Humeynizm münasebetiyle Nazizm!

Humeynizm ve Nazizm arasındaki benzerlik, ölüm meselesinden ve onun destansı ve duygusal olarak şişirilmiş imajından daha öte

1979'da İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin yönetimine son verip İslam Devrimi'ni gerçekleştiren Ayetullah Humeyni, 1989'da öldü / Fotoğraf: AP

Arap sempatizanlarının İran rejimine gösterdiği sempatiyi gözlemlediğimizde pek çok nedene rastlıyoruz.

Bunun başında -ki en geniş sempati alanını kaplar- mezhepçi düşünce geliyor.

Ayrıca ABD düşmanlığı tarafından motive edilen İran'ın destekçilerinin de küçük bir payı var.

Bu kişilerin çoğu, savaşlar ve yenilgiler ile ilgili önceki deneyimlerden kaynaklanan hayal kırıklıklarının mirasçılarıdır.

Bu yüzden bu karışımda, Abdunnasır'ın, Filistin direnişinin ve onların arkasında Sovyetler Birliği'nin başarısız olduğu şeyi Humeynist İran'ın yapacağına umut bağlayan Nasırcılar ve komünistler ile eski Nasırcılar ve komünistleri buluyoruz.

Bu kategoriden çok da uzakta olmayan başka bir grup da Beşşar Esed'e destekleri ve yardımlarından dolayı Tahran'a ve Moskova'ya minnet ediyor.

Tabi ki, her siyasi bağlılıkta olduğu gibi, menfaat sahipleri ve çıkarcılardan oluşan bir kategori de var.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ancak nadiren değinilen ve neden sayılmayabilecek, ancak diğer sempati nedenlerini güçlendirebilen veya önünü açabilen bir faktör de var: Nazizm hakkında az şey bilme ve Nazizme karşı duyarlılığın zayıf olması.

Elbette bu, İran rejiminin Nazi olduğu anlamına gelmiyor. Ancak Nazizm hakkında bir film izlemek, gözlerimizi ovuşturup şunu sormamız için yeterli olacaktır:

Aşağıdaki sahneye en yakın sahneyi günümüzde nerede bulabiliyoruz:

Büyük bir düzen ve uyum içinde sıralanmış, hep bir ağızdan tezahürat yapan, tek bir lideri selamlayan, ölmeye hazır olduklarını ilan eden ve yaşlılar gibi çocukların silah altına alındığı, kamusal alanı ele geçiren kalabalıklar…

Bu, 30'lu 40'lı yıllarda şansı olmayan Arap ideologlarının daha önce bir benzerini düşlediği ancak İran rejiminin tekrar canlandırdığı bir sahne:

Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi (SSMP) lideri Antun Sa'ade tarafından verilen şu brifingi okuyalım:

Bir gün gelecek -ki bu yakındır- ve dünya yeni bir manzaraya ve tehlikeli bir olaya tanık olacak. Kurşun renginde giysiler giymiş, siyah kemerler kuşanmış, başlarının üzerinde bileylenmiş mızrakların parladığı ve arkasında müthiş bir şekilde sıralanmış bir orman dolusu süngü ile ordunun güçlü kuvvetlileri tarafından taşınan kırmızı 'ez-zavba'a' bayraklarının (ç.n: SSMP bayrağı) arkasında yürüyen adamlar olacak. Böylece Suriye milletinin iradesi reddedilmeyecek, çünkü bu kaza ve kader olacak.


Durum Lübnan ve Irak'ta da böyle. Genel Maarif Müdürü Sami Şevket, 'demir ve ateşe' inanan genç erkeklerin ayak işlerini yapacağı bir 'ölüm sanayisi' çağrısında bulundu.

Arap Milliyetçi Hareketi demir ve ateşi ulvi ve kafiyeli bir ilkeye yükseltti:

Demir ve ateş gibi bir kan, başkaldırmış özgür bir birlik.


Elbette Antun Sa'ade, Sami Şevket, Arap Milliyetçi Hareketi ve diğerlerinin başaramadığını, Ayetullah Humeyni ve bazı öğrencileri başardı.

Bu hareketlerin ustalaştığı ölümün sevdirilmesi ve onun parlak görüntüsü, birçok entelektüel geleneğin tersine çevrilmesine sebep oldu.

Örneğin, özellikle Schopenhauer ile ilişkilendirilen ölüme bağlı felsefi karamsarlık geleneği tersine çevrildi.

Albert Camus tarafından sembolize edilen, ölüm yüzünden yaşamın saçmalığı geleneği tersine çevrildi.

Bu gelenek, bu saçmalığa yenik düşmezse iyi anlamda gerektiği kadar hayatı dolu dolu yaşamaya çağırıyordu.

Aynı zamanda ölümün güzellenmesi, Hene Arendt'in ortaya attığı, hayatın yeni doğan bebeklerin somutlaştırdığı ve devam ettirdiği başlangıçlar olduğunu sonlar olmadığını savunan 'natalizm' ilkesinin tersine çevrilmesiydi.

Dolayısıyla Nazizm ve Humeynizm ile birlikte ölümü istemeye teşvik eden ve onunla övünen bir iyimserlik ortaya çıkıyor.
 


Ancak Humeynizm ve Nazizm arasındaki benzerlik, ölüm meselesinden ve onun destansı ve duygusal olarak şişirilmiş imajından daha öte.

Nitekim siyasi alanda Nazizm, komünizm ve Lübnan'a (Hizbullah), Irak'a (Haşdi Şabi) ve Yemen'e (Ensarullah) ihraç edilmeden önce Humeynizm tarafından benimsenen ikili iktidar (parti-devlet) durumu ile karşı karşıyayız.

Bir de devletleri-milletleri, sınırlarını ve egemenliklerini ve tabi ki halklarının iradesini fiilen tanımayan yayılmacılık dürtüsü de var.

Ancak Nazizm ile Humeynizm arasındaki en önemli benzerlik, çok eski ve ilkel bir ideoloji ile çok modern bir örgütün (parti, ordu, birimler ve elbette liderliğin yüce birliği) birleşimi olmalarıdır.


Özetle bu, İran rejimini, herhangi birimizin çekincelerle, hatta düşmanlıkla karşılayabileceği bir siyasi sistemden veya siyasi fikirden daha tehlikeli kılıyor.

Ancak bizi bu tehlikeye göz yummaya iten şey sadece Nazizm'e karşı duyarsızlık ya da bununla ilgili bilgi eksikliği olması değil.

Nitekim modern İran tarihine de hoşgörü ile bakılıyor. İran rejiminin bazı muhalifleri bile, 1979 devriminin büyük bir lanet olduğunu, geriye doğru büyük bir adımı temsil ettiğini ve Şah rejiminin -ki kendisi kesinlikle zalim ve son derece kötüydü-, yerine gelen rejimden yüzlerce kat daha iyi ve binlerce kat daha az tehlikeli olduğunu kabul etmekte hala zorlanıyor.

Bu, özgürlüklerde, ekonomide ve kadının statüsünde olduğu kadar dışarıya yönelik saldırganlığın derecesinde de geçerlidir.

Bunun kabul edilmemesinin bir sürü sebebi var. Ancak genel olarak bu, Nazi kaynaklarından birinin sahip olduğu eski püskü ilkelerden, yani insanlık tarihinde bilinen en vahşi fikirlerden kopma konusundaki isteksizliğimizin boyutunu yansıtır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU