Denge ülkesi olmak zorundayız.
Rusya ile de AB ile de Arap ülkeleriyle de... dostlarımız ve düşmanlarımızla da denge. Kritik bir anda düşman olabilecekler veya kritik bir anda bize müttefik olabileceklerle de bir denge hayatidir.
Ticaret dengesi, demografik denge, siyasi denge, askeri denge, devletlerin ekmeği, suyu.
Şu sıralar Rusya da Türkiye'nin duruşu içten içe takdir ediliyormuş. Bunu okurken ve bazı dostlarımdan Rus siyaset bilimcilerin yorumlarını duyarken sevindim doğrusu.
Hem Ukrayna'nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne karşı tavrı net olup hem de Rusya ile ticaretini devam ettirmekte olan bir ülkeyiz.
Bunu ne kadar sürdürebileceğimiz ise sahadaki dengelerin ipleri ne noktaya dek gereceği ile alakalı. Gerilen ipte bir cambaz olacak olan biz değiliz. İpin neresinde durduğumuzu biliyorsak tabi...
Rusya ile ticaret sürmeli ve bu kritik dönem Batı ile Rusya'yı yıpratırken Türkiye bundan ne kadar uzak durabiliyorsa durmalı.
Denge ülkesi olmamak lüksüne sahip değiliz, bilakis hayati olarak varlığımız ve onu geleceğe daha güçlü taşımamız buna bağlıdır. Krizlerden güçlü çıkmak için dengeli siyaset şart. Hele ki sahada proaktif rol oynayan ülkelerden biriysek...
Dünyada ne değişirse değişsin biz dengeyi korumalıyız. Rusya ile asırlık savaşmazlık siyasetini sürdürmeli ve müttefiklerimizle de bir ortaklık en üst seviyede geleceğe taşınmalı. Bu yüzden denge olmazsa olmazımız.
Peki, denge ne demektir?
Denge, iki karşıt gücün denkliği ve devrilmeden dik durabilme durumudur. Denge iki denk arasında söz konusu olan bir durumdur. Denk demekse, bu asla eşit demek değildir.
Nitelik yönünden birbirine eşit olan demektir. Tersten düşünürseniz gayet tabi nicelik yönünden birbiriyle farklı olabilirler demektir.
Örneğin ABD ve Çin, birbirine denktir. Birbiriyle eşit değildir. 330 milyonluk bir ABD, 1 milyar 400 milyonluk Çin ile güçte denktir.
Yunan donanması, Türk donanmasına güçte denktir ama eşit değildir. Nitelikte eşit olmaktır denklik. Nicelik farkı oldukça eşit olmazsınız.
Gerek ABD gerekse Çin, ikisindeki insan niceliği arasında devasa farklar olmasına rağmen güçte denktirler.
Nereden anlıyoruz? Birinin bir diğerinin üzerine yürüyüp yuvasını yapmamasından anlıyoruz. Kore'de, Tayvan'da bir durağanlık varsa işte bu iki denk arasındaki "denge" sebebiyledir.
Örneğin Kuzey Kore ve Güney Kore arasındaki sınırı belirleyen DMZ (askersiz bölge) çizgisini bir kağıda benzetirseniz o çizginin iki yönündeki kuvvet denkliği bile buna örnektir. Son 70 senedir bu kağıt bir tarafa doğru delinmedi ise işte bu denklik sebebiyledir.
Yoksa Kuzey Kore 26 milyon, Güney Kore ise 52 milyonluk ülkelerdir. Nicelikleri açısından 1'e 2 gibi bir dengesizlik söz konusu iken Kuzey, siyaseten arkasına Çin'i alarak bir "denklik" yakalamış, Güney ise arkasına ABD'yi alarak Çin ile bozulan dengeyi yerine koymuştur.
Tekrar ediyorum: Denge, niceliksel değil, nitelikseldir.
Osmanlı Balkanlara hâkimken de nüfusumuz hiçbir şekilde Hristiyan toplumlara denk değildi; ancak ateş gücü avantajımız ve savaş stratejileri açısından üstün tecrübeye sahip Türk orduları bunu denkliğin ötesine bir mutlak güce çevirmişti.
1683'e dek devam eden gelişme ve yükselmede bu süper güç öylesine baskındı ki 1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması'nda bile bir denklik söz konusuydu. Bir yanda bir grup devlet, diğer yanda Osmanlı vardı. Tek başına savaşmadan dördü beşi Osmanlı'ya ancak denk olabilmişlerdi.
1700'lerde dahi Osmanlı ile savaşan Rusya'nın Avusturya ile aynı anda saldırdığını görürsünüz. Çünkü askeri denkliği bu şekilde sağlıyorlardı.
Askeri eşitliği gerek rakam gerekse ateş gücü bazında aştıklarında ise ortada denklik de kalmadı.
Bir köpek ve bir kedi de eşit değildir ancak denktirler. Nadiren bir köpeğin her şeyi göze alarak bir kediye saldırdığına tanık oluruz.
"Her şeyi göze alarak" kısmını boşuna yazmadım. Çünkü kediyle köpeğin yakınlaşmasında kedi tek bir yere bakar ve orayı hedef alır. Köpeğin en zayıf noktası olan burnunu.
Oraya atılacak bir çizik, hem köpeğin canını fazlaca acıtır hem onun ekmeğini kovaladığı bir nevi cayroskopu hükmündeki hayati duyu organına zarar verir ve hem de köpeğe bir ömür kediden uzak kalması için ders olur. Birkaç genetik terör ürünü köpek cinsi hariç, bir kediye yaklaşan köpek ya genç, toydur ve burnuna bir cırmık yememiştir.
Şimdi gelelim bu girişin ardından söyleyeceklerime.
Dünyada iki grup insan vardır: Ezenler ve ezilenler.
Güçlüysen sınırların, ekonomin, nüfusunun gönenci, askeri gücün, global etkin bunlardan biri ya da hepsi gelişme gösterir. Güçlüysen bir hesap vermeden girer, alırsın.
Ezen her zaman ezmek istediği için ezmez. Güç ve cüsse çoğu kez, küçük olanı ve güçsüzü görmene manidir.
Çayırlarda yürürken ezdiğimiz karıncaların, belini kırdığımız böceklerin haddi hesabı yoktur. Birinin bile farkında değilizdir. Canımızı acıtmıyorsa ya da dengemizi bozmuyorsa bir şeye bastığımızın da farkında değilizdir.
Ezilenler coğrafi kader gereği ezilmek zorundadır. Çünkü coğrafya bazılarına fil, bazılarına karınca ya da tavşan olma kaderini biçmiştir.
Güçsüzün birçok konuda bırakın hakkını, varlığını bile göstermesi zordur. Arkanıza bir gücü ya da o gücün desteğini veya askeri imkanlarını almadan eşitsiz olduğunuz bir güce karşı bölgesel bazda "denklik" elde edemezsiniz.
İsrail de bölgesel bazda Arap ülkelerine denktir. Eşit asla değildir. Bir uçak gemisi boğaza dayansa onunla mücadele etmek için bir diğer uçak gemisine sahip olmanız gerekmez. Akıllı ve tahrip gücü yüksek bir füze ile denklik sağlayabilirsiniz.
Karşıda milyar dolarlık bir savaş makinasına sen birkaç yüz bin dolarlık bir füze ile denk olabilirsin. Sende o silahın olduğunu bilen, gemisini kaybetmemek için gerekli mesafeyi aşmaz, sen de kullanmak zorunda kalmazsın. Denk olursun, dengeyi sağlarsın.
Dengenin bir diğer manası da birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma halidir. Bir kağıda iki tarafından baskı yapıldığında kağıdın yırtılmadan kalması da bir kuvvet dengesinin sonucudur.
Dünyadaki siyasi dengede, birçok açıdan eşit olmayan ülkeler bir denge meydana getirmiştir. Bir ülkenin dengeler aritmetiğine girebilmesi için kendisini bir süper güce eşitlemesi değil, bölgesel denge unsuru olabilmenin felsefesini iyi anlamalı ve ona göre kendisine bölgede rol biçmelidir.
Devlet adamlarını da askerleri de yanıltan şey çoğu kez denkliği eşitlik gibi algılamaktır. Bir süper güçle sahada dans etmenin, siyaseten ve askeri olarak top çevirmenin özünde onunla eşit olmak değil, niteliksel açıdan denk olmak vardır. Bir ülkenin burnuna çizik atacak derecede ona hayati zarar verebilme imkanına sahip olmak.
Boğazlara sahip olmak bize Ruslara karşı onların zaafını kontrol eden bir avantaja sahip olmak açısından ona denk bir güce dönüştürüyor. Ama bu bir saldırı denkliği değil, savunma denkliği sunar. Bunu da iyi bilmeliyiz.
Varlığınız tehlikeye girdiğinde kapatırsınız ve ölümüne korur, kapalı tutarsınız. Bir savaşı kazanmanız için, savunma savaşı mı, taarruz savaşı mı yapıyorsunuz; buna bakarsınız.
Ruslarla savaş bizim için en son seçenek. Ruslardan haz etmek ya da etmemek ayrı; ancak savaşa istekli olmak ayrı bir meseledir. Varsayalım oldu, o vakit onun denizleri hiçbir işe yaramaz... Balıkçı teknesi yüzdürmekten başka...
Bunu bir kez yaptık, Çarlık yıkıldı. Öyleyse tekrar yapabiliriz. Tersten düşünürseniz, onlar da şöyle düşünür: Bunu bir kez denedik, Çarlık yıkıldı. Öyleyse tekrar denememeliyiz.
Tepemize nükleer bomba yesek bile yapabiliriz ki bu devirde kimse kimseye nükleer bomba atacak değil. Biz bu coğrafyada çakılı bir gücüz ve yerleşik bir ulusuz. Bu ulus da buradan hiçbir şekilde oynamaz, gitmez. Kendi dengeleri sarsılmadığı müddetçe.
Nüfus da bir dengedir, ekonomi de dengedir. Bu dengeler bozulursa o vakit anlayın ki bizi birilerine denk yapan niteliksel güç sarsılmaya başlamış demektir. Yani "Star Wars" terminolojisi ile "güçte salınım" oluyor demektir.
Şimdilerde güçte bir salınımı geç, dibek gibi tokmaklanmayı hissedenler vardır. Ben de hissediyorum ancak bunu yukarıların da hissetmesi önemlidir.
Bedenin üşüdüğünü ayaklar ve parmaklar hisseder, beyin önlem alır. Ayaklardan beyne giden kılcallar ise devletin kurumlarıdır.
Şu anda birçok yerdeki meseleyi devlete iletmekte problem yaşıyoruz. Akademi, eğitim, adalet, asayiş, ekonomi gibi birçok konuda sorunları çözecek tek şey yönetişimdir. Dengeyi sağlayan bir şey de budur.
Niye?
Bedenin dengesi, organların birbiriyle uyumu, doğru ve düzenli çalışması, en küçük hücrelerin anomali göstermeden, kanserleşmeden yaşaması, organların iltihaplanmadan ülserleşmeden yaşaması ve bedenin yapısal bütünlüğünü koruması için bu karşılıklı uyum bedensel dengeyi, metabolizma dengesini oluşturur.
Devletin organları dendiğinde Ankara'daki deri koltuklu makam odalarını kastetmiyorum. Ben de bir organıyım; bir tecavüz ya da cinayet vakasına bakan hakim de, bir polis, bir doktor da organdır. Sokaktaki reel ekonomik yaşamın içerisinde üretici, satıcı ve tüketici olan sizler de...
Sizdeki anomaliyi okuyan her üst birim bunu bir yukarıya verebildiği ölçüde devlet dengeli şekilde "dengesiz dönemlerden" kurtulabilir. Öyleyse maksimum risk, maksimum yönetişimle bertaraf edilir.
İçi boş milli retorikler ve yemlenmiş trollerle yinelenen ve toplumda hiçbir karşılığı olmayan ezberlerle de olmuyor. Halktaki sıkıntıyı birileri görmeden siz görürseniz onun üzerine giderseniz bu bir krize dönüşmeden onu durdurursunuz.
Lale Devri bir avuç adamla başlamış ve Kapalı Çarşı çevresinde dolaşmışlar saatlerce. Bu bir düzine kadar adam altıncı saatin sonunda binlerce insan olup Sarayın önüne çadırları kurar hale gelmişler.
Günümüzde böyle şeyler olmuyor sanmayın, böyle şeyler olsun diye çalışan Think-Tank kurumları var arpası bol ülkelerde. Bunlarla uğraşsın diye harika araştırmacıları gönderiyorlar çok çeşitli sahalara.
"Ülkelerin dengelerini bozmak için onların içerisine ne tür dinamikleri zerk edebiliriz" diye sosyal mühendislik kurgulamaları ve projeksiyonları yapanlar var ve çok da iyi çalışıyorlar.
Seni kendi kültürünün ve dininin "buguyla" vuruyorlar. Bunun için de önce onu tespit etmek için çalışıyorlar.
Bug diyorum; bug. 1878'de ilk kez Edison kullanmış bu kelimeyi.
Bug, sistemin hata verdiği, yazılımın zaaf gösterdiği noktasıdır.
Yugoslavya'nın bugunu Sırp milliyetçiliği ile çözdükleri gibi, Ukrayna'nın da bugunu Ruslara karşı var olma ve Batı'ya yaklaşma iradesi ile gördüler. Ukrayna milliyetçiliği de Ukrayna'nın karşı koyamadığı bugu oldu.
Milliyetçileri deyimi yerinde ise "gücünü abartıp maceralara girecek" bir ruha sokmak milliyetçi bugu bulmaktır.
Dindarsan "ümmet" diye "muhacir" diye kabul edebileceğin ve kültürel olarak sana tamamen yabancı milyonları aldırabilirler içine. Ama bunu aldırırken de sana "Bunları ülkende tut, bize göndermediğin her birisi için para verelim" diyebilirler ki bu da dövize ve likiditeye kaynak bulmaya çalışan bir yöneticinin bugu olur.
Bug aynı zamanda İngilizcede kene demektir ve bu bugu anlamanız o bug sizin kanınızı emip yarayı derinleştirene dek farkında olmadığınız bir şeye dönüşür.
Dindar değilsen liberalizm ile giriyorlar, "açık toplum", "şeffaflık", "çiçek, böcek, cinsiyet eşitliği, farklı cinslere eşit haklar", "sol değerler" gibi yerlerden vuruyorlar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçen yazımda da bahsetmiştim sizlere. Önce orantısız bir "sokak hayvanı" duyarı peydah oluyor ve sonrasında genetiği değiştirilmiş bir kuduz veya veba virüsünü vermek kalıyor geriye.
Bugun yoksa oluşturuluyor, varsa ona oynuyor adam. Bizim çokça bugumuz var.
Alevi, Sünni, Dindar, Laik, vd.
Tüm bugları kenara atacağın tek şey, milli duruştur.
Önce zaafını bilmen gerekir ki birileri sana uygun bir şekilde bugunu bulup kanını emmesin ve dengeni bozmasın.
Hepimizin vardır zaafları. Kiminin paradır, kiminin kadın, kumar, lüks, kiminin ailesidir. Ama devletlerin bugunu ortadan kaldıran en önemli şey, o devletin şeffaf, renksiz, kokusuz, tatsız ve nötr bir halde olmasıdır. Laik devlettir. Ama bu laik devlet, eski Türkiye'de olduğu gibi "laiklere daha yakın" laik devlet değil; herkese eşit mesafede, herkesten fikir alan kolektif bir hücreler ve organlar bütünüdür.
O devlet ne İslam devletidir, ne Şii, ne Sünni, ne Alevi, ne Ateist, ne Agnostik.
Devleti bu şekle soktuğunuzda devlet herkesin devleti olur ve herkesçe sahiplenilir.
Bugunu da bulmak zordur, insanları o bugdan girerek provoke etmek de...
Ancak devletin mutlak bir milli duruşu olmalıdır ve Türkiye'de ulus bilinci devletin kimliğidir.
Kimliği alınmış beden ya felç ya deli ya da bitkisel yaşamdadır. Bu sebepten dünyada her devletin az çok bir milli kimliği olur.
Milli kimlik, bedene karakter katan ruh gibidir. Onu çıkarırsan o devlet ruhu olmayan bir robot, bir köle, bir kukladır.
Thomas Moore eğer yaşasaydı sadece Türkiye örneğine bakarak "Ütopya" adlı kitabı iki kat daha kalın yazardı inanın. Olması gerekenlere ek bir de olmaması gerekenlerden bahsetmesi buna yeterdi.
İşte olmayanları da belirteceğiz ki olmayanları görerek yamayacağız eksiklerimizi. "Şu çok konuşuyor", "Bu çok konuşuyor" diyerek susturursan açığı gören adamı susturmuş olursun ve o açığı başkaları görür, ona oynar ve oradan yıkar ülkeni.
Başkasından önce sen görmelisin eksiğini. Bir önceki yazıda belirttiğimiz "durum farkındalığı" ve "mekansal farkındalık" işte bu açıdan önemlidir.
Hayatın kendisi kavgadır ve bu kavga bitmez. Siyasi hayat sadece ülke içi siyaseti değil, ülkeler arası siyaseti de kapsar ve güçler var olduğu sürece bir denklik kurulana dek bir kavga da sürecektir.
Denge işte bu yüzden her kavgada çok önemlidir. Hasmınızın kulağına vurduğunuzda yere düşürmeniz kolaylaşır; çünkü bedendeki dengeyi sağlayan en önemli kısımlar burada bulunur.
Dengesini bozarak bir pehlivanı bile yere serebilirsiniz.
Özel hayatta da mühimdir denge. Kazanılmaz ve bulunmaz. İnşa edilir veya meydana getirilir.
Denge, bekarsa çapkın için, evliyse sadakatsiz adam için de ayrıca hayatidir.
Bekarsa aşkı ve işiyle gerekli dengeyi kuracak, evliyse birden farklı yerlerde devam eden paralel yaşantıları arasında dengeyi sağlayacaktır ki hassas yerleri çarşafa dolaşmasın.
Dengeyi kurmak ve muhafaza etmek, bireyden genele bir sanattır. Hayat denge üzerine kuruludur. Atom altı parçacıklardan dağlara, denizlere dek fiziki coğrafyada "izostatik denge" dediğimiz şeye dek denge, hayatın özü, dünyaya nizam veren en önemli kanundur.
Şimdilerde nüfus ve ekonomi konuları hassas ve ayrıca bir başka yazıda eğileceğim.
Bilmenizi istediğim şey, Türkiye'nin boyutuna ve nüfusuna bakarak onu ne abartın ne de hesaptan çıkarın.
Denklemde hep kalacağız çünkü biz, coğrafyamızdaki diğer ülkeler ve güçlerle bir denklik kurmayı başarmış bir noktada duruyoruz.
Denklemi denklem yapan da denklerin birbirlerine etkisi ve değişkenleri ortaya çıkarıcı "değiştirici" etkisidir. Niceliği farklı rakamlarla denk bir sisteme, sonuca yani denkliğe erişmektir.
Rakamlar gibiyiz. Hiçbirimiz diğerimize eşit değiliz aslında. İkiz kardeşlerin ikisi de hiçbir açıdan birbirleri ile eşit değildir. Biri diğerinden daima daha zekidir, diğeri de başka bir konuda daha yeteneklidir.
İnsanlar hakta eşittir ve eşit olmalıdır. Bunun dışında hiçbir insan hiçbiriyle eşit olamaz çünkü her parmak izi gibi insanın da kabiliyeti ve donanımı, tecrübesi farklıdır.
Birbirimizle parada, akılda, ruh sağlığında eşit olmak zorunda değiliz ancak devlet olarak, millet olarak kalabilmek için dengede olmalıyız. Başta da dediğimiz gibi denge, devrilmeden dik durabilme durumudur.
Dengeyi sağlamak istiyorsak, denkliği bozmayacağız.
Sınırlarımız içerisine aldığımız misafirleri de ev sahibi ile "eşit" yapmak gibi bir hata yapmayacağız.
Misafir misafirliğini bilmelidir ki ev sahibine minnet hissetsin. Ne vakit ki eşitlenir, o vakit denklik de bozulur, denge de, coğrafyanın dengesi de.
Dengeler bozulduğunda düşen beden olur.
Beden düştüğünde kimse ayağı suçlamaz, topuğu, dizi, baldırı, kalçayı da. Başı suçlar.
"Akılsız başın cezasını ayaklar çeker" sözünden de anlaşıldığı üzre sorumlu asla ayaklar değildir... Bu sebepten yöneticilerimizin eninde sonunda doğru kararları alacağına inanıyorum.
Ayaktaki de değil, topuktakilerden birisi olarak birkaç satır yazdım.
Bana ve benim gibilere batan dikeni hisseden başlar, yönettiği bedeni de düşmekten korur.
Kovid sebebiyle metabolik dengem zora girmiş bir halde yatağımdan yazdığım bu günlerde konuyu seçmekte doğrusu pek zorlanmadım.
Hepinize de sağlık ve bolluk diliyorum.
Saygılarımla.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish