Hong Kong hükümetinin Şubat 2019’da hazırladığı “suçluların iadesi kanun tasarısını" protesto etmek amacıyla, Hong Kong merkezli demokrasi yanlısı Sivil İnsan Hakları Örgütü’nün (The Civil Human Rights Front) 31 Mart’ta 50 kişi ile başlattığı protesto eylemleri serisi göstericilerin ifadesine göre, 16 Haziran’da 2 milyona ulaştı.
Hong Kong nüfusunun 7,5 milyon olduğu düşünüldüğünde toplam nüfusun yaklaşık yüzde 30’u gösterilere fiili olarak katıldı. İlk protestodan günümüze 3 aydan fazla bir süre geçmesine rağmen gösteriler hâlâ devam ediyor.
Protestoculara göre, anakara Çin ile Hong Kong’un yasalarının uyumlulaştırılmasının bir adımı olan ve Hong Kong’da suç işleyen kişinin ya da kişilerin Çin’e iadesini kolaylaştıran “suçluların iadesi yasası”, Hong Kong’un Anayasası kabul edilen Temel Yasalar'da (Basic Law) öngörülen temel özgürlük ve hakların sınırlandırılması anlamına geliyor.
Mevcut durumda ise protestocular iade yasasının tamamen geri çekilmesini, Hong Kong’un yöneticisi Carrie Lam’in istifasını, tutuklanan protestocuların serbest bırakılmasını, onlara yapılan suçlamaların düşürülmesini, polis şiddetinin araştırılmasını ve 12 Haziran’dan itibaren protestolar ve protestocular için kullanılan “isyan” ve “isyancı” ifadesinin geri çekilmesini istiyorlar.
Protestocuların bu isteğine karşı Hong Kong hükümeti suçluların iadesi yasasını süresiz şekilde askıya aldığını açıklamasına rağmen protestocular yasa tasarısının tamamen kaldırılmasını ve çatışmalar esnasında polisin tavrının soruşturulması konusunda ısrarcı duruşlarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla protestocular ile Hong Kong Hükümetinin henüz anlaşabilmesi zor görünüyor. Buna ek olarak protestocular ve protestolar için kullanılan “isyan” ve “isyancı” tanımlamasını kısmi olarak kaldırdı.
Ayrıca İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt'ın, 19 Aralık 1984'te İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ile Çin Başbakanı Zhao Ziyang’ın imzaladığı ve Hong Kong’un Çin’e devredilme sürecini “bir devlet, iki sistem” temelinde başlatan Çin-İngiltere Ortak Deklarosyonu’nun gereklerinin yerine getirilmesi, aksi takdirde ciddi sonuçlarının olacağı konusunda uyarması da protestoları uluslararası boyuta taşıdı.
Devam eden protestoların Hong Kong’da daha önce gerçekleştirilen gösterilerden ayırt edici en önemli özelliğinin katılımcı sayısının zirve yapması ve protestocular ile polis arasında şiddetin dozunun artması olduğunu söyleyebiliriz.
Hong Kong’un İngiltere’den Çin’e devredilmesi ve “bir devlet, iki sistem”
Birinci Afyon Savaşı (1839-1842) sırasında 1841’de Hong Kong adası İngiltere tarafından işgal edildi. Birinci Afyon Savaşı'nı sona erdiren Nangkai Antlaşması (Ağustos 1842) ile Qing Hanedanlığı Hong Kong adasını İngiltere’ye bıraktı. İngiltere 1843 yılında Hong Kong adasında koloni kurdu.
İkinci Afyon Savaşı (1856-1860) neticesinde Qing İmparatorluğu ile imzalanan Peking Konvansiyonu ile İngiltere Hong Kong Kolonisi'ne, Hong Kong Adası'nın kuzeyinde yer alan Kowloon Yarımadasını da kattı. Nihayetinde 1898 yılında Qing İmparatorluğu ile İngiltere arasında imzalanan antlaşma ile İngiltere Kowloon Yarımadası'nın kuzeyinde yer alan, “Yeni Bölgeler” olarak adlandırılan bölgeyi 99 yıllığına kiraladı. Böylece İngiltere’nin Hong Kong kolonisi bugünkü “Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) Hong Kong Özel Yönetimi” bölgesi sınırlarına ulaştı.
İngiltere, 19 Aralık 1984’te Çin ile imzaladığı ortak deklarasyon ile 99 yıllığına kiraladığı “Yeni Bölgelere” ek olarak Hong Kong Adası'nı ve Kowloon Yarımadası'nın da barışçıl ve sorunsuz bir şekilde “bir devlet, iki sistem” temelinde kendi yönetiminden Çin’e devretmeyi kabul etti. Çin ve İngiltere arasında yapılan 1984 antlaşmasına göre Hong Kong’un Çin’e devri 22 yıl önce 1 Temmuz 1997’de gerçekleşti. Ayrıca bu antlaşmaya göre, “bir devlet, iki sistem” devirden sonraki 50 yıl boyunca yani 2047 yılına kadar, “Temel Yasa”ya göre Hong Kong’un yüksek dereceli otonomik yapısı, kapitalist sistemi ve özgürlükçü yaşam biçimi korunacaktı.
“Bir devlet, iki sistem” yaklaşımı, Çin’in Konfüçyanist değerlere yakın olan efsanevi lideri Deng Xiaoping tarafından ortaya atıldı. Teorik olarak “bir devlet, iki sistem” yaklaşımı, Konfüçyanist felsefenin “uyum” (harmony, hexie) kavramının bir yansımasıdır. Konfüçyanist felsefeye göre aynı şeylerin değil farklı şeylerin uyumu olur (he er bu tong). Dolayısıyla 1841’den 1997’ye yaklaşık 156 yıl İngiliz kolonisi altında yaşamış Hong Kong ile Çin Anakarası arasında ciddi bir değersel farklılığın da ortaya çıktığı inkar edilemez bir gerçekliktir. Bu bağlamda teorik olarak “bir devlet, iki sistem” yaklaşımının başarılı olmasına rağmen, günümüzde politik uygulamasında Hong Kong ile Pekin yönetimi arasında sorunlara da neden olabilmekte.
Protestocular neden bu kadar kızgın?
Hong Kong’un 1997’de Çin’e iadesi ile Konfüçyanist uyum temelinde işlemeye başlayan “bir devlet iki sistem’e göre, Hong Kong’un istikrarlı bir refahının artması ve finans merkezi konumunun güçlenmesi bekleniyordu. Fakat protestoculara göre bu beklentiler gerçekleşmediği gibi özellikle Anakara ile bütünleşmenin seviyesinin artması ile özgürlük alanlarının daraldığı yönünde bir inanç var. Bu nedenle de, Hong Kong’daki yaşam pahalılığı, ev fiyatlarının yüksek olması, gelir adaletsizliğindeki uçurumun artarak devam etmesi, gençliğin gelecekten umutsuzluğu gibi nedenler de protestoların şiddetinin ve sıklığının artmasında en belirgin nedenler olarak ortaya çıkıyor. Son protestoların başlatan Sivil İnsan Hakları Örgütü 1 Temmuz 1997’den itibaren 1 Temmuz 2002’ye kadar özellikle Hong Kong’un Çin’e iadesi yıldönümlerinde demokrasi ve özgürlük temelinde küçük ölçeklerde de olsa protestolar yapıyordu. Fakat Hong Kong Temel Yasasının 23. maddesinde ulusal güvenlikle ilgili değişiklik girişimi 1 Temmuz 2003’te büyük tartışmalara ve protestolara yol açtı. Bu değişiklik girişimi 500 bin gösterici tarafından protesto edilmesi sonucunda rafa kaldırıldı.
Hong Kong protestolarında diğer önemli bir kırılma noktası 2014’te gerçekleşti. Çin Ulusal Halk Kongresi Daimi Komitesi’nin yayınladığı beyaz kitapta (white paper), Hong Kong’un yönetimine aday kişilerin Çin Komünist Partisi tarafından incelenebilmesi yetkisini öngören politik reform önerisi Şemsiye Protestolarına neden oldu. Protestocular adayların adaylık sürecini protesto etmek amacıyla göstericiler 79 gün süren Şemsiye/İşgal Protestoları gerçekleştirdiler.
Bu protestolar neticesinde demokrat yasacıların adaylık başvuruları reddedildi, adayların seçilmesi yetkililer tarafından reddedildi ve protestolara katılan bazı öğrenciler cezalandırdı. 2014 Şemsiye Protestoları'nın diğer bir sonucu olarak Eylül 2018’de bağımsızlık yanlısı Hong Kong Ulusal Partisi şiddete ve kamu düzeninin bozulmasına neden olduğu iddiası ile yasaklandı. Bu karar Pekin yönetimi ve "pro-establishment" yasacıları tarafından desteklenirken, demokrasi yanlısı blok bu kararı sivil özgürlüklere aykırı olduğu ve diğer siyasi gruplara ve aktivistler için de tehlikeli bir girişim olduğu iddiası ile eleştirdi.
Hong Kong’da daha gerçekleştirilen protestolar göz önüne alındığında, sosyo-ekonomik sorunların yönetim şekli/sistem ile ilgili sorunlarla birleşmesi Hong Kongluların tepkisini daha fazla arttırıyor. Dolayısıyla, Hong Kong yönetici kesiminin halkın çoğunluğunun desteğini alamaması ve sistemsel değişikliklerde bir konsensus oluşturamaması ya da buna dikkat etmemesi ve halkın da oy gücü ile yöneticileri iktidardan uzaklaştıramaması göstericilerin sokağa dökülmesi ile sonuçlanıyor. Bu gösterilerin en büyük nedenlerinden birisi “bir devlet iki sisteminin” uygulamasından ve seçim sisteminden kaynaklandığı söylenebilir.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere “bir devlet, iki sistem” yaklaşımının farklılıkların uyumu için “iki sistem” öngörüyor. Fakat Hong Konglu protestocular, Çin Anakara sisteminin Hong Kong’un kendine özgü sistemini içerisinde eritmeye çalıştığını ve dolayısıyla “iki sistem”den “tek sisteme” (tekliğe) dönüşüm sürecinden rahatsızlar. Bu aynı zamanda Konfüçyanist Uyuma da aykırı bir durumdur. Buna ek olarak, Hong Kong seçim sisteminde herkesin oy kullanma hakkı yok. 7,5 milyon nüfusa sahip Hong Kong’un başkanını/baş yöneticisini seçen 1200 kişilik komite, yaklaşık iş çevrelerinin oluşturduğu 240 bin kişiden oluşan küçük bir grup tarafından seçiliyor. Bu 1200 kişilik komite ise Hong Kong’un yöneticisini seçiyor. Hong Kong iş insanlarının Çin ile ticaret odaklı yakın teması nedeniyle, 1200 kişilik komitenin çoğunluğu Çin yanlısı kişiler tarafından oluşuyor. Dolayısıyla Hong Kongluların doğrudan yöneticilerini seçememeleri ve Hong Kong ile Çin Anakarası arasındaki değersel ve kültürel farklılıklar nedeniyle Hong Konglular ile yönetici arasında bir kopukluk ve güven eksikliği meydana geliyor.
Hong Kong’u mevcut yöneticisi Carrie Lam de bu bağlamda “iade yasasını” halka anlatamadığını ifade ederek özür diledi. Yöneticiler ile halk arasındaki güven eksikliği de yönetici elitin uyguladığı politikaları halka anlatamamasına ve bundan kaynaklı tartışmalı yasalarda, uygulamalarda bu tür protestoların da hızlı bir şekilde büyümesine neden oluyor. Bu bağlamda da Hong Kong’daki demokrasi yanlısı gruplar Hong Kong ile Anakara Çin arasındaki hukuksal bütünleşme yönündeki adımlara Hong Kong’un statüsünü ve iki sistemi uygulamasını aşındıracağı endişesi ile tepkisel yaklaşıyorlar.
Hong Kong protestoları ve muhtemel sonuçları
Küresel finansın önemli merkezlerinden olan Hong Kong’un mevcut konumunu koruyabilmesi için istikrara ve sürdürülebilir bir sisteme ihtiyacı var. Hong Kong’daki protestolarını bir çözüme ulaştırmaktan ziyade, Hong Kong yönetimi tarafından rafa kaldırılması ve halının altına süpürülmesi taraflar arasında karşılıklı olarak güvensizliği yanlış anlaşılmaları, çözümsüzlüğü ve kırılmaları arttıracaktır. Daha önceki protestolardan farklı olarak devam eden bu protestolarda göstericiler Legco olarak bilinen Hong Kong Meclisini işgal girişiminde ve polis merkezini kuşatma girişiminde bulundular.
Aynı zamanda ilk defa Hong Kong’daki protestolarda polisin müdahalesi bu oranda sert oldu. Çoğu gözlemciye göre genç protestocuların hayalindeki Hong Kong’un geleceğinden umutları azaldıkça ve geçmişteki protestolarının da bir sonuç doğuramaması nedeniyle şiddete eğilim gösteriyorlar. Bu aynı zamanda bundan sonraki protestolarda da hem polisin hem de protestocuların karşılıklı olarak şiddeti arttıracağının işareti olarak değerlendirilebilir.
Hong Konglu protestocuların sesine kulak verilmemesi aynı zamanda Hong Kong’da “Çinli” kimliğinin zayıflaması ve “Hong Konglu” kimliğinin ise güçlenmesine neden oluyor. Hong Kong Üniversitesi tarafından 2008 Pekin Olimpiyatları'ndan iki ay önce yapılan bir araştırmaya göre 18-29 yaş aralığındaki Hong Kongluların yüzde 41,2’si ve 30 yaş üstü Hong Kongluların ise yüzde 54,5’i kendisini Çinli olarak tanımlarken, son aylarda yine aynı kurum tarafından yapılan araştırmaya göre Hong Kongluların sadece yüzde 11’i kendisini Çinli olarak tanımlıyor. Fakat 18-29 yaş aralığındaki Hong Kongluların sadece yüzde 3’ü ben Çinliyim diyor.
© The Independentturkish