Batı yetimlere kötü davrandı mı?

Rus yetimi kaderine isyan etti ve saldırıya geçti. Bugün dünya eşi benzeri görülmemiş bir krizin pençesine düşmüş durumda. Birbirini takip eden zirveler düzenleniyor ve nükleer düğmeler hatırlatılıyor. Putin kaybedemez

Fotoğraf: AFP

Batı, Ukrayna'nın şu anda yaşadıklarının sorumluluğunun bir kısmını mı taşıyor?

Berlin Duvarı'nın yıkılmasından ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra liderliğini kötüye mi kullandı?

Sovyetler Birliği'nin yetimlerinin yaralarına karşı sert mi davrandı ya da küçümsedi mi?

Muazzam bir yer altı zenginlik ve çalkantılı bir geçmişle karlar altında uyuyan Rusya'ya, Rusya olduğunu göz ardı ederek, Sovyetler Birliği'nin yetimlerinden biri gibi mi davrandı?

Galip gelen, bu tür stratejik bir kavşakta, kendisine tek bir seçenek (intikam için hazırlık yapmak) bırakmamak için mağluba dikkat etmenin görevi olduğunu unuttu mu?

Sovyet imparatorluğunun bir kurşun bile sıkılmadan çöküşü, birbirini takip eden Amerikan yönetimlerini, Barack Obama'nın Rusya'dan, gücünden çok zayıflığından dolayı komşularına sorun çıkaran bölgesel bir güç olarak bahsedecek kadar mı sarhoş etti?

Washington neden Fransa ve Almanya'nın NATO'nun genişlemesi konusundaki sağduyulu tavsiyeleri, Kissinger ve Brzezinski'nin piyonları Rusya sınırlarına doğru hareket ettirmenin tehlikeleri konusundaki uyarıları üzerinde durmadı?


Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, aklıma Sovyetler Birliği'nin yetimlerinin ne hissettikleri sorusu gelmişti.

Bu soruyu önde gelen birkaç Arap komüniste yöneltmiştim ve burada ikisinden duyduklarıma yer vermekle yetineceğim.


Hartum'daki Kuber Cezaevi'nde kıdemli mahkumlar televizyonun etrafında toplanmıştı.

Haberler heyecan vericiydi. Sovyetler Birliği çökmüştü. Mahkumlardan birisi hissettiği duyguyu gizleyememişti.

Bu, Hasan el-Turabi'ydi. Büyük Şeytan'ın devrilmesinden duyduğu sevinci açıkça dile getirmiş ve İslamcıların çağının başladığını söylemekten çekinmemişti.

Bu hikayeyi, Sovyetler Birliği'nin çöküşü haberlerinin kendileri için sert hem de çok sert olduğunu kabul eden Sudan Komünist Partisi'nin kurucularından Ticani et-Tayyib'den duydum.


Lübnan Komünist Partisi'nin en ünlü genel sekreteri George Havi'ye de aynı soruyu yöneltmiştim.

Son Sovyet lideri Mihail Gorbaçov'dan nefret edip etmediğini sorduğumda, cevabı şu olmuştu:

Ondan nefret etmiyorum, onu hor görüyorum.


Havi, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün yaratabileceği büyük sorunlar ve uluslararası dengesizlikler konusunda uyarmıştı.

Sovyetler Birliği'nin çok sayıda insana eğitim fırsatı sunduğuna, bilim konusunda yardım ettiğine ve uzay yarışına katıldığına, devasa bir nükleer cephaneliğe sahip olduğuna dikkat çekmişti.

Rusya'nın konumu, imkanları, marjinalleştirilmesinin veya aşağılanmasının tehlikeleri üzerine kafa yorma çağrısı yapmıştı.


Arap yetimlerin yanıtlarındaki ortak payda, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün Rusya'nın kabul edemeyeceği ve sindiremeyeceği kadar büyük bir yenilgi, kibirli Amerikan politikasının rasyonel olarak yönetebileceğinden daha büyük bir zafer olduğuydu.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü Arap komünistlerin kalbinde derin bir yara bıraktıysa, Berlin Duvarı yıkıldığında yakınlarında olan ve oradaki ofisini kapatıp çok geçmeden kendisi de yıkılacak Sovyetler Birliği'ne dönen KGB subayı Vladimir Putin'in ruhunda nasıl bir yara bırakmıştır?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Batı, modelinin yankı uyandıran zaferiyle sevinçten havalara uçmuştu.

Üçüncü dünya savaşının sonucu modelin çekiciliği ve tek bir kurşun atmadan belirlenmişti.  

Ama Batı, bu kurşunun ne kadar geç olursa olsun sonunda atılacağını düşünmemişti.

Arenasının, Putin'in Rus beşiğinin dışında kökleri olmayan bir icat ve seleflerinin bir asır önce yaptığı bir hatadan ibaret olduğunu düşünmekten çekinmediği Ukrayna olacağını aklına getirmemişti.


Batı'nın tehlikelerin farkında olmadığına dair bir başka tanıklık, eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın diplomatik danışmanı olarak görev yapan Maurice Gordo Montaigne'ye ait.

Fransız diplomatın anlattığına göre, 2006 yılında Chirac'ın talimatıyla Moskova'yı ziyaret etmiş. Ukrayna, Rus mevkidaşı ile temaslarının en önemli gündem maddesiymiş.

Fransız diplomat Rus yetkililere tarafsızlık politikası karşılığında Ukrayna'nın sınırlarıyla ilgili ortak NATO-Rus garantileri sağlama önerisini sunmuş.

Montaigne'ye göre, Rus tarafı önerisine ilgi göstermiş, ancak bunu dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'a ilettiğinde, tutumu oldukça katı olmuş ve Fransa'nın Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya katılımını engellemeye hakkı olmadığı değerlendirmesinde bulunmuş.

Fransız diplomat, NATO'nun 2008'deki Bükreş Zirvesi'nde Fransa ve Almanya'nın ısrarları üzerine iki ülkenin üyelik meselesini ertelemeyi kabul ettiğini, ancak ittifaka katılmaya hakları olduğu prensibinden geri adım atmadığını da sözlerine ekliyor.

Putin, ülkesinin Ukrayna'nın NATO'ya katılma korkusunu ve Atlantik füzelerinin Rusya'nın yakınına konuşlandırılması ihtimaliyle ilgili endişelerini birden fazla kez dile getirdi.

Ancak Putin, bu taleplerinde Batı ile karşı karşıya gelecek ya da Batı'dan kopmaya neden olacak kadar ileri gitmedi.

Çünkü Rusya Devlet Başkanı'nın, Sovyetler Birliği'nin çöküşü depreminden etkilenen orduyu, selefi Boris Yeltsin döneminde hüküm süren uzun kaos ve yolsuzluğun ardından ekonomiyi rehabilite etmek için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.


Muzaffer Batı, büyük olasılıkla, Rusya'nın derin yaraları üzerinde durmayı reddetti.

Tarih boyunca, ister Napolyon'un hayalleri ister Hitler'in yanılsamaları olsun bazıları bizzat Avrupa kıtasından kendisini hedef alan işgallerin bedelini ağır ödeyen bir ülkenin yaralarını dikkate almayı kabul etmedi.

Tarih, Rusya'yı kuşatma kompleksine kapılmaya, Batı'da ortaya çıkan herhangi bir gücün listesindeki bir hedef olduğunu hissetmeye sevk etti.

Rusya, muzaffer Batı'nın ona ikinci sınıf bir ülke gibi davranmak istediğini hissetti.

Bu yüzden Putin ordunun ruhunu iyileştirdi ve cephaneliğini yeniledi. Gücünden emin hale gelince de Kırım'ı geri aldı ve Suriye'ye askeri müdahalede bulundu.

Moskova, bununla yetinmeyerek küçük ordular oyununa dahil oldu. Birden fazla Afrika ülkesine Wagner Grubu'na bağlı paralı askerler gönderdi.

Sovyet treninden atlayan ülkelerin farklı kaderleri oldu. Ülkelerden bazıları kendilerini Avrupa ve Atlantik kucağına atan yetimler olmayı, bazıları da haritalarını güçlendirmeye çalışarak beklemeyi tercih ettiler.
 


Bütün bu söylenenler geçmişte kaldı. Rus yetimi kaderine isyan etti ve saldırıya geçti.

Bugün dünya eşi benzeri görülmemiş bir krizin pençesine düşmüş durumda.

Birbirini takip eden zirveler düzenleniyor ve nükleer düğmeler hatırlatılıyor. Putin kaybedemez.

Biden ise Polonya'dan, eskiden Sovyet imparatorluğunu korumakla görevli ittifaka adını veren Varşova'dan Ukrayna sahnesine bakıyor ve Kremlin'in efendisini "kasap" diye niteliyor.

Bütün bunlar Rus yaralarına daha fazla tuz basıyor. Bu, korkunç bir kriz. Ukrayna savaşan iki ordu arasında ezilirken, dünya güvenliğini, ekonomisini, enerji ve tahıl fiyatlarını yokluyor ve endişeleniyor.

Chirac'ın elçisinin hayal ettiğine benzer bir formüle ulaşmak için çok mu geç?

Ülkesine yağan yaptırım yağmurunun ardından Putin'in kaybedecek bir şeyi olmadığı doğru mu?

Dünya haritaların kanla yeniden çizilmesi tuzağına mı düştü?

Sadece Çin anahtarı Batı'yı, dünyayı ve Sovyetler Birliği'nin yetimlerini kurtarmaya muktedir görünüyor.

Ancak bu anahtarın hareket etmesi için Batı'nın ödemesi gereken bir bedel olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU