Ellerimizle büyüttüğümüz Yunan isyanı ve Kuzey Suriye koridoru

Dr. Yüksel Hoş Independent Türkçe için yazdı

Birçok kez Türk-Yunan savaşı olasılığını düşünmüşümdür. Türkiye'nin çıkarına olan tek durum bir saldırıya uğramadıkça Yunanistan'a saldırmamaktır.

Ülkemizin bilhassa Yunanistan ile politikalarından birisi de gerginliğin savaşa dönüşmesini engellemek. Çünkü Yunanistan'a saldırıda bulunmak demek şu anda Rusya'nın durumuna düşmekle eşdeğer bir durum.

Nüfusları 10 milyonu biraz geçiyor ve bunun da aslında önemli bir kısmı ülkeye 1990'lardan sonra Arnavutluk'tan gelen ve kalan kimseler ile Sovyetlerden gelen ve adları dışında hiçbir şeyi Yunan olmayan birkaç yüz bin kişi.

Buna bir miktar da Mısırlı ve Lübnanlı Ortodoks Arap'ı da eklerseniz alın size Yunanistan…

Ben üniversitede iken Türkiye'nin 7'de biri nüfusta idi. Şimdi ise 8'de biri. Her 20 senede bir bu fark bir Yunanistan kadar daha açılıyor.

Muhtemelen 20-25 sene sonra 10 Yunanistan edecek durumda olacağız. Bunun şüphesiz iyi tarafları da var kötü tarafları da.


Yunanistan, bir turizm ülkesi. Ülkenin turistik açıdan en önemli bölgeleri ise Rodos'un da içerisinde bulunduğu 12 Adalar, Girit ve Atina ile çevresi.

Bunun dışında Kiklad yani Çember Adaları ile Sporad Adalarının arasında Santorini gibi Mikonos gibi adalar var tabi.

Kuzeye gittikçe Yunan turizmi daha lokal bir hal alıyor. Örneğin Taşoz Adası neredeyse tüm Kuzey Yunanistan'ın turistik ihtiyacına hitap eden bir ada.

Limni Adası ise biraz daha volkanik ve üzerindeki Mondros Limanı Türkiye'ye karşı bir ABD/Avrupa saldırısı için Yunanistan'ın tıpkı Çanakkale Savaşı'nda yataklık ettiği gibi hazır tutulan bir bölge.


Evet arkadaşlar.

I. Dünya Savaşı'nda "tarafsız" kalmış olsa bile Yunanistan, Limni Adası'ndaki Mondros Limanı'nı İngiliz ve Fransız gemilerine üs olarak bırakmıştır.

Bu, Yunanistan'ın bize en "nötr" dönemdeki tutumudur. Bunun üzerinde çiçek böcek barış hayalleri kurmak nafile.

Tarih ders vericidir, coğrafya ise belirleyici. Yunanistan ile Türkiye'nin arasında, özellikle Yunanistan'ın bitmek tükenmez bilmeyen bir toprak arzusu mevcut.

Bu toprak arzusu ise onların geçmişte (geçmişleri olarak gördükleri Bizans'tan dolayı) Anadolu'ya ve İstanbul'a hakim olduklarına inanmalarından ileri geliyor.

Deli saçmasıdır bu aslında. Birçoğunuzun böyle düşündüğünü ya da en azından bu zamana dek böyle bir algıya sahip olduğunuzu biliyorum.


Değerli dostlar,

Bizans, belkemiği Anadolu'da olan bir devletti. İstanbul merkezli ve Anadolu bedenine tutunan, halkı Anadolulu bir ülke.

Bu Anadolulu halk ise Rum dediğimiz Roma bakiyesi (Doğu Roma kastediliyor) olan Ortodoks bir halktı. Yunan değillerdi Ortodokslardı ki biz bunlara hiçbir zaman Yunan demedik, Rum dedik.

Yunan dediğimiz halk, daha antik çağlarda tarihi arenaya eyvallah demiş ve birçok istilacı kavimle yıkılmış şehir devletlerinden oluşmaktaydı.

1600'lerin ikinci yarısında Avrupa'da doğan ve 150 yıl içerisinde doruğa ulaşan klasizm akımı ile bir "Yunanistan" meydana getirmek istediler ve Yunancayı doğru dürüst konuşamayan Hristiyan Arnavutlar örgütlenerek ortaya bir Yunanistan çıkarıldı.

Bu tabii ki kendini "Yunan" hissetmekten dolayı değil, Ortodoks hissetmekten kaynaklanan bir saflaşmanın sonucuydu.

Zira Osmanlı'nın millet sisteminde Rum Ortodoks iseniz ayin diliniz Yunanca olacaktı ve her şekilde bir Bosnalı veya Arnavut ya da Pomak nasıl "Türküm" diyorsa bir Hristiyan Arnavut, Ulah ve Balkanların güney kıyılarına yakın diğer Ortodoks toplumlar da "Yunanım" diyeceklerdi. 


Aslında bu klasizm akımı ile Avrupa kendi köklerine öykünmekteydi.

Çünkü ihtiyaçları olan parayı coğrafi keşiflerle bulmuş, matbaa ve hür düşünceyi fonlayan burjuva sınıfının doğmasıyla da kültürel işlere merak salmışlardı ve tam bu noktada paranın veremeyeceği tek şey olan "asaletin tesisi" için köklere inildi.

Katolik köklerde çok fazla bir nane yoktu zira bolca skolastik tantananın meydana getirdiği mezhep kavgalarıyla Avrupa zaten yorgundu.

İşte bu Katolik kültürün ve kilise etkisindeki sanatın dışında daha gerideki Roma paganizmi ve onun da gerisindeki Antik Yunan döneminde bulundu aranan kan.

Deştikçe deştiler. Eski Yunan bilim adamları, düşünürleri, eski Yunan sanatı, eski Yunan tarihi ve Yunan ile başlayan ne varsa.


Hani Avrupa'da gördüğünüz şu önü sütunlu büyük ve abidevi binalar da o dönemdeki Eski Yunan'a öykünme döneminin ürünüdür.

Mimaride, sanatta, edebiyatta ne varsa kendilerine bir geçmiş inşa etmeye başladılar.

1700'lerden sonra eski Yunan'ı merak etmek için bölgeye gidenler oldu ve özellikle 1800'lerde Edward Lear gibi ressamlar, Victor Hugo, Thomas Moore ve özellikle Yunanistan'a gidip romantik filhelenizm etkisiyle sıklıkla edebi ürünler vermeye başladı.

Bunlardan kimisi etkisinde kaldığı bu lirik filhelenist akıma kendisini fazla kaptırarak Yunan isyanına katılmak için yola çıktı ve örneğin Yunanistan'a vardığında ateşli hastalıktan ölen Lord Byron buna örnektir.

Bunlar ya Yunanistan'a seyahatlerde bulunurdu ya da Hugo gibi uzaktan yazılar ve şiirleri ile Yunan terörünü desteklerdi.

Bazıları yazılarında belli belirsiz şekilde okudukları asil Yunan hikayelerindeki entelektüel düşünürler ve korkusuz, güzel vücutlu savaşçılar ile karşılarına çıkan çoban kılıklı keçi kokan adamları karşılaştırıyor ve hayretlerini bu gezi yazılarında dile getiriyorlardı.


Okudukları Yunanistan'da Büyük İskender, Aristo, Sokrat, Platon, Eratostones, Ptolemaios, Homeros, Heredot vardı. Ama karşılaştıkları tipler ise okuma yazma bilmeyen Yunan köylüsü Yanis ile Panos oluyordu.

Venüs'ü, Afrodit'i okuyorlar, klasizm akımı etkisinde çizilmiş resimlerle yükseliyorlardı ama karşılarına çıkan kadınlar, çoğu kez bıyıklı ve eni boyu bir Evgenialar, Tasulalar oluyordu.


Gerçekten özellikle insular Yunanistan'da yani adalık bölgelerde bir bıyık yaygınlığı vardır.

Şüphesiz günümüzde gelişmiş epilasyon ve depilasyon yöntemleri ile kadınlar kendilerine daha çok bakmaktalar; ancak Evliya Çelebi bile Yunan kadınlarından bahsederken "koca memeli ve göğüsleri biçimsizdir" der.

Artık mübarek nasıl bir dikkatle baktıysa tabi… Neyse efendim. Sırf Evliya Çelebi'nin bu tasviri bile Avrupalıları sükût-u hayale uğratacak cinstendi.

Yunan halkı yok değildi ama varla yok arasıydı ve günümüz Yunanistan'ında tam bir homojenlik yoktu.

Örneğin Atina ve üzerinde yer aldığı Attika yarımadası Arnavut çoğunluklu idi.

Yine Mora Yarımadasında (Müslümanlar yok edilene dek) yaşayan Hristiyanların büyük kısmı Hristiyan Arnavutlardı. 


Yunanların oldukları yeri aslında yanlış yerde arıyordu Avrupalılar. Çünkü orası, birçok Yunan bilim adamının ve tarihi şahsiyetin doğduğu Anadolu topraklarıydı.

Ama Yunanistan'ı kurmak için biraz daha merkezden izole biraz daha iç karışıklığın olduğu bir alan lazımdı.

Limanlarına kolayca erişimin mümkün olduğu ve İngiltere'ye bağlı 7 adalar denen bölgeden rahatlıkla gidilebilen Yunanistan'da isyanı çıkarmak çok kolaydı.

Altını çizmekte fayda var. Osmanlı, Balkanları idare ediyordu ama Balkanlara bitişik bazı adalar, İngilizlerin elindeydi.

İyonya Adaları da denen bu yedi adalar arasındaki Korfu mesela pek Türk egemenliği yaşamamıştı.

Günümüzde Kuzey Suriye'de meydana getirilen PKK teröristlerinin idare ettiği sözde devlet ve terör koridoru, o dönemde Yunanlar için işte bu 7 ada bölgesiydi. 
 

 


Burası Yunan bağımsızlık düşüncesini destekleyen Yunanların, Osmanlı'ya karşı savaşan eşkıya elebaşlarının kaçış yeriydi.

Kıyıya kimi yerde birkaç kilometre mesafedeki Korfu adasından Osmanlı kıyılarına yüzerek bile geçebiliyordunuz.

İşte bu ayrıntı Yunanistan'ın bağımsızlık sürecinde çoğunlukla atlanmış coğrafi ve stratejik bir ayrıntıdır.

İngiliz geliyordu da nasıl geliyordu? Buradan geliyordu işte. Çünkü bu adaları İngilizler Fransızların tepesine basa basa alıyor. Fransızlar da Venediklilerden.


Osmanlı, Korfu, Paksu, Ayamavra, Kefalonya, Zanta, İthake ve en aşağıdaki Çuha adalarını aslında pek almamış.

Bazılarını bir süre ele geçirse de kalıcı olamıyor Mesela Ayamavra, Kefalonya, Zenta ve Lefkada belli bir süre Osmanlı toprağı oluyor ama buralarda kalıcı bir idare tesis edemiyoruz.

Çünkü Venedik'in belini bükmemize yakın dönemlerde donanma birbiri ardına darbeler alıyor. Her neyse bu apayrı bir konudur.

Burada bilmeniz gereken şey şu adaların Osmanlı idaresinin burnunun dibinde olmaları.

İşte bağımsızlık fikrinin geldiği yer. İşte silahların geldiği yer. İşte burnunun dibinde silahlandırılan insanların (olsun bazısı da bize çalışıyor) desen de geleceği nokta. 


Devam ediyoruz.

Tepedelenli Ali Paşa ve II. Mahmud arasında süren gerginlik ortamında Osmanlı adına çalışan ve hayli özerk bir yönetimde olan Tepedelenli Ali Paşa ki kesinlikle Arnavut değil, Arnavutların elinde büyümüş Kütahyalı bir Türk'tür, Yunanları ilk silahlandıran kişiydi.

Ama onlardan faydalanmak için silahlandırmıştı. İzbandut denen ki bu İtalyanca Spandido'dan gelir (Bandit yani çeteci manasında) Rum deniz eşkıyalarına karşı ve karada yol kesen, adam öldüren tiplere karşı gayet iyi iş çıkarıyordu. 

Tepedelenli'nin öldürülmesi meselesinde Fener Patrikhanesi ve ona çalışan bazı vatansızlarımızın rolü şüphesiz büyüktür.

Evet Tepedelenli lokal bir oligark, bir başına buyruk kişiydi denir ama sarayına dek gelen bostancıya da başını uzatacak kadar devletine bağlıdır. Bu adamın öldürülmesi ile neler mi oldu? Bakalım.

 

Tepedelenli Ali Paşa.jpg
Tepedelenli Ali Paşa / Görsel: Wikipedia

 

Ali Paşa'nın safında savaşan ve kendilerine "Ali Paşalılar" denen Yunanlı bir grup var. Bunların sayısı binlerle ifade ediliyor.

Bunlar aslında Ali Paşa'ya hizmet ediyor ve Yunan bağımsızlığı için savaşan asi kardeşlerine karşı da savaşıyordu.

Yani güncel bir bağlantı yapacak olursak, Esed'e karşı savaşan Suriyeli paramiliterleri ya da PKK'ya karşı bir zamanlar operasyon Hizbullah'ı falan hatırlayın diye yazmıyorum ama aklınıza gelmesine de mani olmayayım.

Çünkü kavramlar benzeşiyor ki benzeşir bu tür kavramlar. Güç böyle bir şeydir. Güçlüyken size hizmet edenler çoktur ama gücünüz azaldığında o hizmet edenler kendi kaderlerinin derdine düşer.

Bugün Kadirov Putin'e mi çalışıyor? Evet. Ama yarın Putin zayıflarsa ve Rusya'da huzursuzluk başlarsa sanmayın ki bu böyle devam edecek.

Milletlerin ve özellikle büyük milletlere hizmet eden "güce tabi" ve "güce hizmet eden" kimselerin kaderi ve genel psikolojisi ve refleksidir bu.


Ne var ki Türklere çalışan ve bir nevi "Köy korucusu" gibi kendi dindaşlarına karşı savaşan bu kimseler, Osmanlı'nın Tepedelenli'yi alt edip başını kestiği dönemlerde sahipsiz kalmış ve Yunan isyanının belkemiğini oluşturacak silahlı kadrolara topluca katılmış ve bu kadroları güçlendirmişti. Hatta ellerindeki ciddi miktarda Osmanlı silahı ile bu hareketi zirveye taşımışlardı.

Kısacası kendi iç mücadelemizi yaparken Yunan, aradan sıyrılmıştı. Şimdi de kendi mücadelemizi yaparken silahlandırdığımız kimseler var mı? Ve bu silahlar yarın kime döner?

İsteyen düşünebilir ve tarihten ders alabilir. Ne demiştik? Tarih ders verici, coğrafya ise belirleyicidir. 


Avrupa kendi geçmişine asalet devşirmek için çoğunluğu Arnavut eşkıyalardan Sulyotlardan kurulu bir sözde Yunan hareketini destekledi.

Gariptir Avrupa adına ilk Yunan hareketine katılanlar Arnavut Hristiyan eşkıyası iken Tepedelenli Ali Paşa'nın ölümüyle ciddi miktarda Yunanlı bu harekete katılmıştır.

Tepedelenli'nin meydana getirdiği yönetimde kâtibi Mantos İkonomos entelektüel bir katipti ve Ali Paşa'nın özel danışmanı ve sekreteriydi. Onun tüm diplomatik yazışmalarını Ali Paşa'nın emriyle İkonomos yönetiyordu.

Ali Paşa'nın Yanyalı bankeri Spiros Kolovos ise onun ithalat ve ihracat ile alakalı işlerini yürütüyordu.

İtalyanca, Fransızca ve Almanca bildiği için de Avrupalılarla rahatlıkla iletişim kuruyor ve Ali Paşa'nın uçağında gitme ayrıcalığına sahip pardon ben ne diyorum onun gemisinde gitme ayrıcalığına sahip kişilerdi ve evet, onun etrafını saran rant sürüsünün parçası oluyorlardı.

Kostas Vourbiavitis ise onun diğer bir sekreteri idi ve içişlerine bakan bir nevi iletişim danışmanıydı. Ali Paşa'nın etrafındaki altılı zengin çeteden birisi olan Aleksis Nutsos ve Ali Paşa'ya ekonomi danışmanlığı yapan Kontantinos Marinoğlu, onun Avrupa'ya zeytinyağı, sabun, hayvan ve tabaklanmış deri satışına da yardımcı oluyorlardı.

Ali Paşa güçlüyken çevresindekiler de onun kaderine kendi kaderlerini bağlayıp gayet iyi şekilde semiriyorlardı.

Ali Paşa'nın oğlu Muhtar Bey'in kişisel doktorluğunu yapan ve ilaçları temin etmekten sorumlu şifacısı Kolettis de Bağımsız Yunanistan'ın ilk parlamenter hükumetinin mimarıdır.

Yine bu zenginlerden Markos Damiralis Ali Paşa'nın kafası kesildikten sonra isyancıların safına geçip Naksos adasının vekili olarak İlk Yunan parlamentosu yapılacak olan Naflion'daki Osmanlı camisinde Naksos vekili olarak kendisini tanıtmıştı. 
 

 

Evet. İlk Yunan Parlamentosu başka büyük bina olmadığı için Naflion yani eski adı ile Anabolu şehrindeki Ragıp Paşa Camii idi. Minaresi ve revakları yıkılarak cami görüntüsü tıraşlandı ve Vuleftiko yani Parlamento adı verildi.

Ali Paşa'dan devam ediyoruz. Ali Paşa'nın tercümanlarından birisi olan Mihalis Vazerlis ve yine sayısız danışmanı ve özel sekreterinden birisi olan Atanasios Lidorokis, Georgios Tourtouris, Dimitris Logothetis, Konstantinos Karistinos, Hristos Kinas, Athanasios Artas, isimleri de hep Tepedelenli Ali Paşa'nın hizmetinde bulunan danışmanlarıydı.

Mamaları kesilince karşı safa geçmekten başka çare bulamadılar. Bunların bazısına dair Yunan kaynaklarında 6 gemi sahibi, 1500 koyun sahibi veya 5 bin zeytin ağacı vardı diye bilgiler verildiğini görmekteyiz. 


Ayrıca Ali Paşa'nın sarayındaki silahlı korumaları ve ona ve tabii ki Osmanlı'ya da sadık olan Yunan çete liderleri Yorgo Karaiskakis, Andreas İskos, Atanasios Diakos, Atanasoulas Valtinos, Grivayo, Boçaraio, Çavelayo, Duvuniotis, Panourgias, Lampros Veikos, Stamulis Gacos, Yorgo Varnakiotis, Dimos Skaltzodimos, Giannis Roukis gibileri Ali Paşa öldükten sonra topluca Yunan saflarına geçti.

Bunlar Yunan Ordusunun elit savaşçı güçlerini oluşturacaktı ve bu eşkıya liderlerinin hepsi de o zamanlar Ali Paşa'nın sarayında hizmet eden kişilerdir.

Dikkat edin ne diyorum. Ali Paşa'ya bağlı olan kişiler. Devlete bağlı değil, bir bölgesel iktidara bir güçlü lidere bağlıydılar.


İşte kişilerin kendilerine bağlı paramiliter ordu tesis etmelerinin devletler için en yıkıcı örneklerinden biri de budur.

Senden başka, senin kanından ve senin milletinden olmayan ve senin dilini konuşmayan kimselerden oluşturduğun ordu, bağlı olduğu kişinin ömründen sonra kendisine ya en iyi ödeyen ya da geleceğini en garantide gördüğü safa geçer.

Aklıma garip şeyler geldi ve ister istemez moralim bozuldu. Daha fazla yazmıyorum. 


Bir sonraki yazımızda; Türk-Yunan savaşı kimin işine gelir? Kim kazanır? Kazanan ne kaybeder? Kaybeden ne kazanır? Bunlardan bahsedeceğiz.

Niye bu konuya girdiysem artık? Bela gibi bir mesele… Yazmasan içinde zehir, yazsam size zehir. Bir ben kendimi üzeceğime siz de üzülün. Ne kadar gerilirsek okun hedefi vurması o derece iyi olur.

Bu tür ruhsal gerginlikler iyidir. Her zaman söylerim. Tarihi Coğrafya ile birlikte okumak, kılıcı kalkanla kullanmaktır.

Coğrafya bilin ve tarih okurken sıklıkla iki bilimi kafanızda sebep sonuç ve geleceğe yönelik projeksiyonlandırma ile birleştirerek gidin.

İşte bu sonuncu projeksiyonlandırma olayı için de biraz sosyoloji okuyun derim.

Neyse… kalın sağlıcakla.

Selamlar ve saygılar.

 

 

Not: Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi'ndeki "YUNAN KAYNAKLARINA GÖRE TEPEDELENLİ ALİ PAŞA VE YÖNETİMİNDEKİ YUNANLAR" adlı makaleyi okuyunuz. Arzu Erman yazmış. Beğenerek okuyacağınıza inandığım yerli bir makaledir. Fazlasına dair ise çok sayıda yerli, yabancı ve Yunan kaynak bulmanız mümkün.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU