Beklentiler ve başarılar arasında Biden'in ziyareti

Washington bugün en iyi durumunda değil. Bu, onun Ortadoğu'daki aklı başında müttefiklerini üzüyor, ortak düşmanları ise sevindiriyor

Fotoğraf: EPA

ABD Başkanı Joe Biden, Ortadoğu ziyaretinin arifesinde Washington Post'a, ziyaretin amacını açıklayan ayrıntılı bir yazı yazdı.

Biden bu yazısında her ne kadar ismen zikretmese de Suudi Arabistan Krallığı'ndan bahsetti.

Nitekim dile getirdiği birçok dosyanın yolu Riyad'da geçiyor. Bunun yanında en önemli mesajı "Suudi Arabistan ile stratejik ortaklığı güçlendirmeyi" taahhüt ettiği çarpıcı ifadesidir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Riyad ve Washington arasındaki ilişkilere zarar veren abartıların aksine burada yeni bir retorik abartıyla mı karşı karşıyayız?

Yoksa Suudi Arabistan ile stratejik ortaklığı güçlendirme yolunda gerçek bir dönüm noktasıyla mı?

Politikada beklentileri yönetmek, ikincil anlamıyla politikanın kendisidir. Beklentilerin yönetimi, bugün Başkan Biden'in Krallık ziyaretiyle ilgili olarak en çok ihtiyaç duyulan şeydir.

Biden'in Cidde'nin ev sahipliği yaptığı genişletilmiş Körfez zirvesine katılımı, tüm önemli sembolik anlamları ve tören sahneleriyle bu siyasi hadisenin pratik sonuçlarını içinde barındırmaktadır.

Bu ziyaret, çoğu ABD ile ilgili olan nedenlerle "beklenti yönetimine" çokça ihtiyaç duyuyor. Nitekim bir bütün olarak Ortadoğu düzeyindeki dönüştürücü yeteneklerine dair kendisine pek çok şey atfediliyor.

İkili ilişki düzeyinde, ABD yönetiminin Suudi Arabistan Krallığı'na karşı tutumundaki değişimin sembolik ve siyasi önemi konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmuyor.

Benzer durum, Ortadoğu ve uluslararası siyasetteki konumunun gerçekçi ve nesnel farkındalığı için de geçerlidir.

Bu değişiklik, basitleştirilmiş ve neredeyse tamamen ahlaki ideallere dayalı bir dış politikanın gidebileceği sınırların farkına varıldığını göstermektedir.

Ayrıca bu değişim, öncelikle ABD'nin çıkarınadır. Çünkü ekonomi, sağlık ve güvenlikle ilgili varoluşsal sorularla çevrili gürültülü ve gergin bir dünyadaki manevra yapma ve ittifaklar kurma yeteneğine büyük ölçüde denge getirmektedir.


Suudi Arabistan için bu ziyaret, Krallığın konumu ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın sükûnetle yürüttüğü prestij savaşı için büyük bir siyasi zafer teşkil ediyor.

Prens Muhammed, özellikle "The Atlantic" dergisine verdiği röportajda ve çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda, ortak çıkarların diliyle ve her iki tarafın birbirlerinden ne talep ettiğinin farkındalığıyla konuştu.

Riyad'ın ABD-Suudi ilişkilerine nasıl baktığını, neler istediğini ve dünyanın büyük kutuplarıyla olan ilişkilerini vurguladı.

En önemlisi konuşmasını ve mesajlarını ikiye ayırmasıydı. Birincisi, ABD'nin politik, ekonomik ve teknolojik büyüklüğüyle ve ABD ile ilgiliydi; ikincisi ise belirli bir pozisyona sahip belirli bir yönetim ile ilgiliydi.


Bunun da ötesinde bana öyle geliyor ki, "ABD-Suudi stratejik ilişkisini güçlendirmek" ile Arap -İsrail barışı, Yemen savaşı, İran nükleer dosyası ve Çin-ABD rekabeti gibi karmaşık meseleler arasında başarısız bir kombinasyon var.

Bu dosyalarda Washington ile anlaşma sağlamak, şu an mevcut olmayan veya eksik olan birçok bileşeni ve unsuru gerektirmektedir.

Bunlardan bazıları Washington'dan ve rolünden bağımsız olarak gelişmektedir. Nitekim Krallığın, Yemen savaşını sona erdirmenin gerekliliğini hatırlamak için bir Amerikan rolüne ihtiyacı yok.

Bu savaş Riyad için bir tercih olmanın ötesinde, zorunluluktur ve savaşın sonlanması, siyasi liderliğin aldığı tek taraflı bir kararla sınırlı değildir.


İngiliz Kraliyet Donanması birkaç gün önce, savaş gemilerinden birinin yılın başlarında İran'ın güneyindeki uluslararası sularda, aralarında karadan havaya füzeler ve seyir füzesi motorları da bulunan İran silahlarına el koyduğunu açıkladı.

Yapılan açıklamada bin kilometre menzile sahip 351 seyir füzesinin Husiler tarafından Suudi Arabistan ve BAE'yi hedef almak amacıyla sıklıkla kullanıldığı belirtildi!

Suudi-Amerikan stratejik ilişkilerinin güçlendirilmesi, ABD'nin Yemen krizine ilişkin farkındalığının artırılması ve bu krizin "insani kriz" çerçevesinden alınıp, 'İran'ın bölgedeki devrimci rolü krizinin' parçası olarak ele alınmasıyla başlar.

Ayrıca Krallığın, İsrail-Filistin barış sürecindeki gerçekçi rolünün dışında Ortadoğu'da barışı teşvik etmede, Amerikan rolüne de ihtiyacı yoktur.

Suudi-İsrail ilişkilerine gelince, her iki tarafın çıkarlarından ve İsrail'i potansiyel müttefik olarak tanımlayan Prens Muhammed bin Selman'ın ifade ettiği vizyondan kaynaklanan bir süreç var.

Bu ilişki, özellikle Amerikan rolünün karmaşıklığı ve zaman zaman geri çekilme eğilimleri dolayısıyla, Ortadoğu'da şekillenen stratejik mühendisliğin önemli bir parçası olarak gelişiyor.
 


Krallık, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi kendisini Çin ve ABD arasında seçim yapma gibi bir konuma sokmayacak. Çin, Suudi ulusal güvenlik çıkarlarını anlamada Sovyetler Birliği gibi değil.

Riyad ve Pekin arasındaki ticaret ve petrol ilişkilerine, silah, teknoloji ve petrol dışı doğal kaynakların geliştirilmesi alanındaki çoklu ortaklıklara gelince, bunlar takas türünden ilişkiler değil, aksine ilişkileri çeşitlendirmek ve uluslararası ilişkilerdeki konumu korumak için stratejik bir temel mesabesindedir.

Bütün bunlar, Washington ile olan ilişkinin iyi veya kötü olmasından bağımsız olarak devam ediyor. O halde Başkan Biden'in ziyaretinde eksik olan, sözü edilen stratejik ortaklığın iki ülke arasında risklerin ve çıkarların belirlenmesine dayalı net bir seçim olmasından kaynaklandığı duygusudur.

Washington bugün en iyi durumunda değil. Bu, onun Ortadoğu'daki aklı başında müttefiklerini üzüyor, ortak düşmanları ise sevindiriyor.


ABD, dünya ile birlikte onlarca yılın en yüksek enflasyon seviyeleriyle karşı karşıya ve yaklaşık olarak her hafta gerçekleşen kitlesel katliamlar Amerikan rüyasının ihtişamını baltalıyor.

Buna ek olarak cinsiyet, ırk, cinsellik ve kürtaj etrafında dönen ahlaki iç savaş eşi benzeri görülmemiş düzeyde endişeleri de beraberinde getiriyor.

Amerikan toplumuna bir karamsarlık ruhu hakim. Zira yapılan son anketler vatandaşların yalnızca yüzden 10'unun ülkenin doğru yolda olduğuna inandığını gösteriyor.

Bunlar, stratejik ilişkileri güçlendirmek için nesnel koşullar değil, zaman kaybı olan ve güvenleri boşa çıkaran yanılsamalardan uzak makul arayış için ciddi bir fırsattır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU