Ernest Hemingway: Mustafa Kemal'in kimselerin unutamayacağı, İsmet Paşa'nın da kimselerin hatırlayamayacağı bir yüzü var

Dünya romanında önemli bir yere sahip olan Hemingway, işgal günlerinde İstanbul'a ve Osmanlı subaylarına dair birbirinden ilginç yorumlar yapar. Yazarın önyargıları ve hatta yer yer nefreti ise Türk edebiyatseverleri incitecek cinsten

Kolaj: Independent Türkçe

Ernest Hemingway; "Silahlara Veda", "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" ve "İhtiyar Balıkçı" gibi önemli eserlerin müellifi.

Onun edebiyatçı kimliğinin yanı sıra, bir savaş muhabiri olma hasleti var.

Bilhassa işgal günlerinde İstanbul izlenimleri ve Türk Milli Mücadele'sine dair yazıları hayli ilginç.

İstanbul'un zor günleri, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal'e dair yaptığı yorumlar ile Hemingway dikkatleri fazlasıyla üzerine çekiyor. 
 

ernest hemingway 2.jpg
Ernest Hemingway

 

İşgal İstanbul'u

13 Kasım 1918 tarihinden itibaren fiili bir işgal altında bulunan İstanbul'da düşmanın asker sayısı Mart 1920 yılında 100 bine yaklaşmıştı; ama şehir henüz resmen işgal edilmemişti. 

Son aylarda ise şehirde politik hareketlilik artmış, Anadolu'da cereyan etmeye başlayan vatanperver hareketlilik rahatsızlık oluşturmaya başlamıştı.

Yurt dışında da özellikle Hindistan (Pakistan) Müslümanlarının İngiliz yönetimini İstanbul işgali sebebiyle boykot etmeyi tartışması İngiliz Hükümetini artık harekete geçmeye zorluyordu.

16 Mart 1920 tarihinde İstanbul'da sabah ezanı henüz okunmuşken Şehzadebaşı civarında silah sesleri dalga dalga tüm İstanbul'a yayılacaktı. 
 

 

Onuncu Kafkas Fırkası'nda nöbet tutan Türk askeri, 60 kadar İngiliz askeri ve başlarında onlara arabayla refakat eden bir subayın kendilerine doğru geldiğini görmüş; ancak olağan bir durum olduğunu düşünerek karşılık vermemişti.  

İngiliz subayının saldırı emri ile Türk karargâhına hücum eden işgal kuvvetleri kapıdaki nöbetçiyi ağır yaraladıktan sonra doğruca yatakhane bölümüne geçtiler.

Uykuda olan Türk askerleri daha yatağından kalkamadan İngiliz askerlerinin yaylım ateşine maruz kalmış, bu düşmanca operasyonda 4 Mehmetçik şehit olmuştu. 

Hayatını kaybeden askerlerin isimleri şöyleydi;

Onbaşı Velioğlu Mehmed, Çavuş İbişoğlu Abdullah, Kadiroğlu Ömer Osman ve Ahmedoğlu Nasuh. 


Sabahın ilk ışıkları ile İstanbul ıssız bir kentti artık.

Sessizliği yırtan ise Darülfünun talebeleriydi, gençler şehitlerinin cenazesini istiyordu.

Oysa Mehmetçikler operasyon sonrası kimsenin bilmediği bir yere gömülmüştü bile.

Kafkas Fırkası'nın hedef alınmasının en önemli nedeni özellikle komutanlarının Karakol Cemiyeti isimli direnişçi bir örgütle iltisaklı olduğu düşünülmesiydi.

Karakol Cemiyeti ise İttihat ve Terakki'nin İstanbul'da meydana getirdiği bir yeraltı örgütüydü. 
 

 

Harbiye Nezareti kuşatıldı, Fevzi Paşa'nın göğsüne namlu doğrultuldu

Kuşatma Şehzadebaşı civarında başlamış; ama asıl hareketlilik Harbiye Nezareti civarına yayılmıştı.

Sırtlarında mitralyöz, onlarca katır ve 200 kadar İngiliz askeri Harbiye Nezareti etrafını sarmıştı ve Harbiye Nazırı Fevzi Paşa o sırada makamında bulunuyordu.

Sabah saat 10.00 civarında Fevzi Paşa direnişin anlamsız olacağına karar vererek Osmanlı Devleti Harbiye Nazırlığı'nı İngiliz kuvvetlerine teslim etmeyi kabul etti. 

Harbiye Nazırlığı'nın kapısı açıldı ve İngiliz askerleri Rumlarla Ermenilerden oluşan geniş bir kalabalığın tezahüratları arasında binaya girdi.

Fevzi Paşa'nın makam odasına kadar giren İngiliz askerleri namlularını Fevzi Paşa'ya doğrultmaktan çekinmedi.

İşgal askerleri Fevzi Paşa'ya General Wilson'un şu talimatnamesini yüksek bir sesle okudu:

Yüksek Konsey'in emri altında vazife gören İtilaf Devletleri fevkalade komiserinden aldığım bildiriye uyarak İstanbul'un işgali konusunda askeri tedbirleri almakta olduğumu ekselanslarınıza arz ederim. Harbiye ve Bahriye Nezaretlerinin işgali, Telgraf ve Telefon Umum Müdüriyeti kontrolü ve genel asayişin temini de bu tedbirlere dâhildir. Bu durum karşısında emriniz altında bulunan birliklerin kendi yerlerine çekilmelerini ve görev gereği dışarı çıkacak herhangi bir askerin silahsız olmasını sağlamanızı rica ederim.

(Hülya Toker,
Mütareke Döneminde İstanbul Rumları)


Artık bir makamı dahi olmayan Fevzi Paşa, Bab-ı Ali'ye gitmek üzere Harbiye Nezareti'nden ayrıldı.

Fevzi Paşa, İngiliz askerlerinin refakatinde binadan çıkarken dışarıdaki kalabalığın hakaretleri arasında geçerek binadan çıkabildi.

Harbiye Nezareti kontrol altına alındıktan sonra sırasıyla Beşiktaş, Beyoğlu, Kasımpaşa ve Üsküdar gibi önemli belediyeler işgal edildi.

Ardından Beyoğlu'nda bulunan Telgrafhane gibi stratejik iletişim noktaları kontrol altına alındı. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Son olarak Ayasofya etrafı ağır silahlı müfrezelerle kuşatma altına alınarak şehir tamamen düşürülmüş oldu.

Lord Curzon'a Amiral Robeck'den gönderilen bir telgrafta, İstanbul halkının işgal karşısında takındığı kayıtsız tavrını; "Türk halkı şimdilik iyi hareket ediyor" şeklinde bildiriyordu. 

İstanbul işgalinin şehirde bir kargaşa çıkartacağını düşünerek harekâtın bir hayli gecikmesine neden olan İtalyanlar da Türklerin payitahtlarına yönelik bu tecavüze karşı sessiz tavrını büyük bir şaşkınlıkla izliyordu.

İtalyan askeri ateşe Albay Vitale, işgali şu sözlerle üstlerine bildiriyordu:

Gece boyunca kırk kadar milliyetçi tutuklandı. Türkler işgale karşı direniş göstermediler ve önemli bir olay meydana gelmedi.


Bu zorlu günlerde İstanbul'un önemli bir misafiri bulunuyordu: Ernest Hemingway

Bir savaş muhabiri olarak yazar, İstanbul'un sineklerinden hayli şikâyetçidir:

Pierre Loti'nin hikâyelerindeki doğuyla, günlük yaşantının doğusu arasında gerçekten mutlu bir orta yol bulunabilir. Arna bunu, ancak göz kapaklan yarı aralık bakan biri görebilir. Ayrıca yediklerine aldırmaması, sinek sokmalarıma dayanıklı olması da gerekli tabii.

(İşgal İstanbul'u ve II. Dünya Savaşı,
Ernest Hemingway)


Şehrin düzensizliği ve sayıları 50 bine yaklaşan Rus mülteci, Ernest Hemingway'i dehşete düşürür.

İstanbul halkının bu kaosta oluşturduğu düzen karşısında ise hayranlığını gizlemez.
 

 

Başıboş sokak köpekleri, kuru havada toz fırtınası; yağmurda ise çamur yığınına dönen sokaklarda insanların aldırış etmeden rutinine devam etmesi yazarda takdirler beraber bir tiksinti oluşturması satırlarına yansır. 

Müellif, Türk mutfağına da pek övgüde bulunmaz. Çoğu koyun eti ile yapılan yemeklerde kullanılan etlerin sertliğini şu sözlerle istihza eder:

Türk etlerini çiğnemekten çene kaslarım bir buldok köpeğinin kasları kadar sağlamlaştı. (age.)


İşgal altındaki şehrin bir batakhaneyi andırdığını belirten Hemingway'e göre, şehir Mustafa Kemal'in gelişine kadar adeta amel defterini kapatmış durumdadır.

Her türlü eğlence ve fuhuşatın İstanbul'u esir aldığını belirtir; satır aralarından anladığımız işgal günlerinde payitaht, İsrafil'in surunu bekleyen koca bir genelevden farklı değildir. 
 


Batı'nın Mustafa Kemal konusunda yanıldığını belirten Hemingway; azimli komutanı, çıkarcı ve rüşvetçi bir eşkıya olarak tanımlayan hassaten Birleşik Krallık'ın kara talihine yanmak zorunda olduğunu vurgular.

Öte taraftan; Hemingway'e göre tek yanılan Birleşik Krallık değildi.

Mustafa Kemal'i cihatçı sanan İslamcılar, komünist sanan Ruslar ve Fransız çıkarlarına sadık kalacağını düşünen Fransızlar da yanılmaya mahkûmdu. 

Yazar, Mustafa Kemal'i tasvir ederken de sıra dışı bir betimleme ile İsmet İnönü ile mukayese eder:

Mustafa Kemal'in kimselerin unutamayacağı, İsmet Paşa'nın da kimselerin hatırlayamayacağı bir yüzü var.
 

Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü.jpg
Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü

 

Hemingway'in İsmet İnönü eleştirileri bununla sınırlı değildi.

Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa'nın Fransızcasını şu sözlerle eleştirir:

Kendisiyle yaptığım mülakatta çok iyi anlaştık; çünkü ikimiz de oldukça kötü bir Fransızcayla konuşuyorduk. Türkiye'de kültürlü bir Türk içim büyük eksiklik sayılan kötü Fransızcasını ismet Paşa da sağır taklidi yaparak örtmeye çalışıyordu. Fransızca bilmek, tıpkı Rusya'da olduğu gibi, Türkiye'de de toplumsal bir ihtiyaçtı. (age.)


Dünya romanında önemli bir yere sahip olan Ernest Hemingway, Türk tarihi açısından utanç sebebi olan işgal günlerinde İstanbul'a ve Anadolu'da kurtuluş mücadelesi veren Osmanlı subaylarına dair birbirinden ilginç yorumlar yapar.

Yazarın Türk halkına dair önyargıları ve hatta yer yer nefreti ise Türk edebiyatseverleri incitecek cinsten olduğunu söylemek gerekir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU