Özgürlük Heykeli'nin Fransa'dan New York'a yol tuttuğu günlerde Chicago Üniversitesi'nde zengin beyaz ABD'lilerin tertip ettiği kibar bir yardım gecesinde zavallı Avrupalı mülteciler için para toplanıyordu.
Bu bağış, Hudson Nehri'nde bulunan Ellis Adası'nın Avrupalı mültecilerine vakfedilecekti; sayıları 17 milyonu buluyordu.
Alev Alatlı bu 'ölüm adası'nı şu sözlerle anlatır:
Tanrıça'nın nezaret ettiği adanın başka isimleri de var, yavrum: Heartbreak Islan (Istırap Adası), Island of Hope (Umut Adası) en yaygın olanı da The Island of Tears (Gözyaşı Adası).
Buraya kurulan transit merkez 1954'e kadar hizmet verdi. Her gelenin New York'a geçecek kadar şanslı olmadığını tahmin edersiniz. Uzun yolculuğun bitap düşürdüğü sığınmacıların sağlık, bazıları yasal nedenlerle Amerika'ya sokulmazlar.
Ailelerinden koparılan kimi çocuk kimi kadın, yaşlı, genç binlerce kişi aylarca sefalet içerisinde Gözyaşı Adası'nda yaşar. Geri çevrilenlerden yüzerek New York'a geçmeye çalışırken hayatını kaybeden yüz binlerden bahsedilir.
Diyeceğim, New York Limanına giren muhacir gemisinin güvertesindeki Vito Andolini misali huşu içinde Özgürlük Anıtını seyreden göçmenler ancak Hollywood filmlerinde görülür. (Vito Andolini'yi The Godfather filminden hatırlarsınız; mafya babası olan Vito Careone'yi Marlon Brando oynamıştı.)
Daha garip olan nedir biliyor musunuz? Biz olsak böyle acıların yaşandığı bir yeri hatırlamak için elimizden geleni yaparız. Amerikalılar öyle değildir. Amerikalı, Gözyaşı Adasındaki transit merkezini açık hava müzesine dönüştürür, sığınmacıların trajedisinden ayrıca para kazanır.(Alev Alatlı - Nasihatname 1)
Ellis Adası'na sığınan milyonlarca Avrupalı büyük bir kırım yaşar. Üstelik Özgürlük Heykeli'nin gölgesinde yaşanan bu acıların muhatabı yalnızca Avrupalılar değildi.
Yine Alev Alatlı'dan okuyoruz:
Amerikan Göçmen Bürosu, 1900-1920 yılları arasında ABD'ye giden Türk göçmen sayısını 291.435 olarak veriyor. Anadolu'nun muhtelif şehirlerinden gelen, Trabzon ve Samsun limanlarında fındık yükleyen Fransız gemileriyle Marsilya'ya oradan New York'a geçerlermiş. Prof. Dr. Kemal Karpat'a göre en büyük göçü Harput vermiş.
(Alev Alatlı - Nasihatname 1)
Bu acıların gölgesinde ABD'liler şanlı tarihlerinin (!) simgesi olacak bir anıtı 1886 yılında Fransızlara diktirmeye başlamıştı.
Özgürlük Heykeli ile ilgili en ilginç iddiayı 2004 yılında kıdemli gazeteci Murat Bardakçı ortaya attı.
Bardakçı'ya göre heykel Osmanlı'nın malıydı ve parasını bizzat Padişah ödemişti:
"1880'li senelerde Fransa'da yapılan Özgürlük Heykeli'nin masraflarının büyük kısmının bizden çıktığını, projesinin New York'a değil, o yıllarda Türk toprağı olan Mısır'a dikilmek üzere hazırlandığını ve son anda yaşanan bir talihsizlik neticesinde Amerika'ya gittiğini bilir misiniz? İşte, kaçırılan bu fırsatın kısa öyküsü: 19. asırda Osmanlı İmparatorluğu'nun toprağı olan Mısır, yüzyılın ilk yıllarından itibaren Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın soyundan gelen 'Hıdiv' unvanlı valiler tarafından idare ediliyordu ve içişlerinde bağımsız hale gelmişti.
Mısır valileri, sadece yabancı memleketlerle imzaladıkları anlaşmalarla mali protokolleri padişaha tasdik ettirmekle yükümlüydüler ve İstanbul, bu gibi talepleri genellikle her zaman yerine getiriyordu. Mısır Valisi Said Paşa'nın Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps'e 1854'te hazırlattığı ve Akdeniz ile Kızıldeniz'i birbirine bağlayacak olan Süveyş Kanalı projesi de onaylaması için Osmanlı hükümdarına sunulmuştu. Projenin arkasında Fransa vardı ama İngiltere, Akdeniz'deki ve Hindistan'daki hákimiyetini sona erdirebilecek olan böyle bir hazırlığa karşı çıkıyor ve zamanın hükümdarı Sultan Abdüláziz'i, projeyi reddetmesi için devamlı bir baskı altında tutuyordu.
Said Paşa, İstanbul'un tasdikini beklemedi ve 1854'ün 30 Kasım'ında Fransız mühendise projenin hayata geçirilmesi için gerekli şirketin kurulması iznini verdi. Fransız sermayesiyle kurulan şirketin hisse senetlerinin tamamı satılınca İngiltere, Sultan Abdüláziz'e daha da fazla baskı yapmaya başladı ve hükümdar, Mısır Paşası'nın projesini 12 yıl boyunca onaylamadı. Mısır tarafı ise, İstanbul'un tasdiki gelmeden işe başladı ama Said Paşa 1863'te birdenbire ölüverdi. Yerine geçen İsmail Paşa ise Fransız değil, İngiliz taraftarıydı, bu yüzden iktidarının ilk yıllarında projeye gereken önemi vermedi ama daha sonraki senelerde Kanal'ın Mısır'a nasıl bir hayati değişiklik getireceğini farkedince işe o da dört elle sarıldı.
Kazılar neredeyse tamamlanmak üzereyken Fransız hükümeti, Sultan Abdüláziz'e İngilizler'den daha fazla baskı yapmaya başladı. Sultan Abdüláziz, 1866'nın 19 Mart'ında yayınladığı fermanla Kanal'a izin verirken Kanal Şirketi ile Said ve İsmail Paşalar arasında varılan anlaşmaları onayladı, üstelik Mısır'ın kanal inşaatı için yaptığı dış borçları de devlet garantisi altına aldı ve kendisi de Kanal Şirketi'nin hisselerine oldukça yüksek bir mebláğ yatırdı.
ASYA'NIN IŞIĞI OLACAKTI
Said Paşa ile kanalın mühendisi olan Ferdinand de Lesseps arasında 1854'te varılan anlaşmanın çok ilginç bir maddesi vardı: Kanal'ın Akdeniz'e açıldığı yere dev bir heykel dikilecekti. Heykel, firavunlar zamanının giysilerine bürünmüş bir kadın şeklinde olacak ve elinde 'Asya'nın ışığının Mısır'dan geldiğini' sembolize eden bir meşale tutacaktı. Sultan Abdülaziz'in ödediği paralar arasında yapılacak olan heykelin masraflarının bir bölümü de vardı.
Paşa ve mühendis, eseri Fransa'nın tanınmış heykeltraşlarından olan Frederic Auguste Bartholdi'ye sipariş ettiler, hatta bir hayli avans da ödendi ve Bartholdi işe başladı. Dikileceği yerde monte edilecek şekilde parçalar halinde hazırlanan heykel birkaç sene sonra tamamlanmış, kanalın Akdeniz'e açıldığı yerde birkaç hafta içerisinde yerleştirilebilecek hale getirilmiş ve Marsilya'dan bir gemi ile Mısır'a nakledilmesinin hazırlıklarına bile girişilmişti.
Ama, Said Paşa'dan sonra Mısır'ın başına geçen İsmail Paşa, Müslüman bir memlekette böylesine büyük bir heykelin dikilmesinin halk arasında hoşnutsuzluk yaratacağını düşündü ve mühendis Ferdinand de Lesseps'e, heykelin Mısır'a getirilmemesi talimatını verdi. Mühendis'in Paşa'yı ikna çabaları neticesiz kaldı. Süveyş Kanalı 1869 Kasım'ında dünyanın dört bir tarafından gelen davetlilerin katıldığı büyük ama 'heykelsiz' törenlerle açıldı. Bartholdi'nin eseri ise, Mısır'da bu yaşananlardan sonra Paris'te bir depoya kondu ve tozlanmaya terkedildi."
(Hürriyet, 2004)
Murat Bardakçı'nın bu iddiası son derece ilgi çekici olsa da bir başka değerli tarihçimiz Mustafa Armağan bu iddiayı son derece gülünç bularak şu cevabı verecekti:
"Heykel fikir olarak ilk kez 1865'te bir akşam yemeğinde gündeme gelmiş, tamamlanıp yerine dikilmesi için ise tam 21 yıl geçmesi gerekmişti. İnşasına Paris'te 1875'te başlanmış, açılış töreni 1886'da yapılmıştı. Fransızlar 'Hiç değilse kaidesini siz yapın' demişlerdi Amerikalılara ama o bile 2 yılda ve binbir güçlükle toplanabilen yardımlarla tamamlanabilmişti. O kadar ki, yardım kampanyasına 1 cent yatıran çocukların isimleri bile Pulitzer'in 'World' gazetesinde yayımlanıyordu. Gustave Eiffel ise Eyfel Kulesi'nden önceki başarısını onun omurgasında gerçekleştirecekti.
Dolayısıyla Özgürlük Heykeli iki kapitalist ve zengin ülkenin bile zorlandığı bir süreç sonunda tamamlanabilmişti. Abdülaziz'in ise Eylül 1986 fiyatlarıyla maliyeti 75 milyon doları bulan heykeli değil yaptırmak, mevcut dış borçlarını bile ödeyecek imkânı yoktu. Unutmayalım ki, Heykele başlandığı yıl olan 1875'te Osmanlı bütçesi 5 milyon liradan fazla açık vermiş ve hazine "Ramazan tahvilleri"yle iflasını ilan etmişti.
Lafı uzatmaya gerek yok belki ama yazıdaki hatalara da gözümüzü kapatamayız. Güya Mısır Valisi Said Paşa Süveyş Kanalı'nın projesini 1854'te 'Sultan Abdülaziz'in' (!) onayına sunmuş ve padişah onu tam 12 yıl boyunca oyalamış. Bir kere 1854'te Abdülaziz padişah değildi ki! O zamanki padişah, ağabeyi Abdülmecid'di. Abdülaziz'in padişah olması için 7 yıl geçmesi gerekecektir (geçen hafta 6 demiştim, bir ekleyin).
Güya Süveyş Kanalı'na dikilecek olan ve Abdülaziz'in bir kısım parasını ödediği heykelin yapımı bitmiş, halkın tepkisinden korkan Said Paşa vazgeçip onu Paris'te bir depoya attırmış (gökdelenlerle yarışan 46 metrelik heykeli alacak bir 'depo' Paris'te ne arıyordu?). Doğruların yanına bir sürü yanlış böyle giriyor demek ki. Evet Bartholdi Said Paşa'ya bir heykel projesi sundu ama bizzat kendisi bile iki heykel arasındaki benzerliği inkâr etmiştir. (Klaus Kreiser'in 'Muqarnas' dergisindeki makalesine bkz. Vol. 14, 1997.)
İlk proje için biblo şeklinde bazı denemeler yapıldı ama hiçbir zaman hayata geçirilmedi. Zira ne Mısır'ın, ne de Osmanlı'nın gücü yeterdi bu büyük projenin gerçekleştirilmesine. Heykelin açılışının 25 Ekim'de yapıldığı türünden hataları ise geçiyorum (doğru tarih 28 Ekimdir). Yazısının sonunda yazar pek yapmadığı bir şeyi yapıyor ve hepimize 'Vay canına' dedirten kaynağını açıklıyor.
Buna göre Mahmut Esat Ozan adlı birisinin 'çalışması'nı kaynak olarak kullanmış. Kimmiş acaba Özgürlük Heykeli uzmanlarının bile bilmediğini bilen yazar? Hemen söyleyeyim: 2009'da ölen, ABD'ye yerleşmiş bir sinemacı. Şaşırdınız ama gerçekten de kaynak diye sunulan 'çalışma', internette Amerika'daki Türklere yönelik hamaset kokan yazılarıyla meşhur bir sinemacının senaryosundan ibarettir. Siz ne dersiniz bilmiyorum ama ben buna en hafif ifadesiyle tarihi ciddiye almamak diyorum."
(Mustafa Armağan'ın kişisel web sayfası)
Özgürlük Heykeli'nin yapımı ile ilgili bir diğer söylenti kullanılan malzemeler itibariyle Eyfel Kulesi ile kardeş olmasıydı:
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İddialara göre Eiffel projesi ABD'liler tarafından saçma bulunarak reddedilmişti. Bir başka söylenti ise Eiffel'in Özgürlük Anıtı'nın iskeletindeki demirlerden yapılmış olmasıydı.
Özgürlük Heykeli tam 350 parçaya bölündü ve gemilere bindirilerek New York'a gönderildi, 4 ay içerisinde monte edildi. Resmi adı "Dünyayı Aydınlatan Özgürlük"tür.
Sağ elini yukarı kaldıran kadın figürü özgürlüğün aydınlığını temsil eder. Figürün sol elinde ise bir kitabe bulunur ve üzerinde ABD'nin kuruluş/özgürlük yıldönümü olan 4 Temmuz 1776 tarihi bulunur.
Isabella Eugenie Boyer isimli kadının yüz hatları heykele ilham olduğu kabul edilir. Boyer'in hayatı da esasen heykelin nasıl bir tarih üzerine inşa edildiğinin temsili gibidir.
Boyer'in ailesi Afrika'da Fransız sömürgelerinde görev alan Fransız misyonerlerindendi. Boyer'in kocası ise Isaac Singer'di. Singer dikiş makinesi aletleri üreten mucit, kapitalist ve bir zamparaydı.
Singer ahlaki problemleri olan bir kişiliğe sahipti. Onlarca farklı kadından düzinelerce çocuğu bulunuyordu.
Birçok tarihçi, özgürlüğün mücessem bedenini taşıyan Isabella Eugenie Boyer'in Singer gibi bir kişi ile evli olmasını açıklamakta zorlanmaktadır.
Velhasılıkelam Fransızlar, ABD'lilerin ülkelerini kurtarmalarının 100. yılı şerefine 10 yıl gecikmeli bir anıt dikti. Bu anıt özgürlüğün ve adaletin timsali olduğu iddiasındaydı; ama burnunun dibindeki Ellis Adası'nda her gün on binlerce mülteci ölüyordu.
Heykelin menşei, kendisi, modeli, hatta mimarı kısaca her şeyi şaibeliydi ve insanın içine kurt düşürüyordu.
Yine de büyük ABD riyası bu dev metal yığınını dünyanın özgürlük timsali yapmayı başaracaktı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish