1887 yılında, iki sene sonra Fransız İhtilali'nin 100. yılı anısına gerçekleştirilecek Paris Fuarı'na damga vurması hedeflenen mimari bir yapı için yarışma ilanı duyuruldu.
Bu ilana göre mimarlardan şehrin kapısı olacak bir yapı tasarlamaları isteniyordu.
Bu kapı hem fuarın hem de Paris'in ruhuna uygun ve büyük bir yapı olarak inşa edilecekti.
Avrupa'nın en seçkin 700 mimarı, sayısız proje ile bu ilana başvurdu.
Yarışmayı Gustave Eiffel'in sahibi olduğu Eiffel firması kazandı.
Bu firma; demir ve mekanikten müteşekkil yapıları mimari sahaya taşımasıyla tanınıyordu.
Ticaret ve Sanayi Bakanı Edouard Lockroy, büyük bir törenle 1887 yılın halka şehrin kapısı olacak kuleyi tanıttı.
Yaklaşık 130 işçinin gece gündüz çalışarak bitirdiği demir yığının açılışı 30 Mayıs 1889 yılında yapıldı.
Aynı tarihte ABD'nin New York şehrinde yapımı başlanan Özgürlük Anıtı ile karşılaştırıldığında ortaya çıkan yapı tam bir hayal kırıklığıydı.
İddialara göre Eiffel projesi ABD'liler tarafından saçma bulunarak reddedilmişti.
Bir başka söylenti ise Eiffel'in Özgürlük Anıtı'nın iskeletindeki demirlerden yapılmış olmasıydı.
Tüm bu iddialar kulenin kendisinin önüne geçiyordu.
Aydınların Eyfel öfkesi
Yapı daha inşa edilirken Fransız aydınlar, kentin siluetini bozacak bu yapıyı engellemek için harekete geçti ve bir bildiri yayımlayarak öfkelerini ortaya koydular:
"Biz, yazarlar, heykeltıraşlar, mimarlar, ressamlar, Paris'in bugüne kadar hiç dokunulmamış güzelliğinin tutkun âşıkları, değeri bilinmemiş Fransız zevki adına, tehdit altındaki Fransız sanatı ve tarihi adına, başkentimizin tam ortasına yararsız ve canavar görünümlü Eiffel Kulesi'nin dikilmesine var gücümüzle, tüm öfkemizle karşı çıkıyoruz.
Paris kenti, giderilemeyecek biçimde alçalmak ve çirkinleşmek için, bir makine yapımcısının tuhaf ve ticari hayallerine daha uzun süre katlanabilecek midir?
Ticari Amerika'nın bile istemediği Eiffel Kulesi, Paris'in ayıbıdır, bundan hiç kuşkunuz olmasın.
Herkes hissediyor, herkes söylüyor bunu, herkes derin üzüntü duyuyor bundan ve bizler de bu kadar yerinde bir telaşa kapılmış dünya kamuoyunun zayıf bir yankısından başka bir şey değiliz.
Ve nihayet, yabancılar Sergimizi ziyarete geldiklerinde şaşırıp 'Ne yani? Fransızlar o kadar övündükleri zevkleri konusunda bizlere bir fikir vermek için bu berbat şeyi mi buldular?' diye haykıracaklardır. Bizlerle alay etmekte haklı olacaklardır, yüce gotik yapıların Paris'i, Puget'nin Paris'i, Germain Pilon'un Paris'i, Jean Goujon'un Paris'i, Barye'nin, vd'nin Paris'i Mösyö Eiffel'in Paris'i haline gelecektir."
(Le Temps, 14 Şubat 1887)
Bildiriyi imzalayanlar arasında ise birbirinden seçkin isimler vardı: Guy de Maupasssant, Alexander Dumas, Emile Zola, Charles Gounod, ve Paul Verlaine bu isimlerden sadece birkaçı idi.
Roland Barthes'in Eyfel Kulesi hakkındaki denemesini YKY yayınları Türkçeye tercüme etti.
Aydınların bu kuleye karşı duyduğu öfkeyi en iyi Barthes sözleri açıklar:
"Hiç sevmediği halde sık sık öğle yemeği yermiş Maupassant Kule'nin lokantasında: Paris'te onu görmediğim tek yer burası dermiş.
Gerçekten de Paris'te Kule'yi görmemek için bitmez tükenmez önlemler almak gerekir; hangi mevsim olursa olsun, sisler, alacakaranlıklar, bulutlar arasında, yağmurda, güneşte, hangi noktada olursanız olun, sizi ondan ayıran çatıların, kubbelerin ya da yeşil dalların görünümü ne olursa olsun Kule oradadır; öylesine girmiştir ki gündelik yaşama, bundan sonra artık Kule için özel bir nitelik yaratmamız olanaksızdır; sadece varlığını sürdürmekte inatçıdır o, taş gibi ya da ırmak gibi; tıpkı anlamı pekala sınırsızca sorgulanabilen ama varlığı tartışılamayan bir olgu gibi gerçektir o.
Paris'te hiçbir bakış yoktur ki günün belirli bir anında ona takılmamış olsun; ben bu satırları yazarken ondan söz etmeye başladığım sırada, o, penceremle çerçevelenmiş olarak karşımda durmakta; ocak ayında gecenin onu silikleştirdiği, sanki onu görünmez kılmak, varlığını yalanlamak istermiş gibi olduğu anda bile bakın işte iki küçük ışık yanıyor ve hafifçe göz kırpıyor dönerek…"
Aydınların ucube ve işe yaramaz olarak tanımladıkları bildiri sonrası inşaatı sürdüren firma, ileride kulenin türlü mekanik işlerde kullanılabileceğine dair tarihin en saçma cevaplarından biriyle karşılık verecekti.
Barthes'in kaleminden okuyoruz:
"Kendisini bir tür bütünsel anıt haline getiren bu büyük hayalci işlevi karşılamak için, Kule'nin aklın denetiminden kaçıp kurtulması gerekir. Bu başarılı kaçışın ilk koşulu, Kule'nin bütünüyle yararsız olmasıdır. Kule'nin yararsızlığı her zaman belli belirsiz biçimde bir skandal olarak, yani değerli ve itiraf edilemez bir gerçeklik olarak hissedilmiştir.
Daha inşa edilmeden önce bile, yararsız olduğu söyleniyor, bu da Kule'nin mahkûm edilmesi için yeterlidir diye düşünülüyordu o sıralarda. Büyük burjuva girişimlerinin usçulluğuna ve ampirizmine genel olarak bağlı olan bir dönemin anlayışında, yararsız bir nesne fikrine katlanmaya yer yoktu (meğerki açıkça bir sanat nesnesi olmasın; böyle bir şeyin de Kule için söz konusu olduğu düşünülemezdi).
Bu nedenle Gustave Eiffel, Sanatçıların Bildirisi'ne yanıt olarak projesini kendi savunurken, Kule'nin gelecekteki bütün kullanımlarını özenle bir bir sayar: Bunların tümü de, bir mühendisten bekleneceği gibi, bilimsel kullanımlardır: Aerodinamik ölçümler, kullanılmış olan gerecin direncine ilişkin incelemeler, tırmanıcının fizyolojisi, radyoelektrik konusundaki araştırmalar, telekomünikasyon sorunları, meteoroloji gözlemleri, vb.
Bu yararlıklar, tartışma kabul etmez hiç kuşkusuz; ama müthiş Kule mitinin yanında, onun bütün dünyada üstlenmiş olduğu insansı anlamın yanında çok gülünç kalır. Çünkü burada, yararcı nedenler, Bilim miti tarafından ne kadar yüceltilmiş olurlarsa olsunlar, insanların tam anlamıyla insan niteliği taşımalarına yarayan büyük hayal işlevi ile karşılaştırıldıklarında bir hiç kalırlar.
Ama yine de her zaman olduğu gibi yapıtın nedensiz anlamı hiçbir zaman doğrudan doğruya açıklanmaz: Kullanım başlığı altında usçullaştırılır: Eiffel, Kule'sini ciddi, usa uygun, yararlı bir nesne biçiminde görüyordu; insanlar ise Kule'yi ona, doğal olarak usdışının sınırlarına varan büyük bir barok düş biçiminde geri gönderirler."
Henüz elektriğin bile yaygın olmadığı yıllarda tüm şehrin radyo sorunlarını çözecek bir çözüm getirecek olması Eyfel Kulesi'ni pek de kullanışlı kılmıyordu.
Aydınlar, kısaca şehrin ortasındaki bu demir yığının ne işe yaradığını bilmek istiyordu; nitekim hiçbir sanatsal değeri olmadığından emindiler.
Tartışmaların arasında, nihayet 1913 yılında tüm kamuoyu Eyfel Kulesi'nin yıkılması konusunda mutabakat sağladı.
Şehrin ortasına bir karabasan gibi çöken bu demir yığınını ortadan kaldırmak hayli masraflıydı.
Birkaç büyük hurda şirketi gerekli tetkikleri yapmış ama çıkan sonuç maliyeti kurtarmayacak bir işlem olduğunu gösteriyordu.
Yani Eyfel Kulesi'nden çıkacak hurda, söküm maliyetini karşılamayacağı için bu fikir bir süre ertelendi.
Eyfel'in taşıdığı anlam: Yeni bir Babil kulesi mi?
Aydınların bir kısmı Eyfel Kulesi'ni, Babil Kulesi'ne benzetmişse de Eyfel Kulesi'nin taşıdığı anlamlar Babil Kulesi'nden keskin hatlarla ayrılmasına neden olur.
Bilindiği üzere Babil Kulesi, insanoğlunun göklerde olduğuna inandığı Rabbine ulaşma gayesinin bir sonucudur.
Oysa Eyfel Kulesi devasa bir metal yığını, elektrik ve mekaniği temsil eder.
Özetle Paris'teki kule yaratıcıya ulaşma gayesinden ziyade Tanrı'ya bir meydan okumadır.
Bilim çağını ve aklı temsil eden bu yapı; insanı Tanrı'ya ulaştırmaktan ziyade, Tanrı'ya ulaşabildiğini düşünen aklın kibri olarak yorumlanmıştır.
Eyfel Kulesi ile ilgili sayısız teori birbirini izler. Kimileri 'Bilim Tapınağı' der; kimileri ise demir yığınından müteşekkil bir ucube olarak görür.
Bu tartışmaların arasında 1923 yılında tekrar yıkılması gündeme gelir. Kulenin yıkılmak istenmesinin nedeni bu kez bakım masraflarıdır.
Tarihin gördüğü en büyük dolandırıcılardan birisi olan Victor Lustig'in, bu tartışmalar arasında aklına dâhiyane bir fikir gelir.
Hükümetin ve yerel yetkililerin beceriksizliğinin aksine Lustig, Eyfel Kulesi'ni satın alacak hurda tüccarını bulur.
Andre Poisson isimli demir ve hurda tüccarına hatırı sayılır bir fiyata Eyfel Kulesi'ni satar.
Bir başka hurdacıya daha kuleyi satmak üzereyken çevirdiği dolaplar ortaya çıkan Lustig, kaçarak ABD'ye gider.
Orada da büyük dolandırıcılık faaliyetlerine girişince yakalanarak Alcatraz Hapishanesine gönderilir.
1940 yılına gelindiğinde ise Eyfel Kulesi'nin taşıdığı anlam bambaşka bir şekle bürünecekti.
Fransa'yı işgal eden Nazi lideri Adolf Hitler, Paris'e geldiğinde ilk ziyaret duraklarından birisi Eyfel Kulesi olacaktı.
Bu ziyaret Fransızların izzet-i nefsini hayli yaralayacak ve kuleyi Fransızlar için bir milli nesneye dönüştürecekti.
Velhasılıkelam; yapıların haşmeti ve biçiminden ziyade sahip oldukları hikaye onlara gerçek anlamını veriyordu.
Hiçbir sanatsal değeri olmayan, Fransız aydınları ve halkının büyük çoğunluğu tarafından bir ucube olarak görülen Eyfel Kulesi, işgalcilerin hedefi olunca bir anda Fransız kimliğinin de ayrılmaz parçası oluvermişti.
Eyfel Kulesi bugün dünyanın her yerinden milyonlarca turist çektiği gibi Paris'in en önemli simgesi konumunda.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish