat


Geçen yıl nisan ayının son günlerinde eski meclis başkanı ve eski savunma bakanı İsmet Yılmaz öncülüğünde Parlamentolararası Mısır Dostluk Grubu'nun aktifleştirilmesi, bir ay sonrasında ise Kahire'de "istikşafi istişareler" olarak tanımlanan iki günlük toplantılara Türkiye ve Mısır'ın dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde katılımı normalleşme adımlarındandı.

Erdoğan tokalaşma fotoğrafı için ne dedi?

20 Kasım'da Katar'daki Dünya Kupası açılış maçı öncesi Erdoğan-Sisi arasındaki tokalaşma fotoğrafı en azından şimdilik görüntü itibarıyla "en üst düzeyde" bir araya gelindiği temennisinin gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
 

ERDOGAN KATAR DONUS.JPG
Türkiye medyasından kalabalık bir grup, Katar'daki Dünya Kupası açılış etkinliğine Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte gitti / Fotoğraf: İletişim Başkanlığı 


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar'dan Türkiye'ye dönüş yolunda basın mensupları ve yöneticilerine konuyla ilgili yaptığı açıklamada "Böyle bir süreç başlayabilir demiştik" hatırlatması yapıp "Türkiye-Mısır arası, bir liderler buluşması değildir, Türk milleti ile Mısır halkının geçmişteki birlikteliği bizim için çok önemlidir" tespiti yapıyor, bir kez daha temennilerini dile getiriyor:

Böyle bir sürecin başlaması için burada bir adım atılmış oldu ve hayırlısıyla görüşmeleri yaptık. Temennim odur ki, önce bakanlarımızla başlayan bir süreci, daha sonra inşallah üst düzey görüşmelerle iyi bir noktaya taşıyalım istiyoruz. Yeniden niye olmasın, yeniden niye başlamasın? Bunların sinyalini verdik. İnşallah fevkalade bir hal olmadıktan sonra bu adımı hayırlısıyla atarız. Bizim tabii kendilerinden tek isteğimiz; bu görüşmelerle birlikte, bize karşı Akdeniz'de tavır içinde olanlara yönelik burada biz barışı ikame edelim, onunla beraber yolumuza inşallah devam edelim.

Emekli diplomat, eski Kahire Büyükelçisi Şafak Göktürk'e göre ise 20 Kasım'da Katar'da gerçekleşen görüşmenin haber değeri yüksek ama tek başına iki ülke ilişkileri için yeni bir aşama teşkil etmiyor: 

Katar'daki fotoğrafı özellikle cumhurbaşkanımızın yıllar boyunca yürüttüğü söylemini arka plana koyup gördüğümüzde, elbette dikkat çekici. Ancak bunun tek başına yeni bir aşama oluşturduğunu söyleyebilmemiz mümkün değil. Bir başka deyişle haber değeri yüksek ama kullanım değeri aynı ölçüde yüksek olmayan bir gelişme olarak  değerlendirebiliriz.

Uluslararası ilişkiler, strateji ve siyasi risk analizi konusunda uzman isimlerden biri olan Beykoz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kasım Han'a göre ise Erdoğan-Sisi fotoğrafı Türkiye'nin 2010'ların sonuna kadar ısrarla yürüttüğü dış politikanın sürdürülebilirliğinin kalmadığının somut kanıtı. 

Profesör Han, mevcut durumun Türkiye'nin dış politikada yarınlarını da riske attığı kanaatinde:

Bu politikaların fiili olarak sürdürülebilirliğinin olmadığı artık inkarı mümkün olmayan bir biçimde ortaya çıktı. (...) Kabul edilemez olarak nitelendiren birtakım gelişmeler ve tercihler değişti mi? Şimdi soru bu. Hayır, muhataplarımızın indinde değişen bir şey yok. Ne Suudi Arabistan Türkiye ile kendi iç siyaseti ve ideolojik bakış açısı bakımından kabul edilemez gördüğü o günlerdeki tavrından farklı bir noktada ne İsrail ne Birleşik Arap Emirlikleri ne de bugün Mısır farklı bir noktada. (...) Bu söylediğim ülkelerin başkentlerinden bakıldığında Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik koşulların bu ülkelere yönelik politikasını sürdürülemez kıldığı yönünde bir algı var karşıda. Bu sıkıntılı bir vaziyet. Çünkü böyle bir algı üzerinden Türkiye'nin yaklaşımlarına cevap veren taraflar bu durumun daha da ağırlaşması halinde daha iyi bir pazarlık pozisyonunda olabileceklerini düşünebilirler. Bu da elbette Türkiye'nin isteklerinin, arzularının söz konusu dış politika 'U' dönüşlerinden elde etmek istediği faydanın ortaya çıkmasını zorlaştıracak bir tutum olur.

Mürsi'nin devrilmesinden bu yana Ankara-Kahire ilişkileri

Ülke tarihinde ilk kez 30 Haziran 2012'de demokratik seçimle iş başına gelmiş Müslüman Kardeşler'in Sisi liderliğindeki askeri darbeyle 3 Temmuz 2013'te iktidardan indirilmesi ve Muhammed Mürsi'nin cezaevinde hayatını kaybetmesiyle birlikte (17 Haziran 2019) iki ülke ilişkileri son 9 yılda temasın ilk kez sağlandığı 16 Mart 1926'dan bu yana belki de en düşük seviyesini gördü.

​Mısır'da Mürsi'nin ülkeyi parti tekeline almayı hedeflediği iddialarına karşılık silahlı kuvvetlerin Mısır halkı nezdindeki hoşnutsuzluğu istismar edip yönetime el koyması, darbe sürecinde binlerce göstericinin bizzat Mısır güvenlik güçleri tarafından Rabia Meydanı'nda kurşuna dizilmesi ve Müslüman Kardeşler teşkilatının yasa dışı ilan edilip yöneticilerinin tamamına yakını tutuklanması... 
 

RABİA MEYDANI KATLİAM AA.jpg
Rabia Meydanı'ndaki katliam 14 Ağustos 2013'te gerçekleşmiş, darbe yönetimi karşıtı protestoların akabinde resmi açıklamalara göre en az 3 bin kişi yaşamını yitirmişti / Fotoğraf: AA


Tüm bu süre zarfında yaşananlara en sert tepki darbeyi demokrasi ve insan hakları bağlamında ele alan Türkiye'den gelmiş, Ankara'nın Mısır ile ilişkilerini olumsuz etkileyen süreç etkisini günümüze kadar sürdürmüştü.

Durumu düzeltmek için özellikle son 1,5 yıl zarfında karşılıklı çabalar kimine göre kapalı kapılar ardında kimine göre gözle görüler şekilde arttı.

Ancak 40 yıllık diplomatlık deneyimine Kahire Büyükelçiliği görevini de sığdıran Şafak Göktürk, Türk dış politikasının 2009 senesi ortalarından itibaren ideolojik bir şahlanma dönemine girdiğini ve bunun karşılığını alamadığını belirtiyor.

Göktürk'e göre o dönem takınılan bu tavır günümüzde sorunlu ülkelerle kurulan normalleşme adımlarına da kaçınılmaz olarak yansıyor, Türkiye'nin geçmişteki "güven duyulan ülke" imajının artık ortada kalmadığını ifade ediyor:

Türkiye'nin en önemli özelliği Soğuk Savaş döneminde dahi güvenlik ve istikrar üreten bir ülke oluşuydu. Özellikle komşularımıza dönük toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama ilkeleriyle birlikte değerlendirildiğinde bu büyük anlam taşıyordu. Bu çizgi Suriye'de aşıldı. Elbette bu ülkenin toprak bütünlüğüne saygı duyduğumuzun dışında bir şey söylemedi hükümet. Ama neticede güçlerimiz önemli ölçüde orada ve merkezi hükümete karşı çarpışan bir dizi grupla ilişki halinde. Avrupa Birliği üyeliği sürecine girmiş Türkiye'nin Ortadoğu'ya sunabilecekleri apayrıydı, bugünkü koşullarda sunabilecekleri apayrı. 2009'dan itibaren yaşadığımız 'özgüven' kendi ideolojik ana çekirdeğine dönüşe yol açtı. (..) 'Normalleşme' dediğinizde demek ki; ilişkiler normal değil. Seviyesi o kadar siyasi anlamda düşmüş. Bunun tamir edilmesi gerekli.

Ankara'nın Mısır ile normalleşme adımları doğrultusunda temennileri sarsan en önemli gelişme ise bu yıl 31 Ekim'de Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri'nin açıklamasıyla kimi çevrelerce akamete uğramıştı.
 

MISIR DIŞİŞLERİ.jpg
Mısır Dışişleri Bakanı Şukri / Fotoğraf: Reuters


Şukri'nin Türkiye'nin Libya (dolayısıyla Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon) politikasında değişiklik olmadığı gerekçesiyle yaptığı "Normalleşme süreci kapsamındaki görüşmeler Kahire tarafından tek taraflı askıya alındı" açıklaması dikkat çekmişti.

Türkiye ile Libya'nın 3 Ekim'de imzaladığı petrol ve doğalgazın ana bileşenlerinden hidrokarbon mutabakatı Doğu Akdeniz'de yeni bir gerilime neden oldu ve söz konusu mutabakata yönelik hoşnutsuzluğunu ifade eden ülkelere Yunanistan, Fransa, ABD ve AB'nin yanı sıra Mısır da eklendi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ancak 20 Kasım'da Erdoğan-Sisi arasında ayaküstü gerçekleşen görüşmeye ilgili Mısır cephesinde algının değişebileceği yönünde sinyaller söz konusu.

Mısır basını görüşmeye tıpkı Türkiye medyası gibi "şimdilik" itidalli yaklaşsa da...

 

MISIR AHRAM ONLINE.jpg

Mısır'da İngilizce yayın yayan Ahram Erdoğan-Sisi görüşmesini okuyucularına manşetten aktardı / Görsel: Ahram Online



İngilizce yayın yapan Ahram Online, haberinde "Trablus merkezli hükümetin Türkiye ile deniz alanlarında enerji aramayı da içerebilecek bir dizi ön ekonomik anlaşma imzalamasının ardından ekim ayı başlarında durum kızıştı. Mısır, Libya'da Ulusal Birlik Hükümeti'nin yetkisinin sona erdiğini ve bu tür anlaşmaları imzalama yetkisi olmadığını iddia ediyor. Kahire ile Ankara arasındaki siyasi bölünmeye rağmen, iki ülke arasında halen devam eden ekonomik ilişkiler var. Mısır Kamu Seferberlik ve İstatistik Merkezi Ajansı'na göre Türkiye, Mısır'ın toplam ihracatının yüzde 8'ini gerçekleştirerek 2022'nin ilk yarısında Mısır'ın ihracat yaptığı ülkelerin başında geliyor" cümlelerine yer veriyor.

Yani siyaseten ilişkiden ziyade ekonomik bağlara vurgu yapılıyor.

Mısır Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamada ise "Erdoğan ve Sisi'nin Katar'daki el sıkışması ikili ilişkileri geliştirmenin başlangıcı olacak" denilerek daha açık bir niyet sergileniyor.
 

HİDROKARBON TR LIBYA.jpg

Hükümet Libya ile deniz yetki ve hidrokarbon anlaşmalarıyla Doğu Akdeniz'de hak ve dengeleri güvenceye aldığı kanaatinde / Fotoğraf: AA 


Tokalaşma Ankara-Kahire ilişkilerine nasıl yansıyacak?

Katar'daki liderler resepsiyonunda basına yansıyan Erdoğan-Sisi tokalaşma fotoğrafı hadisesi, bugüne kadar Türkiye'nin izlediği Mısır siyasetinde özellikle Doğu Akdeniz politikasında anlamlı bir değişiklik ve karşı taraftan kabul yaratmadığı müddetçe kimlerin tokalaştığının değil sonunda kimin istek ve taleplerinin ne kadar önceleneceği ve hayata geçeceği noktasında kritik öneme sahip. 

Prof. Ahmet Kasım Han, bunun nasıl olacağını öngörmenin zor olduğu tespiti yapıp iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi aşamasında "karşılıklı tavizler" meselesine getiriyor sözü, Erdoğan'ın başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına uzanan süreçte defalarca (2006, 2009, 2014) gündeme getirdiği "Bunlar monşer" açıklamasından hareketle:

Mesela Mısır'ın Libya'da Türkiye'nin kabul edemeyeceği türde tavizleri talep etmekten vazgeçmesi için bir sebep var mı? (...) Uluslararası politikada bu 'monşer lisanı' dediğimiz şey, yani gereksiz yere olumsuz bir biçimde kullanılan 'monşer lisanı' dediğimiz şey bu yüzden gereklidir. Ki; çok sert ifadeler kullandığınız zaman ya da 'Ben el sıkmam, bunu yaparsam kendimi inkar etmiş olurum' derseniz bu manzara hem bir ülkenin itibarı açısından olumlu bir manzara değildir hem özellikle taviz vermeyeceğiniz noktalarda ayak diremeniz söz konusu olursa karşı taraf bu sinyali de doğru okuyacaktır. Çünkü 'Nasılsa yeterince sıkıştığı zaman taviz verecektir' algısı oluşacaktır. (...) Hani öyle el sıkışıp öpüştükten sonra geçmiyor. Yani diplomasi unutmaz, hatırlatır vakti saati geldiğinde. Evet, diplomasi unutmaz, hatırlatır. Vakti saati geldiğinde hiçbir devlet unutmaz. Devletler fil hafızasına sahiptir. Zaten devletler fil hafızasına sahip olmadıkları zaman o devletlerin bürokrasisi ve yönetimi işlerini iyi yapmıyor demektir.

Emekli Kahire Büyükelçisi Şafak Göktürk ise dış politikada sürekli artan tehdit algısına işaret edip ekonomiye değiniyor:

Söylem şu: 'Dışarıda bekamıza, güvenliğimize genel bir tehdit var. Batıdan, doğudan, güneyden bizi sarmaya çalışıyorlar. İçeride ise vatan hainleriyle Türkiye'nin güvenliğine karşı mücadele ediyoruz'. Böyle bir gündem oluşturuluyor. Hiçbir mevcut sorunu çözmek söz konusu olamayınca, halkın ekonomik güçlüklerine beklenen çözümler üretilemeyince bu genel olağanüstülük hali üzerinde yabancı tabirle sörf etmeye başlıyorsunuz.  Ancak bunun da bir kullanım ömrü var. Çünkü riskler çok kadar büyüdü. Dışarıda oynanan sert politikalar ve fiziki güce dayanan sert siyaset öyle bir noktaya getirdi ki bizi; bu riskleri taşıyamaz ve bedelini ödeyemez hale geldik. Onun için bu normalleşme süreçleri başladı. Diğer taraftan ekonominin zaten taze para çevirme ihtiyacı vardı. Dikkat ederseniz güneyimizle giriştiğimiz bütün normalleşme adımları da bu iki ihtiyaca karşılık olarak devam etti ve hâlâ da devam ediyor.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU