Ali Suavi aslen Çankırılı, fakir bir ailenin çocuğu olarak 1839 yılının Kasım ayında dünyaya geldi.
Davut Paşa Rüştiyesinde eğitimini tamamlayan Suavi, Seraskeri’de kâtip olarak işe başlamıştır.
Ali Suavi’nin çok iyi bir tahsil hayatı yoktu; ama kendisini iyi yetiştirmişti. Kuvvetli bir hitabeti vardı ve kendisini dinleyenleri etkilemesini biliyordu.
Ali Suavi’nin sıra dışı hayatı
Birçok okulda hocalık ve farklı şehirlerde vaizlik yapan Ali Suavi’yi şöhrete kavuşturan olay Muhbir dergisinde yazmaya başlaması olmuştur.
Bu dergi henüz 32. sayısında Ali Suavi’nin Belgrad Kalesi’nin düşmesi üzerine Ali Paşa aleyhine yazdığı sert bir yazıdan dolayı kapatılmıştır.
Suavi ise Kastamonu’ya sürgüne gönderilmiştir.
Suavi, kısa süreli sürgün hayatından sonra tekrar İstanbul’a dönmüş ve devlet erkanından önemli isimlerin yardımıyla Avrupa’ya kaçmıştır.
İngiltere’de Muhbir gazetesini tekrar çıkarmaya başlamış; fakat bu sırada Namık Kemal ve diğer Yeni Osmanlılarla arası bozulmuştur.
Ali Suavi’nin eş seçimi ve fikirleri
Ali Suavi’yi Jön Türkler’den ayıran birçok özelliği vardır.
Suavi fikr-i sabit bir karakter değildir, hatta sık sık fikirlerinin değişime uğramasıyla dikkat çeker.
Cübbe takıp şalvar giymesine karşın devlet dairelerinde din ve devlet işlerinin ayrılması gerektiğini savunmuştur.
Yine uzun süre İslamcılık fikrini hararetli bir biçimde savunurken Türkçülüğe meyletmiş; ama orada da karar kılmamıştır.
Son olarak Suavi devletin kurtuluşunu meşrutiyet sisteminde görmüş ve bu yüzden meclisin açılmasını hayati bir konu olarak ele almıştır.
İngiltere’de sürgünde bulunduğu yıllarda Marie isimli bir İngiliz kadınla evlenen Suavi’nin bu davranışı da beklenmedik bir durumdur.
Çırağan Baskını yaşandıktan sonra birçok delilin ortadan kaldırılmasının Marie marifetiyle gerçekleştiği ve kendisinin bir İngiliz ajanı olduğuna dair iddialar ise daha sonra yapılan araştırmalar sonucu yalanlanmıştır.
Osmanlı tarihindeki ilk darbe bildirisi: Ali Suavi’nin son köşe yazısı
Müşkilat-ı hazıra pek büyüktür. Lakin çaresi pek kolaydır. Yarınki nüshamızda cümlenin müsaadesiyle bu çareyi kısacık şerh ve beyan edeceğim. Bugün şu mektubum yarınki neşre enzar-ı umümiyyeyi celb içindir efendim.
19 Mayıs 1878 yılında Ali Suavi Basiret Gazetesi’ne bu satırları yazması okurlarını büyük bir merak ve beklenti içine sürükledi.
Suavi, Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü kötü durumdan nasıl kurtulacağını bir sonraki yazısında ilan edeceğini açıklıyordu.
Oysa okurlar pazartesi sabahı Ali Suavi’nin yazısını değil, ölümüyle sonuçlanacak çılgınca Darbe teşebbüsünün haberini okuyacaktı.
Herkesin merak içinde okuduğu tebliğ aslında Ali Suavi’nin darbe bildirisiydi.
93 Harbi olarak bilinen savaşta Osmanlı, Ruslar karşısında büyük bir mağlubiyet almıştı.
Savaşın ekonomik ve siyasi sonuçları kadar toplumsal etkileri de yıkıcı olmuştur.
Büyük toprak kayıpları sonrası Rumeli bölgesinden İstanbul’a yüz binlerce Müslüman muhacir gelmişti.
Bu muhacirler hem İstanbul ahalisi ile uyum sorunu yaşıyordu, hem de bir an evvel topraklarını düşmanın elinden geri almak için harekete geçilmesini talep ediyordu.
Bozulan İstanbul ekonomisi muhacirleri taşıyamıyor, halk ile muhacirler arasında gerilim tırmanıyordu.
Daha önce Rumeli bölgesinde vaizlik yapan Ali Suavi, Rumeli halkını yakından tanıyordu ve onlarla iyi bir diyalog kurmuştu.
Devletin yegâne kurtuluşunu meclisin tekrar açılmasına bağlı olduğuna inanan Suavi, daha önce kısa süreliğine de olsa tahta oturmuş, ancak akli melekelerinin yerinde olmaması sebebiyle tahttan indirilen V. Murat’ı tekrar tahta oturtmayı amaçlıyordu.
Ali Suavi bunun için sabahın erken saatlerinde muhacirlerin yoğun bir biçimde bulunduğu bölgeye geldi. Ali Suavi burada muhacirlere Sultan Murat ile anlaştığını Sultanı tekrar tahta çıkartmaları durumunda kendilerine Ruslarla savaşmaları için silah ve cephane sağlayacağını anlattı.
Ali Suavi’nin söyledikleri karşısında ikna olan yaklaşık 300 kadar Rumeli muhaciri bu çılgın adamın peşine takılarak sloganlar eşliğinde Çırağan Sarayı’nın önüne kadar geldi.
Kelime anlamı donanma demek olan Çırağan Sarayı, Beşiktaş-Ortaköy arasında Boğaz kıyısında bulunur. Abdülaziz tarafından inşa edilen bu sarayda uzun bir süre İkinci Abdülhamid ikamet etmiştir. Çırağan Sarayı, Abdülhamid sultan olduktan sonra V. Murad’a tahsis edilmiştir. Devrik Sultan Murad burada gözdeleri, ikballeri, cariyeleri, kalfaları ve çocuklarıyla beraber kalıyordu. Sultan’ın dışardan kimseyle görüşmesi yasaktı. Oysa darbe gecesi V. Murad giyinmiş ve hazır bir biçimde Ali Suavi’yi bekliyordu.
Ali Suavi bu kalkışmanın arkasındaki tek isim değildi. Süleyman Efendi, Rıza Bey, Ramiz Paşa, Dağıstanlı Muhittin Efendi ve Gürcü Şerif Efendi gibi V. Murat’a yakın devlet adamları da bu kalkışmaya destek veriyordu ve bu isimler Ali Suavi ile iletişim halindeydi.
Ali Suavi yanındaki muhacirlerle Çırağan Sarayı’na vardığında bir kısım muhacirler de sallar ve kayıklarla denizden Çırağan Sarayı’nı abluka altına aldı. Çoğunun elinde ateşli silah dahi bulunmayan kalabalık, muhafız alayını aşarak Çırağan’ı işgal etmeyi başardı. Kalabalık sarayın avlusunda toplanıp naralar atarken Ali Suavi, Nişli Halil ve yanındaki iki kişi hızla içeri girerek Sultan V. Murat’ın bulunduğu yatak odasına doğru çıktı.
Darbenin gerçekleşeceğinden haberdar olan Beşinci Murat kalabalığın gürültüsü ve ateş seslerinden korkarak sinir krizi geçirdi. Bu yüzden Suavi ve yanındakiler koluna girerek Sultanı aşağıya doğru sürüklemeye başladı.
Yedi Sekiz Hasan Ağa ve Ali Suavi’nin katli
Bir rivayete göre, okuma yazma bilmediği ve yalnızca yedi sekize kadar sayabildiği için kendisine bu unvan verilen Hasan Ağa (Sonradan Paşa olarak anılacak) tarihe Çırağan Baskı’nında Ali Suavi’yi öldüren darbeyi engelleyen emniyet amiri olarak geçmiştir.
Hasan Ağa’nın ünü bu vakadan çok öncesine dayanmaktadır. Darbeyle tahttan indirilirmiş eski Padişah Abdülaziz’in de birçok defa takdirini kazanmıştır; fakat onun ünü ise suçlulara attığı dayaktan gelmektedir. Yedi Sekiz Hasan Paşa, Beşiktaş mevkiinde her ne suç işlerse işlesin bir suçlu eline geçtiğinde yaptığından ibret alması için suçluyu kendisinden geçene kadar dövmesiyle İstanbul’da nam salmıştı. Öyle ki İstanbul’un tanınmış pek çok külhanbeyi Yedi Sekiz Hasan Ağa’dan ötürü Beşiktaş’a fazla uğramamayı tercih ediyordu.
Ziya Şakir’in naklettiğine göre olay gecesi Hasan Ağa arkadaşlarıyla birlikte Çırağan Sarayı’na yakın bir berberde oturmuş sohbet ediyordu. Saraydan gelen bağrışma ve silah seslerini duyduğunda ayağa kalkarak “Eyvah... Ameleler saraya hücum etti" diye bağırdı.
Hızla Sarayın önüne gelen Hasan ağa elinde kalınca bir değnek tutan zabite neler olduğunu sordu. Zabit muhacirlerin avluya akın ettiklerini sayıca kendilerinden üstün oldukları için müdahale edemedikleri söyledi. Sopayı zabitin elinden alan Hasan Ağa sarayın avlusuna girdi. Gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı. Çırağan Sarayı’nın içinde muhacirler odadan odaya dalıyor ve kendilerinden geçmiş bir şekilde “Padişahım çok yaşa!” diye naralar atıyordu. Tam o anda Hasan Ağa, Ali Suavi ve Nişli Halil olarak bilinen kişinin Sultan V. Murat’ı kolundan sürükleyerek götürdüklerini gördü.
Kalabalığın içinden geçemeyeceğini anlayan Hasan Ağa bir süre sipere yatarak Ali Suavi’nin Sultan Murat’ı götürmesini seyretti. Tam o sırada Yedi Sekiz Hasan Ağa’nın talih yüzüne güldü. Suavi ve Nişli; Sultan’ı Hasan Ağa’nın sipere yattığı yere doğru sürüklemeye başladı. Merdivenlerin hemen kenarına geldiklerinde Hasan Ağa yerinden fırlayarak ihtilalcilerin önüne çıktı. Elindeki değnekle ilk darbeyi Ali Suavi’nin başına indirdi, Suavi ilk darbeyle yere yığıldı. Arkasından gelen darbeyle de Nişli Halil yere serildi. Her ikisi de oracıkta ölmüştü. Darbecilerin ölmesi sonrası Sultan Murat dehşete kapılmış, olaya tanık olan darbeci muhacirler kaçışmaya başlamıştı. Kaçan muhacirlerin birçoğu olay yerine intikal eden zabitlerce tutuklanmıştır. Olaylarda yaklaşık 30 kişi hayatını kaybetmiştir.
Yedi Sekiz Hasan Paşa olay gecesini anlatıyor
Henüz Paşalık makamına erişmeyen Hasan Ağa ertesi gün Yıldız Sarayı’na getirilerek Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkartılır. Sultan Abdülhamid kendisine olayın nasıl yaşandığını sorunca şöyle anlatır:
Efendimiz, saray civarında bir berber dükkânında tıraş oluyordum. Birdenbire bir gürültü işittim. Ne olduğunu anlamak için hemen dükkândan çıkarak saraya doğru ilerledim. O taraftan gelen bir adama tesadüf ettim. Sarayı muhacirlerin bastığını öğrendim. Aklım başımdan gitti. Koşmaya başladım. Yolda rastladığım silahsız bir zaptiyeyi de yanıma aldım. Saray kapısına vardım. Silahsız olduğum için kapıda duran kapıcının elindeki sopayı kaptım, içeri daldım. Avluda kimseyi göremedim. Harem tarafından kadın çığlıkları, ‘Sultan Murat, çok yaşa’ diye bağrışmalar geliyordu. O tarafa atıldım.
…
Muhacirler, Murat Efendi’yi ortalarına almışlar, karma karışık bağırıyorlar ve onu selamlık tarafına doğru sürüklüyorlardı.
Bu arada muhacirlerin içinden, kâtip kıyafetinde bir adam ayrılarak üstüme atılmak istedi. Elindeki rovelveri göğsüme çevirdi. Elimdeki sopayı şiddetle başına indirdim. Bu adamı, bir darbede cansız olarak yere serdim. Bu sefer de gene o kıyafette bir adam üstüme atıldı. Fakat ikinci sopa darbesinde o da yere yuvarlandı.
Ziya Şakir’in Sultan İkinci Abdülhamid’in kitabından naklettiği bu ifadelerle Yedi Sekiz Hasan Paşa; Ali Suavi ve Nişli Ali’yi nasıl öldürdüğünü kendi ağzıyla anlatmıştı. Hasan Paşa’nın darbenin bastırılmasında gösterdiği yararlılık karşılıksız kalmamış hem makamı hızla yükseltilmiş hem de Beşiktaş mevkiinde bir fırın kendisine Yıldız Sarayı tarafından hediye edilmiştir.
Olay Yıldız Sarayı'nda yankı buluyor
Doktora tezinde Ali Suavi’yi ele alan Hüseyin Çelik’in naklettiğine göre darbe teşebbüsü Yıldız Sarayı'nda bomba etkisi yaratmıştır. Tahta oturduğundan beri savaşlar ve felaketlerin yakasını bırakmadığı Sultan İkinci Abdülhamid bu olayın basit bir meczubun kendi başına hareket ederek gerçekleştirdiği bir eylem olmadığını düşünüyordu.
Sultan, ailesinin ve kendisinin hayatının tehlikede olduğunu düşünerek İngiliz Büyükelçisi Hanry Layard’ı saraya davet etti. Abdülhamid elçiden İngiltere’nin olası bir darbe karşısında kendisi ve ailesinin hayatını korumasını talep etti. Bunun üzerine Birleşik Krallığa ait zırhlı savaş gemisi İstanbul’a gelerek demir attı.
Bu jestten sonra Sultan Abdülhamid ve İngiltere arasındaki ilişkiler geliştirilmiştir. Bu ilişkilerin mükafatı olarak Sultan Abdülhamid, Kıbrıs’ı üs olarak İngiliz donanmasına bağışladığını bildiren anlaşmayı 4 Haziran 1878 yılında imzalamıştır. Abdülhamid bu kararından daha sonraları pişmanlık duysa da İngilizleri Kıbrıs’tan çıkarmak bir daha mümkün olmamıştır.
Ali Suavi’nin gerek hayatı gerekse giriştiği başarısız darbe girişimi sayısız iddiaya konu olmuştur. Kimilerine göre darbe mason localarının desteği ile yapılmış, kimilerine göre ise İngiliz ajanı eşi tarafından organize edilmiştir. Bazı iddia sahipleri ise darbenin arkasında Üsküdar Cemiyeti adı altında gizli bir grubun olduğunu belirtmektedir. Uzun süre vatan haini olarak kabul edilen Ali Suavi, Sultan Abdülhamid’e karşı artan muhalefetin etkisiyle bir ihtilalci ve kahraman olarak görülmüştür. Özellikle İttihat ve Terakki üyeleri Ali Suavi’nin darbe teşebbüsünü büyük bir cesaret örneği olarak ele alıp işlemişlerdir.
© The Independentturkish