Onlarca ülke içinde yaptığım seyahatlerde beni en çok etkileyenlerden biri Fas oldu.
Kuşkusuz bu etkilenişim, Fas'ın mimari görkemliliği ya da ülkenin demokratik boyutlarından ötürü değil; daha çok yaşam biçimi, kültürü, tarihi, coğrafik yapısı, sosyolojik gelenek ve görenekleri nedeniyle.
İsviçre'de yaşadığımdan dolayı, demokrasi kriterlerim ister istemez biraz yüksek. Bu yüzden Fas'ı, Batı Avrupa ülkeleri ile kıyaslamam haksızlık olur. Onu, ait olduğu Afrika ülkeleri ile kıyaslamam gerekir.
Çünkü kıtanın kendisine özgü bir medeniyet ve modernite serüveni ve koşulları var ve buna uygun karşılaştırmalar daha gerçekçi olur kanısındayım.
Dünyanın her yerinde Fas ülkesine "Marok", "Maroc", "Morocco" ya da "Marocan" denir, fakat Türkler "Fas" diyor ve bu ismin 'fes'ten geldiği söylense de çok başka versiyonları da var, ancak ben Fas ismini kullanacağım.
Fas'a Cenevre'den kalkan uçağımız üç saatlik bir yolculuktan sonra, meşhur Atlas okyanusu kıyısında yer alan 9 milyonluk Kazablanka kenti semalarında alçak uçuşa geçtiğinde vakit akşamüstüydü; mavi okyanus, pastel renkli kent, sarı kumsallar ve kızıl semalar muhteşem bir manzara oluşturuyordu. Manzaradan müthiş etkilendim.
Bindiğim taksi önceden rezerve ettiğim otele doğru götürüyordu beni. Yol boyunca düz bir coğrafya, yer yer palmiye ağaçları, kum tepecikleri ve zeytin bahçeleri arasından ilerlerken takside çalınan Arapça aşk şarkısı bu manzaraya adeta bir fon müziğini oluşturuyordu.
Kente girdiğimizde trafiğin yoğunluğu, kalabalık nüfus, keşmekeşlik derken uğuldayan bir kentin içinde buldum kendimi.
Aklıma önemli sahnelerinin bu kentte çekildiği tüm zamanların en iyi aşk filmi seçilen ve birçok ödülün yanı sıra, Oscar Ödülü'nü de alan o hazin "Casablanca" (Kasablanka) filmi geldi.
Film, II. Dünya Savaşı'nda Çek direniş örgütünün lideri Victor Lazlov'un Alman Nazi toplama kampından Kasablanka'ya kaçış ve oradan ABD'ye geçiş öyküsünü anlatıyor.
Taksiciye filmin buradaki çekim sahnelerini soruyorum. O da birazdan yanından geçeceğimiz Al Medina (Eski kent) mahallesinin tam başında yer alan tarihi restorantı gösteriyor. "Evet, daha sonra burada yemek yemeliyim" diye düşünüyorum.
Kazablanka, İspanyolca "beyaz ev" anlamındadır. Görülmeye değer kent mimarisi üçe ayrılıyor; Fransız-Portekiz-İspanyolların Batı mimarisi, eski Mağrip mimarisi ve modern mimari. Bazen bir caddeden geçerken bu üç mimariyi bir arada görmek mümkün.
Fransız kültüründen kaynaklanıyor olmalı ki eski mimariyi özenle korudukları görülüyor.
Fransız-Portekiz-İspanyol mimarisinin birbirine benzerliğinden ötürü Avrupa 19'uncu yüzyıl mimarisi kategorisinde görüyorum.
Taksiciye "Hayatından memnun musunuz, ekonomik koşullar nasıl ve özgür müsünüz?" diye soruyorum.
Kırk yaşlarındaki Abdulnur, "Araba benim, hayatımı kazanıyorum, çocuklarımı okutuyorum, evim de bana ait, kira derdim yok fakat iki kardeşim okulunu bitirdi bir yıldır işsizler, hâlâ babama yükler. Şimdilik en büyük sorunumuz işsizlik, onun dışında herkes özgür" diye yanıtlıyor.
Bu kez işsizlik oranını soruyorum; "Yüzde 9" diyor, yani Türkiye'den biraz daha iyi.
Aylık maaşlar 300-500 dolar arası değişiyor, fakat alışverişi çok ucuz bir ülke. Sebze ve meyvesi yerli, bol ve ucuz.
Para birimi olan Dirhem'i dolara çevirseniz, sabah kahvaltısını iki dolara yapabilirsiniz.
Bu kez "Kral Muhammed'ten memnun musunuz?" diyorum. "Evet, memnunuz" diyor ve ekliyor:
Eskisi gibi değil; krallık yetkilerini azalttı, kadın haklarını artırdı, çok evliliği yasakladı, tek kadınla evliliği yasallaştırdı, miras hakkını erkeklerle eşit hale getirdiği için de kadınlardan büyük destek görüyor.
"Bir ülkede kadınlar isterse her istediğini yaptırır, kadınlar aydınlanırsa bir toplum aydınlanır" diyorum, gülüyoruz.
Taksici ile Fransızca diyaloğumuz sürüyor fakat özellikle gençliğin ezici çoğunluğu İngilizce ile anadili Arapçayı da konuştuğuna göre, dünyanın en önemli üç dilden konuşmalarını Türkler ile kıyasladığımda ciddi bir avantaja sahip olduklarını düşünüyorum.
Yol yorgunluğu… O gece otelimde dinleniyorum, ertesi gün kahvaltıdan sonra vuruyorum kendimi Kasablanka'nın bulvar ve sokaklarına.
İsviçre'deki Faslı dostlarım, "Çantana cep telefonuna çok dikkat et!" diyerek, Fas'ta yabancılar için sokakların tehlikeli olduğunu söylemişti.
Gezi tecrübem olduğu için zaten dikkatliyimdir, çok da aldırış etmiyorum doğrusu.
Kenti yaya gezmenin bir planını çıkarıyorum. Bugün yaklaşık 15 kilometre yaya gezmeyi, zaman kazanmak için Atlas Okyanusu kıyısındaki La Corniche (Korniş) adlı turistik bölgeye de taksi ile gitmeyi planlıyorum.
Önce bir kahve içiyor ve sonra büyük bulvarlardan dolaşmaya başlıyorum. İlk etapta giyim ve kuşamda Türkiye gibi sınıflar arası derin bir uçurum görmüyorum, anlaşılan yaşam felsefelerinde bir tevazu var.
Oysa gezip gördükçe dünyanın her yerinde olduğu gibi, burada da çok daha pahalı semtler ile hizmet sektöründe çalışanların semtleri ayrışmaya başlıyor. Kent merkezi temiz fakat ara sokaklar daha az bakımlı.
İslamiyet'in yayılışıyla tamamen Arapça egemen olsa da Magriplilerin Berberilere dayanan yerli bir kültürü var.
Bu yönüyle Suudi Arabistan ya da Körfez-Arap ülkelerine benzemiyorlar. Diğer yandan Fransız ve Mağrip kültürünün bir sentezinin oluştuğunu hayatın her alanında görmek mümkün.
Uzun yıllar süren sömürgecilik koşullarında kuşkusuz Fransızlardan aldıkları çok önemli kültürel değerler de var.
Elbette Fransızlar da o geniş kültürlerinin önemli bir kısmını sömürgelerinden aldığını anlamak zor değil.
Bu etkileşimi hayatın her alanında görmek mümkün. Örneğin lüks restoranlarında Fransız mutfağı ile yerel mutfak iç içe.
Fransızca şarkılar Arap makamında söyleniyor. Sokaklarda sık sık Fransızca tabelalara rastlanıyor. Ayrıca sokakta Fransızca konuşanların oranı da hayli yüksek.
Modern devlet kurumlaşması, hukuk sistemi, bürokrasi, belediyecilik, kentleşmede geniş bulvarlar, yollar, raylı sistem Fransızlar döneminden kalma.
1956 yılında Fransa'nın bir gölgesi olmaktan bağımsızlığa geçtiklerinde, resmî ulusal eğitim dili Arapça, ikinci dil Fransızca, yabancı dil İngilizce olarak sürüyor.
Al Madina (El Medine)
Programım gereği Atlas Okyanusu kıyısında yer alan eski kent olarak bilinen Al Medina (Arapça El Medine) semtine gidiyorum.
Burası Fas'ın en büyük kenti Kazablanka'nın ilk kentleşme alanı. Tüm eski kentler gibi, hâlâ etrafındaki surların önemli bir kısmı duruyor.
İki üç katlı beyaz, oymalı ahşap kapılı evlerden oluşan dar sokakları cıvıl cıvıl.
Berberi ve Arap kültürünün harmanlandığı egzotik bir kent. Bana kısmen Diyarbakır Sur'u biraz da İstanbul Kapalı Çarşı'yı anımsattı.
Kentin kalbi niteliğinde, tarih kokan mimari dokusu büyüleyici. Baharat ve hediyelik eşya satılan dükkânlar sıra sıra dizilmiş, sokaklarda çocuklar oynuyor, pencerelerden şarkılar duyuluyor, çöplüklerde kediler, uçuşan güvercinler, yer yer bakkallar, kafeler… semtin ortasında kurulmuş pazarda ise başka bir canlılık var.
Biraz ilerde bir cami… Cuma günü olmasından ötürü caminin içerisi dolup taşmış olmalı ki dışarıda namaza durmuşlar.
Yürüdüğüm sokaklarda kapalı ve başı açık kadınlar, ulusal ya da modern giyimli ahali karışık fakat yerel bir kültür gibi kendi halinde.
Kral II. Hasan Camii: Dünyanın en büyük cami mimarisi örneği
Kazablanka, Fas için başkent Rabat'tan çok daha önemli, ticaret ve turizm kentidir. Türkiye için İstanbul neyse, Fas için de Kazablanka odur.
Bu önemli kentin okyanus kıyısı doldurularak 1980 yılında yapımına başlanmış Kral II. Hasan Camisi'ne. Muhteşem işçiliği sekiz yıl sürmüş.
Şimdi Mekke'den sonra dünyanın en büyük camisine doğru gidiyorum.
Rivayete göre Kral II. Hasan, bu camiyi gördüğü bir rüya üzerine yaptırmış.
Caminin minaresi 200 metre yüksekliğinde; aynı anda yüz bin kişinin namaz kılabileceği bir cami.
Dolgudan geniş bir dış teras alanı ve üstü sanatsal bir özenle taşlarla döşenmiş, göz alabildiğine Atlas Okyanusu ve dalgaların kıyıya çarparak çıkardığı sesler ile okyanus esintisi….
Cami oldukça görkemli, adeta bir güç gösterisi niteliğinde bir mimari eser. Duvarlar tamamen oymalı pastel rengi kum taşından, çatı ve tavan ağaç doğramalı, büyüklüğüne uygun devasa avizelerden bir aydınlatma sistemi.
Minare yapısal olarak Türk mimarisine benzemiyor, göklere doğru yükselen işlemeli kare biçiminde.
Yoğun bir turist akınının ibadetten çok mimari eseri ziyaret için burada olduğunu anlamak zor değil.
Bu devasa camiden söz ederken İspanyol, Fransız ve Portekizlilerden kalma çok önemli mimari eser niteliğinde kiliseler ve birkaç sinagoga rastlamak da mümkün.
Bu mimari eseri ziyaretimden sonra epey yorulmuştum. Vakit öğle, 40 derecelik sıcak fakat deniz kenarı olduğu için esintili.
Bir restoranda Fas'ın ulusal yemeklerinden yemeliydim. Menüye bakıyorum: Kuskus, Tajin, çorba çeşitleri ve balık.
Balık Fas'ın ulusal yemekleri arasındadır. Özellikle çupra ve somon kızartmaları meşhurdur. Somon kızartması ve salata istiyorum.
Lüks bir restoran sayılır, yanına nar suyu, ardından kahve. Yerli para olan Dirhem ödüyorum, piyasayı öğrenme merakımı gidermek için hesaplıyorum, 8 dolar yapıyor.
Korniş
Taksi ile meşhur La Corniche (Korniş) semtine gidiyorum. Korniche Fransızcada kemer demek.
Atlas Okyanusu'nun kıyısında en pahalı, yıldızları yüksek oteller, barlar, gece kulüpleri, plajlar ve devasa tarihi deniz feneri bu kıyıdadır.
Taksiciye bu semtin özelliklerini soruyorum; "Tüm zenginler ve zengin turistler buraya gelir" diyor.
Devasa gece kulüpleri ve eğlence mekânları var. Faslı kızlarla tanışıp evlenmek isteyen yabancılar buraya geliyor, çünkü Fas'ta kadın oranı erkeklerin birkaç misli olduğundan ötürü bu mekânlarda Faslı kızlarla tanışmak çok kolay.
Fas Krallık bir olsa da, işlevsel bir parlamentosu olduğu için belki de "yarı krallık" diyebiliriz.
Aynı zamanda seküler/laik bir ülke. Çok ciddi siyasi olaylara pek rastlanmaz. Her Müslüman ülkede olduğu gibi, şeriatçı, illegal örgütler ile solcuları mevcut; fakat çok ciddi polisiye ve güvenlik teşkilatı olduğundan Tunus ve Cezayir'de yaşanan siyasal çalkantıları burada göremeyiz.
Faslılar aslında sıcakkanlı ve mütevazılar. Çekingen görünürler ama dokunma yöntemini bilirseniz çok rahat diyalog kurulur; güler yüzlü ve sohbete açıklar.
Özellikle kafe, restoran ve alışveriş alanlarında fazlasıyla cana yakın ve ilgililer.
Aydınlarında Fransız üslubu ve düşünce sistemini görmek mümkün. Demokrasiyi ve hukuk devletini savunuyorlar.
Kralcılık-kraliyet söz konusu olunca da "Ülkemiz şimdilik bu kadarını kaldırıyor" diyor ve gerçek demokrasi, sosyal ve hukuk devletçiliğin zamanla gelişeceğinden umutlu olduklarını anlatıyorlar.
Taksici ile sohbet ede ede geliyoruz Korniş'e. Açık mavi semalar, koyu mavi okyanus ve palmiye ağaçlarının etkileyiciliğini yaşarsınız.
Yol üstü oteller dizisi, parklar, yol altı restoranlar, kafeler, göz alabildiğine mavi Atlas Okyanusu üstünde uzaktan ufacık görünen sörf yapanlar ve kıyısında plajlar. Kordon boyu yürüyüş yapanlar…
Şemsiye gölgesinde Fas'ın yerli içeceklerinden olan şekersiz nane çayından içiyorum.
Karşımda tarihi fener kulesi var. "Kim bilir ne kadar can kurtarmış" diye düşünüyorum. Uzayıp giden ve göz kamaştıran mavi okyanusta oynaşan yakamozlar ve her nedense duygulanıyorum, içimden şiir yazmak geliyor.
Annemi, babamı anımsıyorum. Bu yaşta hâlâ yurtsuzluk ve öksüzlük duygusu sarıyor beni. Oysa herkes burada çok neşeli. Her nedense burası sarmıyor beni. ‘Ayrılmalıyım,' diye düşünüyorum.
Bugünkü gezinti beni çok yormuştu. Durdurduğum taksiye binmeden önce bir kez daha etrafıma baktım. Batmakta olan güneş okyanusu kızıla boyamıştı, sörf yapanlar ya yoktu ya da görünmüyorlardı.
Bir an deniz fenerinin bana el sallayarak "Güle güle" dediği hissine kapıldım.
Ertesi gün Kral 5. Muhammed'in sarayının olduğu semte gitmeliydim. Gittim de.
Tarihi bir mekân, sokaklar pırıl pırıl, yer yer çiçekli parklar, tarihi binalarda antika ve hediyelik eşya satan dükkânlar...
Merak edip sordum. Bu semtin çok ciddi görülemeyecek nitelikte güvenlik önlemi varmış. Dükkânların ise esnaflara asla satılamayacağı ve aynı amaç için kullanılmak üzere bedava verildiğini öğreniyorum.
Kralın sarayı biraz yüksekçe bir mekânda, dev altın kaplamalı bir kapı ve yüksekliğinden olacak ki arkasında hiçbir şey görünmüyor.
Sahra Çölü ve coğrafyası
Sahra 266 bin kilometrekarelik bir çöl… Göz alabildiğine kumsallılardan oluşan tepecikler dalgası biçiminde uzayıp gidiyor. Bazen develer kervanı, bazen göçebe çadırlarına rastlarsınız.
Burası başka bir dünya, hatta bir rüya âlemi izlemine kapılırsınız. Kaktüsler diyarı… Kaktüsün her türlüsüne rastlarsınız; sarı, mor ve kahverengisine.
İlk aklınıza gelecek olan insanların burada nasıl yaşadığıdır, halbuki kendilerine özgü kültürel hayatları ve yaşam koşullarıyla hallerinden memnun görünüyorlar.
Yerli olan Berberiler beyaz tenli, büyük bir kısmı mavi gözlüdür. Ulusal kıyafetleri ve gelenekleriyle birbirinden uzak köylerde yaşarlar ve özellikle oldukça konukseverler.
Fransızca ve Arapça bilenleri hayli fazla fakat Berberi dilinin üç ayrı lehçesi konuşuluyormuş. Konuşurken oldukça sakin, stresten uzak olduklarına bağlasanız da sinir sitemleri alınmış sanırsınız.
Fas rengârenk kentleri, yükselen dağları, vadileri, yüksek platoları ve gizemli coğrafyası ile insana sonsuzluğa doğru uzanıyor hissi veren çölleri, uzayıp giden okyanus kıyısı, sonra devamında Akdeniz kıyısı ile bir burnu İspanya'ya 20 kilometrelik mesafededir.
Fas'ın dağları silsileler biçiminde Akdeniz iklimi ile çöl iklimi arasında duvar gibi yer alır.
Kazablanka, ticaret ve turizmi ile ülkenin en büyük kentidir. Başkent Rabat zamanda imparatorluk başkentiymiş.
Fez kendisine özgü güzellikleri ile görülmeye değer bir kent. Marakeş ise oldukça gizemli bir şehir olarak bilinir.
Tüm kentlerinde de farklı uygarlıkların kültürlerini ve derin izlerini görmek mümkün.
Fas'ın kısa tarihçesi
Fas'ın asıl yerlileri olan birkaç Berberi ile sohbet ederken, ortak fikirleri; anadilde verilen eğitim, basın yayın haklarını yetersiz bulmaları, Arap istilasından muzdarip olmaları ve mücadelelerine devam edecekleri yönünde.
Fas aslında bir Berberi yurdudur. Berberiler ise Kabillerin torunlarıdır. Fas coğrafyasına milattan önce Kapsiyan kültürü kalıntılarına rastlanır.
İlkin Kartacalar gelir, ardından Romalılar. 7'nci yüzyıldan sonra ise İslam akıncıları ile tanışırlar. Ülke yönetimi ezici ağırlıkta dışarıdan gelmiş Arapların eline geçer ve o günden sonra Arap egemenliği başlar.
Önceleri Berberiler İslamiyet'i kabul eder. Rivayete göre ilk başlarda Araplaşmaya pek niyetleri yoktur fakat zamanla Arapçayı öğrenirler ya da öğrenmek zorunda kalırlar lakin ana dillerini de unutmazlar. Sonra çok büyük baskılar görürler.
15'inci yüzyılda Portekiz istilası Fas'ı derinden etkiler. 1830'larda Fransız istilası başlar. Ardından İspanyol istilası ve Fransızlarla İspanyollar karşı karşıya kalır, sonra aralarında anlaşırlar, fakat zamanla Fransız egemenliği güç kazanmaya başlar.
İspanyol işgali yetmiyormuş gibi Portekizliler ardından Fransızlar gelmişler. Fransızlar tam egemenlik sağlasalar da deniz kıyılarına hüküm edebilirler.
Ancak kırsal kesimlerde Berberiler varlığını gelenekleri ile kısmen sürdürürler. İspanyollardan sürgün yemiş Musevilerin de birçok kentte çok önemli bir komünite (cemaat) oluşturduğunu unutmamak gerek.
Sonraları bağımsızlık mücadelesi… 1956 yılında Fransa'nın bir bölgesi olmaktan çıkıp resmen "bağımsız" olmayı başarırlar.
Tüm bunları araştırırken aklıma Tunuslu düşünür İbn Haldun'un "Coğrafya bir kaderdir" sözü geldi.
Faslıların bağımsızlık mücadelesi Cezayirlilerinki gibi çok zorlu geçmedi. Çünkü bir Fransız bölgesi iken ulaşım, güvenlik, eğitim, basın-yayın, iletişim, bürokrasi, hukuk alanında kamusal altyapısı hazırdı.
Ulusal dil Fransızca, ikinci dil Arapça idi, bağımsızlık sonrası resmi dil Arapça, ikinci dil Fransızca oldu, bürokrasi ve eğitim sistemi buna uygun değiştiriliyor.
Fas'ın Fransa ile ekonomik, diplomatik ilişkileri devam ederken, zamanında hiçbir çelişki, çatışma yaşanmamış izlenimini veriyor insana.
Seyahatten döndükten sonra baktım; Fas'ın, Birleşmiş Milletler'e kayıtlı 197 devletten biri olduğunu, en kötü bir devlet olmanın bile "devletsiz olmaktan" çok ama çok önemli olduğunu bir kez daha anladım.
Fas rengârenk kentleri, yükselen dağları, vadileri, yüksek platoları ve gizemli coğrafyası ile insana sonsuzluğa doğru uzanıyor hissi veren çölleri, uzayıp giden okyanus kıyısı, sonra devamında Akdeniz kıyısı ile bir burnu İspanya'ya 25 kilometrelik mesafededir. Fas'ın dağları silsileler biçiminde Akdeniz iklimi ile çöl iklimi arasında duvar gibi yer alır.
Kazablanka ticaret ve turizmi ile en büyük kentidir. Başken Rabat zamanda imparatorluk başkentiymiş. Fez kendisine özgü güzellikleri ile görülmeye değer bir kent.
Marakeş ise oldukça gizemli bir kent olarak bilinir. Tüm kentlerinde de farklı uygarlıkların kültürlerini ve derin izlerini görmek mümkün.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish